Halil Can'ın Mevlevi, musikişinas, neyzen, eczacı, asker, öğretmen ve derviş olarak portresi

Halil Can (soldan birinci), talebesi Dr. Turgut Tokaç'la (soldan ikinci) Konya'da Şeb-i  Âruz törenini izlerken (1969).

0 - Medhal

Kültür, sanat ve ama özellikle de musiki alemlerimizin önemli ve fakat hayatının ve âsârının üzeri zalim ve muhkem bir nisyan örtüsüyle örtülmüş olan bir sîmâsından, Eczacı Neyzen Halil Can'dan bahsedeceğim.

1 - Eczacı Yarbay Neyzen Halil Can armağan kitabı nadir ve önemli bir eserdir


Prof. Dr. Bedi N. Şehsuvaroğlu’nun editörlüğünü yaptığı ‘Eczacı Yarbay Nâyzen Halil Can (1905 – 1973) isimli kitap, sadece bir eczacı kitaplığının değil, aynı zamanda 20. asır Mevlevilik tarihiyle Cumhuriyet dönemi dini musikisinin de nadir ve önemli eserlerindendir. İstanbul’da Hüsnütabiat Matbaasında 1974’de basılan 164 sayfalık kitap, Halil Can’ın vefatı üzerine akrabaları, dostları, arkadaşları, meslektaşları tarafından yazılan yazılardan oluşmuştur. Fotoğraflar, notalar ve belgelerle desteklenen eser, tasavvuf musikisinin, Mevleviliğin, divan edebiyatının, hat sanatının ve tıp ve eczacılık alemlerinin çok önemli simalarının tanıklıklarına ve anılarına dayanması bakımından, söz konusu alanların meraklıları için adete saklı bir hazine mahiyetindedir.


Halil Can (soldan ikinci), talebelelerinden olan Dr. Turgut Tokaç (soldan üçüncü) ve diğer bazı dostlarıyla
3 - Eczacı Halil Can’ın hayatının önemli merhaleleri

7 Aralık 1905’te Üsküdar’da doğan Halil Can, tasavvuf ehli arasında gelenek olduğu üzere, 4 yaş, 4 ay ve 4 günlük iken aile büyüklerinden eğitim almaya başlamış, akabinde, Vakıf Rüstem Paşa Mektebine kaydolmuştu. Selim-i Sâlis Numune mektebi ve Üsküdar Sultanisinden sonra 1923’te Eczacılık Mektebine gir en Can, Temmuz 1925’te okulunu iyi dereceyle bitirerek eczacı olmayı başarmıştı. 

1926’da yedek subay olan Can, 1927’de tam terhis olmak üzereyken çıkarılan ve eczane açılışına tahdit getiren yasa yüzünden eczane sahibi olamayacağını anlayınca, ‘tezkere terk ederek’ muvazzaf asker oldu.  Kasım 1927’de, ilk eşi Hidayet Hanımla birlikte, taze bir üsteğmen olarak Adana Hastanesinde eczacılığa başladı. Boş zamanlarında Türkocağı’nda musiki muallimliği yapan Can, Maraş’taki 2. Alayın eczanesine atanınca Adana’ya veda etti. Burada Hidayet hanımı sıtmadan kaybeden Halil Can, sırasıyla Bitlis, Ağrı ve Van’da vazife yaptı. 

1936 – 39 döneminde İstanbul’da askeri eczacılığa devam eden Can, 1939’da Milli Savunma Bakanlığı Sıhhiye Dairesi 1. Şube Müdür Muavini olarak tayin edildiği Ankara’da 1941’de aynı zamanda Mevki Hastanesi Baş Eczacılığını da yürütmeye başladı. 1942’de binbaşı olan Can, 1944’de bakanlıktaki görevinden ayrılıp sadece Mevki Hastanesindeki pozisyonuna adadı kendini.
4 - Ankara – İstanbul arasında geçen bir ömür


Neyzen Halil Can
1947’de Gümüşsuyu Askeri Hastanesi Başeczacılığına atanarak İstanbul’a dönüş yapan Halil Can, 2 ay sonra yeniden Ankara  Mevki Hastanesine atandı. Bu arada yarbay da olan Can, bu seyyahlıktan bıkmış olacak ki, Ekim 1948’de askerlikten istifa ederek Şark Merkez Ecza Deposu Ankara Şube Müdürü oldu.  

1953’de Ziraat Bankası sağlık servisine geçen Halil Can, bir hastalık sonucu ikinci eşini de kaybederek yeniden dul kalmıştı. Günümüz insanın artık ne yazık ki sahip olamadığı sayılamayacak kadar çok mahareti  ve meziyeti bünyesinde barındıran Eczacı Halil Can, gönül alemindeki seyahatlerine devam edebilmesi, insanlığa musikisiyle huzur ve bahtiyarlık aşılayabilmesi için, özel hayatını düzenleyecek ve kendisini çekip çevirecek gönül ehli bir hayat arkadaşına ihtiyaç hissetmekteydi. İşte, Veteriner General Cemal Böke’nin kız kardeşi Semiha Hanımla yaptığı 3. izdivaç tam da böylesi bir ihtiyaca binaen gerçekleşmişti. 

Halil Can, 1961’de Ziraat Bankası’ndan emekli olarak 23 yıllık memuriyetine son vermiş oldu. 1961 – 73 dönemi, Halil Can’ın, hayatını bütünüyle sanata, musikiye, meşke, Mevleviliğe hasrettiği, bu bakımdan da pek bahtiyar olduğu yıllara karşılık gelir.

5 - Musiki Halil Can’ın canından ziyade sevdiği meşgalesi idi


Babası, önemli Mevlevi dervişlerinden kolağası emeklisi Rüştü Bey, müzik kulağı ve yeteneği keşfettiği oğlunu çok küçük yaşta tekke ve dini musiki ile tanıştırmıştı. 1919’da, daha sonra Üsküdar Musiki Cemiyeti adını alacak olan Darül Feyzi Musiki Cemiyeti açılınca bunun ilk üyelerinden oldu. Aynı sırada, dönemin en önemli Mevlevi dergâhlarından olan Galata Mevlevihanesi’nde Neyzen Emin Dede Efendi’den ilk ney dersini almaya başladı. 

Emin Dede, genç musikişinasın yeteneğini geliştirmesi için, onu, lâdinî musiki eğitimi alacağı arkadaşı Bestenigâr Ziya Bey’e gönderdi. Ziya Bey’den çok sağlam temeller üzerinde yükselen bir klasik Türk musikisi eğitimi alan Halil Can, ardından, Rauf Yekta Bey, Arap Cemal Bey, Enderûnî Hafız Ömer Efendi gibi dönemin abidevi musikişinaslarından en üst düzeyde eğitimler aldı. Bir yandan eczacılık eğitimine devam eden, öte taraftan da hem dini ve hem de lâdinî sahalarda zikredilen üstatlardan feyz alan Can, hocalarının cesaretlendirmesiyle besteler de yaptı. Bunlardan en meşhurları  birisi hisar pûselik, diğeri de bayâti pûselik olan iki peşrevdir.

Döneminin tarz sahibi önemli neyzenlerinden, Mevlevilerinden ve dini musiki icracılarından olan Halil Can, 1953 – 71 arasında, bir yandan İstanbul Belediyesi Konservatuvarı İlmi Tasnif Heyeti’nde çalışırken, 1959 – 71 arasında Yüksek İslâm Enstitüsü Dini Musiki Hocalığı da yapmıştı. Halil Can’ı dönemdaşı olan diğer tekke ve dini musikişinaslardan ayıran bir önemli vasfı, onun müzikal teorisinin çok güçlü oluşuydu. 

Can, klasik Türk sanat musikisinin ve dini müziğin bütün problemlerine kafa yormuş ve bunları çok sayıda makale halinde zamanın musiki mecmualarında yayınlamıştı. Bunların arasında yer alan ve hocalarının kimi hatalarını da düzelttiği tenkid ve reddiyeleri günümüzde dahi aşılamamış kaliteye sahip musiki metinleridir. Halil Can’ın büyük bir gayretle ve tek başına yazıp yayınlamaya başladığı Türk Musikisi Lügati ne yazık ki yarım kalmıştır (i).

6 - 23 Mayıs 1973’de dünya Mevlevi camiası yasa girmişti

Güzel bir İstanbul ilkbaharında, 23 Mayıs 1973’de, 68 yaşında Hakk’a yürüyen eczacı Halil Can, üstün musikişinaslığı ve ender bulunan insani hasletleriyle pek özel ve önemli bir parçası olmayı başardığı Mevlevi camiasının küresel boyutlardaki ailesinde derin bir teessür ve elem dalgasının oluşmasına neden olmuştu. 

Ebediyete intikaliyle birlikte, insanlık, çok sıra dışı bir İstanbul efendisini, Türk musikisi tam manasıyla bir üslûp ve tarz ehlini, Mevlevi camiası da yeri doldurulamayacak bir dervişini kaybetmiştir. Kendisiyle ilgili bu mütevazi metnin finalinde, fazilet sahibi her Mevlevi dervişi ve Hazreti Pir aşığı olan her Cân gibi, mütevaziliğinin, diğerkâmlığının, ruh asaletinin ve manevi iklimlerle olan ünsiyetinin bir nişanesi olarak ‘Eyvallah’ı dilinden hiç düşürmeyen Halil Can’a, Cemâlullah’a yaptığı o büyük seyahat yüzünden bir ‘eyvallah’da biz demiş olalım efendim.

Eyvallah!

dipnot:
(i): Halil Can hakkında ayrıntılı bilgi için bknz. 
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=070140&idno2=c070068


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder