'üslub-u beyan, aynıyla insan' *

'üslub-u beyan, aynıyla insan' demişler Kadim Gelenekten beslenen bütün Üstadlar...
ki Onlar yedi iklim, dört diyar, sekiz istikamet, cümle mekan ve ol deverandan nazar ederler bizi.
ben de 'Onlardan aldığım icazetle 'elimden gelen budur!' diyorum.

hülasat'ül netice, başka türlü yapamadığımdan, yazamadığımdan, ifade edemediğimden bu şekilde yazıyorum.
aslında bana göre çok basit, çok sade, çok açık ve bir nev'i  'very clear'dir anlatım tarzım.
tarzıma muhalif olanları anlıyorum; onlara karşı da gerçekten kalbi hürmet, muhabbet ve hüsn-ü zan besliyorum.
anlayacağınız no problem!
öyleyse 'devam'...
budur!!!

* sürekli yazılarımı yayınlayan http://www.tahinpekmez.org/ 'taki dostların üslûbuma dair şikâyetlerine verdiğim cevap.

Çağını aşan gerçek bir hezarfen (binfenli): Biruni

1 - ‘Biruni (Beyruni) çağı’
Bilim tarihiyle bir nebze ilgilenenlerin bile haberdar oldukları, konuya aşina çevreler tarafındansa alanının ‘Bible (İncil)’ı kabul edilen bir şaheser vardır: ‘Bilim Tarihine Giriş’ (‘İntroduction to the history of science’). George Santor’un günümüzden neredeyse 75 yıl önce yayınını tamamladığı bu anıtsal yapıtta (3 cilt birlikteliğinde 5 kitap, 1927 – 1933, maalesef dilimize kazandırılamamıştır) teslim ettiği üzere ‘On birinci yüzyıl Beyruni çağıdır.’ Öte yandan, biz Türklerin George Santor’u olarak tavsif edilmesinde bir mahzur görmediğim Aydın Sayılı onu, pek haklı olarak Archimedes, Leonardo, Leibniz ayarında bir bilim devi olarak nitelendirir.
Fizik, tıb, eczacılık, matematik, astronomi, trigonometri, kronoloji, coğrafya, geodezi, meteoroloji, jeoloji, sosyoloji, felsefe, mantık, filoloji, ve din konularını derinlemesine incelemiş, bunlara dair kayda değer eserler vermiştir.
O, çağdaşı İbn Sina gibi gerçek bir ‘harika çocuk’tu. İlk kayda değer eserlerini verdiğinde onlu yaşlarını yaşıyordu.
Fakat enteresandır, bilim tarihi disiplinin gelmiş geçmiş en önemli uç beylerinden olan Sarton’un da hakkını teslim etmiş olmasına karşın Beyruni, İslam-Arap-Türk rönesansı olarak nitelenebilecek 8 yy – 12 yy dönemindeki diğer simalar gibi, mesela İbn Rüşt gibi, İbn Sina gibi, Farabi gibi, Kindi gibi, Cabir gibi popüler ol(a)mamıştır. Hristiyan ortaçağında ün kazan(a)mayan Beyruni’nin bir ‘Averoes’, bir Avicenna’ olamamış olması, öte yandan onun aziz hatırasının sadece ‘Maitre Aliberon’ ünvanı ile anılması üzerinde durulması, ilim tarihçilerince tetkik edilmesi gereken önemli bir mevzudur. 


2 - Hayatı ve temel eserleri
Abu’r Reyhan Muhammed bin Ahmed el- Biruni (Beyruni) el-Harizmi'nin lakabı ‘daima al-ustaz’dır. 973’de Harezm’in Ket şehrinde doğdu. 1061 (?) (1052?)’de öldü. Kısmı azamisi Türk olan bazı araştırmacı ve tarihçiler Türk olduğuna hükmetmişlerdir (bknz. Zeki Velidi Togan, Max Meyerhof, A. Süheyl Ünver). Beyruni babasını tanımadığını yazar. Küçük yaştan itibaren Harezm sarayı ile münasebete geçti. Döneminin İbn Sina ve el-Hakim’den dersler aldı. 22 yaşındayken Batı Harezm Doğu Harezm’e saldırınca Beyruni önce Rey’e, ardından da Cürcan’a gitti. 1001’de (?) Harezm’e geri döndü. Gazneli Mahmud’un Harezm’i istilasına kadar, 1017, Harezm’in Gürgenç kentinde kaldı. Gazneli Mahmud’un Harezm’i istilası Beyruni için dönüm noktasıdır. İlkin Gazneli Mahmud, ardından oğlu Mesud ve torunu Mevdud dönemlerinde Gazne’de yaşadı. Bu hükümdarlar Beyruniye büyük saygı gösterdiler ve  inceleme ve araştırmalarında ona büyük destek verdiler.
1000 yılında el Asaru’l-Bakiye’yi çıkardı. 1025’te, Gazneli Mahmud döneminde, üzerinde çok uzun süredir çalıştığı Tahdidu Nihayati’l-Emakin’i yayınladı. Mahmud dönemi Beyruni için çok verimli oldu. Hükümdarın kuzeybatı Hindistan’ı zaptetmesi Beyruni’ye Hindistan ve Hind medeniyeti üzerinde ayrıntılı çalışmalar yapmak fırsatı tanıdı. Bu suretle Sanskritçeyi öğrenen Beyruni, Hind hakkında derin malumata ve kavrayışa sahip oldu.  Tahkiku ma li’l Hind bu dönemin ürünüdür. Sultan Mesud zamanında yayınladığı el-Kanun el-Mes’udi Beyruni’nin en önemli eserlerindendir. Kitabu’t-Tefhim, Mevdud’a ithaf ettiği Kitabu’l Cemahir ve hayatının son demlerinde yayınladığı Kitabu’s Saydene Beyruni’nin başyapıtlarındandır. Bilim tarihçilerinin yaptıkları çalışmalara göre Beyruni’nin külliyatı, büyük ve küçük hacimli eserlerinin toplamı, 180 civarındadır. Ne yazık ki bunlardan sadece 20 küsuru elimize geçmiştir. Bibliyografyalardan, diğer eserlerde yapılan atıflardan hareketle Beyruni’nin eserlerinin asgari 13,000 sayfa tuttuğu anlaşılmaktadır.
Bunların içinden özellikle Tahkiku ma li’l Hind ve Asaru’l-Bakiye eserleri asırlarca sonra dahi aşılamayan ve başvuru kaynağı olmak vasıflarını koruyan şaheserler olarak temayüz etmişlerdir.

3 - Rönesans adamı, ya da hezarfen olmak
Beyruni tam bir ‘hezarfen’, yani ‘binfenli’dir. Rönesans alimleri (renaissance man) gibi, ilgi alanı neredeyse sınırsızdır. Araştırmadığı konu, ilgilenmediği saha kalmamıştır. Enteresan olan, Beyruni’nin el attığı sahaların birçoğunda kalburüstü eserler verebilmiş olmasıdır. Öyle ki, Beyruni’nin veriminin çok küçük bir kısmı uzman olmayan, ortalama okur tarafından anlaşılabilir. Zira Beyruni, çok büyük emeklerle envai çeşit bilgi derlemiş, çok ileri rasatlar yapmış, son derece de hassas ve ileri hesaplamalarla cetveller hazırlamış ve bunları, ancak konun experlerinin nüfuz edilebilecekleri teknik detaylar çerçevesinde derinlemesine yorumlamıştır. Çin porselenlerinden Germenlerde demirciliğe; Musevilerin, Hintlilerin, Songdluların takvimlerinden bilinen bütün kavimlerin kutsal günlerine, bayramlarına ve envai çeşit dil ve mahalli lehçenin içerdiği terimlere değin çok geniş bir entervaldeki konular/olgular onun veriminde bir dahinin pirizmasından süzülen halleriyle boy gösterirler. Denilebilir ki Beyruni, tarihsel derinliği ve gelişimiyle irtibatlandırarak, çağının neredeyse bütün bilgilerini özümsemiş (temellük etmiş), bunları ‘şahsi ansiklopedisi’nde bir araya getirmiştir. Hiç kuşku yok ki, bütün bu verimi ortaya koyabilmek için o döneminin bütün önemli dillerini öğrenmekle yetinmemiş, bazı ölü dilleri ve çok yaygın olmayan lehçe ve ağızları da hıfzetmiştir. Bu yanıyla Beyruni İslam Aleminde çok nadir bir numunedir.

4 - İlmi yaklaşımı
Onun için ‘Rönesans Adamı’ demiştim. Bu iş olsun diye yaptığım bir vasıflandırma değildir. Bu tabirle, Beyruni’nin, kendisinden asırlar sonra ortaya çıkacak olan Rönesansı, Hümanizmayı ve onların öncelediği bilim ve teknoloji çağını müjdeleyen tenkitçi ilmi metodu kullanmasını kast ediyorum. Bu vasfıyla Abu Reyhan bir öncüdür. O, döneminin en gözde uğraşılarından olan simya, sihir, büyü, efsun, hokkabazlık, gözbağcılık, hipnotizmaya daima eleştiriyle yaklaşmıştır. George Sarton’un Beyruni’yi ‘İslam Dünyasının ve daha genel bir yaklaşımla, bütün çağların en büyük alimlerinden birisi’ olarak selamlamasında onun kritikçi zihniyetinin, engin hoşgörü ve hümanizmasının, hakikate sadece ve sadece hakikat olduğu için değer verişinin, medeni cesaretinin ve bilmek-öğrenmek uğruna giriştiği o emsalsiz gayretin (cehdin) neden olduğu ortadadır. O, hem Yunan ve Mezopotamya (Batı) ve hem de Hind ve Çin (Doğu) ilmini layığıyla bilen ender alimlerdendi. Külliyatı, bu ‘şuur hali’ üzerinde yükselen emsalsiz bir eserdir.



5 - İlme katkıları
Abu Reyhan matematiğin özellikle trigonometri alanında etraflı çalışmalar yapmıştır. Bu konuda çağının o denli ötesindedir ki, katkıları ancak 15. yy’ın ikinci yarısında Avrupa’da anlaşılıp değerlendiirlmeye başlanmıştır.
Kronoloji ve takvim Beyruni’nin tutkusuydu. Bu alandaki verimi İslam dünyasının en ayrıntılı ve kapsamlı olanıydı. El-Asaru’l-Bakiye ‘ani’l-Kuruni’l-Haliye baş yapıtını ortaya çıkaran müellifin onlarca dili konuşuyor, ya da hiç olmazsa bunlarda araştırma yapacak denli biliyor-okuyor olması şarttır.
Astronomi alanındaki baş yapıtı el-Kanunu’l-Mes’udi elimizdedir. Ancak bu alandaki diğer eserleri, külliyatının büyük kısmı gibi, kayıptır. Beyruni bu yapıtıyla İslam Aleminin en seçkin astronomlarından olduğunu kanıtlamıştır. Başta yerküre olmak üzere gezegenlerin günlük, mevsimsel ve yıllık hareketleri, ay ve güneş tutulmaları gibi konulardaki çalışmaları çağının ötesindedir.
İslam Aleminin astronomik rasatlara katkısı malumdur. Beyruni bu sahadaki çalışmalarıyla rasat aletlerini, daha kolay kullanılabilmeleri bakımından, küçültmüştür. Bu gayretiyle o yeni bir ilmin, micrometrenin öncülerinden sayılmasına yol açacak tasarımlar ve uygulamalar yapmıştır.
Beyruni’nin derinlemesine araştırdığı bir konu da coğrafya, topoğrafya, kartografya ve geodezidir. Astronomideki ve matematikteki çalışmaları coğrafya ve geodezideki verimini derinleştirmiş, mükemmelleştirmiştir. Birçok buluşunun yanı sıra Beyruni boylam belirlenmesinde yeni ve devrimci bir metot bularak kullanmıştır. Bu alandaki verimiyle o iki abidevi şahsiyeti, Batlamyus ve Ceyhani’yi aşmıştır.
Beyruni sadece fiziki / matematiksel coğrafya alanında çığır açan çalışmalar yapmamıştır. O, ülkeler coğrafyası, beşeri coğrafya, ülkelerin-milletlerin siyasi,ticari, sınai, kültürel, entelektüel şartları, durumları hakkında ayrıntılı ve derinlemesine tetkikler de yaparak bunları yorumlamıştır. Böylelikle de sosyoloji, etnoloji ve antropoloji sahalarında da kayda değer eserler vermiştir.


 
Coğrafya ve topoğrafyadaki çalışmalarından bunlara kardeş bir başka disipline sıçramış, jeoloji alanına da girmiştir. Özellikle de Tahkiku ma li’l Hind’i, bir taraftan da verimli jeoloji okumalarına müsait bir metindir.
Beyruni mükemmel bir filologdur. Arapça, Farsça, Sanskritçe, İbranice, Süryanice, Grekçe, Türkçe, özellikle de Harezm Türklerinin mahalli lehçesi olan Peçenekçe, Harezmce bildiği, konuştuğu, en azından anlayıp tetkikler yapabildiği lisanların sadece bir kısmıdır. Filologluğu, onun bütün külliyatına nüfuz eden vasıflarındandır. Örneğin, Değerli taşlar ve mineraller üzerine yazdığı Kitabu’l-Cemahir fi Ma’rifet’il-Cevahir ve şifalı bitkiler üzerine yazdığı Kitabu’s-Saydene adlı eserlerinde Beyruni, ilmi terimlerin birçok lisandan karşılığını kullanarak filolojiye verdiği öneme işaret etmiştir.
Beyruni’nin bir iştigal sahası da fizik, özellikle de deneysel (uygulamalı) fiziktir. Hidrostatiğin kurucusu olarak kabul edilen Archimedes’in özgül ağırlık kavramını sarih bir biçimde işlememişti. Beyruni, Archimides’e özgül ağırlık tanımı konusunda katkı yapan alimler silsilesinde müstesna bir mevkie sahiptir. Keza, Aristoteles’ten beri tartışmalı olan ‘ağırlık-hafiflik’ kavramlarına da yeni açılımlar kazandırmıştır. Beyruni’nin su kaynaklarıyla artezyen kuyularını hidrostatik prensipler çerçevesinde ve bileşik kaplar esasına göre açıklamıştır.
Botanik Beyruni’nin ilgilendiği disiplinlerdendir. Özellikle çiçeklerde, morfolojik olarak, geometri kanunlarının hükmünü icra ettiğine dair kanaati, enteresan bir disiplinler arası (inter-disipliner ) ‘uçuş’la bizi, Fibonacci serisi üzerinden bugünün pek popüler konularından olan ‘Da Vinci Kod’una kadar getiren bir argümandır.
Beyruni’nin külliyatında dikkati çeken bir husus onun eserlerinin birçok yerinde Kur’an’a ve hadislere göndermeler yapmasıdır. Bu nokta-i nazardan tetkik edildiğinde, eserlerinin, en azından bir kısmının, ciddi bir din aliminin derin tahlil ve tespitlerini taşıdıkları görülmektedir.
Abu Reyhan’ın külliyatı Arap edebiyatı açısından da enteresan okumalara müsaittir. Aynen dini alıntılara, göndermeler yer vermesi gibi Beyruni Arap edebiyatı ve şiirlerinden de birçok yerde faydalanmıştır. Bir Beyruni uzmanı olan Zeki Velidi Togan’ın tespitleriyle konuşacak olursam, Arapça şiirler de yazmış olan Yazar, bu alanda samimi ancak vasat ve kendi dehasına yakışmayan ürünler vermiştir.
Yine Z. V. Togan’a nispetle söyleyecek olursam Beyruni ciddi bir tarihçidir. Külliyatının bu bahse dair kısmı, ne yazık ki, elimize geçmemiş olmasına karşın, mevcudun üzerinden yaptığımız analizlerden sonra onun kalburüstü bir tarihçi olduğunu da teslim etmek durumundayız.
Beyruni döneminin en gözde uğraşı alanlarından olan astrolojide de tam bir üstattır. Kitabu’t-Tefhim onun bu alanda verdiği anıtsal bir yapıttır. Bu eseri ve külliyatının kimi kısımlarıyla Beyruni astrolojiye, ilm-ü nücm’a prim verir gibi görünse de, külliyatının diğer bazı kısımlarıyla da hurafelere, batıl inanca ve yalancı bilime tavır almıştır. Yine de bu alanda tam bir netliğe, zihni berraklığa kavuşmadığına hükmedilebilir. Bu da, döneminin hususiyetleriyle birlikte değerlendirildiğinde, katı pozitivistlerce bile ‘bu kadar kusur kadı kızında da olur!’ mantığıyla hoş karşılanacaktır kanaatindeyim.

6 - Tıp ve eczacılık alanına katkıları
Beyruni bir eczacı olarak sıra dışı bir mevkidedir. Şifalı otlar hakkında ömrünün son yıllarında kaleme aldığı Kitabu’s Saydane’si İslam Aleminde bu alanda yazılmış en kapsamlı eserdir. Başta Şeyh Ahmed Mahalli-i Mısri’nin meşhur ve orijinal ansiklopedik eseri Kanunü’d Dünya’sı olmak üzere kimi kaynaklar Beyruni’ye bazı tıbbi eserleri nispet etse de bunlar elimize geçmediği, başka sahih kaynaklarda da bunları yeterince teyit eden bilgilere tesadüf edilmediği için bu malumata dikkatli yaklaşılmalıdır (Benim burada paylaştığım bilgiler Süheyl Ünver menşeylidir).

7 - Beyruni’nin elimizdeki tıp – eczacılık kitabı
Kitabü’s-seydale fi’t-tıb. Bu eser tıbbi ilaçlar konusunda, farmakoloji bahsinde temel bir yapıttır.
Elimizde olmayanlar:
Kitab-ı medhal
Cami’-i muhtasar
Mugis fi’t-tıb
Eşribe ve et’ima
İhtisar-ı kafi
Kanunü’s-sagir fi’t-tıb
Beyruninin doğrudan tababetle alakalı olmayan eserlerinde, ya da çağdaşlarının ve ardıllarının onunla ilgili kimi yapıtlarında üstadın tıpla ilgili bazı tasvir, tespit ve tahlillerine rastlanmaktadır. Sırtlarından yapışık olarak doğan ikizler gibi anomaliler hakkındaki yorumu, ya da İslam Alemindeki ilk sezaryenle doğuma dair verdiği tarihi bilgi bunlardan bazılarıdır.

8 - Sonuç
Ne hazindir ve ne trajiktir ki hafızası çok zayıf bir milletiz. Örneğin ‘Biruni’ denildiğinde günümüzde Türkiye’de yaşayanların ezici çoğunluğu en fazla bir tıbbi tahlil laboratuarının ismini hatırlarlar. Oysa insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük evlatlarından, en büyük alimlerinden birisidir Biruni. Öyle ki, ilim tarihçilerinin belki de en önemlisi olan, yazımın girişinde bahsettiğim kitabı ne yazık ki henüz dilimize kazandırılmamış olan, Sarton yaşadığı çağı, 11. asrı (dikkat, çağdaşı İbn Sina’ya değil!) Biruniye adamıştır. Bu yazı, öyle umuyorum ki, bu büyük alimin ismi etrafındaki bilinmezlik-tanınmazlık halesinin dağıtılmasında, ufacık da olsa bir rol oynar.

Faydalanılan kaynaklar.
Beyruni’ye armağan, heyet, editör: Aydın Sayılı, TTK, 1974; İntroduction to the history of science, George Sarton, vol. 1, vol. 2, part 1, Carnegie  İns. of  Wash, 1931; İslam Ansiklopedisi, MEB, 1940 – 1986; ; İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, 1988 - 2008 (yayını devam ediyor); İnönü / Türk  Ansiklopedisi, MEB, 1944 - 1978; Meydan Larousse, Meydan, 1969 - 1973; Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Ana Yayıncılık, 1983; Hayat Ansiklopedisi, Cumhuriyet Müesseseleri, 1933-1936; Hayat Ansiklopedisi, Hayat, 1963; Ansiklopedi Britanica, Ana Yayıncılık, 1984; www.wikipedia.org; www.insanvebilim.com

* Hedef Sağlık dergisinde ve http://www.tahinpekmez.org/ 'ta yayınlanmıştır.

kırkambar - 4: Samimi bir dertleşme

Hayatımızdaki yaman çelişkilerden birisi de ‘kaliteli şeyleri faydasının çok, müşterisinin az; kalitesiz şeylerin ise müşterisinin çok, faydasının az oluşu’dur. Hatırlayın, neredeyse bütün zararlı yiyeceklerin lezzeti mükemmeldir. Öte yandan, yenilmesi herkesçe önerilen faydalı besinlerin tadı genellikle tatsız-tuzsuzdur. Kırkambar’ın bu yazısı bahse konu dilemmayı aşmak doğrultusunda atılmış mütevazi bir adım olabilmeyi umuyor.

Okunulası metinler
Rüzgarın gölgesi Carlos Ruiz Zafon, roman, Altın Kitaplar
İspanyollar, iyi edebiyat yapmak doğrultusunda sebatla ilerlemekteler. Son yıllarda okuduğum üçüncü çok iyi İspanyol kurmacası bu. 19. ve 20. asrın büyük anlatı geleneğini sürdüren zengin tarihi arka planlı nefis bir sevda ve gerilim öyküsüne muhatabız anlayacağınız. Kadınlar, yan ısıra eski ve unutulmuş kitapların ardından yapılan gizemler Odisea’lara tutkun olanlar kaçırmasınlar derim.
Akademik yıllarım Ahmet Yüksel Özemre, otobiyografi, Boğaziçi Yayınları
Çok boyutlu bir kitapla karşı karşıyayız. 500 sayfalık bu hacimli eserin içinde, neredeyse, yok yok. Sayfalar arasındaki seyahatiniz sırasında, Özemre Hocanın, bir türlü yakasından düşmeyen sıhhi dertleriyle üzülüyor, ilme ve ilim hayatımıza yaptığı katkılara gıpta ediyor, ona yapılan haksızlıklara ise ‘yok artık, bu kadar da olmaz!’ tepkisini veriyorsunuz. İlim çevrelerindeki dedikoduların, ayak kaydırmaların, küçük hesapların tafsilatlı dünyasına şaşkınlıkla nüfuz ediyor; Türkiye ve dünyanın büyük beyinlerinin insanlığın entelektüel hamulesine yaptıkları katkıya şahit oluyor; ülkemizin 1940’lardan 2000’lerin başına kadar olan Cumhuriyet tarihine bilim insanlarının açısından bakıyorsunuz. Şimdi dikkat! Kitabın 347-396 sayfaları arasındaki teorik bölüm öyle yoğun ki, hakkıyla okuduğunuzda kainata, Alem’e bakışınız bile değişebilir. Eseri tamamladığınızda yazarın ilk okuldan itibaren okuduklarının, yediklerinin, içtiklerinin, gördüklerinin icmalini tutuğuna hükmederek ‘pes doğrusu, bu ne arşivcilik, bu ne titizlik, bu ne belgecilik!’ demekten kendinizi alamıyor ve Özemre’nin diğer kitaplarını edinmek için derin bir isteğe gark oluyorsunuz.
Fuji dağını nasıl taşırsınız? Microsoft’un bulmaca merakı William Poundstone, araştırma, ODTÜ Yayınları
‘Japonya’nın simgesi sayılan Fuji dağını nasıl taşırsınız?’, ‘Dünyada kaç piyano akortçusu var?’, ‘Amerika’nın bir eyaletini ayırmanız gerekse, hangisini tercih edersiniz?’, ‘Elinizde 4 tane iskambil kağıdı var ve üstlerinde A, 2, K, 7 yer almakta. Eğer ‘bir tarafında sesli harf olan kardın diğer yüzünde çift sayı vardır’ iddiasını test etmek isteseniz hangi kartların arkasını çevirmeniz yeterlidir?’ Bu ve bunlar gibi bir  çok mantık-matematik sorusu 30 yıldan uzun bir süredir başta Microsoft olmak üzere bir çok şirketin işe adam alma mülakatlarında soruluyor. Bu yöntem epeydir ülkemizde de kullanılmakta. Kitap, bu anlayışın tarihçesinin yanı sıra soruların yanıtlarını içeren bir bölümle de meraklısına zevkli anlar yaşatmaya namzet gözükmekte. Şirketlerin İnsan Kaynakları sorumlusu ve uzmanlarının, yöneticilerin, iş arayanların, mantık-matematik problemleriyle boğuşmaktan haz alanların ellerinden bırakamayacakları, neredeyse bir solukta okuyacakları şirin bir monografi bu.
Hayat Problem Çözmektir Karl Popper, bilgi-tarih-politika yazıları, YKY
20. yüzyılın etkili bilim ve politika felsefecilerinden olan Popper’in en son ve en çok okunan eseri. Kitaplarında bilgi kuramı, bilginin değeri ve sınırları, aydınların sorumluluğu, barış, özgürlük, açık toplum ve düşmanları hakkında çok etkili teoriler geliştiren düşünürün ağır ve anlaşılmaz yazdığına dair haksız bir ön yargı vardır. Bu kitap, bu yargının ne denli yanlış olduğunu, aslında Popper’in nasıl da kolay nüfuz edilebilir bir dünya kurduğunu kanıtlamakta. Popper okuması yapmak isteyip de buna bir türlü girişememiş olanlar için ideal bir başlangıç kitabı ‘Hayat Problem Çözmektir’.
Sandık içi Ersin Karabulut, çizgi roman, Doğan Kitap
Penguen dergisinin acar, sevimli ve yetenekli çizeri Ersin Karabulut’un dergi sayfalarında verimlerinin toplamı Doğan Kitapçılıktan çıktı. Kendisini ve ilişkilerini analitik bir yaklaşım ve hınzırca bir zeka ile didik didik eden çizer aslında akademili bir ressam. Özenli albümü elinize aldığınızda, Karabulut’un okullu, sıra dışı ve de ana kuzusu bir artist olduğunu anlamamanız mümkün değil. Ah, bir de yazılar o kadar küçük olmasalar ve rahatlıkla okunabilselerdi. Çizerin gelecekte kendisini tekrarlamak açmazına düşmediği koşullarda, daha iyi öykülerle severlerinin karşısına çıkacağına dair güçlü bir hisle tamamlıyorsunuz okumanızı.

İzlenilesi kordelalar
Vodka lemon Yönetmen: Hiner Saleem
Türü: Komedi-drama
Venedik Festivalinde ‘San Marco’ ödülü aldı. Sovyetlerin dağılmasının ardından Ermenistan’da yaşanan insani bir dram anlatıyor. Özelikle bizim film yönetmenlerimiz izlemeli. Büyük konuşmadan, felsefe paralamadan insan ruhunun derinliklerine nasıl bakılabileceğini gösteren samimi bir deneme.
Ölümcül Çözüm Yönetmen: Costa Gavras
Türü: Kara mizah-gerilim
Bencillik, bireysellik, ‘her koyun kendi bacağından asılır’ felsefesinin, kısacası liberal kapitalizmin sıkı bir eleştirisi. Hem bu temaların, hem de usta yönetmenin tiryakileri için kaçınılmaz bir seyirlik.
Cennetin Krallığı Yönetmen: Ridley Scott
Türü: Epik drama
Blade Runner, Gladyatör gibi meraklısının baş tacı ettiği kült filmlerin baba yönetmeni Scott’ın son çalışması bazı mahfillerce tezgahlanmaya çalışılan ‘Medeniyetler çatışması’na yerinde, zamanında ve dozunda bir yanıt olmuş. Ustanın, türün ve tarihi kitaplardan değil filmlerden öğrenmeye meyyal zevatın tercihi olmalı.
Yaratılış: Büyük sır (Genesis) Yönetmen: Claude Nouridsany
Türü: Belgesel
Microcosmos’la gönülleri fetheden Nuridsany ve Marie Perennaou çifti, Afrika’lı bir griot (kabilesinin sözlü tarihini ve geleneklerini kuşaklar boyu aktaran bilge kişi) açısından madde, doğum, aşk, ölüm, varlık, yokluk, hayat, canlı, cansız, evren, hayvan, yıldız…kısaca aklınıza gelebilecek her şeyi sorgulamış. Kafaya kakmadan felsefi olabilmeyi başaran bir baş yapıt. Özellikle de Microcosmos ve İmparatorun Yolculuğu filmlerini beğenenler için.

Dinlenilesi ezgiler
Bu yazımda sadece bizden sesler öneriyorum.
Mor ve Ötesi’nden ‘Dünya yalan söylüyor’, İlhan Şeşen’den ‘Şimdi bu şarkıları kime söyliyeyim’, Haluk Levent’ten ‘Annemin türküleri’, Murat Göğebakan’dan ‘Yaralı’ ve Cem Adrian’dan ‘Ben bu şarkıyı sana yazdım’ı dinleyelim diyorum.

meraklanılası hayatlar - 1: SB'ın fevkaladenin fevkinde enteresan ve bir o kadar da esrarengiz öyküsü *

1*Gizemli birisi. Hakkında bilgi toplamak istediğinizde, hayatına dair ayrıntılara girmek istediğinizde zorlanıyorsunuz. Zorlanıyorsunuz, çünkü kamuoyuna açık kaynaklarda ona dair az bilgi var. Eğer o size güvenmişse kendinden, hayatından bahseder. Bir de sevmişse sizi, bu takdirde ruhunun gizli labirentlerinde bile dolaştırabilir sizi. Ancak, sakın gereksiz yere hayale kapılmayın ve onun kendisine, hayatına, hayatının özellikle bazı alanlarına, bazı özel meraklarına; örneğin ‘büyük sırrın’, ‘mutlak hakikat’in, ya da ‘evrensel plan’ın ardından bir ömür boyu yaptığı zahmetli, yorucu ve insan ruhunu incelten seyahatine dair bir şeyleri ağzından kaçıracağını ummayın. Dedim ya, o sizi sevmişse kendinden bahseder, hem de uzun uzun. Yakınlık hissettiği, ilişki kurduğu insanlara, başlangıçta anlattıkları aslında standart şeylerdir. Öyle ki, görüşmeleriniz devam ettiğinde, SB’ın aynı şeyleri döne döne anlatması yüzünden onun hafıza problemi olduğuna, ya da takıntıları yüzünden bazı konuları defalarca anlatmaktan kendisini alıkoyamadığına hükmedebilirsiniz pekala. Aslında ikisi de doğru değildir. Bu bir çeşit erginleşme (tekris=initiation=olgunlaşma) sınavıdır. SB sizin sabrınızı, dayanıklılığınızı test etmektedir. Bu mini sınavları yüzünüzün akıyla geçtikçe SB size giderek daha derin, daha şahsi bilgiler vermeye başlayacaktır. SB ile ilişkiniz bir noktadan sonra bir nevi erginleşme-aydınlanma sürecine dönüşür anlayacağınız. Zira o iniyise edilmiş, aydınlatılmış birisidir. İskoç Ritinin en üst basamağından, 33. dereceden masondur. Yani büyük üstattır(üstadı-ı azam=maşrıkı azam). Nerdeyse ömrü boyunca bilginin; gerçeğin bilgisinin arkasında yaptığı o inanılmaz yolculuğun çeşitli merhalelerinde yaşadıklarını, layık olduğuna ve kaldırabileceğine inandıklarına, şartların izin verdiği ölçülerde aktarmakta; 'gerçek'in, ‘gerçek gerçek’in, ‘mutlak gerçek’in, ‘derin gerçek’in, 'Sırların Sırrı (Sırrü'l Ekber)'nın, 'Kutsalların Kutsalı (Sanctum Sanctorum)'nın o çok lezzetli pınarlarından damlalar sunmaktadır onlara. Tam bir aydınlatılmış / aydınlanmış (illuminated, enlightenment) tutumu, gerçek bir büyük üstat tarzıdır bu.

2*Kısa Haltercümesi? SB’ın olabildiğince tam ve doyurucu bir biyografisi için yeterli bilgiye erişmek benim için bela bir uğraştı doğrusu. Dedim ya, gizemli bir vak’a ile karşı karşıyayız! Türkiye’nin en önemli kişilerinden olan SB bu kondisyonuyla hiç de uyumlu olmayan mütevazı bir hayatı sürdürür. Bırakın Türkiye’yi, SB’ın uluslar arası iş ve politika çevrelerinde dahi ağırlığı epey fazladır. Buna karşın o, göze batmaktan hoşlanmadığından, ‘lay lay lom (yüksek sosyete, cemiyet) hayatı yaşamaz, ramp ışıklarına pek çıkmaz ve şov yaparak ilgi derlemez. Bütün bunlar bir taraftan onun karakteristik özelliklerinden gelirken, bir yandan da hayatının neredeyse 50 yılını alan masonik yolcuğunun ona kazandırdığı alçakgönüllü ve iddiadan uzak tavrın sonucudur. SB hakkında bilgi toplarken karşılaşılan zorluklar aşılması müşkül cinstendir. Ne demek mi istiyorum? Şunu: Bir kurum, bir kişi, bir olay ya da bir kavram hakkında bilgi sahibi olmak istediğinizde eskiden kütüphaneye giderdiniz, şimdi ise malum internete sörf yapıyorsunuz. Arama motorlarından birisine girer ve aradığınız şeyi yazarsınız. Ardından da, istemediğiniz kadara çok, bazen milyonlarca site, dökülür ekranınıza. Çoğunlukla bu bilgi yığının altında kalır, onun çok çok küçük bir kısmını ancak kullanabilmiş olmanın yarattığı depresif etki ile ayrılırsınız sörften. SB için internet’te arama yaptığımda tamamen aksi istikamette bir duygu ile, aradığımı bulamamış olmamın yarattığı derin bir hayal kırıklığı ile kalkmıştım lab-top’ımın başından. Küresel ölçekte sahip olduğu ağırlığa karşın, bazısına yukarıda değindiğim nedenlerden dolayı, SB hakkında, biyografisi anlamında, neredeyse hiç bilgiye erişemiyorsunuz. Ona göre çok daha önemsiz kişilere dair bilgiler ibadullah iken, SB hakkında ise neredeyse dişe dokunur mahiyette hiçbir şey bulamıyorsunuz.
SB’nin hayatının gizemli yanları yüzünden internetteki bazı bilgiler – güçlü mason biraderlerce - silinmiş midir acaba, ne dersiniz? Neyse, spekülasyonun dibine bu kadar dalmadan devam edelim SB’ nin izini sürmeye.

3*Erişebildiğim kırıntılar. SB'ın pederi MB esaslı adammış doğrusu. SB soyadından da anlaşılacağı gibi esasen Ağrı’nın bir ilçesinden almakta köklerini. Kürt asıllı vatandaşlarımızdan. Babası MB yörenin kanaat önderlerindenmiş. B.lar geniş bir aile, ancak aşiret boyutunda değiller. Kürtlerin genel tutumunun aksine yörelerindeki kürt aile ve aşiretleriyle değil, başka coğrafyadaki Kürt ve Türk ailelerle ilişki geliştirmeyi tercih etmişler. Özellikle de Orta Anadolu menşeyli olanlarla. MB ailesini İstanbul’a taşıdıktan sonra Çamlıbeller ve Kartlar gibi Orta Anadolu kökenli Kürt aileleriyle kız alıp verme ve ortak iş kurma gibi yakın ilişkilere girmiş. MB’nin yukarıda değindiğim önder, lider vasfı onun bir cazibe merkezi olmasına yol açmış. Etrafında toplanan, çoğu Kürt, çok sayıda gençle Arnavutlara karşı savaş açmış MB. O sırada Arnavutların elinde olan ve Hasköy – Sütlüce merkezli hayvan kesim işinde kısa zamanda önemli bir kuvvet haline gelmeyi başaran SB’ın babası bu sefer de gözünü mezbahayı ele geçirmeye dikmiş.  Ancak bu iş hiç de kolay olmamış. Arnavutlar bu işi çok uzun süredir tekellerine almışlar zira. Bu işi tek başına yapamayacağını anlayan MB güçlü müttefik arayışına girer. Aslen Konya’nın Cihanbeyli ilçesinden olan ve bir müddetten beri İstanbul’da yaptığı cüretkar ataklarla dikkatleri çeken Ömer Kart MB’nin aradığı müttefiktir. Kartlar Orta Anadolu’nun önemli, sözü geçen Kürt ailelerindendi. B’lar ve Kartlar güçlerini birleştirdiklerinde Sütlüce mezbahasının Arnavutlardan koparılıp alınması mümkün olmuştu. MB artık doğudan gelen hayvanları keserek İstanbulluyu doyuran güçlü Kürt’tür. Bu durum gelirlerinin süratle artmasına yol açar. Öyle ki, kısa süre sonra kazandığı paraları koyacak yer bulamamaya başlar. Bu durumdaki birisinin İstanbul’da 2 dünya savaşı arasında yatırım adına yapması en doğru olan şeyi yapar ve gücünün yettiği, elinin eriştiği bütün gayr-ı menkulleri toplamaya başlar.

4*Oğul babanın yolundan giderse ne olur? Bazı zaman oğul, kuşkusuz izlenen yolun mahiyetine bağlı olarak, abad olur! Oğlu SB da babasının mülke olan yaklaşımını bugüne kadar sürdürmüştür. SB’yi iyi tanıyanların dillerinden düşürmedikleri ‘SB’ın tapularını futbol sahası büyüklüğünde bir yere bile sığdıramazsınız! O Türkiye’nin gizli emlak kralıdır, gizli dolar milyarderlerindendir.’ şeklindeki şayiayı(hatta efsaneyi’) gelin de kulak ardı edin bu durumda! SB en iyi okullarda okur, eğitimini İngiltere’de 1. sınıf kurumlarda tamamlar. Mükemmel bir Londra şivesiyle konuştuğu İngilizcesi ona başarıya giden yolda büyük avantajlar sunar. Öte yandan başka meziyetleri daha vardır. SB çok sıcak, mütevazı bir kimliğe sahiptir. Bu sayede de deliyle deli, veliyle veli olmayı becerebilmektedir. Bu hususiyetleri sayesinde kendi alanlarında küresel manada ağırlığı olan simalarla yakın dostluklar geliştirmeyi başarırı. Henry Kissinger Türkiye’ye ilk geldiğinde ‘Buradaki ilk samimi dostum SB’tır!’ demişti. Hedef 2023 Forum’unun 2 yıl önceki oturumlarının flaş konuğu Richar Perle de ilk gün öğle yemeğindeki konuşmasını şu cümleyle açmıştı: ‘İşlerimin yoğunluğu yüzünden buraya gelirken çok zorlandım. Ancak davet eden SB idi ve onu kıramazdım!’ Evinin, daha doğrusu evlerinin ve ofisinin duvarlarını süsleyen pek çok resimde onu dünyanın en önemli simalarıyla kol kola, el ele görebilirsiniz. Evet, SB işte bu denli etkin biri uluslar arası arenada. Kürt kökenli iş adamlarımız arasında yapılan en zengin 100 sıralamasında onun 3.lüğe yerleştirildiğini gören bazı çevreler, ‘SB gerçekten 3. olabilir, ancak Avrupa çapında!’ diye espri yapmışlardı.

5*Ramp ışıklarından kaçmak SB’nin tarzıdır. 1969-1973 ve 1975-1979 dönemlerinde çok büyük bir spor klübünün başkanlığı yapan SB özelikle ilk başkanlık dönemi sırasında, yani CÖ’nın Teknik Direktörlüğü ve BB’ün antrenörlüğünde camiaya yaşattığı başarılarla mezkur klübümüzün özellikle de futbol bakımından unutulmaz simaları arasına girmiştir. Bu dönemde bahse konu klüb bir ilke imzasını atmış, Türkiye Liginde ilk defa 3 yıl üst üste şampiyonluk kupasına uzanmayı bilmiştir. Aslında onun mezkur camia gibi Türkiye’nin en büyük klüplerinden birisine başkanlık yapması yukarıda bahsettiğim karakter özellikleriyle uyumlu değildir. Gerçekten de SB bu görev kendisine önerildiğinde ilkin bunu üstlenmemek mevziinde çok direnmiş, kamuoyunun gözlerinin önünde olmaktan hoşlanmadığına vurgu yaparak bu görevden affını istemiştir. Camia ise, kulübün içine düştüğü sıkıntıdan ancak SB gibi çelebi ve kalender görünümünün altında hedeflere kilitlenebilen inatçı bir ‘sakin kuvvet’le saklayabilen bir vazife adamıyla çıkabileceğine inanmıştı. Sonunda camia SB’ı ikna etti. SB artık başkandı. Neticede de onu başkanlık için destekleyenler pişman olmamışlardır. Öte yandan, TÜSİAD, İTO, İSO gibi meslek örgütlerinin 30 yıldan fazla bir zamandır önerdiği en üst seviyeden temsil görevlerine bir türlü sıcak bakamamıştır.

6*Kelimenin gerçek anlamıyla ‘tutumlu bir mesen!’ SB eli sıkılığıyla bilinir. Öyle ki, onu yakından tanıyan neredeyse herkesin aşina olduğu ve SB’ı İskoçlarla, Kayserililerle, ya da Yahudilerle özdeşleştiren bir anı, anekdot ya da öykü vardır. Kamuoyunda şekillenen bu aşırı tutumlu profiline karşın SB, sosyal vecibelerine ciddi kaynaklar aktaran birisidir. Özellikle de sanata, eğitime verdiği göz kamaştırıcı destekler onu çağdaş bir mesen durumuna getirmiştir. SB, klasikten moderne bütün anlayışlardaki sanatçıların başları sıkıştığında müracaat edecekleri ilk adreslerdendir. SB’ın sanat, kültür, eğitim konularında bu denli verici olması onun mason, üstelik de 33. dereceden büyük üstad oluşuyla irtibatlıdır kuşkusuz. Aydınlamaya bir ömür vermiş gerçek bir aydının, bir büyük üstadın başkalarının da aydınlatılmasına katkı vermesi doğaldır. ‘Büyük gerçek’e, ‘evrensel hakikat’e, ‘Evrenin Ulu Mimarı’nın o muhteşem ve ama erişilmesi pek zor olan ‘Görkemli Plan’ına birazcık olsun vakıf olabilmek adına samimi bir şekilde debelen herkese yardımcı olmak masonluğun temel amillerinden ve prensiplerinden değil midir?

7*Sürekli öğrenme peşinde bir yaşam. SB olağanüstü kültürlü birisidir. Çok okur, hem de umum-vasat tarafından okunması ve anlaşılması müşkül şeyleri okur.Ve bunları o kıvrak ve spekülatif zekasıyla pek güzel birleştirir. Buna karşın kendinden, entelektüel durumundan hiçbir zaman memnun değildir. Bildiklerinin, hayatı boyunca öğrendiklerinin kendisini cehaletin sahillerinden ancak 1-2 mikron uzaklaştırabildikleri hissinden bir türlü kurtulamaz. Bu yüzden de daimi olarak güzel bir huzursuzluk ve bir okuma-öğrenme açlığı içindedir. Sahip olduğu antika eşya koleksiyonu dillere destandır. Ancak onun favorisi kitap koleksiyonudur. Kitapları için bilenler ‘onlar SB’nin şahsi bilançosunun en kıymetli aktiflerindendir.’ diye düşünürler. Kütüphanesindeki pek çok kitap ‘kitap kurdu’ diye tabir edilen kesimde derin iç çekişlerine, büyük kıskançlıklara neden olacak vasıflardadır. Doğrusu ben, SB’ın kitaplığının bazı azaları için rahatlıkla hayatlarından 5, hatta 10 yıl verecek kitap delileri olduğundan adım gibi eminim. Üstadın kitap koleksiyonu hakkında kitapseverler arasında dolaşan bazı şayialar gerçekten çok ilginçtir. SB’nin masonik geleneğin icabı gereği hem pozitif bilimlerden hem de gizli ilimlerden beslenen külliyatında Ebu Arif- el Mazandarani’nin efsanevi ve de lanetli ‘O’nun gizli adının örtüsünün kaldırılması, Yüzüncü Ad’nın da bulunduğu rivayet edilmektedir. Bu şayia bize üstadın ne denli sıra dışı ve rafine bir figür olduğuna dair yeterince ip ucu vermektedir sanırım.

8*Diğer bazı meraklı malumat. SB’ı ana hatlarıyla resmetmeye çalıştığım denememin son kısmında ona dair çeşitli alanlardan bilgilerle bir kolaj yapacağım.
Diplomat ve meslektaşı Muharrem Nuri Birgi’den miras kalan ‘Belkis Hanım Yalısı’nı, Sabancı’nın Atlı Köşk’ü gibi, müzeye dönüştürmek projelerinden birisidir. Türk-İslam Geleneğini en iyi kucaklayan mimarlarımızdan Turgut Cansever’in elinin değdiği bu proje tamamlandığında kentimiz ve ulusumuz ciddi bir kültür yuvasına kavuşmuş olacaktır.
Kimisine göre insanlığın hayrına çalışan en zenginlerin üst örgütü; çoğunluk içinse fesat ve kötülük yuvası, ‘Küresel devletin Kraliyet Konseyi’ olan ‘Bilderberg Konferansı’nın Türkiye mümessili SB’dir. Bilderbeg’e coğrafyamızdan 30 yıldır kim gitmişse onun referansı ile gitmiştir. Bu bağlantı, SB ‘nin küresel ölçekli etkinliğinin bir başka kanıtıdır.
Büyük masonlardan olan ‘para sihirbazı’ lakaplı George Soros da SB’nin dostlarındandır. SB, Soros’un ‘Açık Toplum Enstitüsü’ne destek vermekte, öte yandan Soros’un fonlarının Türkiye ve Türklerle ilgili bazı projelere kanalize edilmesinde de ciddi roller üstlenmektedir.
Pek çok akil adamın ülkemizin, insansımızın 2023’teki durumunu tartıştığı o çok önemli toplantılar dizisi ‘Hedef 2023 Forum’unun ‘Onursal danışma Kurulu Başkanı’dır SB. Bu forumdan bahsetmişken, SB ile ilgili bir ayrıntıya daha girmeden duramıyor insan. Açın formun kitapçığını, sponsorlara bakın lütfen. 2 sayfa dolusu, her biri birbirinden önemli, sponsor arasında bir tek şahıs ismi göreceksiniz: SB! Bütün sponsorlar kurum, bir tek SB şahıs olarak işin içinde. Hem de öyle böyle değil, ta merkezinde; Anlo-Amerikalıların ifadesiyle ‘meselenin kalbi’nde. Onu yakından tanıyan bir dostumun veciz ifadesiyle bu resim SB’nin bir yandan ‘solo yapmaktan ne denli hoşlanan birisi olduğuna’, öte yandan da küresel ölçekte ne denli ‘sıklet merkezi’ olduğuna işaret etmekte.

9*SB ile ilişki kurmak önemlidir. Doğru yaklaşır, düzgün tutum alırsanız SB size kazandırır. Hem de çok! Bilderberg’e bile gidebilirsiniz onun sayesinde. Bilderberg hakkındaki bilginizin en az benimki kadar olduğu kabulünden hareketle bu mevzuyu derinleştirmeyeceğim. Ancak şunu söylemek farzdır tam bu noktada: Eğer Bilderberg’e katılabilirseniz, sizi artık kimse tutamaz, bunu da böyle bilin! SB sizi Bilderberg’e önermeden önce Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Mason Locası’na dahil olmanız için teklif de bulunabilir. Buna da hazırlıklı olun. SB gibi birisinin yanında dini fanatizm, milliyetçilik, devletçilik, sınıfsal mücadeleler gibi 'insanlık camiasını bölen olgular'ı destekleyecek konuşma ve tutumlardan kaçınmak gerekir. O böylesi bir tutum alsa bile, ki sizi sınamak için mutlaka yapacaktır bunu, siz bundan zekice kaçınmak durumundasınız. Bilderberg hakkında son bir not daha: Dünyanın pek çok önemli kişisinin, henüz mütevazı bir mevkideyken, katıldıkları Bilderberg toplantıları akabinde inanılmaz yerlere geldiklerini biliyorsunuzdur. Dedim ya, SB ile doğru düzgün bir ilişki kurduğunuzda, Bilderberg de dahil olmak üzere, pek çok kapının açıldığını göreceksiniz. O size çok sıradan şeyler soracak, sizi övecek, hatta bazen sizi göklere çıkaracak, sık sık da görüşlerinize muhtaç olduğundan bahsederek sizden yardım isteyecektir. Onun taleplerini çok iyi tartmalı, gereksiz yere konuşmamalı, abartılardan kaçınmalısınız. SB’yi olabildiğince çok konuşturursanız, onun ‘derin sırları’na giden yolda birlikte yolculuğa çıkışınızın şartlarını da yaratmış olusunuz. Onu konuşturmaya çalışırken onun bir öğrencisi olduğunuz havasını hakim kılmalısınız yaklaşımınıza. Onun öğretmen-üstat, sizinse inisiye olmak isteyen bir talebe olduğunuz havasının hakim olduğu atmosfer sizin kazanç sağlayacağınız devam yoludur. Ha, unutmadan, Umberto Eco’nun ‘Foucault Sarkacı’ romanını, okuduysanız bile, altını çizmek suretiyle bir kere daha okumanızı öneriyorum. Bu romanın içerdiği kültürel arka plan sayesinde SB ile ilişkinizin size önemli avantajlar sunmasına yol açacak mahiyette gelişmeler belirebilir afakınızda. Muhtemel, potansiyel münasebetlerin kuvveden fiile çıkmasını ve hiç kuşku yok ki bu münasebetlerin müspet sonuçlarını heyecanla bekliyorum. Sizi Bilderberg’e bile taşıyabilecek SB kontağını iyi kullanacağınız ümidiyle paylaştım bu satırları sizlerle ey muhterem kari.
(*) 3 yıl önce bir ihtiyaca binaen yazdığım bu satırları şimdi okuduğumda; masonlara ve masonizme açtığım avansın devasa boyutlarını bütün çıplaklığıyla ve objektif bir nazarla görerek dehşete düştüğümü bütün samimiyetimle itiraf ediyorum. Şimdi yazsam yazının sadece üslup ve malumat kısmı değil, ancak daha da önemlisi mahiyeti ve zihniyeti de çok farklı olurdu. Lakin, şahsi yazıclığıma tarihsel bir not düşmek bakımından, orijinal haliyle paylaşmayı uygun gördüm.
hamiş: Yukarıdaki yazı Aralık 2007'de tamamlanmıştır.


Kırkambar - 3: Kitaplar arasında *

Yazımın kitaplar alemindeki seyahat kısmına bir ilk eserle başlıyorum: ‘4’ün kuralı’. Princeton’da tarih eğitimi alan Ian Caldwell ile Harvard’da antropoloji ve tıp tahsil eden Dustin Thomason’ın birlikte yazdıkları ve büyük ölçüde otobiyografik de öğeler içeren bir roman bu. Kitapta, ‘Batı dünyasının ilk basılı eserlerinden, üzerine çok düşülmüş ancak çok az anlaşılmış ve Gutenberg İncil’inden bile az sayıda nüshası günümüze kalmış’ olan Hypnerotomachia Poliphili(HP)’nin etrafında gelişen entrikalar anlatılmış. Bugün bile bilim insanları ile entrika ve gizem tutkunları, kitabın ve yazarının sergiledikleri sırları deşifre etmeye çalışıyorlar. Bahse konu kitabın, HP’nin, anlaşılması o denli zormuş ki, basıldıktan ancak 500 yıl sonra tam bir İngilizce çevirisi yayınlanabilmiş. Yazarların 6 yıl, çok yoğun çalışarak ortaya çıkardıkları roman gizem, tarih, polisiye, simge bilim ve entrika tutkunlarına çok keyifli bir okuma süreci vaat etmekte. Aman dikkat, yazarlarının ilk romanı olmasına karşın cidden başyapıt düzeyinde bir esere muhatabız efendim. Bu yüzden de kitabı hakkını vererek, altını çizerek okuyalım lütfen.
Kurmaca (fiction) ile gerçeklerin çok iyi harmanlandığı ‘4’ün kuralı’ndan; bu kez de bu iki ögenin  çok kötü evlendirildiği, bu yüzden de hem edebiyatın ve hem de gerçekliğin fena halde yara aldığı bir başka romana, son günlerde ülkemizde esen karşı-Amerikancı hava ile çok iyi bir satış trendi yakalayan ‘Metal Fırtına’ya gelmek istiyorum.
Neredeyse bütün köşe yazarlarımızın hakkında kalem oynattıkları, tv kanallarında pek çok programa konu olan, yanı sıra, Anglo-Amerikan dünyasının saygın fikir organları Christian Science Monitor’dan küresel iş aleminin günlük yol haritası sayılabilecek Wall Street Journal’a kadar bir dizi global odağın da ilgisine mazhar olan Metal Fırtına için estirilen spekülasyon rüzgarlarının durulacağı yok muhterem karim. Romanın Başbakan da dahil bakanlar kurulunca okunduğu, Türk Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı'nda yaygın okumaların ardından konuyla ilgili beyin fırtınalarının bile yapıldığı, AKP’nin başta İstanbul olmak üzere bazı il örgütlerinin kitabın yazarları ile parti teşkilatını buluşturmayı amaçlayan geniş katılımlı toplantılarının bizzat Başbakan tarafından engellendiği ileri sürülen iddiaların sadece bazıları. Burak Turna ile Orkun Uçar'ın yazdığı 'Metal Fırtına'nın genç yazarlarına, şöhret ve para kazanmak merdivenlerini hızla tırmanmak olanağını sunduğu aşikar. Öte yandan  kitabın, ülkemiz fikir hayatına pozitif katkı yaptığını söylemek ne yazık ki imkansız. Her şeyden önce kitap kötü edebiyatın seçkin bir örneği olmuş. Yanı sıra öykünün üzerine bina edildiği gerçeklik alemi de çeşitli mecralarda uzun süredir söylene söylene sakız edilen kaba saba komplo kuramlarının ve uçlara vardırılmış bir karşı-Amerikancılığın basit bir tekrarından ibaret. Amerika’nın küresel emellerine ve bu arada da ülkemize dair komplo kuramlarına meraklı olanlar için internette öyle çok, kaliteli ve zekice kurulmuş ‘öykü’ var ki, Metal Fırtına ile zaman harcamaya değmez doğrusu. En basitinden, Serdar Turgut’un son iki yıldır Akşam’da yazdığı makalelere göz atsanız, Metal Fırtına’ya harcayacağınız zaman ve paradan çok daha iyi sonuç alacağınıza inanıyorum. Turna ve Orçun gibi politik, tarihi, ilmi ya da gizemli öyküler yazma heveslilerinin, daha önce sizlere bahsettiğim ‘Kesişme noktası’, ‘İmprimatur’, ‘Dante Kulübü’ ve bugün ele aldığım ‘4’ün kuralı’ gibi türlerinin seçkin örneklerini, sadece hobi için değil, akademik-profesyonel bir bakış açısıyla, altını çizerek, notlar çıkararak okumaları şarttır.
‘Da Vinci Şifresi’ ile birlikte Dan Brown tiryakisi olanlar için verimli bir dönemdeyiz. Yazarın, küresel bir sosyo-kültürel hadise haline gelen bahse konu kitabının, özellikle de koleksiyonculara ve türün tutkunlarına seslenen resimli özel baskısının kitapçı raflarındaki yerini almasının üzerinden çok geçmedi. Dan Brown’ın okur profilini, yani şifre bilim, simge bilim, okültizm, gizli-gizemli cemiyetler, dinler tarihi, mitoloji, antropoloji meraklılarını tatmin edecek kitaplar da arka arkaya yayınlanmaya devam ediyor.  Her üçü de Klan yayınlarından çıkan Simon Cox’un yazdığı ‘Da Vinci Şifresinin çözülmesi’ ve ‘Melekler ve şeytanların aydınlatılması’ ile David Ovason’un kaleme aldığı ‘Dolar banknotundaki gizli semboller’ yukarıda tanımladığım okuma pratiklerini besleyen metinlerden.
Bugün değineceğim son kitap bir bilim eseri, bir biyografi. John Gribin ve Michael White’ın yazdıkları ‘Stephen Hawking : Bilim Dünyasından Bir Hayat’ tan söz ediyorum. Galileo ile başlayan, Newton’la güçlenen, Einstein’la zirve yapan ‘çağ açan dahi bilim insanı’ çığırının yaşayan numunesi ve son halkası olan Stephen Hawking ile ilgili derli toplu, eli yüzü düzgün bir çalışma bu. Bana göre herkesin okumasında yarar var. Fizik, astronomi, evren bilim(kozmoloji), bilim tarihi, uygarlık tarihi ve biyografi alanlarından en azından birisine eğilimli olanlarınsa bu kitabı okumaktan kaçınamayacaklarına inanıyorum.

Sinema. Sinema dünyasını yeni bir Oscar heyecanı sarmış durumda. Her sene tam da bu sıralarda karşılaştığımız tabloyu yine yaşamaktayız. Çeşitli dallarda Oskar’a aday filmler arka arkaya sinemalarımızda arzı endam etmeye başladılar. Bu hakim rüzgarlara karşın ben, bu satırların sürekli okurlarını şaşırtmayacak bir tavır sergileyecek ve size film önerirken olabildiğince Holywood ve Oscar  realitelerinin dışından konuşmaya gayret edeceğim.
Önereceğim ilk film İspanyol sinemasının yeni  dehası Aleandro Amenabar’ın İçimizdeki deniz’i. Aralarında, İspanya'nın Oscar’ı sayılan Goya Ödülleri'nde En İyi Film Ödülü, Altın Küre'de En İyi Yabancı Film Ödülü olmak üzere katıldığı her yarışmadan kucak dolusu başarıyla dönen film ötenazi peşindeki bir adamın mücadelesini anlatıyor. Kaçırmayın.
İkinci film önerim Dönüş. Rus sinemasının kişilikli yönetmenlerinden Andrey Zvyagintsev’in imzasını taşıyan film izleyende uzun süreli izler bırakmaya aday bir kordela.
Çocuklar için olduğu sanılan, oysa her yaştaki çocuğun severek izleyeceğine inandığım üçüncü önerim Talihsiz Serüvenler Dizisi. Brad Silberling yönettiği film Lemony Snickets takma adıyla yazan Daniel Handler'ın romanından beyazperdeye uyarlandı. Lemony Snickets deyip de geçmeyin. Kitapları ilk yayınlandığında New York Times’ın ‘çok satan çocuk kitapları’ listesinde, türünün kutsal kitabı muamelesi gören "Harry Potter" serisini tahtından eden bir yazar o. Bırakın bir sürü artısını, Jim Carrey’in akıllara seza o muhteşem performansı için bile izlenmeli diyorum.
Dördüncü film önerim Akasya. Yönetmeni Ki-Hyung Park 1998'de çektiği "Fısıltılı Koridolar" ile Kore korku sinemasının şahlanmasına yol açmıştı. Vicdan muhasebesi temelli bir korku filmi izlemek isteyenlerin ıskalamamaları gereken bir yapım bu. 
Alacakaranlık Samurayı beşinci önerim. Bilirsiniz, samuraylık hem Batı (özellikle de Amerikan), hem de Japon sinemasının çok işlediği temalardandır. Film bu beylik temayı klişelerin ucuz çözümlerine sapmadan özgün bir solukla ele almayı başarmış doğrusu.
71 yaşındaki üretken Japon Usta Yoji Yamada'nın 77’inci yapımı olan film tam bir ödül manyağı. Japonya Akademi Ödülleri'nde 12 dalda ödül alan, 2004 Hong Kong Film Festivali'nde "En İyi Asya Filmi" seçilen ve 2004 En İyi Yabancı Film Oscar adayı olan film Uzak Doğu hakikatine tutkunları ve de yeni tatlar arayanlar için gerçek bir seçenek oluşturmakta.
Altıncı önerim ‘Beni üç Asya filmi kesmez. Daha fazlasını isterim, Çin filmi de isterim’ diyen sıkı otantisite tutkunları ve Avrasyacılar için. Evet, yanılmadınız, Zhang Yimou’nun yönettiği Kahraman’dan bahsediyorum. İzleyin, hayal kırıklığına kapılmayacaksınız.
Film bahsini, yedinci önerim olan Yunan ve dünya sinemasının zirvelerinden Theo Angelopulos’un son yapıtını ‘Ağlayan Çayır’ı hatırlatarak noktalıyorum.

Müziksiz olmaz. Yavuz Bingöl’ün bütün çalışmaları, özellikle de ‘Unutulur her şey’, albümü; Aşık Veysel külliyatı, bilhassa ‘Aşık Veysel Klasikleri’ albümü; Dead can dance’in, Vangelis’’in, Loreena McKennitt’in, Nusret Fatih Ali Han’ın hemen hemen bütün verimleri hayatın her safhasında döne döne dinlenilebilecek türden yapıtlardır. Bir başka ifade ile bunlar benim müzik alanındaki ‘kıymetlilerim’in, ‘favorilerim’in bazılarıdır. Şiddetle öneriyorum efendim.

* Daha önce Hedef Sağlık dergisi ve http://www.tahinpekmez.org/ 'ta yayınlanmıştır.


kırkambar - 2: Kırkambar’ın ikincisinde yine birlikteyiz *

Dostlarımla, yani kitap kurdu Kebikeç, 7. sanatın sevdalısı Sinefil ve müziksiz bir yaşamı tahayyül dahi edemeyen Audiomaniac’la birlikte yeni güzellikleri, sırları, hakikat pasajlarını sizlerle paylaşacağız. Okuduklarımızdan, izlediklerimizden, dinlediklerimizden süzülerek Kırkambar satırlarına yansıyan aşağıdaki görüşlerin Hedef Sağlık okurlarına bir nebze de olsa farklı dünyalardan esintiler taşıyacağını umuyoruz.

Kitap Kurdu Kebikeç’in okumaları: Kitap dostlarının, okuma tutkulularının vazgeçemedikleri şeylerden birisi de kitap biriktirmektir. Her kitap dostu, maddi olanaklarına ve ilgi alanlarına denk düşen yazılı-basılı şeyleri biriktirir. Hatta bazıları bu tutkularını meşrulaştırmak için ‘Medeniyet sistemli toplamak ve biriktirmekten başka nedir ki’ şiarını sık sık tekrarlar. Koleksiyonculuk her okuma tutkulusunun varacağı zorunlu duraklardan birisidir. Kitap dostlarına her anlamda yol gösteren, okuma önerilerinde bulunan, yazara, eserin yazıldığı atmosfere ve genel olarak da yayın alemine dair faydalı arka alan bilgileri veren edebiyat dergileri malumunuzdur. Bunlardan bazıları vardır ki, sadece okuma aşkınızı pekiştirmekle yetinmez, kuvvetli bir şekilde koleksiyonculuğa da özendirirler sizi. P, Cornucopia, Kebikeç, Kitabiyyat bu tür periyodiklerin ilk adımda aklıma gelenleri. Bu yazımda P dergisinden bahsedeceğim. ‘Dünya Sanatı Dergisi’ jeneriğiyle çıkan derginin sahibi Rafi Portakal Antikacılık Müzayede Organizasyon ve Danışmanlık A.Ş., yayın danışmanı Ferid Edgü, Yayın yönetmeni ise Celal Üster. Yılda dört kez yayınlanan derginin şu sıralar güz 2004’e ait olan 35. sayısı kitapçı raflarını süslemekte. ‘P ve kitapçı rafları’ düşünüldüğünde, ‘süslemek’ kavramı salt bir metafor değil, hayatın-hakikatın ta kendisi olarak tezahür etmekte bana göre. Her sayısı bir ana temaya hasredilen P’de 35 sayıdır işlenen konulardan bazıları şunlar: Sinan, El, Türk Halıları, Bizans, Müzik ve Sanat, Spor ve Sanat, Moda ve Sanat, Portre Sanatı, 20. Yüzyıl Sanatı, Boğaziçi, Altın, Yazı ve Sanat, Su ve Sanat, Sanatta Hayvan, Aşk ve Sanat, Tıp ve Sanat, Zaman ve Sanat, Büyü ve Sanat, Savaş ve Sanat, Dans ve Sanat, Çocuk ve Sanat , Kitap ve Sanat. Şimdiye kadar bu harikulade dergi ile tanışmamış kitapseverler ve koleksiyoncular için son sayı, ‘Kitap ve Sanat’, çok iyi bir fırsat bence. P’nin bütün külliyatı genel manada koleksiyoncular için edinilmesi neredeyse zaruri olan olgular arasında sayılmakla birlikte, özellikle de 35. sayısı kitap kurtları için hakiki bir hazinedir. Bu sayıdaki bazı başlıklar şunlar: ‘Gütenberg İncili, Müteferrika baskıları, Osmanlı kitaplarının görkemli giysileri, Ahmet Karahisari Musaf-ı Şerifi, Çin el yazmalarında kaligrafi ve resim, Kütüphane sanatı, Babil Kitaplığı, Ömer Koç kitaplığı’. Gerek çok zengin içeriği, gerek yüksek düzeyden grafik tasarımı ve görsel unsurları ve gerekse de son derece de özenli, usta işi ve artistik baskısıyla (burada Mas Matbaacılık’ın hakkını teslim etmek gerek) P sadece ülkemizde değil bütün dünyada ilgiyle izlenen ve biriktirilen bir periyodik haline gelmiş durumda. Küresel bir güç olmanın küresel kabul gören markalar yaratmakla mümkün olduğuna dair genel bir mutabakat vardır. P dergisi, kültür alanında, Türkiye’nin yarattığı küresel bir markadır diyorum, ve bu iddiamın ardında da kuvvetlice duruyorum. Öyle ki, bir müddettir, yılda iki kere olmak üzere, dergiden yapılan seçkilerin İngilizce edisyonu dünyanın en seçkin kitap evlerinde, müzelerinde ve sanat evlerinde meraklıları ile buluşmaktadır. Ne diyeyim, umarım en kısa zamanda daha çok kültür markamız insanlık alemine mal olur inşallah. Özetle kitap dostları, P dergisinin ‘Kitap ve Sanat’a hasredilen 35 sayısı, şimdiye kadar bu dergi ile tanışmamış kitapseverler için iyi bir ‘merhabalaşma’ fırsatı, kaçırılmaması gereken bir kontak vesilesidir.  Bendeniz Kebikeç’e ayrılan satırların bundan sonrasını son buluşmamızdan sonra okuduklarım, ya da yeniden okuduklarım içinde bende kuvvetli tesirler yaratan kitaplardan bazılarına hasredeceğim. İşte bu yazımın favori kitapları: Sibel Özbudun’un Ütopya Yayınları tarafından basılan ‘Hermes’ten İdris’e, Bir Dinsel Geleneğin Dönüşüm Dinamikleri’; Arturo Perez-Reverte’nin İletişim Yayınlarınca basılan ‘Dumas Klubü (meraklısı hatırlayacaktır, ‘9. kapı’ ismiyle ülkemizde vizyona giren filmin temel aldığı romandır bu); Stephen Hawking’in Alfa Yayınlarınca basılan ‘Ceviz Kabuğundaki Evren’ (baskı kalitesi çok kötü olan ve böylesi ilmi bir kitapta çok ciddi anlam kaymalarına yol açabilecek bazı çeviri ve/veya edit hatalarını da barındıran kitaba ilgi duyanlar, eğer yapabiliyorlarsa İngilizce orijinalini okumalılar); Claudio Nizzi’nin yazdığı, efsanevi grafik sanatçı ‘Magnus’un 5 yılda çizdiği ve basıldığını göremeden ne yazık ki öldüğü, Oğlak Yayınları Maceraperest Çizgiler serisinden yayınlanan ‘Teks, Dehşet Vadisi’ çizgi-grafik romanı(evet, şaşırmayın, çizgi roman-grafic novel’ın kaliteli örnekleri, meraklısı, hele de grafik sanatı tutkunları için hem iyi edebiyattır, hem de iyi sanat); Michael J. Behe’nin yazdığı, Aksoy Yayınclığın bastığı ‘Darwin’in Karakutusu, Evrim Teorisine Karşı Biyokimyasal Zafer’(bu kitabın baskısı kalmadı, sahaflardan temin edebilirsiniz),; Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi’nin ‘Bilim ve Yaratılış Yürütme Komitesi’nin yazdığı ve Türkiye Bilimler Akademisince basılan ‘Bilim ve Yaratılışçılık’; Stephen Jay Gould’un yazdığı, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları serisinden çıkan ‘Darwin ve sonrası’, biyoloji felsefesi alanında sadece ülkemizde değil küresel ölçekte kayda değer görüşler dile getiren Profesör Şaban Teoman Duralı’nın Remzi Kitapevince basılan ‘Canlılar Sorununa Giriş’. Son kjitabın, ‘Canlılar Sorununa Giriş’in yazarına kısaca değineceğim. Prof. Ş. Teoman Duralı tam bir felsefe ve bilim şövalyesi. Öyle ki, onca devlet ve vakıf üniversitesi varken Duralı ve bir avuç idealist meslektaşı ülkemizin ikinci hakemli felsefe dergisini, ‘Kutadgubilig’i tamamen kendi imkanlarıyla çıkarmayı başardılar. Bu dergi hakkında, umarım, gelecek sayıda sohbet imkanımız olacak.

Sinefil’in izledikleri: Değerli sinema dostları, sinema adına çok hareketli bir sezona girdik. Önümüzdeki günlerin ülkemiz sineması adına çok ümitli olmamızı mümkün kılabilecek gelişmeleri barındırmasını mümkün görenlerdenim. Pek çok Türk filmi vizyona girmeyi bekliyor; ulusal sinemamızın verimleri Amerikan filmlerini gişede geride bırakıyor; Türk sinemasının stil sahibi – author yönetmenlerinin özgün prodüksüyonları itibarlı uluslar arası festivallerde ciddi ödüller alıyorlar; gençlerin sinemaya ilgisi giderek artıyor; üniversitelerin sinema-tv bölümlerine, sinema kurslarına ve seminerlerine talep patlaması yaşanıyor; kimi sponsor firmaların yanı sıra özellikle de TÜRSAK’ın inanılmaz bir enerji ve sinema aşkı ile katkı verdiği kısa film konkurlarına katılan ürünlerin hem sayısı katlanıyor, hem de bunların kalite çıtası sürekli yükseliyor. Beni fazla iyimser bulabilirsiniz, ancak izin veriniz de iyimser olayım. Zira, özetlediğim yukarıdaki dinamiklerin yanı sıra, ülke sinemamız bir yandan ‘Gora’ gibi yapımlarla popüler seyirlik alanında çıtayı yükseltti, hem de artık yaşayan bir efsane haline gelen Ahmet Uluçay’ın ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ filmi ile sinema aşkının nelere kadir olduğunun somut nişaneleri iyiden iyiye ortaya serilmiş oldu. Türk Sinemasında Ahmet Uluçay bana göre bir milattır. Uluçay’dan sonra hiçbir sinema tutkunu film yapamamasına mazeret üretemeyecek, ‘çok iyi bir fikrim-hikayem var ama…’yerim dar’, param yok, kameram yok…imkanım yok, engelleniyorum…bu yüzden film yapamıyorum…’diyemeyecektir. Çok basit bir dijital el kameralarıyla ortaya çıkarılan ürünlerden sonra filmini çekmek isteyen sinema tutkuluların önünde tek ve bir tek seçenek kalmaktadır: FİLMİNİ ÇEKMEK!  Hepsi bu! Şimdi de bu sohbetin seyirlik önerilerine geldi sıra. Anlamış olduğunuz üzere ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ favori filmim. Yanı sıra Oliver Ston’un ‘Alexander/ Büyük İskender’i de, kuşkusuz olumsuz eleştiriler alabilecek kimi hususiyetlerine karşın tarihi-epik prodüksüyon meraklılarına önerilebilecek türden bir çalışma olmuş doğrusu. Üstelik de, G. W. Bush’un ikinci döneminde ne tür bir ‘İmparatorluk’ tesis etmek istediğine dair öngörülerde bulunmak istediğimizde, Alexender filmi verimli analojiler kurmamıza da olanak tanımakta. Özellikle de Amerika’da olumsuz tepkiler alması bu filmin, bana göre artılarından birisidir. Ve bugün için önereceğim 3. filme geldi sıra. Şunlardan herhangi biri ilginizi çekiyor mu: Gerilim (aman dikkat, korku değil, sadece gerilim!), dinler tarihi, uygarlıklar tarihi, uluslar arası politika, psiko-drama, atmosfer, gizem, Gnosis. O zaman, Night M. Shyamalan’ın son filmini ‘Köy’ü (Village) mutlaka görmelisiniz diyorum. Genç yıldızlarının ustalar karşısında abartısız ama muhteşem karakterler yarattıkları, kurduğu atmosferle başından sonuna ilginizi diri tutmaya beceren yönetmenin o bildik tarzı ve yukarıda özetlemeye çalıştığım pek çok düzlemde okumaya elverişli senaryosuyla ‘Köy’ uzun yıllar unutamayacağınız filmlerden olacaktır. Evet, ne denebilir ki, ‘İyi seyirler’den başka?

Audiomaniac’ın discografyası: Bu buluşmamızda bir teklifim var size.
Size en yakın müzik markete gidiyorsunuz, raflar arasında dolaşıyorsunuz ve Ömer Faruk Tekbilek, Mercan Dede, Cat Stevens, Yusuf İslam, Erkan Oğur, Hasan Cihat Örter’in discografyasına dair ne varsa bir bir elden geçiriyorsunuz ve gönlünüze denk düşen kayıtları alıyorsunuz. Budur. Sevgili musiki dostları, saydığım isimler (Cat Stevens hariç), birçoğunuzun bildiği gibi, esas olarak enstrüman ağırlıklı World Music, Sufi Müziği, Spritüel Musiki yapmaktalar. ‘Modern-Küresel- Kapitalist Sistem’in ruhumuzu bütünüyle teslim almaya, benliğimizi-varlığımızı sadece maddi olana indirgemeye, bizi birer yürüyen cüzdana, tüketmekten başka bir şeye yaramayan potansiyel müşteriye eşitlemeye teşne mantalitesine karşı en iyi panzehirlerden birisi de bahsettiğim tarzda müziklerle haşır neşir olmaktır. En azından ben, akıl ve ruh sağlığımı bu kabil şeyleri dinleyerek korumaya muvaffak oluyorum kıymetli müzik dostları. Evet, kaliteli, salt piyasa işi olmayan müzikle; benliğinizi arındıracak, ruhunuzu kanatlandıracak melodi ve armonilerle dolu günler diliyorum hepinize.

* Daha önce Hedef Sağlık dergisi ve http://www.tahinpekmez.org/ 'ta yayınlandı.

El - Gazzali, Hüccetü’l-İslam Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed Ahmed, et - Tusi *


1 - Kısa haltercümesi. Eşari kelamcısı, Şafii fakihi, mutasavvıf, İslam filozofu, İslam’ın en büyük mütefekkirlerinden. Tus, 1058 – Tus, 1111
Fars asıllı olduğu sanılmaktadır. Bir iddiaya göre iplikçi (gazal) babası yüzünden; bir başkasına göre ise doğduğu yere (Gazele köyü) nispetle Gazzali (ya da Gazali, yazı boyunca 2.si kullanılacak) adını aldı. Babası tasavvufa ve ilme meraklıydı. 2 oğlunu da, imkanları nispetinde eğitmeye çalıştı. Ölümünden sonra oğullarını emanet ettiği bir ahbabı Gazali ve kardeşi Abu’l –Futuh Ahmet’in ilim ve tasavvuf camiasına katılmasına vesile oldu. Her ikisi de döneminin en önemli ulemasının meclislerinde bulundular. Gazali ‘bilgilerinin doğruluğundan emin olmak’ merkezli ilk şüphecilik buhranına 15-17 yaşlarında kapıldı. Şüpheden kesin bilgiye (yakin, yakıyn) seyahat hayatının esasını teşkil eder. Gazali Çağın ünlü bilginlerinden, özellikle fıkıh konusunda, dersler gördü. Sonra Cürcan’da ve Nişapur’daki Nizamiye medresesinde dönemin önemli alimleriyle oldu, feyz aldı. Zamanın en önemli alimlerinden el – Haremeyn’nin ilgisin çekti gözdesi ve özel talebesi oldu. Ardından Nizamülmülk’ün özel meclislerine, sohbetlerine katıldı. Bağdat Nizamiye medresesine müderris olarak gönderildi (1091). 1095’de, birkaç yıl önce içine düştüğü 2. derin şüphecilik buhranı yüzünden medreseyi terk etti. Bir süre dünyadan el-etek çekti, dervişçe yaşadı (zühd/çile/inziva dönemi). Aynı süreçte (midesinden) hastalandı, dili tutuldu. O derin belagatini (retorik, konuşma kabiliyeti) ve diyalektik metodunu (cedel) kaybetti. O zamana değin kitaplardan okuyup sadece lakırdısını ettiği tasavvufu bizzat yaşamaya başlamıştı (kal (laf) aleminden, hal (tasavvuf pratiğinin ilk mertebesi) alemine ‘yolculuk’). Bu sırada ‘halvet’ (Allah’la sohbet) ve ‘uzlet’ (sufi bir pratik olarak yalnızlık)ten başka şey düşünemez olmuştu. Makamını kardeşine, ailesini dostlarına ve diğer her şeyini (ün, saygınlık, sosyal çevre, ilmi muhit, öğrenciler) de öylece bırakarak Şam’a gitti. Emeviye camiinde kimseyle görüşmeden kendisini gündüzleri minareye kapattı. Sufiliğin bütün pratiklerini bizzat tecrübeye devam etti. Şam’dan Kudüs’e giderek aynı istiğrak (kalbinden, gönlünden dünyevi her şeyi atmak, Hak’tan başka şey düşünmemek, giderek Hak ile tevhide/bir olmaya yönelmek) ve halvet hayatını bir müddette Sahra’da sürdürdü. Kendi ifadesiyle ‘gayb alemini (gizli/saklı olup bitenler; sadece Allah ve seçilmiş kullarına görünenler) seyre daldı’. Mekke’ye, ardından da Bağdat’a gitti. Ders vermeye başladı. Baş yapıtlarından ‘İhya-ı Ulumu’d Din’i okutmaya başladı. Derslerine rağbet çok artmıştı. Ancak, kabaran sufilik damarı yüzünden Tus’a gitti. 10 yıl münzevi bir hayat yaşadı. Nizamülmülk’ün Haşhaşinlerce öldürülmesinden sonra yerine gelen Fahr-ül mülk’ün daveti üzerine Bağdat’a döndü (1105) ve Nizamiye’de derslerine yeniden başladı. Zira, halkın dini duyguları zayıflamış ve bidat ehli güçlenmişti. Gazali, ulema ile yaptığı istişarelerden sonra, bu şartlar altında halvet ve inzivanın caiz olamayacağına hükmetmişti. Lakin bu dönemi kısa sürdü. Ardından, Tus’a döndü ve evinin yanında inşa ettiği tekke ve medresede talibanı irşad, telkin, zikr ve ibadet ile kuşattı (ihata etti). Muarızları boş durmuyordu. O’nu Sultan Sencer’e şikayet ettiler. Konu, Hanefi olan Sencer’i alarme etti. Şikayetde, Gazali’nin Hanefi mezhebi ve Ebu Hanefi  aleyhine ve Şafi fıkhı ve muamelatı lehine partizanca, mutaassıpça çalıştığı iddia edilmekteydi. Sultan Sencer Gazali’yi orduğahına çağırdı. Alim, Sultan’a yazdı bir mektupta terceme-i halini paylaştı ve hükümdarların huzuruna çıkmamaya ahdi olduğunu, kendisini bunu bozmak zorunda bırakmamasını rica ile meramını tamamladı. Muarızlarının güçlü ayak diremeleri ve Gazali’ yi Hanefilik için bir tehdit olarak sunmaktaki başarıları; Sultan’ın da görüşlerini Gazali’nin kendisinde dinlemek istemesi yüzünden yeminini çiğnemek zorunda kaldı. Sultan O’na büyük hürmet gösterdi, kendi tahtına oturttu. Gazali ’nin huzurda verdiği ders Sencer’i ve hazır bulunanları derinden sarstı. Alimi izzet-ü ikram ile Tus’a yolcu ettiler. Gazali, kentine dönüşünden kısa bir süre sonra vefat etti.

2 - Külliyatı. Çok verimli bir alimdi. Öyle ki, asarının tamamını okuyup anlamak için bir ömür yetmeyebilir. Öğrenciliğine müteakip, hocalarından tuttuğu notlar dışında, yazdığı orijinal eserlerinin toplamının yüzlerle olduğu kayıt altına alınmıştır. Bunların bir kısmı elimize geçmemiştir. Bazı araştırmacılar Gazali külliyatının ancak 30 yıl boyunca her gün, üst üste 50 sayfa yazılmasıyla oluşabileceğine işaret ederler. Bunun daha mütevazı (günde 20 sayfa civarında) olduğuna hükmedenler de vardır. Gazali’nin dünyasına girmek isteyenlerin mutlak surette okumaları gereken eserler: Makasıd - el -  Felasife, Tehafüt  - ül – Felasife, El – munkız – ı min ed – delal, İhya – i ulum’id din ve Kimya-ı saadet’tir.

3 - İbret dolu bir anekdot. Cürcan’dan Tus’a giderken Gazali’nin yolunu eşkıya keser. Heybesine el koyarlar. Gazali şakiye ‘aman, heybemdeki notlarımı geri verin. Ben bilginim, onlarda hocamın ilmi zapt edilmiştir, Cürcan’a sırf bunlar için gittim, sizin işinize yaramaz’ mealinde ricada bulunur. Şakiden birisi, ‘bildiğini söylediğin şeyler elimizdeki heybede iseler sana nasıl ait oluyorlar ve sen nasıl bilginim dersin?’ der ve aldıklarını bu alaycı, küçümseyici yaklaşım eşliğinde geri verir.  Bu olay Gazali’ ye büyük ders olur. Şakinin bu tenkidini Allah’ın bir işareti sayar. Böylece, önce hocasının notlarını ezberler, ardından da incelemeye giriştiği bütün meseleleri en detayına, en derine değin vakıf olmadan bırakmaz.

4 - Akıl ve Gazali. Gazali hayatı boyunca ‘akıl’la uğraşmış, hesaplaşmıştır. Daha çocuk denilecek çağında, 15-16’sında iken aklından, akılla eriştiği bilgisinden ve nakilden şüphelenmiştir. Taklitle, duyularla elde ettiği bilgiyi makbul saymamış; akılla erişilen 2 + 2 = 4 mahiyetindeki zorunlu bilgileri esas almış; matematik kesinliğe sahip olmayan akıl mahsulünün de insanı yanıltacağına hükmetmiştir. Akla ve akli bilgiye inanç zemininde boy veren 2. krizini 35-38 yaşlarında geçirmiş; müteakiben her şeyini (aile, servet, mevki, ün, soysal ve ilmi muhit, nüfuz) terk ederek tasavvuf yoluna girmiştir. Ölene değin de, sultanın yeniden müderrisliğe dönmesi için yaptığı büyük baskıyı takip eden kısa bir dönem hariç, sufi tarz-ı hayatından taviz vermemiştir. O, içine düştüğü derin teorik/epistemik, hatta kimine göre varlığını sorgulamaya dair (ontik) buhrandan ancak bu suretle kurtulabilmiştir. Akılla mücadelesi Gazali’nin bütün hayatını ve külliyatını tayin etmiştir. O, muarızlarının tamamını çok eleştirdiği akl (mantık, diyalektik/cedel) ile alt etmeye çalışmıştır. Gazali külliyatında sırasıyla İsmaililere (batıniyye / hermenötik), Hıristiyanlara, hür düşüncelilere (ibahiyye) ve feylesoflara (felasife, ehl-i hikmet) hücum etmiştir. Bütün bu mücadelesi (cehd) ile O, biraz önce değindiğim üzre, mantık ve akılcı cedel (diyalektik rasyonel) metotlarını kullanmıştır. Külliyatında, sayısız kereler vurgu yaptığı, Tehafüt-ül-Felasife (Filozofların tutarsızlıkları (kendilerini yıkışları))’yi ise üzerine temellendirdiği ‘aklın ve mantığın hakikate erişmekten aciz olduğu’ perspektifini, yine kesin(yakin)/eşya ile mutabık bilgiye erişmekte yetersiz olmakla tenkit ettiği akıl ve mantıkla ispata kalkışması çok eleştirilmiştir. Özellikle de İbn-i Rüşt’ün Tehafüt’e cevaben yazdığı Tehafüt-üt- tehafüt (kendini yıkışın kendini yıkışı) alanında anıtsal bir eser olarak boy göstermiş ve Gazali’nin akla dair çelişkilerini (aklı yine akılla, akli metotlarla mahkum etmesini) çok güçlü argümanlarla ortaya koymuştur. Tehafüt’te Yeni Eflatuncu (neo-Platonist) Farabi ile Aristocu İbn-i Sina’yı 20 noktada eleştiren Gazali, 3 noktada onları tekfir etmiş (kafir ilan etmiş), 17 hususta ise sapkınlıkla suçlamıştır. Enteresandır; kendisiyle aynı ekolden, Eş’arilikten gelen kimi düşünür ve ulema O’nu, Grek düşüncesini / felsefe ve mantığı Kelam ve Tasavvufa sokarak bu alanların kutsallığını/uluhiyetini aklın süfli zafiyetleriyle malul kılmakla suçlayacaklar, hatta tekfir edeceklerdir. Gazali akılla problemini sufi/zühd tarzı yaşamının parçası olan mükaşefe (keşfetmek), ilham, sezgi, vahy, istiğrak, zikr ve çilenin sunduğu imkanlarla aşmış; imanını böylelikle güçlendirmiş ve kesin/şüphe götürmez/zorunlu bilgiye eriştiğine inanmıştır.

5 - Gazali İslam felsefe ve ilmini dondurdu mu?
Gazali umumiyetle ‘İslam Aleminin Batı Alemi karşısındaki gerilemesinin baş müsebbibidir. Bab-ı İçtihat’ı (yenilik kapısını) kapatmıştır. Akla, kritikçi düşünceye, felsefeye karşı aldığı düşmanca tutumla ilim ve felsefenin İslam’daki parlak atılımına (İslami Rönesans) son vermiştir. ‘İmam’,felsefecileri ‘tekfir ederek’ (kafir ilan ederek) yarattığı entelektüel terörle, felsefe ve ilimi İslam coğrafyasının doğusuna, Endülüs’e sürmüştür. İslam Alemi’ nin bağrında oluşan her çeşit ‘gericilik’in, bağnazlığın, radikalizmin müsebbibi Gazzali’idir. Gazali, akılcı Maturidiliği mahkum etmiş, ‘yobaz’ Eş’ariliği ihya etmiştir. Selefilik ve Vahabilik, Seyit Kutup ve Müslüman Kardeşler, İran İslam Devrimi, Taliban, Hizbullah ve nihayet el Kaide gibi ‘muarızıyla ile şiddet temelinde hesaplaşmak’ anlayışlarının en önemli fikri mimarıdır, müellifidir.’ şeklinde eleştirilir. Peki, bunlar gerçekle mutabık mıdırlar?

6- Nasıl bir çağda yaşadı? Her şeyden önce Gazali’nin yetiştiği muhiti, döneminin şartlarını iyi tahlil etmek gerekir.  Batı İslam’ı boğmak için mevcut bütün imkanlarıyla 1096’da 1. Haçlı Seferini başlamıştı. Kudüs Gazali döneminde düştü. Bu İslam Aleminde, maddi manevi sıkıntılara yol açtı. Bu sırada İslam kendi içinde de büyük problemlerle, mezhep ve tarikat savaşlarıyla boğuşmaktadır. Bidat ehli (dinde yenilik yapanlar) iş başındadır. İsmailiye ekolünden bazı Batıni tarikatlar, özellikle de Hasan Sabbah’ın Haşhaşinleri, terörü dalga dalga yaymakta, her sahadaki istikrarı, güven duygusunu ve ilerleme hevesini yerle bir etmektedirler. Birçok önemli simanın yanı sıra Gazali’nin dostu ve Nizamiye medreselerinin kurucusu olan Nizamülmülk de suikastler zincirine kurban olur. Bu ortam sosyal yapının tahribine, ahlaki çürümeye, yozlaşma yol açar. Yenilik adı altında ortaya çıkan Bidat ehli önce Sünneti, ardından da adım adım vahyi, Kur’anı iptale kalkışırlar. Sünni ulemanın yorumlarına göre ‘İslam’ın tevhidi özünü, vahyi temelini kaybetmesine ve diğer semavi dinlerle aynı akıbeti paylaşmasına doğru ilerlenilmektedir’. Akla açtıkları sınırsız krediyle teorik dünyalarını kuran  başta Farabi ve İbn-i Sina olmak üzere birçok rasyonalist Müslüman düşünür eliyle Yunan felsefi mirası ve kültürel kodları, Mutezile’nin büyük tercüme hamlesinden itibaren peyderpey İslam Düşünce dünyasına nüfuz etmeyd. İslam düşüncesi bu sırada kabaca üçe ayrılıyordu:
1 – Batı Havzası / Endülüs ve Kuzey Afrika: İslam felsefesi, akılcılık, İbn-i Rüştçülük (averoizm)
2 – Merkezi Havzası / Arap kıtası: Gazali ve Sünni/Arap kelamcılığı
3 – Doğu havzası / İran ve doğusu: 12 imam inancı, Şia ve Suhreverdi
Bunlar arasındaki fikri alışveriş ve etkileşim güçlü değildi. Bu yüzden de Gazali ve muarızlarının görüşlerinin bütün ümmete yayılması ve tesiri çok uzun zamanlar almıştır. Arka plan buydu. Bu fonda Gazali’ nin tesirine gelince, O, bırakınız akla karşı olmasını; tenkitçi aklı, mantığı, diyalektiği ve felsefi yaklaşımları en ziyade kullanan Müslüman düşünürdü. İslam hikmetini, kelamı, (Şafii) fıkhını ve tasavvufu akılla ve felsefeyle birleştiren/mezceden Gazali’dir. O’nun tesirine umumi manada bakarsak felsefede akılcığın bir miktar sempati ve prestij yitirmesi; öte yandan Sünni İslam’ın akide ve muamelat kodlarının konsolide edilmesine ise ciddi katkı verdiğini görürüz. Bu keyfiyet, Sünni akidenin tahrifatına ve belki de yok olmasına mani olan dinamiklere güç katmıştır. Gazali’den sonra, şayet sadece Sünni daireden bakılmazsa, kritikçi düşünce ve felsefe akamete uğramamış, bu sahalarda çok parlak simalar gerçekten çok önemli verimler ortaya koymuşlardır. Hemen akla gelenler Nasiruddin-i Tusi, Suhreverdi, İbn-i Arabi, Sadruddin-i Konevi, Curcani, Mevlana, Kaazzi Adud-i İci, Allame Devvani, Alaüddin-i Kuşçu, Molla Sadra, Ali Kuşçu, Hocazade, Alaüddin Ali-el Tusi, Molla Lütfi, İsmail-i Maşuki, Hamza Bali, Beşir Ağa, Şeyh Vefa, Şanizade, Gelenbevi ve Arif Efendi’dir.

7 - Gerilemenin sebebi otokratların kontrol gayreti ve sözde/sahte alimlerdir. İslam düşüncesinin gelişmesini engelleyen asli faktör Gazali ekolünün tesirleri değilse nedir peki? Bu, hiç kuşkusuz sultanların, iyi niyetle dahi olsa, düşünce, hikmet, felsefe ve bilim üzerinde kurmaya çalıştıkları kontrol mekanizmaları ile onların etraflarını kuşatan çapsız, derinliksiz ‘düzmece/sahte alimler’in sebep oldukları fikri kuraklık, felsefi çoraklık idi. Fatih’in İstanbul’u fethine müteakip yürürlüğe koyduğu dünyanın, bilhassa da İslam Alemi’nin önde gelen alim ve filozofları için payitahtı cazibe merkezi kılma projesi yarım/akim kaldı. Bu projenin merkezi figürü olan  Ali Kuşçu’nun misyonunu tamamlayamadan 1474’deki terk-i dünya eylemesi bunda rol oynadı. Gerçi, Kuşçu daha uzun süreler yaşasa ve Fatih’in projesi realize olsa dahi 8. - 11 . asırlar arasında Arap kıtasında ve 9. – 14. asırlar arasında Endülüs’e yaşanan fikri canlılığı aşmanın, hatta tekrarlamanın dahi çok zor olduğunu öngörmek mümkündür. Zira, ne kadar iyi niyetli ve ne denli bilge olursa olsun, sultanın patronajında/kontrolünde özgür ve özgün felsefe ve ilim yapmak neredeyse imkansızdır. Fatih’ten sonra gelen sultanların çaplarını, kapasitelerini göz önünde bulundurursanız; buna bir de Kuşçu’dan sonraki dönemlerde ulemayı ‘temsil eden’ Cinci Hoca, Hatipzade, Halet Efendi gibi ‘sözde/sahte  alimler’in yıkıcı tesirlerini eklerseniz, İslami Düşünce, felsefe ve ilimin, özellikle Sünni toplumlarda gerilemesi kolaylıkla anlaşılır. Gazali’nin ruhu azap çekiyor olsa gerektir. Zira, İslam’da akılcı düşünce ve felsefenin önünü kapatan sahte/sözde alimler ne yazık ki ezici çoğunlukla Gazali’nin mensubu olduğu ehli sünnet mensubudurlar.

8 - Gazali’nin Batı Alemi üzerindeki tesirleri. Gazali özellikle birçok bakımdan, ama özellikle de şüpheciliğiyle Batı’nın birçok önemli filozofunu etkilemiştir. Bunların arasında en belli başlıları Saint Thomas d’Aquino, Montaigne, Pascal, Descartes, Wilhelm Ockham, Nicolas d’Autrecourt, P. D’Ally ve Hume’dur. İzmirli İsmail Hakkı gibi bazı düşünürler O’nun etkisini Kant ve Bergson’a kadar sirayet ettirirlerse de buna iştirak azdır. Esasen batılı düşünür ve felsefeciler Gazali’nin külliyatına gereken önemi göstermemiş, ciddi bir çeviri faaliyetine girmemişlerdir. Buna rağmen, O’nun fikri aleminin muhkem temelleri, sağlam mantalitesi, güçlü argümanları, başta yukarıdaki eşhas olmak üzere, birçok Batılı beynin tefekkür dünyasına, ezici çoğunlukla 2., 3, elden olmak kaydıyla ve ne yazık ki kahir ekseriyetle de kaynak zikredilmeden sızmayı ve kendilerine yer açmayı bilmişlerdir.

9 - Gazali’nin önemi. İslam Alemi’nin Sünni kanadının en önemli mütefekkir, mütekellim (kelamcı), feylesof, mutasavvıf ve ilahiyatçılarından Gazali günümüzde Ortadoğu’da ‘sahneye konulan’ ve giderek de yayılma potansiyeli taşıyan bir büyük tehlikenin, Sünni – Şii savaşının aşılmasında bize imkanlar sunmakta. 4 Sünni mezhebin her biri kendi mezhep kurucularına imam derken, hepsinin isim vermeden ‘İmam’ dediklerinde akıllara gelen kişi İmam Gazali’dir. ‘İmam’ terimi, Gazali’nin özelinde cins/jenerik isim değil, O’nu hatırlatan, O’na nispet eden bir özel isme dönüşür. Zira O, mezhep hususunda asla mutaassıp olmamış; döneminde mezhep tartışmalarıyla örselenen İslam Alemi için bölücü değil birleştirici olmuştur. Bir ara Şafii mezhebi yanlısı beyanlarında, genel çizgisinin dışına çıkarak, Ebu Hanife aleyhine konuşmuşsa da bu yanlışından kısa zamanda dönmeyi bilmiştir. Bütün mezhepleri birleştiren yeni bir mezhep inşa etmesi önerilerini daima ret etmiştir. Gazali için ‘Şayet bir peygamber daha gelecek olsa, bu hiç kuşkusuz İmam olurdu’ diyenler de çıkmıştır. Bazı müsteşrikler O’nu İbn-i Rüşt ve Saint Augustin’den dahi önemli addetmişlerdir. Mesela ‘Muslim theology’de Mc Donald (1965, Beyrut) bunları ‘Gazzali’ye nispetle basit derleyiciler ve ekolcüler olarak kalır’ diye vasıflandırmıştır.

Faydalanılan kaynaklar:
Makasıd - el - Felasife, ç: Cemalettin Erdemci, Vadi, 2001; Tehafüt - ül – Felasife, ç: Bekir Karlığa, Çağrı, 1981;
El – munkız min ed – delal, ç: H. Güngör, MEB, 1960;
İhya – i ulum’id din, Huzur, ç: Sıtkı Gülle, 1998;
Kimya-ı saadet, Bedir, 1979;
Aristo metafiziği ile Gazali metafiziğinin karşılaştırılması, Süleyman Hayri Bolay, MEB, 1993;
Gazali ve şüphecilik, İbrahim Agah Çubukçu, YKY, 2004;
Gazali ve Batınilik, İbrahim Agah Çubukçu, 1964;
Gazali ve Kelam Felsefesi, İbrahim Agah Çubukçu, AÜİF, 1970;
Gazzali, Cağfer Karadaş, İnsan, 2004;
İslam felsefesi tarihi, Henry Corbin, cilt 1, İletişim, 1986;
İslam felsefesi tarihi, Henry Corbin, cilt 2, İletişim, 2002;
Bir kutsal bilim ihtiyacı, Seyit Hüseyin b. Nasr, İnsan, 1995;
İntroduction to the history of science, George Sarton, vol. 1, vol. 2, part 1, Carnegie  İns. of  Wash, 1931;
İslam Ansiklopedisi, MEB, 1940 – 1986;
İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, 1988 – 2006;
Felsefe Ansiklopedisi, Orhan Hançerlioğlu, Remzi, 1985;
Tarih boyunca ilim ve din, A. Adanan Adıvar, Remzi, 2000;
Filozoflar Ansiklopedisi, Cemil Sena, Remzi, 1975;
Türk – İslam düşünürleri, İ. Agah Çubukçu, TTK, 1989;
Felsefe Ansiklopedisi, Ed: Ahmet Cevizci, Etik ve eBabil, 2006;
Bilim Tarihi, Colin Ronan, TÜBİTAK, 2003;
Tasavvuf terimleri&deyimleri sözlüğü, Ethem Cebecioğlu, Anka, 2004;
Büyük Türk Sözlüğü, Ed: Yılmaz Öztuna, Hayat, 1960’ların sonu (?);
Meydan Larousse, Meydan, 1969-1973

* Daha önce Hedef Sağlık dergisinde ve http://www.tahinpekmez.org/ 'ta yayınlanmıştır.

kırkambar - 1: Editör, Kebikeç, Sinefil ve AudioManiac merhaba diyor :-)) *

medhal
Bundan böyle, hayata, sanatlara, düşünmeye, tefekküre ortak pencereden baktığımız üç arkadaşımla birlikte bu sayfalarda sizlerle olacağız. Aşağıdaki yazı bahsettiğim üç arkadaşımın ortak çalışmasıdır. Bunlar hayatı büyük ölçüde okumak, öğrenmek, tefekkür ve bunları paylaşmak üzerine inşa edilmiş olan Kitapkurdu (Kebikeç);  film dediğinizde gözü başka bir şey görmeyen ‘7. Sanat’ delisi Sinefil ve belli bir kalitede olmak kaydıyla klasikten moderne ve post-moderne, dini-sufi musikiden ladini ezgilere, ethno-music’ten World music’e değin kaliteli bütün ses, tını, armoni ve frekanslara tutkun olan AudioManiac’tır.

Kitap Kurdu (Kebikeç) der ki Herkesin elinde Dan Brown’ın romanlarının, ‘Da vinci şifresi’yle ‘Melekler ve Şeytanlar’ın ya da Soner Yalçın’ın tartışmalı araştırması ‘Efendi’nin görüldüğü şu yaz sonunda size ilk olarak en moda, en popüler kitapları önermeyeceğim. Bunun yerine, kütüphanenizde sürekli bulunduracağınız, dönem dönem yeniden okumak ihtiyacı duyacağınız kitaplardan oluşan bir seçki yapacağım.
Edebiyatla, romanla başlayayım. İlk önerim ‘Yer altından notlar’. Dostoyevsky’nin insan ruhunu derinlemesine otopsi masasına yatıran bu benzersiz kitabını çoğunuzun okuduğunu biliyorum. Buna karşın, eğer şimdiye değin almadıysanız, İletişim Yayınlarından çıkan baskısını katın kitaplığınıza ve altını çizerek bir kez daha okuyun derim.  Bu aralar ben böyle yapıyorum. Doğan Kitapçılık’ın bastığı Iain Pears’ın yazdığı ‘Kesişme Noktası’, Pearl S. Buck’un yazdığı ve İthaki Yayınları’ndan çıkan ‘Dante Kulübü ve Literatür Yayıncılığın tarihi romanlar dizisinde yayınlanan ‘İmprimatur’ bugün  edebiyat bağlamdaki diğer önerilerim. Tarihi roman adı altında piyasaya sürülen onca abuk sabuklukla karşılaştırılamayacak bir kaliteye, entelektüel arka plana ve edebi değere sahip olan bu üç romanın okuruna kazandıracağı çeşitli katmanlara dağılmış olan bilgileri, dünyayı anlamlandırmakta yeni imkanlar sağlayan farklı açılımları-perspektifleri ve felsefi zenginlikleri her kitap kurdunun nüfuz etmesi ve bilgi dağarcığına eklemesi şart olan hususlardan olsa gerek.
Araştırma, spesifik olarak da İnsani bilimler sahalarına dair ilk önerim İletişim yayınlarından çıkan ‘İslamcılık’ derlemesi. ‘Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce’ serisinin 6. cildi olan kitap Yasin Aktay’ın editörlüğünde ortaya çıkan ansiklopedik bir çalışma.  Özellikle 11 Eylül 2001’den sonra dünya siyaset sahnesindeki ağırlığını giderek arttıran bir ‘entite’ haline gelen İslamcılık’ı pek çok yönüyle kuşatma gayreti içinde olan derinlikli ve etkileyici bir çalışma bu. İletişim Yayınlarının bu diziden çıkardığı diğer kapsamlı ve kışkırtıcı kitaplara gelecek yazılarımda değineceğim.
İnsani bilimlerden doğal bilimlere geçiyor ve son günlerin en moda kavramlarından olan Kuantum Teorisine bağlıyorum sözü. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in tanıttığı ve bakanlığının en üst düzey bürokratlarından Ziya Selçuk’un detaylandırdığı ‘Eğitim Reformu’ gündemimize, kelimenin gerçek anlamında ‘bomba gibi düştü!’ Eğitimin bütün sıkıntılarımızın çözümünü sağlayacak sihirli bir anahtar vazifesi göreceğine inanan Türkiye toplumsal formasyonun unsurları, bu alanda devrimci nitelikte bir değişim-dönüşüm yaşanacağını, üstüne üstlük bunun bir de Kuantum Paradigması gibi çok da bilinmeyen-tanınmayan bir bağlamda gerçekleştirileceğini öğrendiğinde zincirlerinden boşanmışçasına görüş serdetmeye, ‘öteki’ni aydınlatmaya başladı! Bu yüzden de, yazılı ve görüntülü basında bu konuya dair yorum yapmayan yazar, akademisyen, politikacı, gazeteci kalmadı desem doğru olur. Bütün bu görüş beyan etmeler ve tartışmalar sırasında, inanın bana, çok büyük sıkıntılar yaşadığımı itiraf ediyorum. Neden mi? Çünkü neredeyse a’dan z’ye herkes kuantum teorisine dair yanlış şeyler söylüyordu. İlginç olan şey, ülkenin teorik fizikçilerinin Kuantum Teorisinin katledilmesi karşısında takındıkları o sessiz tavırdı. İşte muhterem okurum, bu yüzden, bu yazımda bahsedeceğim doğal bilim kitaplarının ilki Ian Marshall ve Danah Zohar  tarafından yazılan ve Gelenek Yayıncılık Alternatif Bilim serisinden çıkan ‘Kim Korkar Schrödinger’in kedisinden’ olacak. ‘A’dan Z’ye yeni bilimin kılavuzu’ alt başlığını taşıyan kitap kuantum teorisini merak eden, ancak şimdiye kadar bir türlü bu aleme nüfuz etmesine yardımcı olacak elverişli araçlara kavuşamamış olan okurlar için kelimenin tam manasıyla biçilmiş bir kaftan niteliğinde. Bu kitabı layığıyla okuduğunuzda, o ‘anlı-şanlı’ ‘kanaat önderleri’nin kuantum teorisi hakkında nasıl olup da nerdeyse hiçbir şey bilmeden ahkam kestiklerini anlayacak, önce gülecek, ardından da bilimin bu denli hoyratça zedelenmesi yüzünden içine düştüğümü söylediğim sıkıntının bir benzerine duçar olacaksınız. Pozitif Bilimlere dair ikinci önerim Timaş Yayınlarının bastığı ‘Isaac Newton ve elması’. Kjartan Poskit (evet, haklısınız, yazarın çok değişik bir ismi var doğrusu)’in yazdığı kitap benim için tam bir sürpriz oldu. Yayınevinin 12-15 yaş arası çocuklar için oluşturduğu ‘Eğlenceli Bilgi’ serisinden olan kitap konunun profesyonelleri için bile sürprizler içeren tam bir işaret fişeği mahiyetinde. Çoluk çocuk maaile okunacak cinsten bir kitap anlayacağınız. Bitirdiğinizde, son derece de çetrefilli bir konunun nasıl özünü kaybetmeden vulgarize edilebileceğini anlıyorsunuz. Kitap önerilerim şimdilik bu kadar. Kitapkurdu (Kebikeç) sizi terk etmesin, günleriniz okuyarak, tefekkürle ve okuduklarınız temelinde geliştireceğiniz derinlemesine muhabbetlerle bezeli olsun.

Sinefil’in tercihi
İngiliz Guardian gazetesinin çeşitli ülkelerden 56 bilim adamına danışarak oluşturduğu ‘En iyi on bilimkurgu filmi’ listesinin başında Ridley Scott’un  ‘Blade Runner (‘Bıçak Sırtı)ın yer alması tartışmalara yol açtı. Bir çok sinema tutkunu, listede ikinci sırada yer alan ‘2001: a Space Odyssey’e haksızlık yapıldığını ileri sürdü. Sinema tarihinin bu ölümsüz filmlerinden bahsetmişken bir hissiyatımı da sizlerle paylaşayım diyorum. Nedendir bilemiyorum, son zamanlarda gösterime giren yerli-yabancı hiçbir film beni mutlu etmiyor. Bu yüzden de film tutkumu arşivime kattığım sinema tarihinin ölümsüz başyapıtlarını defalarca izleyerek doyurmaya çalışıyorum. Ha, unutmadan, cnbc-e ve kanal-8 gibi tv kanallarının gösterdiği filmleri de elimden geldiğince izlemeye, ve hatta imkanım varsa kaydetmeye çalışıyorum. Sinefil’in köşesinde sizlere önerim  öncelikle dvd, bunun mümkün olamadığı koşullarda da  vcd formatında filmlerin satıldığı ortamlarda sık sık keşif yapmanız ve favori filmlerinizden oluşan bir arşiv oluşturmanızdır. Bundan sonra yapılacak iş, sizi hayal kırıklığına sevk eden her sinema deneyiminizden sonra, evinize (evim evim güzel evim!), kalenize dönmeniz ve film evreninin büyülü semalarında uçmanızı sağlayacak usta işi bir başyapıtı bir daha izlemektir. Bu sohbetimizden sonra ben, ilkin Guardian’a inat Stanley Kubrick’in başyapıtını, ‘2001: a Space Odyssey’i bir kez daha izleyeceğim. Sonra da, Guardian’ın listesine iltifat edip ‘Blade Runner’la kendime çektiğim bu bilimkurgu ziyafetini taçlandıracağım. Yani dostlar, Sinefil’in tercihi klasiklerden şaşmamak olacak. Gelecek buluşmamızda sinema tarihinin ölümsüz ‘kordela’larına dair yeni önerilerim olacak efendim. Sizlere baş yapıtları izlemekle geçen bir ömür diliyorum.

AudioManiac’ın discografyası
Kıymetli dostlar, Kırkambar bölümünü paylaştığımız Kebikeç ve Sinefil’le aynı mantalitede olduğumu söylersem müziğe dair anlayışlarımın ipuçlarını vermiş olurum sanırım. Biz üçümüz de piyasa işine, reytinge, tiraja, vitrine, çok satana meyletmeyen bir damardan geliyoruz. Ha, yanlış anlaşılmasın, çok satana karşı değiliz. Yeter ki kaliteli olsun, her şey makbuldür bize göre, dinleriz, izleriz, okuruz. Yeter ki ruhumuzu yüceltsin, beynimizi işletsin, gönül gözümüzü açsın, her şey kabulümüzdür. Evet, bu ilk sohbetimizde hemen sizlere mini bir liste öneriyorum: Birol Yayla ve Şenol Filiz’den ‘Bab-ı Esrar’, King Crimson’dan ‘İn The  Court of Crimson King’, Jean Michel Jarre’dan ‘Oxygen’, Ahmet Sinan Hatipoğlu’ndan ‘Musiki’, Chuck Mangione’den ‘Children of Sanchez’. Eğer bu eserler yoksa arşivinizde, ne yapın edin edinin ve dinleyin derim dostlarım, kaliteli ve bol müzikli günler diliyorum.

* Daha önce Hedef Sağlık dergisi ve http://www.tahinpekmez.org/ 'ta yayınlandı.