evet, ben vicdansız bir hayvanım ve de insafsız bir canavar!



hakkaten öyle be!
bazan öyle şeyler yapıyorum ki, o an kendi kendime: 'sen vicdansız bir hayvansın. yok yok, hayvanlara hakaret etmiş olmim, sen vicdanı kararmış bir canavarsın (aslında bu durumda da canavarları harcıyorum
ama, bunu da yapmazsam kendimi harcarken kullanacağım uygun küfrü nasıl bulurum, doğrusu bunu da bir türlü kestiremiyorum), işte o kadar!' diye sinkaf ediyorum.
cumartesi bu kabil angutluklarımdan birisini daha yaptım. kaynanamla (80 yaşında bir 'cumhuriyet kızı'dır kendisi, üstelik almanya'da 8 yıl mütehassıslık yapmış bir kbb cerrahıdır) sohbetimiz ikimizin de yükselen agresyon katsayılarımız yüzünden yine o bildik sidik yarışına dönüşüverdi ve ben de, muhatabımın yaşını başını unutup, sıkı akp ve de ergenekon davası karşıtı laikçi kadıncağıza, belki de biraz damarına basmak için, 'ergenekon tutuklularından ensesi kalın olanlar sıhhi nedenlerle hapishane dışına çıkmayı başardılar; içerde şu an davanın fakir fukarası ile garip gureba taifesi kaldı. türkan hoca da söylendiği kadar hasta olsaydı şimdiye çoktan ölmüş olurdu!' gibisinden kahvehane tarzı fikirler serdediverdim.
çok değil 2 gün sonra bu sabah, türkan hoca, şu satırlarını okuduğunuz süzme sığırın, şu su katılmadık malağın, vicdanını şüphecilik zehirinin kararttığı şu insafsız hayvanın, izanı bulanmış şu canavar siretli- insan suretli mahlukun o sorumsuz beyanını tekzip etmek istercesine Hakk'ın rahmetine kavuşuvermesin mi?!?
yaptığım o ölçüsüz ve saygısız gıybetten dolayı nasıl üzüldüğümü, nasıl sıkıldığımı, nasıl bunaldığımı anlatamam sizlere.
hayır, bilenler bilir, esasen Allah korkusu olan birisiyimdir; çoğunlukla da gıybette ölçüyü kaçırmamaya çalışır, dedikoduyu dozunda bırakır, ithamı insafla kelepçelerim, lakin ne olduysa o cumartesi o herzeleri yiyiverdim işte, söyledim o vicdansız lafları, insafsız ithamları ve hem 'hocam'ı (kaynanama hocam derim ben) üzdüm ve hem de türkan hoca'ya karşı borçlu kaldım.
şimdi ne yapmalı da kendimi affettirmeliyim, bilemiyorum doğrusu.
yarın hoca için yapılacak törenlere başından itibaren katılsam, tabutuna omuz vermeye çalışsam, mezarına bir avuç toprak da ben atsam affedilir mi acaba yaptığım o seviyesiz laf sokuşturma denemem, bilemiyorum.
yok yok, bu vicdani yükten, işlediğim bu suçun kefaretinden bu denli kolay kurtulacağıma hiç ama hiç ihtimal vermiyorum. belki, hoca'nın vasiyetine binaen birkaç kız çocuğunu da ben okutsam Allah affeder yaptığım o canavarlığı, kim bilir?
ya Allah affederken türkan hoca o en büyük hesaplaşmada, o malum Makam'da, Mahkeme-i Kübra'da yakama yapışır ve 'şimdi hesaplaşma zamanı, hadi bakalım, öde benim kul hakkımı!' deyiverirse ne yaparım ben? 
neyse, lafı uzattım gene, faynıli, bütün bunlara karşı ne yapabilirim diye bir swot analizi yaptım ve de bir yol haritası saptayıverdim hemencik.
işte mezkur svotınalayzıs neticinde oluşan o yol haritam:
1 - hoca için yapılan törenlere, hem de ‘en üst seviyede’ katılınacak,
2 - hocanın vasiyeti muvacehesinde ve de mücrimim (ben olmuş oluyorum) gücü nisbetinde yoksul kız çocuklarının okumasına katkı verilmeye çalışılacak,
3 - bundan böyle girilen ego şişmesi, entellektüel teşhircilik, benlik patlaması nöbetleri sırasında insanların suratlarına ya da onların gıyaplarına vicdansız, insafsız ve izansız isnatlarda bulunulmaktan mümkün mertebe kaçınılacak,
4 - ve de sık sık 'Allah'ım, sen beni bundan kelli bu kabil vicdansız yaklaşımlardan nolursun uzak ve de ırak tut, amin!' şeklinde dualar edilecek. 
Ne diyim, inşallah işe yarar!

lan olum, bu da kıyamet alameti değilse, nedir peki?


yok yok, ben artık iyice kani oldum değerli tp* camiası, bu gidişler hayırlı gidişler değil, hiç ama hiç değil!

baksanıza son zamanlarda başımıza gelenlere: ekonomik kriz, domuz gribi derken şimdi de bu menhus, bu demonic facia vuku buldu!
freko** istediği kadar bana çöreklendiği posttan kostaklanıp 'tırsmayınız, tırstırmayınız arkadaşım!' desin, bütün bunlardan sonra, özellikle de bu aşağıda aktaracağım hadisenin ardından imkanı yok yatışamam, rahatlayamam, sakinleşemem!
kusura bakma freko tırsıtım abicim, hem de fena, tırstım; lütfen sen de tırs acık, olmaz mı?
ya, Allahaşkına söyler misiniz bana, bütün bu olan bitenlerden sonra, hele de dün ajanslara düşen rusya menşeyli o dehşet verici haberi de öğrendikten sonra nasıl tırsmamamı, nasıl sakin olmamı beklersiniz ki benden?!? 
kuşkusuz komünitinin kısm-ı azamasi, yani bolşetsvo'su haberdardır, lakin bilmeyen bi avuç menşestvo için özetliyim beni alarme eden o son olayı.

birkaç gün önce rusya'da doğan bir bebek 'dakka 1, gol 1' hesabı doktor daha kıçını şaplaklama operasyonunu tamamlayamadan, 'lan lavuk, çek elini oramdan, sen beni şörölöf mü yapacaksın?' deyivermiş. anında hücceten gidiveren doktorun düşürdüğü bu demionic yaratık, usta bir amatör kaleci olan babasının son anda yaptığı bir plonjonla yere çarpmasına ramak kalmışken kurtarılmış.
baba, yaşadıklarının şokunu henüz atlatamamışken, doğumhaneyi hemşirenin çığlığı kaplayıvermesin mi?
ne mi olmuş, ne mi olmuş?
daha soruyor musunuz, şeytan bedenlendi işte, artık her bi bok beklenir bu günlerde.
herif, daha birkaç saatlik olan yeni doğanı kast ediyorum, babasının kucağındayken ani bir hareketle kendisine şaşkınlıklar içinde bakan hemşirenin göğüslerine saldırmış ve çapkın bir edayla gözlerini süzerek 'bebek, söle bakim, mesain kaçta bitiyor senin?' deyivermiş. tabii hemşire de o an şakkadanak bayılarak, biraz önce korkudan beyin kanaması, kalp krizi ve akciğer yetmezliği geçirerek zemine yayılan zavallı doktorun üstüne yığılıvermiş. ve hemen ardından bu veledin kendisine korku, endişe ve panikle bakan babasına yumurtladığı herzelere bakar mısınız: 'ya hocam, senin hatların da beni hiç andırmıyor be! şişt annecik, beni kimden peydahladın ha, benim cici yosmacığım!'.
lafın burasında ayrıntıları daha fazla uzatmanın manalı olmadığını düşünüyorum. ajanslara düşen haberlerden yaptığım bu kadarcık alıntı bile vaziyetimizin ne denli vahim, durumumuzun ne kadar korkunç ve de istikbalimizin ne ölçüde alarme edici olduğu hakkında yeterli kanaat oluşturmaktadır umarım sizlerde.
evet, ben tam manasıyla aydınladım ve de manzarayı (dilini eşşek arısı sokasıca amerikanofillerin deyişiyle, 'büyük resmi') gördüm arkadaşlar, o da şudur: biliniz ki kıyamete çok az kalmıştır, bütün bu olanları başka türlü tevilinin ve tefsirin imkanı da yoktur!
şimdi bana 'peki zahir, anlaşıldı tırsak arkadaş, emeline nail oldun, bizim ruhlarımızı da kendi düşmüş ruhun gibi vesveselerin koyu kara gayya kuyularına terkediverdin. öyleyse oldu olacak bu saatten sonra ne yapmamız gerektiğini de söyleyiver bakalım bize.' diyen o güzel seslerinizi aha da buralardan, bakırköydeki o umarsız vak'aların kapatıldığı tecrit hücremden duyuyorum.
duyuyor ve sizlere, siz caaanım cemaat azalarıma bu ahir zamanda son bir kıyak yapıyorum.
işte kıyamet arefesindeki gaafiller için tecrite kapatıldığım şu son günlerde yazdığım 'kıyamet yolculuğu 101'in canalıcı hususları:
1***iş gücü bırakın! artık bu saatten sonra para kazanmak yok, zira dünyada yeterinden çok para var. gidin ve ihtiyacınız olanı alın.
2***doktor reçeteleri, rejimler, ilkeler, kurallar, kısıtlar, hudutlar, limitler, kayıtlar şu an itibarıyla battaldır. herbikes artıkın canının çektiği herbişeyi yapmak, herbiboku yemek, her sıvıyı içmek, her bi yerde çimmek ve de herbikesi çükmek hususlarında tamamıyla müstakildir, hürdür, serbesttir.
3***bu dediklerimi burasına kadar okuyanlarınız varsa şayet, işte o zaman da diyorum ki:
lan hastane müdürüne sesleniyorum burdan, lan müdüüüüür, müdüüüüüür, lan lavuk asabiyeci, beni tıktın da buralara, niye bu zırvalıkları okuyanları elleri kolları serbest dışarda bırakıyosun, ha, neden?

canlarım, sevgili apocalipsseyahatin talihsiz seyyahları, koridordan bi tıkırtılar geliyor. blekböri'mi eşşek yükü rüşvet karşılığı hücreme sokan ve de kolları arkadan bağlı gömleğimi çözen o zebellah gibi hastabakıcının verdiği süre doldu sanırım. inşallah en kısa zamanda, tabi yine rüşvet vererek alabilirsem donanımı, haberleşicez canlarım, hadi bana bay!

*bu yazı ilk olarak http://www.tahinpekmez.org/ sitesinde yayınlanmıştı.
** freko, yukarıdaki sitenin administrator'ıdır.

bu haber doğruysa b.k'u yediğimizin resmidir desek yeridir *

dün vatan'da ilginç bir haber vardı.
haberin ilginçliği muhtevası kadar, bana göre yer aldığı mecra ile olan uyumsuzluğundan da kaynaklamaktaydı.
efenim, dünyanın muteber tıp merkezlerinden birisinde insanların beyin mr'ları çekilmiş. bu mr'lar sigara içen; sigara ve içki içen; sigara, içki ve kahve içen; bunların hiçbirisini içmeyen ve nihayet alzheimer'lı insanlara aitmiş.

aslında haber gazetenin foto-galeri kısmındaydı ve haliyle de büyük ölçüde bahis konusu mr'ların görüntülerinden oluşmaktaydı.
bilmekteyim ki benim canım komünitimin keyifperver azaları mezkur keyif verici maddelerle pek bi içli dışlıdırlar. yine bilmekteyim ki mezkur azalar fevkalade hassas halet-i ruhiyelere maliktirler. işte bu bilmekliklerimin bende husule getirdiği derin farkındalıklar yüzündendir ki, vakt-i kerahate ve akşam yemeğine doğru ilerlediğimiz şu sularda, hassasiyet eşikleri tp cematine göre çok daha düşük olan  yurdumun avarage insanlarının bile midelerini kaldırabilecek evsaftaki bu görüntüleri sizlerle paylaşamıyorum efenim.

sadece çok kısacık, bir bukletçik şifahi izahatla yetinicem:
efenim, bu keyif bahşeden maddelerin hiçbirisini kullanmayanların, bir zaviyeden bakıldığında 'otçul takılanlar'ın beyni zımba gibi imiş. sigara içenlerde ise dejeneratif bölgeler peydahlanmış, yani ölen ve yerini ne yazık ki yenilerinin alamadığı 'arızalı seksiyonlar' oluşmuş. kolaylıkla tahmin edilebileceği üzere, sigara ve kahve içenlerde bu tahribat daha fazla imiş. şimdi sıkı durun: sigara, kahve ve alkole olan muhabbeti bunları her gün tüketmek düzeyinde olan eşhasın beyni ne yazık ki alzheimer hastalarınki ile aynı kıvamda imiş. yani, bu keyif vericilerin müptelalarının beyinleri beyin kanseri olarak da anılan alzheimer hastalarınki ile aynı vahim resmi vermekte imiş. anlayacağınız, keyifperver arkadaşların beyinleri ya tam anlamıyla turşu olmuş, ya da turşu olmak yolunda emin adımlarla ilerlemekte imiş.
ben tıbbi araştırmayı yapanların ve de bunu aktaranların yalancısıyım efenim.
haberi okuyunca, daha doğrusu görselleri izleyince birden 'acaba ben vakit gazetesinin sitesindeyim? diye düşünmedim değil. zira bu kabil haberleri ya vakit, ya zaman, ya da türkiye yapar.
vakit ya da ona muadil bir başka mecranın (gerçi yurdum medyasında vakit nam mevkuteye muadil bir başka ceride, ya da site, ya da kanal var mıdır, olabilir mi, bundan da emin değilim ya, neyse) bu kabil haberlerini 'ideolojik yaklaşıyorlar, tıbbi araştırmayı çarpıtıyorlar, bunlar zaten yeminli alkol düşmanı' felan diyerek savuşturmak ve de mevzubahis keyif vericilerle olan münasebetimizi istikbale taşımak pek kolaydır kuşkusuz.
lakin, yaptığım kontrolle gördüm ki, heyhat, vakit'te değil hakikaten, vatanımda, vatan'dayım!
işte şimdi yazımın girişindeki 'haberin ilginçliği muhtevası kadar, bana göre yer aldığı mecra ile olan uyumsuzluğundan da kaynaklamaktaydı' tespitimi gerekçelendirmeye geldi.
söyler misiniz bana Allah aşkına, bu gazetenin, vatan'ın sahibinden genel yayın yönetmenine, yazarından muhabirine kadar olan bütün bir entellektüel kadrosu içinde bu maddelerin tamamıyla arası kötü olan birisini bulmak mümkün müdür acaba?

Allah Allah, bu işte bir iş var, ama ne?
haber esas olarak fotoğraflardan oluştuğu için detay yoktu, bu da yorum yapmayı güçleştiren bir durum hiç kuşkusuz.
hipokrat'ın geçerliliğini hala koruyan o tadına doyulmaz tıbbi aforizmalarından birisini, tam yerine denk geldiğinden, mealen alıyorum buraya: herşey zehirler, önemli olan miktardır.
haberi yapanlar bu keyif vericilerin ne miktarda kullanımının tehdit ve tehlike oluşturduğunu ne yazık ki belirtmemişler.
sigarada bu miktar hiç kuşku yok ki akla gelecek en alt sınırdır, yani günden tek dal bile zararlıdır, eyvallah.
lakin, içki ve hele de kahve de durum bundan farklı olmalıdır, öyle değil mi?
yani, günde 1 kadeh kaliteli kırmızı şarap, ya da bir parmak fransız konyak, ya da bir parmak skoç viski de mi beynimizi hoşaf etmektedir, bunu mu ima ve iddia etmektedir bu haber?
ve hele de çoğumuzun içmeden güne, çalışmaya, hatta düşünmeye bile başlayamadığımız o misler kıvamındaki aromalı filtreli kahveler, o canım türk kahvesi, o otantik expressolar ve de capuçinolar (kararında bırakıldıkları ve mesela günde iki fincanı aşmadıklarında)da mı beynimizi hoşaf etmektedirler, bunu mu ima ve iddia etmektedir bu haber?
ben doğrusu epeydir haberleri okurken ve izlerken, özellikle de bunlar yandaşlık ve tarafgirlik hususlarında kabarık bir kötü sicile sahip mecralarda iseler 'bu bir manüplasyon olabilir mi? bu haber neyi örtüyor, neyi gizliyor? birilerini köşeye mi sıkıştırmak istiyorlar? acaba reklam alamadılar da ondan mı bu haber oluştu? nereye, kime, hangi mahfile selam sarkıtıyor ya da hangi çevreleri tehdit ediyorlar?' gibi rezervlerin eşliğinde yapmaktayım bunu. diyelim ki bu seferde böyle oldu ve vatan bu haberi mesela kahve, mesela alkollü içecekler, mesela sigara sektörlerini hizaya getirmek için yaptı, eğer öyle ise korkacak bir şey yok, en azından bu keyif vericilere yukarıda değindiğim çerçevede yaklaşırız, yani sigaraya bye by, deriz, alkol ve kahveyi ise kararında bırakırız, olur biter.
yok, şayet sadece sigaranın değil, alkolün ve hele de kahvenin bile makul miktarlarda mesela gurmelik ve tadımlık nispetlerde tüketilmeleri durumunda dahi mezkur haberin ima ve iddia ettiği üzere 'beynimizin hoşaf olması, gri hücrelerimizin bir nev'i 'serebral vaginalis'e uğramaları ve de akıbetimizin beyin kanseri denen alzheimer tablosuna doğru adım adım ilerlemesi hakikatse, napçaz o zaman ?!?
bu haber doğruysa bok'u yediğimizin resmidir desek yeridir.


* öyle ümid ediyorum ki, başlık ve yazıdaki b.k'a takan çıkmayacaktır, freko bile bu hususta soğukkanlılığını muhafaza etmeyi becerecektir. şayet buna laf eden olursa, memleketin en mutena, en müstesna, en tutucu ve en steril kültür ve sanat dergisinde çıkan ve b.k. temelli olan şiiri ona anımsatırım efenim. anlayacağınız dünya çok değişti, şimdi ana akım mecralarda bile artık insanlar kemal-i afiyetle ve de ciddiyetle ve dahi sebatla feçes temelli san'at yapabiliyorlar efenim. ancak ben yine de, sizlerin muhtemel hassasiyetlernizi gözeterek, bu kavramı olabildiğince, 'peçeli', mümkün mertebe müeddep ve de elimden geldiğince şifreli yazdım, umarım tatminkar bulunur bu gayretlerim.

galatasaraylıları sevindirecek, özellikle de ali şen'i üzecek bir haber

ali şen bu habere kahrolacak!

ali şen bu habere kahrolacak.
lakin elimizden gelen birşey de yoktur.
zira araştırma alanının en muteber kurumlarınca yapılmıştır, bize de bunun sonuçlarına katlanmak kalmıştır.
şimdi gelin ali şen ve gönüldaşlarını kedere gark edecek olan o 'menhus' hakikatı paylaşıverelim:
'Takım taraftarlarının dağılımı' araştırmasına göre, Türkiye'de en çok taraftar Galatasaray'da.
Aylık pazarlama iletişimi dergisi MediaCat, Mayıs 2009 sayısında TGI işbirliğiyle futbol taraftarlarının tüketici olarak profilini çıkardı.
En genç taraftar kitlesi, taraftar gruplarının eğitim durumları ve takım taraftarlarının dağılımına yönelik yapılan araştırmada ilginç sonuçlar çıktı. Araştırmaya göre Türkiye'de en çok taraftar Galatasaray'da.
Bir takım tuttuğunu söyleyen 15 yaş üstü kitlenin tuttuğu takımlara göre dağılımı şu şekilde:
Dosya:/dosya/icerik/090505-065617-sesa.jpg
Araştırmaya göre, Aralık 2008 itibariyle en fazla taraftar Galatasaray'da. Bir takım taraftarı olduğunu söyleyenlerin yüzde 39,70'si Galatasaraylı. Galatasaraylılar'ı yüzde 32,40'lık oranıyla Fenerbahçeliler takip ediyor. Beşiktaşlılar'ın oranı yüzde 18 olurken, Trabzonspor taraftarı olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 3,9'da kaldı. Beşinci sırada yüzde 1,45'lik oranla Bursaspor taraftarları bulunuyor. 'Diğer' takım taraftarları kitlenin yüzde 4,55'ini oluşturuyor.

Taraftarlar yaş gruplarına göre incelendiğinde, en genç taraftar kitlesi olarak yine Galatasaray taraftarları çoğunluğu oluşturuyor. Galatasaray'ı desteklediğini söyleyenlerin yüzde 22,20'si 15-20 yaş aralığında. Beşiktaş taraftarları arasında en kalabalık yaş grubu 25-34, Fenerbahçelile'rin yüzde 22,70'i 35-44 yaş aralığında.
'Üç büyükler'in taraftarlarının eğitim durumlarına göre yapılan araştırmada Fenerbahçeliler'in yüzde 39,30'u lise ya da daha üst eğitim düzeyinde. Beşiktaşlılar'da bu oran yüzde 37,50, Galatasaraylılar'da 37,06 olarak ortaya çıkıyor.
İHA, 5 mayıs 2010

domuz gribi uygarlığımızın, hatta insanlığın sonunu getirebilir!

1***1918 - 1919 İspanyol Gribi ışığında, Domuz Gribi pandemisinin olası sonuçları neler olabilir?  

Gelecek günlerin bize yaşamakta olduğumuz domuz gribi pandemisi (1) bağlamında neler hazırlayabileceğini kestirebilmek için gelin şimdi biraz epidemiyoloji (salgın hastalıklar bilimi) tarihininin en önemli vak’alarından birisi, belki de birincisi olan İspanyol Gribine bakalım.
1918 – 1919’daki İspanyol Gribi resmi kayıtlara göre 20 milyon, gayrı resmi rakamlara göre ise 50 milyon insanın ölümüne neden olmuştu. 1918’de dünya nüfusu kabaca 1.8 milyardı. Kayıtlar ve bunların üzerinden yapılan tahminler bunun yaklaşık 1 milyarının enfekte olduğunu; enfekte olanların da kabaca % 5’inin öldüğünü söylemekte. Şu an yaşamakta olduğumuz salgın şayet İspanyol Gribi kadar epidemik (yayılmacı, bulaşıcı) ve öldürücü ise (dünya nüfusu halihazırda 6.8 milyar olduğuna gore) ilerleyen süreçte toplam 3.4 milyar kişinin enfekte olması ve bunun da (% 5 mortalite = ölüm oranından hareketle)170 milyonunun ölmesi istatistiki olarak beklenmelidir.
Salgının ve yol açacağı zararların üzerinde tıbbın ve iletişimin ilerlemesi ve devletin toplum üzerindeki gözetim ve kontrolünün artması gibi müsbet etki yapabilecek unsurlarla ticaret, ulaşım ve turizmin anormal boyutlara erişmesi gibi menfi etki yapabilecek faktörleri de hesaba ve denkleme kattığımızda, olası bir pandeminin 200 – 300 milyon ölüme neden olması hiç de zor gözükmemekte.
1918 - 19 salgınında en büyük kayıp 12 - 15 milyonla Hindistan'a aitti. Bu salgında sadece 500,000 civarında ölü vererek pandemiyi orta karar bir kayıpla atlatan İspanya'nın neden bu gribe ismini verdiğine gelince...İspanya ne gribin ortaya çıktığı ülke (salgın ABD'de askeri birliklerde başladı), ne de en çok kayıp veren coğrafyaydı. İspanya'nın 1. dünya savaşına katılmamıştı. Bu yüzden de diğer ülkeler hastalık kayıplarını sansür ederek büyük ölçüde ulusal ve uluslararası kamuoyundan saklarken İspanya kayıplarını günü gününe ve sansürsüz olarak açıkladı. Ve yine bu yüzden, 1.5 yıl boyunca bütün ülkelerin açıkladıkları kayıp raporları arasında İspanya'nınkiler hep en yüksek ölüm oranlarını ve miktarlarını içermekteydi. Gribe İspanyol Gribi denmesinin nedeni buydu.
 
1918-19 kıvamındaki-şiddetindeki olası bir grip salgınının Türkiye'deki muhtemel tesirlerine gelince, 35 - 40 milyon hasta ve kabaca 1.8 - 2 milyon civarında ölümlü vak'a demektir bu. Benzer simülasyonu İstanbul için çalıştırdığımızda, 6 - 7 milyon hastaya ve 3 - 3.5 milyon ölümlü vak'aya erişiyoruz.
Ve nihayet aynı metotla salgının tahinpekmez cemaati üzerindeki yıkıcı tesirlerine dair projeksiyonun sonuçları da şöyle oluyor: 300 kişilik tp ailesinin yarısı enfekte olacak, bunun da % 5'i, yani 8 kadarı hayatını kaybedecek. Pandemiyi müsbet-menfi etkileyen unsurları da denkleme-projeksiyona kattığımızda, bu kaybın 10 - 12 kişiye kadar çıkması beklenmelidir. Anlayacağınız işin hiç şakaya gelir yanı yok, durumlar çok ciddi ve bir o kadar da vahimdir.

Salgının küresel ölçekte 200 – 300 milyon ölüme neden olabileceğini 1918 - 19 salgınıyla analoji oluşturarak hesaplamıştık. Tabii bu kayıp aklın, havsalanın alabileceği bir kayıp değildir. İnsan kaybının yanısıra, bunun yol açacağı ekonomik yıkım da işin cabası olacaktır. Böylesi bir tablo, yaşamakta olduğumuz krizle birleşince negatif sinerji yaratacak ve uygarlığı çökertecektir. Insanlığın bunun altından kalkabilmesi ise ancak küresel bir totaliter yönetimin dünya çapında ipleri eline almasıyla mümkün olacaktır. Şimdi 'zurnanın zırt dediği' yerdeyiz dostlarım.
Böylesi bir 'worst case scenario' sakın çok büyük bir tezgah, bir komplo ve insanlık tarihinin en büyük conspiricy'si olmasın?!?
Bütün bu olanlar sakın ABD’nin egemenliğinde bir dünya devletinin kurulmasına zemin hazırlamak için tezgahlanmış olmasın? ‘Ama salgın Meksika’da başladı ve hemen ardından da ABD’yi vurdu. Bu salgın Amerikan komplosu olsa Rusya ya da Çin’de patlak vermesi gerekmez miydi?’ diyen seslerinizi buradan duyuyorum değerli dostlarım.
Ancak ne yazık ki yanılıyorsunuz.
Salgın Amerikan menşeyli olduğu için Amerika’ya da zarar vermeli, hem de öyle böyle değil, ciddi manada vermeli. Vermeli ki ki, salgının bir evresinde ABD küresel şerif olarak sahneye çıkıp ipleri eline aldığında ve küresel totaliter hükümranlığını ilan ettiğinde 'meşru zemin'de olsun ve insanlıktan da buna ciddi itirazlar gelmesin.
Anlayacağınız, bu salgının ABD komplosu olması olasılığı yabana atılamayacak denli yüksektir.   

2***Domuz gribi ve ekonomik kriz birlikte ilerlerse ne olur? ‘Ekonomik krizde dip görüldü mü?’ tartışmaları sürerken patlayan grip salgını doğrusu insanlık açısından tam bir talihsizliktir. Eğer bu grip salgını hızını arttırırsa ekonomik kriz daha da derinleşecektir. Derinleşen ekonomik kriz ve pandemiye dönüşen griple aynı anda başa çıkmak gerçekten çok zor olacaktır. Kriz derinleşirse grip salgını büyüyebilir, büyüyen grip salgını dönüp ekonomik krizi daha da derinleştirebilir, derinleşen ekonomik kriz grip salgınını daha da azdırabilir ve bu sarmal kendisini besleyerek uygarlığımızın ve hatta giderek de insanlığının yok olduğu bir noktaya dahi taşıyabilir dünyayı. 

3***Grip Türkiye’yi ‘teğet geçer mi?
 ‘Bize bir şey olmaz, biz domuz eti yemiyoruz’ diyen ahmaklara inanmayın, zira bu grip insandan insana bulaşıyor. Küreselleşen ve küçük bir köye dönüşen dünyada turizm ve ticaret salgın hastalıkların pandemiye dönüşmesindeki en önemli etkenlerdir.
Ülkemiz de dünyanın turizm merkezlerindendir.
Küresel ekonomik krizin yaralarını sarabilecek bir alternatif olarak turizmden beklentileri çok yüksek olan Türkiye için bu grip salgını bu yüzden çok ama çok büyük talihsizlik oldu. Turist gelse hastalık taşıyabilir, gelmese döviz açığı olacak, anlayacağınız tam bir ‘iki ucu boklu değnek’ durumuyla karşı karşıyayız.
Keşke aksini söyleyebilseydim, ancak entelektüel namusum şu uyarıyı yapmaya icbar ediyor beni:
Salgın pandemik mahiyet aldığında bizi de teğet geçmeyecektir. Teğet geçmek ne kelime, canımıza okuyacaktır!  

4***Grip komplo olabilir mi?
 Hatırlayacaksınız, 2000’li yılların başında Çin ve diğer Uzakdoğu Asya ülkelerinde SARS ve Kuş Gribi salgınları olmuştu. Bunların da pandemiye dönüşmelerinden korkulmuştu, ancak korkulan olmamıştı. O zaman yapılan ve benim de katıldığım bazı yorumlarda bu hastalıkların sadece yükselen Asya ülkelerine musallat olmasından hareketle, salgınların dünyanın mevcut-verili yönetici ekseninin (Atlantik İttifakı) Avrasya’nın yükselişini frenlemek ve onun küresel bir kuvvet olarak dünya sahnesine çıkmasını olabildiğince geciktirmek için laboratuarda geliştirilen virüslerle yaratıldığı ileri sürülmüştü (2). İnancım odur ki, son salgın, yaşadığımız Domuz Gribi belası da büyük bir ihtimslle laboratuarda üretilen virüslerin marifetidir. Şayet öyleyse, bu kimin işi olabilir? Bu olayın failini bulmak için ‘İstihbaratçı akıl yürütme metodu’nu kullanmalı, olaydan sonuçta kimin karlı çıktığına bakmalıyız. Bu salgından sonuçta kim karlı çıkmışsa bu virüsü de o imal edip salmıştır ortalığa, mesele bu kadar basittir. Ancak ben sürecin sonunu beklemeden hükmümü bir kez daha yineliyorum: 'Olağan şüpheliler'in en başında ABD yer almaktadır.

5***Bu konu çok önemli, çok hayati ve fevkalade de vahimdir. Anlayacağınız tam bir 'hayat - memat mes'elesi' ile karşı karşıyayız. Bu yüzden buna dair araştırmalarım ve informasyon debelenmelerim devam edecektir efendim.

(1)Pandemi = kıtalararası salgın. Menşey-orijin kavramlar: pan = bütün, hepsi, tüm + epidemi = salgın hastalık.
(2)Virüslerin ABD'deki Fort Dix üssünde üretildiği; bu çerçevede mezkur üsdeki ileri genetik mühendisliği laboratuarlarında domuz, kuş ve insan grip virüslerinin re-combinant dna teknolojisiyle combine edildiğine dair çok ciddi iddialar internette dolaşıma girmiş durumda, meraklısı araştırabilir.

who, 'domuz gribi' demeyin dedi! peki ama neden?

dünya sağlık teşkilatı (who) pandemiye dönüşen son domuz gribi salgınına 'domuz gribi' denmemesini istedi. örgüt duyurularında bundan böyle hastalığı tıbbi adı olan h1n1 diye dillendireceğini, basının, hükümetlerin ve salgınla ilgili örgütlerin de buna dikkat etmelerni istedi. who bu uygulamasına gerekçe olarak bahis konusu adlandırmanın 'domuzlara karşı ön yargılar beslenmesine neden olacağını' gösterdi.
hatırlanacaktır, who aynı duyarlılığı her nedense bundan önceki salgınlarda sığırlara ve kanatlılara karşı göstermemişti.

deli dana hastalığı sırasında avrupa, özellikle de ingiltere'de milyonlarca baş sığır itlaf edildi. üstelik de bu hastalığın insanlara geçişi çok daha zor olduğu halde yapılmıştı bu. deli dana hastalığından ölen insanların sayısının çok ama çok az olmasına ve bu hastalık pandemik bir mahiyet kazanmamasına karşın who dünyayı şöyle uyarmamıştı: 'hastalığa deli dana demeyin, bu sığırlara karşı haksız ön yargıların oluşmasına yol açıyor. ilgililer bu hastalığı adlandırırken tıbbi ismi olan bovin spongiform ensefalopati desinler'. hayır, demedi bunu who.
who domuzlara gösterdiği anlayışı, sempatiyi sığırlara göstermeyince büyük bir katliam başlamıştı. akabinde bu sığır soykırımı öyle vahim bir durum almıştı ki, ingiltere'de  yakılan sığırların dumanları uzaydaki uydulardan bile görüntülenebilmişti.
who benzer bir 'duyarlılık'ı başta tavuklar olmak üzere kanatlılardan da esirgemişti. kuş gribi dünyaya yayıldığında, who ne ilgilileri 'bu gribi kuş, kanatlı ya da tavuk gribi şeklinde isimlendirmeyin, onu tıbbi adıyla niteleyin. zira bu onlara karşı haksız ön yargıların oluşmasına yol açıyor' şeklinde uyarmış ve ne de yerkürenin her köşesinde on milyonlarca kanatlı insafsızca katledilirken, insanlık cinnet geçirircesine bir kanatlı
soykırımına girişirken bu 'hayasız akın'a dur demek basiretini göstermişti.
who tavukların soykırımına göz yumdu.
who sığırların soykırımına göz yumdu.
ve ama aynı who sıra domuzlara geldiğinde 'hop dedik, domuz gribi demeyin, bu ön yargıya yol açar, gereksiz domuz itlafına neden olur' deyiverdi.
neden?
neden who sığır  ve kanatlıları, tavukları zerrece umursamazken domuzların koruyucusu, hamisi, banisi kesildi?
ey who, niye domuzları tavuklardan, kanatlılardan ve sığırlardan daha çok seviyorsun?
ne dersiniz, bu soru üzerinde düşünülmeyi ve tartışılmayı hak ediyor, öyle değil mi?

who domuzu kolladı, zira batı domuzofildir, domuzmaniactır!!!

batı medeniyeti iki yüzlüdür. batı yalancıdır. batı emperyalisttir. batı sömürgecidir. batı kolonyalisttir (1). batı istismarcıdır. batı ötekileştiricidir. batı işkencecidir. batı totaliterdir. batı faşisttir. batı ırkçıdır. batı kölecidir. batı kapitalisttir. batı insafsızdır. batı izansızdır. batı vicdansızdır. batı ümitsizdir. batı yarınsızdır. batı çaresizdir. batı pedofilisttir. batı necrofilisttir. batı satanisttir.

batı domuzdur, domuzcudur, domuzperverdir, domuzofildir, domuzmaniactır.
karakteri domuzla tavsif ve tarif edilebilecek batı medeniyeti için sadece insan değil bütün mahlukat ehemmiyetsizdir.
batı için tavuk, ördek, kanatlı mühim değildir.
batı için dana, manda, inek, sığır önemli değildir.
batı için koyun, keçi önemli değildir.
batı için balık, deniz mahsulü önemli değildir.
batı en ufacık bir risk algılamasıyla birlikte bu mahlukatın tamamını gözden çıkarabilir, hatta toptan itlafını bile göze alabilir.
ancak mevzubahis olan domuz ise, batı için diğer herşey teferruattır ve aslalon domuzların bekasının temini, domuz neslinin korunması, müdafaası ve muhafazasıdır.
işte bu yüzden domuz karakterli batı medeniyetinin önemli organlarından olan who 'domuzlara kıymayacaksınız efendiler, onlar hakkında kötü konuşmayacaksınız, insanlarda olumsuz domuz algısı oluşturacak beyan ve davranışlarda bulunmayacaksınız!' fetvasını vermiştir.
who'nun aktüel grip pandemisine domuz (2) gribi denilmesine karşı çıkışının altında, arkasında işte böylesi yapısal, sistemik, ideolojik, itikadi enstrümanlardan oluşan bir bagaj mevcuttur.
mevzu bu kadar basittir, sarihtir ve nettir.
(1)ilerleyen zamanlarda koloni ve sümürge (müstemleke) arasındaki farkı tartışacağız.
(2)bu kadar swinecentrique metinleri 'klavyeye aldık'tan sonra, en kısa zamanda 'yahudi ve müslümanlarda domuz yemek neden mekruhtur?' sorusunu da tartışmamın farz olduğuna inanıyorum.

bir son dakika haberi için yayınımıza ara veriyoruz!

değerli izleyenler, bildiğiniz gibi türkiye aylardır ülkenin her yerinde, özellikle de son günlerde 7 tepe üniversitesi arazisinde bulunan silah ve mühimmatları tartışıyordu.

genelkurmay başkanı yaptığı basın toplantısında tsk'nın envanterinin tamam olduğunu, bu yüzden de söz konusu silah ve mühimatların kendilerine ait olmadığını açıklamıştı. bugün emniyet yaptığı benzer bir açıklamayla kendi envanterlerinin de tam olduğunu, silahların kendilerine ait olmadığını bildirdi.
bu gelişmeler karşısında şüphelenen bir yurttaşımız hepimizi meşgul eden bu bilmecenin çözülmesini sağladı.
kimliği emniyet terörle mücadele şubesinde saklı olan bu şahsın internet muhabbet ortamlarında 'zahir' kod adıyla provakatif yazılar yazan orta yaşlarda problemli bir erkek olduğu haber merkezime ulaşan bilgiler arasında.

gelin bu bilmecenin cevabını, emniyetteki 'acar' muhabirlerimizin sergiledikleri esaslı bir gazetecilik refleksiyle zanlının terörle mücadele şubesindeki sorgusunun '2 arası bir deresi'nde ondan almayı başardıkları beyanatlarından öğrenelim:
'ben anlaşılması zor birisiyim. insanlar beni, ben de onları anlayamayız umumiyetle. bu durum, insanların beni anlaşılmaz bulmaları epeydir canımı sıkıyordu. hem de çok. problemi kökünden çözmek için beni anlamayanları usul usul itlaf etmeye karar verdim. bunun için ihtiyacım olan silah ve mühimmatlara erişmek hiç de zor olmadı. silah ve mühimmat temini sürecim sırasında 36 anti-tank mayın, 349 el bombası, 7.5 km fitil, 3369 adet fünye, 207 adet lav silahı, 7 bazuka, 3 uçaksavar bataryası, 1 tank, 2 zırhlı taşıyıcı, 1071 adet kaleş, 3002 adet 9 mm ve 419 adet 7.65 mm tabanca, 25 adet mitralyöz ve çeşitli çap ve markada 1,907,016 adet mermi, 663 işaret fişeği, 1990 adet aydınlatma fişeği temin ettim ve bunları evimin, ofisimin uygun yerlerine zula ettim.

silah ve mühimmatın temini aşamasını itlaf edilecek eşhasın listelenmesi merhalesi takip etti. en yakınlarımdan, aile efradından başladım listeye: beni çeşitli nedenlerle istiskal eden kardeşlerim, yeğenlerim ve kuzenlerim, kadrimi kıymetimi bilmeyen ve beni arayıp sormayan eski mesai arkadaşlarım, kendilerine yaklaşmak için attığım adımları her seferinde müstehzi edalarla karşılayarak beni madara ve maskara eden bi çok güzel hatun, beni işten çıkaran eski işverenlerim, borcumu ödemem için sıkıştıran alacaklılarım, çizgi roman okumama takan ve işi gücü vıdı vıdı ile canıma sıçmak olan eşim, kendisine her birşeyler söyleme teşebbüsüme karşı yüzünü benden çevirip 'gene lodos hava', ya da 'kızım, akşama kereviz mi yapsak acaba?' diyen emekli kbb cerrahı 80'lik kaynanam, tahinpekmez'de klavye oynatanların kısm-ı azamisi.....derken, 7,090,839 kişilik hiç de kısa sayılamayacak bir itlaf listesi çıkıvermişti ortaya.

olsundu, tohumlarına para saymamıştım ya, üstelik mühimmatım da yeterli gözüküyordu, onlarda beni anlamak, doğru anlamak için kıçlarını kaldırıp acık gayret sarfetselerdi...falan filan gibi nedenler de kalkışacağım kapsamlı eylemin meşruiyet zeminini oluşturuyordu. ancak son zamanlarda bu memleketin her yerinden (ilker başbuğ paşamın affına sığınarak ve ona 'aman paşam, lütfen üzerinize alınmayınız, lafım haşa huzurdan asla size değildir' diyerek kullanıcam o kelimeyi) fışkırıveren silahlar beni anormal derecede kıllandırıvermişti. bu zamazingolar hem tsk ve hemi de polisin değilseler, peki o vakit kimindiler?
birden 'aydınlanıverdim', sanki tanrının eli alnıma değmiş, alnımın tam çatında bir üçüncü göz oluşturarak nirvana'ya vasıl olmama yol açmıştı. yıldırım hızıyla yatağın altına, oğlanın artık kullanmadığımız lazımlığına, külotlarımı koyduğum etajerlere, odunluğa, naftalinlenip kaldırılan kışlıkların ceplerine falan baktım ve gerçeği o an şıp deyu anlayıverdim: bulunan silah ve mühimmatlar benimdi, zira benimkilerin olması gereken yerlerde efil efil yeller esmekteydi.
ani bir hamleyle bir 'kaynana  ve eş' operasyonu yapıverdim. 80 yaşındaki emekli cerrah kaynanmın atmaya kıyamadığı antika cerrahi aletleri bu operasyonda kilit rol oynadılar, merhumeye bu bakımdan şükran borçluyum. şükran hisleri beslediğim bir başka eküri de testere serisine ve se7en filmine emeği geçen arkadaşlardır, buradan hepsine selamlar ve hörmetler gönderiyorum.
testere ve se7en'dan mülhem yöntemlerle merhumelerden öğrendim ki meğersem bu kaşık düşmanı ikili, karım ve kaynanam olacak haşerat, benim evin ötesine berisine usul usul zulaladığım malzemeyi buldukça memleketin ve istanbul'un uygun yerlerine gömmüş ya da gömdürmüşler. inşallah yargı süreci hızlı ilerleyecek, ben çabucak çıkıcam ve yarım kalan işlerimi tamamlıyıcam'
emniyet muhabirimizin çok büyük zorluklarla almaya muvaffak olduğu bu beyanatla bulunan silahların kime ait olduğu ve ne amaçla gömüldükleri de böylelikle ortaya çıkmış oldu.
haber merkezimize gelen son bir bilgi zahir'in savcılığa ifadeye götürülürken: 'titooo*, akıllı ol; m.y., meyeee*, akıllı ol koççumm, akıllı olun ulen hepiniz, akıllıııııı!!!!' diye haykırdı idi. bu ifadenin şifrelerini de en kısa zamanda çözüp sizlerle paylaşacağız sayın izleyenler, bizden sakın ayrılmayın efenim.

* bu yazı ilk olarak http://www.tahinpekmez.org/ 'ta yayınlanmıştı. işaretli nickler söz konusu sitenin yazarlarına ait olup, bu satırların yazarı metnin burasında sık sık 'dalaştığı' o yazarlara gönderme yapmaktadır.