Mazhar Osman Uzman - 2 *

1-Git de Mazhar Osman’a muayene ol! Manisa Akıl Hastanesinden Bakırköy’e ağır hasta sevk edilmekte. Hastalardan birisi büyük zorluklar çıkarmakta, hastabakıcılara kan kusturmaktadır. O sırada Bakırköy çarsına gelen kırmızı bir arabadan inen iri yapılı bir zat güven dolu bir sesle olaya müdahil olur ve kendinden emin tavırlarıyla hastaları kamyonete binmeye ikna eder. Hastalardan birisi, en agresif olanı, hastabakıcıların arasından sıyrılıp kamyonetin camından haykırır: ‘Sen ne karışıyorsun be, deli misin, divane mi? Git de Mazhar Osman’a muayene ol!’. Kırmızı arabadan inen çatık kaşlı, gür saçlı, tonton simalı zat gülümser. Tıp fakültesinde Psikiyatri ordinaryüslüğüne o gün atanmış olan Mazhar Osman Uzman çok çileli, meşakkatli bir sürecin sonunda isminin akıl hastalıklarının tedavisiyle özdeşleşmesinden memnun, Bakırköy Akıl Hastanesinin yolunu tuttuğunda 1933’ün sonbaharıydı.
2-Yoksuldu, yolunu dişiyle tırnağıyla açtı.
 
Son derece de yoksul olan ailesine maddi katkı vermek için hem okudu, hem de çalıştı. Komşuları için kuyudan su çelmek, kışın mangal göbeklerini ocağın başına taşımak, yazın bahçeleri-asmaları sulamak, konunun komşunun mektuplarını yazmak üç beş kuruş için daha ilkokul çağlarından itibaren yaptığı işlerdendi. Babası Ziraat Bankasındaki işini kaybettiğinde genç Mazhar Osman askeri tıbbiyeye devam ediyordu. Bu durum ailenin bütün mali dengelerini bozmuştu, Osman’ın tahsile devam için para kazanması şarttı. O sıralarda İstanbul’da yeni bir adet peydah olmuş; evde, ya da hastanede vefat edenlerin başında sabaha beklenilmeye başlanmıştı. Bir hocasının tavsiyesi üzerine bu sürece dahil olan Osman defnedilmeyi bekleyen ölülerin başında tutmaya başladığı gece nöbetleriyle çok cüz’i paralar kazanır olmuştu. Mekteb-i Mülkiyeye girip bürokrat olmayı çok istemesine karşın bu emeline nail olamayan Mazhar Osman, tıbbiyede gözüne kestirdiği branşlar olan kadın doğum ve dahiliye de alınmayınca bir hocasının yönlendirmesiyle akliye-asabiye branşını seçmişti. Bu duruma yakınları büyük tepki gösterdi. Özellikle de Yakın bir arkadaşının ‘Bunca okumadan sonra mecnunlarla mı uğraşacaksın? Yapma Allah aşkına Mazhar. Bu tam manasıyla zekanın intiharı demektir!’ diye feveran etmesini Osman hayatı boyunca unutamadı.
 
3-Mazhar Uzman’ın öncü nitelikleri.
 
Akıl ve sinir hastalıklarında (emraz-ı akliye ve asabiye) eski metotları terk edip modern/ batılı tedavi usullerini uygulayan ilk Osmanlı/Türk hekimi Mazhar Osman’dır. İlk atandığında feci durumda olan Toptaşı Bimarhanesini (akıl hastanesi) müdürlüğü ve başhekimliğini sırasında modern bir hastaneye dönüştürdü. Seroloji, Nöropatoloji ve deneysel psikoloji laboratuarlarını kurdu; aralarında daha sonra veliahtı addedilecek olan Fahrettin Kerim’in (Gökay) de olduğu ülkemizin ilk nöropsikiyatrlarını yetiştirdi. Bakırköydeki mezbelelik haline gelen Reşadiye kışlasına Toptaşı Bimarhanesini taşıdı ve cumhuriyetin ilk modern ruh ve sinir hastalıkları hastanesini kurdu. Türk Tıp Cemiyeti, Türk Nöro-psikiyatri Cemiyetinin kurucu üyeliğini ve başkanlıklarını yaptı. 1933’te gerçekleştirilen üniversite reformu çerçevesinde İstanbul Dar-ül Fünunu kapatılmış, yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştu. Mazhar Osman üniversitenin tıp fakültesinin psikiyatri kliniğine ordinaryüs profesör olarak atandı. Merkezi sinir sistemi frengisi ve şizofreni konularındaki çalışmalarıyla uluslararası literatüre katkı yaptı. Uyku hastalığına, literatüre mal olmuş karakteristik belirtiler olmadan da teşhis konulabileceğini gösterdi. Hükümet tarafından akliye ve asabiye hususlarında halkı aydınlatacak konferanslar vermeye memur edildi. Bu amaçla düzenlediği ‘Şişli Müsamereleri’ne döneminin Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Abdülhak Hamit, Rıza Tevfik, Abdullah Cevdet gibi en ünlü aydınlarının katılımını sağladı. Çeşitli vesilelerle meslek hayatı boyunca verdiği diğer seminer ve konferansları 1941’de ‘Konferanslarım, medikal, paramedikal’ ismiyle yayınladı. Büyük başarı kazanan toplantılar Mazhar Osman’ın halkı bilinçlendirmek için kullandığı yegane yol değildi. Sadece 12 sayı yayınlayabildiği ‘Sıhhi Sahifeler’ ve 1919 – 1951 arasında vefatına değin aralıksız 32 yıl yayınlamaya muvaffak olduğu ‘İstanbul Seririyatı’ dergileri de popüler tababet neşriyatına hizmet eden mümtaz numuneler olarak temayüz ettiler. Mezkur periyodikler sadece mesleki yazılara, araştırmalara değil popüler sağlık yazılarına da geniş yer vererek toplumun sağlık konularındaki bilinç düzeyinin artmasına büyük hizmette bulundu. Alkole olan düşmanlığı Yeşilay’ı kurmasına ve ilk başkanlığını deruhte etmesine neden oldu. Hilal-i Ahmer’in Kızılay adıyla reorganize edenlerin başını da O çekiyordu.
 
4-Cinci Hoca’dan ’Deli Mazhar’a insanımızın ruhi problemlerinin çözüm yolları.
 
Mazhar Osman’a kadar insanımızın akıl ve ruh rahatsızlıklarının tedavisi esas olarak ‘geleneksel metotlar’ çerçevesinde yapılıyordu. Bu süreçteki hakim figür Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserlerinden bize bakmaktadır: Cinci Hoca! Hemen neredeyse her mahallede bulunan bu hocalar, akıl ve ruh rahatsızlığı şikayetiyle kendisine gelen/getirilen hastaları çoğunlukla çarpıtılmış dini inançlar zemininde şekillenen geleneksel/klasik tedavi yollarıyla ‘iyileştiriyorlardı’!. İşte, Mazhar Osman’ın değiştirdiği paradigma buydu. Müdür ve başhekim olarak hizmet verdiği süre boyunca akıl ve ruh hastalıklarının teşhis ve tedavisi sahasında daha önceleri elde ettiği şöhreti perçinledi. Öyle ki, ‘deliler’i tedaviden başka bir şey düşünemediğinden ve bu hususta gerçekten parlak başarılar elde ettiğinden, öte yandan da hayatını bütünüyle mesleğine adadığından ismi  ‘Deli Mazhar’a çıktı. Bir meslektaşının hakkında bu mealde yaptığı tezviratı hatırlatan bir dostuna: ‘Onun bana deli demesinin kıymeti harbiyesi yoktur; lakin ben ona deli dersem adamı derhal tımarhaneye kapatıverirler!’ deyişi çağdaş bir efsane halini almıştır. Modern/Batılı akıl ve ruh hastalıkları paradigmasının kurucu figürü olan Mazhar Osman bu topraklardaki ‘Cinci Hoca’ defterini belki tamamen kapatamadı, lakin onları, bir daha bahse konu sürece hakim olamayacakları denli zayıflattı.
 
5-Eleştiriye açık yönleri çoktu. Osmanlı terbiyesi almış, babasından sevgi görmemişti.  Bu yüzden de evlatlarına, özellikle de erkek olanlara sevgisini asla beli etmezdi. Sert bir mizacı vardı, öfkesine hakim olamayabiliyordu. Kadınlara karşı ön yargılıydı. Onları şehvetle dolu ve güvenilmez buluyor ve meslektaş olarak kabul edemiyordu. Liberal addedilemeyecek görüşleri onun ırk arileştirme operasyonları ve öjenizme yeterince mesafeli duramamasına yol açabiliyordu (Öjenik, İğdiş, Kısır, Mazhar Osman, 1935). Kamu sağlığına verdiği onca öneme, halkın sıhhi meselelerde bilinçlenmesi için yaptığı bütün o misyonerce faaliyetlere karşın Mazhar Osman mevzu bahis olan kendi sıhhi vaziyeti olduğunda aynı derece de özenli davranmayabiliyordu. Gerçi tütüne ve alkole karşı verdiği dillere destan mücadeleyle mutlak manada mutabık olan bir sigara ve içki düşmanlığı vardı. Ancak, aynı özeni yemek hususunda göstermiyordu. Müthiş bir iştahı vardı ve gece yarısı başına oturduğu baklava sinisi ya da içli pilav tenceresini ‘temizlemeden’ başından ayrılmadığı rivayet ediliyordu. Yukarıda zikredilen sosyal sorumluluk taşıyan çok önemli inisyatiflerine karşın Mazhar Osman, siyasete müdahil olmaktan imtina ettiği için eleştirilmiştir.
 
6-Komplocuların musallat olamadıkları abidevi kariyer.
 
Sabetaycı kökenlerine karşın (Annesi Atiye Hanım Sabetaycıların en meşhur kabristanı olan Üsküdar Bülbül Deresi mezarlığına gömülmüştü) ailede, özellikle babasından kaynaklanan bir dünyevi yaşam tarzı hakimdi. Bu yüzden de Osman, Tıbbiyeye gidene değin neredeyse laik-ladini bir atmosferde yaşamıştır denilebilir. Tıbbiyeye gelince, askeri tabip yetiştiren bu müessese zaten büyük ölçüde dünyevi/profan ve pozitivist temelli bir eğitim vermekteydi. Mazhar Osman’ın hayatının ilerleyen dönemlerine damgasını basan motifler bu yüzden de Sabetaycılığın emarelerini taşımıyor gibidir. Ancak, her şeye karşın, özellikle de gelenekle kavga ederek onu gerileten asker kökenli bir tabibin inanç alemine yönelik suçlamaların ‘afakımıza dadanmamasını’; ‘dönmeler etkili bir azınlıktır, bunlar birbirlerini kollarlar, bu sayede hiçbir şekilde hak etmedikleri mevkileri ele geçirirler, ülkeyi yönetenler de, toplumun zenginliklerinin kaymağına sahip olanlar da bu küçücük azınlıktır’ şeklindeki komplo teorisi temelli isnatların Mazhar Osman’ın kariyerine bitiştirilmeye kalkışılmamasını O’nun yaşadığı meşakkatlere ve elde ettiği her şeyi neredeyse ‘hayatı kanırta kanırta’, ‘şans değen azgın boğanın boynuzlarını büke büke’ kazanmasına bağlamak kabildir.
 
7-Bir aydının, başarılı bir kanaat önderinin politik bir figür olarak sorumluluğu nedir?
 
Osmanlı – Türk modernleşme hareketinde 1827’de kurulan Askeri Tıbbiyenin önemi büyüktür. 2. Mahmut’un reform sürecinde kilit rol oynayan mektep batılı usullerle eğitim yapıyor, batı değerlerini, kurumlarını, anlayışlarını çeşitli sıkıntılar içindeki Osmanlıya aktarıyordu. Tıbbiye daha kurulduğu andan itibaren Fransız İhtilalinin hürriyet, müsavat, uhuvvet prensiplerini ve terakki ile vatanseverlik ideallerini rüşeym halindeki Osmanlı münevverlerine taşımakta ciddi bir ‘aktarma organı’ vazifesi görmüştür. Osmanlının, genel olarak da Doğu’nun Batı karşısında başta askeri olmak üzere neredeyse hemen her alanda gerilemesi ‘Batı’ya açılan kapı’ hüviyetindeki Askeri Tıbbiyenin sağladığı imkanlar üzerinden tartışıldı. Okulun bu hüviyeti statükoyu sürekli olarak rahatsız etmiş, sansür ve baskılar askeri tıbbiye üzerinden eksik olmamıştır. Mazhar Osman, işte böylesi politize olmuş muhalif bir ortamda bile politikadan uzak kalmasını bilmiştir. O, sadece mesleğine konsantre olmayı, insan sağlığına tutkuyla, aşkla hizmet etmeyi şiar edinmiştir. Üsküdar İdadisinde okurken arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları okul gazetesinin muhalif tonu yüzünden başı belaya girdiğinde yetkililerin önünde bundan böyle siyasete bulaşmayacağına dair ‘Musaf’a el basmıştır. Ve ölene değin de bu yeminine sadık kalmayı bilmiştir. Mesleğinde bu denli başarılı birisinin, üstelik de kamuoyundaki itibarı zirvede olan bir figürün politik manada neredeyse ‘apolitik’ olması gerçekten enteresandır. Osmanlı İmparatorluğunun çözüldüğü, yıkıldığı yıllardan başlayarak cumhuriyetin kuruluşuna ve kendisini konsolide etmesine şahitlik eden ellili yılların başına değin olan yaklaşık 40 yıl boyunca Mazhar Osman gibi fevkalade önemli bir aktörün politikadan bu denli uzak kalmasının kendisine, çalıştığı kurumlara, mesleğine ve genel olarak ülke ve insanına sağladığı avantajlar ve/veya dezavantajların icmalini ve sağlıklı bir yorumunu yapacak araştırmacıları bekliyor bu problem.
 
*Bu dizinin bir önceki yazısında Mazhar Osman’ın hayatının ana hatlarını paylaşmıştık. Bu yazıda ise Uzman’ın hayatından enteresan ve karakteristik kimi kesitleri mercek altına alacağız.
 
(*) Liz Behmoaras'a şükranlarımı sunarım. Mazhar Osman'la ilgili bu naçiz çalışma onun sevimli monografisi olmasaydı asla malum şekliyle varolamazdı. Bu satırların bütün hatası 'ferd-i hakir-i fakir-i muharririne, bütün sevabı ise mezkur hanımefendiye aittir.

Kaynakça:
 
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi;
Türk Ansiklopedisi;
İslam Ansiklopedisi;
Meydan Larousse;
Mazhar Osman, Kapalı kutudaki fırtına, Liz Behmoaras; 2001,
Tababeti Ruhiye, Mazhar Osman;
Sıhhat almanakı, editör Mazhar Osman;
AnaBritannica.
  * Daha önce Hedef Sağlık dergisinde ve http://www.tahinpekmez.org/ 'ta yayınlanmıştır.
 

Mazhar Osman Uzman - 1 *

Macera başlıyor Yusuf Mazhar (Osman Uzman) 5 Mayıs 1884’te Meriç kıyısındaki Sofulu’da doğdu. Annesi Çerkes Süleyman Beyin kızı Atiye Hanım, babası Ferecikli Hurşit Ağanın oğlu Osman Zühtü Efendi idi. Babasının Ziraat Bankası Kırkkilise şubesine tayini için gittikleri beldede Mazhar İptida ve rüştiye eğitimlerini tamamladı. Ailesiyle birlikte depremden önce, 1894’te Üsküdar’a taşındı. 1897’de hayatının en büyük acısı olarak nitelediği annesinin kaybını yaşadı. 1898’de Üsküdar Mülki İdaresini iyi dereceyle bitirip Mekteb-i Mülkiye’ye girmeye heves etti. Yaşı tutmadı. Mühendisliğe özendi, lakin bütün sanayi kuruluşları yabancıların elindeydi ve Türklerin buralarda mühendis olarak çalışma şansları çok azdı.
Tababet dünyasıyla tanışma Gönülsüzce Askeri Tıbbiye sınavlarına girdi ve kazandı. Besim Ömer Paşa onu doğumhanesine istemediği için nisaiyeci olamadı. 1903’te Zoeros Paşa’nın yanında dahiliyeci oldu. Haydarpaşa Askeri
Tıbbiye’yi  Doktor Yüzbaşı olarak derceyle bitirdi. Hicaz’a tayin’i çıktı, gidişi 1 sene ertelendi. Alman imparatoru Kaiser Wilhelm’in teşvikiyle Gülhane Tatbikat Mektebi ve Seriyat (Klinik)  Hastanesi’nin Akliye ve Asabiye şubesine stajyer olarak girdi. Akliye ve Asabiye şubesini tercihi arkadaşları arasında ‘zeka intiharı’ olarak tavsif edildi. Bahse konu sahada o gün için elle tutulur teşhis ve tedavi yolları olmadığından bu tepkiyi anlamak mümkündür. 
1905’de Hicaz’a gitmesi yeniden söz konusu olduysa da, kürsü kurucusu, hocası Raşit Tahsin devlet ricalinden birisiyle İsviçre’ye gittiğinden, Mazhar Osman muallim muavini olarak hem Askeri Tıbbiye’de ve hem de Gülhane Tatbikat Mektebi ve Seririyat Hastanesi’nde ruh ve sinir hastalıkları hocası oldu. Akabinde gönderildiği Manastır’da yoğun olarak akıl hastalıkları emareleri gösteren komitacıları izlemeye aldı. 
1906’nın sonuna doğru döndüğü İstanbul’da girdiği muallim muavini  sınavını birincilikle kazandı. Aynı sırada ilk eserini kaleme almaya başladı. Gülhane’deki Alman hocalarının teşvikiyle namlı Toptaşı Bimarhane’sini ilk kez gezdi. İmparatorluğun akıl hastalarına reva gördüğü muamele onu önce dehşete, ardından da bunlar için bir şeyler yapmanın gerekliliğine ikna etti.


İlk eseri basılıyor 23 Temmuz 1908’de ilan edilen 2. Meşrutiyetin hemen ardından ‘Tababet-i Ruhiye’ eserinin ilk cildini yayıncısına teslim etti bir miktar avans aldı. Bu para ve yanı sıra da fakültesinin destekleriyle, mesleki Saiklerle Almanya’ya gitti. Charitee Kliniği’nde Prof. Ziehen’le, ardından da Münih’te organik psikiyatrinin  ‘kurucu babaları’ndan Prof. Kraepel’le teşrik-i mesaide bulundu. Mart 1909’a kadar 6 ay Almanya’da çalıştı. Tam bu sırada Askeri ve Mülki Tıbbiye Tıp Mektebi çatısı bileştirilince kadrosu iptal edilen bir grup hoca arasında yer aldı, maaşı kesildi ve Yemen’e tayini çıktı. Gülhane Tatbikat Mektebinden aldığı teklif üzerine burada asistan olarak çalışmaya başladı.

Mart 1909’da yurda dönen Mazhar Osman önce emrazı dahiliye fahri asistanı, arkasından da akliye ve elektroterapi asistanı olarak çalıştı. Bu sırada Tevfik Fikret’in isteği üzerine, Dr. Adnan Adıvar’dan boşalan Galatasaray Sultanisi okul hekimliğine atandı.

1910’da Divanyolu’nda Nüzhet Eczanesinin üstünde muayenehane açtı. Bu serbest hekimliğinin ardından, 1911 - 12 Trablus harbi öncesinde yeniden gittiği Berlin’de Charitee Kliniğinde Prof. Ziehen ve Oppenheim’la çalıştı. 1912’de askeri hekim olarka Balkan Harbi’ne katıldı. Lüleburgaz ve Çatalca’da harp sahalarında koleraya karşı verilen mücadeleye katıldı. İstanbul’a döndüğünde, Akliye ve Asabiye şubesi askeri hastanelerden kaldırılınca Gülhane’den ve askeriyeden istifa etti.


Kariyerinde sıçrama, başhekim oluyor 1914 Haziran’ında Haseki Hastenesi başhekimi oldu. Aynı yılın Ekim ayında, ilk defa olarak Emraz-ı Akliye ve Asabiye kongresine katıldı. 1. Dünya Savaşının patlaması üzerine yeniden askere alındı ve Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde akliye ve asabiye mütehassıslığına atandı. Bu sırada, esas olarak akıl hastası numarası yapanların oyunlarını açığa çıkararak onları askere sevk etmekle uğraştı. Bir başka işi de, akliye ve asabiyeyi tanıtacak konferanslar vermekti. ‘Şişli Müsamereleri’ denilen ve gece yapılan seminerlere hem geniş halk yığınları, hem de Cenap Şehabettin, Süleyman Nazif, Abdülhak Hamit, Rıza Tevfik, Abdullah Cevdet gibi dönemin en önemli aydınları ilgi gösterdiler. Seminerler bir yanda bu genç doktorun popülaritesini arttırırken, öte yandan da akıl hastalıkları sahasında ciddi bir bilinçlenmeye yol açıyordu. Haseki’deki hastalarını Şişli Şehremaneti Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi (eski Fransız La Paix)’ne taşıdı.
Sıhhiye Umumi Müfettişi Tevfik Rüştü Bey’in emriyle, Edirne’deki ilk Osmanlı Bimarhanesi olan Darüşşifa’yı ziyaret etti. Zincirlerle bağlı akıl hastalarını bu perişanlıktan kurtardı ve onları Kıyık’taki Fransız Hastanesine taşıdı. Parlak kariyer taçlanıyor 1916’da Tıp Fakültesi Nöroloji bölümünde akşamları fahri dersler vermeye başladı. 1917’de La Paix’in başhekimliğine atandı. Aynı yıl ‘Academie İmperiale de Medecine de Constantinople’e aza seçildi.
1918’de imzalanan Mondros  Mütarekesi Mazhar Osman’ın hayatında bir dönüm noktası oldu. Anlaşmayla La Paix yeniden Fransızlara verildi, Haydarpaşa Askeri Hastanesi boşaltıldı. Savaş sırasında Fransız rahibelerin vazifelerine devamını sağladığı için Fransa tarafından madalya ile taltif edildi. Mazhar Osman La Paix’deki başhekimlik görevine devam etti.bu arada Türk Tıp Cemiyeti başkanı seçildi. Ardından da Tababet-i Akliye ve Asabiye Cemiyeti başkanlığına getirildi.

Tıp yayıncılığında bir dönemeç 1 Mayıs 1919’da, Türkiye dergicilik tarihinde eşine ender rastlanan bir şekilde, 32 yıl boyunca yayınlanacak olan İstanbul Seririyatı Dergisi’ni çıkarmaya başladı. Derginin başyazarı da Mazhar Osman’dı.
5 Mart 1920’de Yeşilay Cemiyeti’ni kurdu. Aynı yıl Sıhhiye Müdürü Abdullah Cevdet Mazhar Osman’ı Toptaşı başhekimliğine atadı. 14 aylık bu ilk başhekimliği döneminde Osman Toptaşı bimarhanesini çağdaş bir modern bir psikiyatri kliniği haline getirmek için uğraştı. bu sırada Karacaahmet Miskinler Tekkesi’nde barınan cüzamlılar için Toptaşı’nda pavyon ayırdı. Tekke’yi de kapattı. Haydarpaşa Askeri Hastanesi ve Şişli Konferanslarından ciddi bir mesleki çevre edinmişti. Bunlardan İhsan Şükrü Aksel, Fahrettin Kerim Gökay, Ahmet Şükrü Emet gibi genç, idealist ve coşkulu hekimlerle birlikte Toptaşı’nı ‘adam etmek’ için canla başla çalışmaya başladılar.

Akıl hastalıklarının modern tedavisinde önemli adımlar 1921’de genç cumhuriyetin mahsulü olan ‘Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) tarafından Toptaşı ve özel Zeynep Kamil hastaneleri birleştirildi ve yönetimi Mazhar Osman’a verildi. Sıhhiye Müdürü değişince Toptaşı’nın idaresi Osman’dan alındı. Sadece Zeynep Kamil tasarruf alanında kalan Mazhar Osman istifa etti. Buna benzer ufak tefek iktidar oyunları ve küçük hesaplar cumhuriyet idaresiyle sona erdi. Mazhar Osman, Dr. Tevfik Rüştü tarafından, bir daha rahatsız edilmemek üzere, Toptaşı ve Zeynep Kamil başhekimliğine getirildi. Cumhuriyet idaresinin tek akıl hastanesinin başında artık o vardı.
1924 Mazhar Osman bir bakıma hayatının en büyük amacına erişti sayılabilir. Osman, yıllardır yazdığı yazılarda, verdiği seminerlerde, hükümete verdiği raporlarda, istidalarda sürekli olarak akıl hastalarını Toptaşı bimarhanesinden daha elverişli, tıbbi bakımın ve genel hizmetlerin daha rahat sunulabildiği daha modern bir mekana taşınması gerektiğine işaret ediyordu. Yıllardır bu haklı, rasyonel, ilmi ve vicdanlı talebe kulaklarını tıkayan çevreler , nihayet, 1924’ün Kasım’ında olumlu cevap verdi. Dönemin tabip başbakanı Refik Saydam, Osman’a beklediği müjdeyi vermişti: Hükümet, Toptaşı bimarhanesinde tedavi edilen hastalara Bakırköy’deki Reşadiye kışlalarını tahsis ediyordu. Mazhar Osman, örneklerini Avrupa’da görüp tetkik ve mesai şansı bulduğu insancıl, modern ve ilmi akıl hastanesinin bir numunesini nihayet genç Türkiye Cumhuriyeti’nde yaratmak şansını bulacaktı. 3 yıla yakın sürecek olan tadilat, inşaat ve taşınma işlemlerine kararın hemen akabinde başlayan Mazhar Osman ve idealist, çoşkulu ekibini hummalı, zor ve gerçekten çetin bir mesai beklemekteydi.  
Haziran 1926 Mazhar Osman’ın belki de hayatının en mutlu günüydü. Bakırköy Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesinin resmi açılışı o gün yapılmıştı.
 

Genç Cumhuriyet kurumlarını konsolide ediyor 1933 yılı, kurumlarını konsolide etmeye ve Kemalist devrimleri oturtmaya çalışan genç Türkiye Cumhuriyet’i için olduğu kadar Mazhar Osman içinde ciddi dönemeçlerden birisi olmuştu. O yıl, yüksek öğrenime yapılan radikal bir müdahale ile İstanbul Dar’ül-fünun’u lağvedilerek İstanbul Üniversitesi kurulmuştu. Yapılan reform sonucunda Osman, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiatri Kliniğine Ordinaryüs Profesör olarak atandı. 1933 yılı aynı zamanda Mazhar Osman’ın ‘Uzman’ soy ismini alması hasebiyle de önem arz eder.

Başarılı hizmetlerinin ardından değişen siyasal dengeler Mazhar Osman’ı zor durumda bıraktı. Öyle ki, aynı yıl Bakırköy Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi Başhekimliğinden istifa etmek zorunda kaldı. Bu sırada cari olan bir gelişme üzüntüsünü bir nebze olsun azalttı: Osman’ın uzun süredir kurulması için gayret sarf ettiği lepra (cüzam) hastanesi Nihayet Elazığ’da açılmıştı.
 
Efsane olmuştu, lakin çok yorulmuştu  
Daha öğrencilik yıllarından itibaren başlayan ve neredeyse yarım asrı bulan tababet alanındaki çok yoğun ve tabiri caizse misyonerce çalışmaları Mazhar Osman’ın maddi manevi yorulmasına, yıpranmasına yol açmıştı. Öyle ki, 1947’de sağlığı ilk ciddi ihtarını verdi. Bu arada, evliliğinin 25. yıl jübilesinin kutlandığı aynı yıl, otobiyografisini de plağa okumayı ihmal etmeyerek bir ilke daha imza attı. Sağlık durumu vahametini giderek arttırdı ve 1948’de kısmi felç geçirdi. Sağlık problemleri artık sadece çalışması için değil özel hayattaki konforu bakımından da ciddi handikap oluşturuyordu. Azan prostatı yüzünden 1949’da Londra’da bir cerrahi müdahale geçirdi. Sağlık problemleri Mazhar Osman’ın yakasından bir daha düşmediler. Diyabet, hipertansiyon, kalp yetmezliği gibi sistemik rahatsızlıklar onu bütün sosyal ve mesleki aktivitelerden menettiğinde takvimler 1950 yılının ortalarına işaret ediyordu. Nihayet, Osmanlıyı kurtaramayan, lakin yerine yeni bir devlet ve ülke inşa etmeyi beceren bir münevver kuşağının bu parlak numunesi; Türk Aydınlanmasının ve modern ruh ve akıl hastalıkları tedavisinin bu öncü siması 31 Ağustos 1951’de ebediyete intikal etti.
 
Eserleri  
İstanbul Seririyatı dergisi, 1919 – 1951; Akıl hastalıkları, 1929; Sıhhat Almanakı, 1933; Keyif Veren Zehirler; 1934; Sinir Hastalıkları – Asap Hastalıkları: Muayene Usulleri, 1934 - 1936, Tababeti Ruhiye; Medikal, Paramedikal konferanslarım, 1941 (1942?); Lepra ile Mücadele, 1941; Sıcak Çarpması ve Donma; Sıhhi Hitabeler; Spiritizma Aleyhine; Sıhhi Sahifeler; Bakırköy’de 10 yıl (komisyonla ortak); Şişli Müsamereleri; Seriri cepheden alkolizm, 1935; Eugene idiş, Kısır iyi çocuk yetiştirme hakkında iki konferans, 1935; Öjenik, 1939; Cinnet-i meşahirden, 1957; Heroinciler, 1957; Psychiatria, 1944
 
 
Kaynakça:
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Türk Ansiklopedisi, İslam Ansiklopedisi, Meydan Larousse, Mazhar Osman, Kapalı kutudaki fırtına, Liz Behmoaras, 2001, Tababeti Ruhiye-Mazhar Osman, Sıhhat almanakı-Mazhar Osman; AnaBritannica.
* Daha önce Hedef Sağlık dergisinde ve http://www.tahinpekmez.org/ 'ta yayınlanmıştır.

lord of the rings'in ne farki var?

1 - evliyaullahdan bir zat bir meclisde konusmasini bir an keserek uzaklara dalar.
şakirtlerden birisi, en uyanik olani, 1-2 saniye icinde konusmasina kaldigi yerden devam etmeye baslayan zat-i muhteremin kaftaninin eteklerinde ve cariklarinda bir cesit toz gorup irkilir.
bu, dunyada sadece Mekke-i Mukerreme'de gorulen cok nadir bir topraktan mutevellit bir tozdur.
uyanik sakirtin vaziyeti kavramasi cok zor olmaz: zat-i muhterem tayy-i mekan eylemis, isik hiziyla mukaddes topraklara gitmis, muhtemelen rical-ul gayb ile mesrevetine muteakip siradan tilmizlerine avdet etmistir.
2 - hagia sophia'nin gorkemli duvarlari tamamlanmis, lakin o muhtesem binayi kapatacak olan o emsalsiz cesametteki kubbe bir turlu tamamlanamamistir. yapildikca yikilir, yapildikca yikilir.
sehrin yoneticileri, mimarlar, ustalar, rahipler, din ululari el elde, el basta dusunurlerken, meclisteki kalbi en temiz olan sahsa gorunen Aya Yorgi (Saint George) careyi soyler: Mekke'ye gidilecek, topragindan ve zem zem suyundan alinacak, bir miktar da Islam Peygamberinin tukurugunden temin edilecek, sonra bunlar karilip kilisenin kubbesi ikmal edilecektir.
aynen yapilir ve muvaffak olunur.
3 - Fatih Constantinople'un fethine muteakip maiyetiyle birlikte sukur namazi icin Hagia Sophia'ya gider. tam namaza durulacakken Hizir Aleyhisselem yetisir. kilise Kible'ye bakmamaktadir. Hizir kubbeyi tasiyan ana sutunlardan birine parmagini daldirir ve kiliseyi Kible'ye istakametlendirir. hagia Sophia o an cami olmustur. Fatih ve efradi namazlarini kilar, sukurlerini ederler.
derler ki, kiyamet alametlerinden birisi de Deccal'in Ayasofya'yi yeniden Kible'den cevirmesidir.
yolunuz mezkur ibadethaneye duserse kontrol edin bakalim, cami hala kible istikametinde mi, yoksa Deccal onu coktan dondurmus mudur?
4 - simdi bunlari sacma sapan zirvalamalar, tevatur, manasiz sofuluklar, abuk sabuk folklor kirintilari olarak degerlendiren muhterem kardesim; umarim sen yuzuklerin efendisi'ni, 4400'u, lost'u, 6 feet bilmemneyi, heroe'u zevkle izleyenlerden degilsindir. bu takdirde demezler mi sana 'bu ne koksuzluk, bu ne tutarsizlik, bu ne perhiz bu ne lahana tursusu, bu ne ecnebi hayranligi ve mukallitligi boyle!?!'

danild ramsfild ne dediydi?

herkesin dogru sandigi yanlislar vardir, yanlis sandigi dogrular da.
hickimsenin ya dogru ya da yanlis sandigi seyler olabildigi gibi herkesin ne dogru ve ne de yanlis sandigi seyler de.
herkesin hicbirsey, hickimsenin hersey sandigi seylerin mevcudiyeti de cabasi.
bu argumanlarin donald rumsfeld tarafindan ifade edilen versiyonlarini hatirlayan varsa paylasiversin bir zahmet.

ustamin adi Hidir, elimden gelen budur'u izah tesebbusu

ciddi olarak mana kaymasina ugramis ifadelerden, atasozlerindendir.
ayni zaman da onemli bir kulturel bulmacaya isaret etmektedir bu ifade, neden mi?
hatirlayalim.
gundelik muhaberede: 'valla' ben elimden geleni yaptim, lakin ortaya cikan sonuc ancak bu kadardir. neticenin ne sizi ne de beni tatmin etmedigi asikardir. lakin ben kusurlu, noksanli, fani bir kul olarak ancak bu kadarina kaadirim. capim belli, bu makat en fazla bu yumurtayi zicar, kusuruma falan da bakmayin, fazlasini asla talep etmeyin...' mealinde tasarruf edilmektedir. mezkur ifade bu haliyla bir aczin, bir noksanligin zuhdane, dervisane itirafi mealindedir.
malum-u alileriniz, 'Hidir, Hadir, Hizir, Khadir, Hidir-Iyas, Hizir-Ilyas, Hidirellez, Saint John, Aya Yorgi, Hz. Ali, 12. Imam, Mesih' Islam - Turk kulturunde birbirlerinin ikamesi olarak kullanilan isimlerdir. butun bu isimler esasen Hizir ya da Hizir-Ilyas kultu icerisinde tek bir yuce Adem'e nisbet edilerek anlamlandirilirlar. bir baska deyisle, mevzu bahis isimlerin tamami tek bir kutsal sahsi tavsif, teshis, tespit ve tesbih etmek icin dillendirilirler.
konuyu fazla uzatmak manasiz kacacak. meselenin meraklilari ahmet yasar ocak'in 'Islam-Turk inanclarinda Hizir yahut Hizir-Ilyas kultu' isimli monografisini (kabalci, 2007, ist.), yani sira da Islam ansiklopedisinin (tercihan hem maarif tarafindan 40 - 70 periyodunda basilaninin, hem de son 20 yildir basimi devam eden ve 33. cilde dayanan diyanetinkinin) ilgili maddelerini okumalilar.
verdigim mini referans listesinin konu icin 'Hizir for beginners' ya da 'introducing Hizir' kivaminda oldugu da asikardir.
sadede avdet edecek olursam mevzu sudur:
bu cografyada yasayan insanlarin inanc ve kulturunun orta dogu, mezopotamya, kucuk asya, dogu akdeniz, balkanlar, kafkaslar, orta asya ve bunlara mucavir cografyalarda nesv-u nema bulan Paganizim, Animiz, Hristiyanlik, Yahudilik, Zerdustilik, Manicilik, (Sunni, Sii, Nusayri, Kizilbas, Bektasi, Alevi yorumlariyla) Islamllik, Gnostiklik, her turlu heretiklik gibi itikadi ve muamelat kisimlariyla sistemik bir butun teskil eden akim, inanc ve ekollerle senkretizminden (bagdastirilmasindan), eklektisizminden ve sentezlenmesinden olusan toplam zihniyet oruntusu (pattern), haritasi ve halitasi icinde fevkalade merkezi ve hayati manalar ifade eden Hizir ya da Hizir-Ilyas kultu esasen her derdi cozmeye kaadir bir mahiyet arz eder. bu haliyle Hizir (Hidir) isminin gectigi her yerde bu kultun muntesibinin probleminin cozulmesi ve innalinin bahtinin acilarak bahtiyar olmasi esastir.
bu bakimdan Hizir (Hidir) isminin telaffuz edildigi iklimde acziyet, yetersizlik ve noksanlik olmamak icab eder. bir baska ifade ile mezkur atasozunun 'ustamin adi Hidir, elinden gelmeyen yoktur, ustelik sayesinde cozemeyecegim derd de yoktur!' olmasi icap eder.
durum bu iken nasil oluyor da bu soz tamamen ters bir manaya evriliyor, devriliyor, bu anlam kaymasinin macerali yolculugu acep nasil gelisiyor? diye sorasi ve filolojik arastirmalara  giresi geliyor insanin, oyle degil mi efendim?


naber? valla nolsun, beklemece işte. iyi o zaman peki öyleyse naber?

-n'assın?
-n'ossun be, beklemece işte; gelecek de!
-iyi, bekleyelim bari. ya baksana, 'suda çıkaracağı sese atladı kurbağa, cump!' desem, tam şimdi, ha!?!
-ossun beee, osuran tavşan havada karada kosun, demiş tosun derim ben de!
-bu da iyiymiş be, valla, sona?
-sonası canının sağlığı be  bebeğim, ha.
-bu entri mi şimdi?
-beğenmedin mi?
-biraz şey geldi?
-abuk?
-derin desek...
-ha ha, fredi kosun serin merin diyo bak okurun teki.
-o okurun teki mi tekirin tekeri mi, Allah bilir ama, ibnetorun kraliçesi gibi duruyor burdan tekirin oku, yaaaa!
-o zaman geldi, ha?!?
-o zaman geldi de acaba O nerde?
-gelecek mi?
-tabii...
-iyi be, daha daha nassın o zaman?


taife-i nisa daima eyler biz fukara erkeklere eza!

radikal'in 'kötü kızı', cevval çizeri ramize erer çalışmaları abone olduklarımdandır.
bugünkü 'işi' de antolojilik doğrusu.
'taife-i nisa'nın biz zavallı erkek cinsinin bütün hayatımızı nasıl kararttıklarına dair, bir minicik, neredeyse okyanusta karınca sidiği derekesinde, örnekcik:




Tehlikeli İlişkiler