Annesiz ve babasız birisi Kâinatı nasıl sırtlayabilir ey Allahım?



Geçtiğimiz Pazar, Eskişehir’de bir taraftan biyokimya master’ına devam ederken, diğer taraftan aldığı pedagojik formasyon sayesinde kazandığı kimya öğretmenliği yapma hakkını kullanabilmesine zemin oluşturacak stajını yürüten ve yanı sıra da, tekno kentteki bir moleküler kimya firmasının ar-ge departmanında çalışan büyük kızım babaannesini ziyarete geldi. Ben de, bu vesileyle soluğu Şişli’de aldım. Böylece bir taşla birçok kuşu birden vuracak, kızımı, annemi ve yanında kaldığı kızkardeşimi, eniştemi ve kızlarını, sevgili yeğenim Güher Görgülü’yü aynı anda görebilecektim. Nitekim gördüm de. Ancak, bu ziyaret ve bir arada oluş bana keyif ve mutluluktan çok üzüntü, hüzün ve acı verdi. Zira, bu sefer anneciğimi daha da çökmüş gördüm. Gerçi, 83 yaşında olduğu hesaba katılırsa, bu normal karşılanabilir. Lâkin, artık yürüteçle bile yürüyemiyor, sadece zorlukla doğrulabiliyor olmasını, her şeye karşın, kabullenmekte zorladım doğrusu.

2. Mahmud, Yeniçeri Ocağı, Vaka-i Hayriye, Bektaşi, Alevi, Nakşibendi, takiye, Mehter, Demokrat Parti, İstanbul’un fethi


1826'da, misli görülmemiş bir şiddet uygulanarak imha edilen Yeniçeri Ortalarından birisinin sancağı.

Osman Hamdi Bey mi, Arif Paşa mı; Batılı Figüratif Türk Resminin kurucusu kimdir? - 2

Batılı Figüratif Türk resminin kurucu babasının Osman Hamdi Bey olduğu kabul edilir. Bu yazı dizisinde, bahse konu iddia otopsi masasına yatırılarak ayrıntılı ve (olabildiğince de) nesnel bir şekilde tartışılmaya çalışılmaktadır. Okumakta olduğunuz etüdün birinci bölümüne erişmek için http://ziyaversencan.blogspot.com/2012/03/turk-resim-tarihinde-hakiki-bir-muamma.html linki kullanılabilir.

Osman Hamdi Bey mi, Müşir Arif Mehmed Paşa mı; Batılı Figüratif Türk Resminin kurucusu kimdir? - 1


Arif Paşa'nın 'Mecmu'a-i Tesavir-i Osmaniye' adlı eserinin 2. tablosu. Tahtta oturan, başta 'Vak'a-ı Hayriye' olmak üzere, Paşa'nın hayatını tayin eden,  bir çok önemli olaya imza atan Sultan II. Mahmut'tur. 
Türk resim tarihinde hakiki bir muamma: Müşir Arif Mehmed Paşa[i]

1 - Osman Hamdi Bey surunda bir gedik açmak, ya da, Türk resim tarihinin doğru sanılan bir yanlışını tashih teşebbüsü, veyahut ta, ‘Batılı figüratif Türk resmi[ii]’nin kurucusu gerçekten de Osman Hamdi bey midir?

Türkiye entelijansiyasının ‘uç beyleri’, özelde de resim kamuoyumuzun kanaat önderleri, kabaca 100 yılı bulan bir teorik temellendirme (Osmanlı/Türk resim eleştirisi ve Türk resim tarihi yazıcılığı) süreci boyunca ‘Batılı anlamdaki Türk resim sanatı’nın kurucu figürleri / babaları olarak Şeker Ahmet Paşa (1841 – 1907), Osman Hamdi Bey (1842 – 1910) ve Süleyman Seyyid’i (1842 – 1913) takdim etmişlerdir. 

Mercek altına aldığımız önemli meseleyi hafifletmeyeceğini, yanı sıra da; okurun muhayyelesinde, burada ele alınacak problematiği daha kuşatıcı algılamasına hizmet edeceğini umarak, bu üç ressama, 'Batılı Türk resim sanatının Üç Silahşörleri' demek cür'etini göstererek devam ediyoruz.

Bu üç öncü içinde Osman Hamdi Bey’in farklı bir konumu ve ağırlığı vardır. O, bu üçlü yapı içinde aynı zamanda ‘Batılı anlamdaki figüratif Türk resmi’nin ‘ilk aktörü’ olarak da sunulmaktadır bizlere.

Dilber Ay: 'kendimi sömürtmek zorunda mıyım?' derse, Şahan Gökbakar ne cevap verir?




40 yıllık Dilber Ay, 2012 Türkiye’sinin yeni popüler kültür ikonu oldu

Son zamanlarda; sanal alem, sosyal medya, tv kanalları ve yazılı basın gibi bütün mecralarıyla Türkiye’de ciddi bir Dilber Ay fırtınası esiyor. Bu durumda da, (bu satırların yazarı gibi) bir ‘araştırmacı ve soruşturmacı net-citizen’ için ‘Neden Dilber Ay ve niçin şimdi? sorusunun peşine takılmak son derece de normal ve rutin bir faaliyete dönüşüyor. Esasen, aynı sorgulamayı şu şekilde de formatlamak pekalâ mümkündür:Ne oldu da, 40 yıldan beri, kendi mecrasında icra-ı sanat eyleyen Dilber Ay, ana akım medyası tarafından birdenbire keşfediliverdi ve neredeyse her gece, önemli bir ulusal kanalda canlı yayına çıkarılmaya başlandı? Aslına bakılırsa, bu furyanın start almasının, bir diğer deyişle, sanatçının, sadece, kabaca 40 yıldır izleyeni olan o klasik ve belirli alt kültür gruplarınca bilinir ve kucaklanır olmaktan çıkıp, geniş yığınların ‘radarına takılma’ya başlayarak gerçek bir ‘popüler kültür ikonu’ oluşunun kaynağını;  izlediği ‘sui generis (nev-i şahsına münhasır) genel yayın politikası ve bunun alt bileşenleri olan enteresan program formatları sayesinde, özel bir seyirci kesimini kendisine bağımlı kılmayı (hatta fanatiği yapmayı) başaran Flash TV’deki o ‘emsalsiz’ programda, ‘Kadere Mahkûmlar’da[i] teşhis etmek mümkündür.  


Fehmi Koru, 'Murdock satın alırsa, Ertuğrul Özkök Sabah'ın başına geçebilir' derken Serdar Turgut'tan intihal mi yaptı?*


Fehmi Koru, fotoğrafının sağındaki kara kalem
desenin sembolize ettiği Taha Kıvanç ismiyle de
yazan etkili ve çalışkan bir habercidir.

Serdar Turgut, diğer birçok hasletinin
 yanı sıra, basınımızın 'Ertuğrul Özkök spesiyalisti'dir.


Bu yazı, bir taraftan, başta Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmak üzere, aktüel iktidarın kaymak tabakasını (cream de la cream); diğer taraftan da, arasında 'başka bir dünya ve başka bir yaşam tarzı mümkün!' diyen bu satırlarının yazarı gibi muhalif sesleri kapsayan oldukça geniş sayılabilecek bir spekturuma / entervale yayılmış bir okur / izleyici kitlesine sahip olan, yazıları ve konuşmalarıyla (hükümlerine katılırsınız ya da katılmazsınız, o bahsi diğerdir), bigâne kalamayacağınız muhafazakâr demokrat bir habercinin portresine giriş denemesi’dir. Ve yine bu metin üzerinden, mezkûr gazeteciye ait bir makalenin intihal ürünü olma ihtimali tartışılmaya çalışılacaktır. 

Fehmi Koru; Zaman Gazetesinin yayın hayatına atıldığı 1986 Kasım’ından itibaren yazılarını okuduğum, bu sayede de, fikri gelişimini çeyrek asırdan uzun bir süredir izleyebildiğim bir kanaat önderidir. Donanımlı, kültürlü, zeki ve hırslı birisidir Koru. Farklı ve kaliteli kaynaklar üzerinden yaptığı hamarat okuma süreçleriyle beslenen renkli, çok yönlü ve ‘eksantrik’ düşünebilme melekesini, güçlü Türkçesi ve kıvrak ve esprili üslûbuyla birleştirmeyi beceren Fehmi Koru, böylelikle, meraklısının ıskalayamayacağı ve uzak duramayacağı metinlerin müellifi olagelmiştir onca zamandır. Taha Kıvanç müstear ismiyle yazdığı yazıları ise; onun, spekülatif zekâsıyla, olayları şaşırtıcı komplo teorileri üzerinde zekice temellendirme ehliyetin somut nişaneleri olup, bu janrın tutkunlarının adeta müptelâsı olduğu entelektüel ürünler olarak temayüz etmektedir. Koru, bahse konu gazetecilik faaliyeti sırasında, iyi haber alan kaynaklara erişebilmesiyle de öne çıkmış; bu meziyeti sayesinde de, yazarlığını ve haberciliğini sarsılması zor ‘muhkem mevkiler’ üzerine inşa etmesini bilmiştir.

Galatasaray'ın 5 Mart 2012 gecesi deplasmanda 4 - 0 kazandığı Sıvasspor maçında şike mi var?

İşte gündeme düştüğü andan itibaren adeta bomba tesiri yapan ve Sıvasspor başkanı Mecnun Odyakmaz'a ait olan o 'manidar' fotoğraf

Futbolumuzdaki şike tartışmaları dinmek bilmediği gibi, Türkiye gündeminde işgal ettiği ağırlıklı yeri de korumaya devam ediyor.

Başta FB olmak üzere, ülkemizin bazı güzide kulüplerinin adının karıştırıldığı şike davası sürerken; 5 Mart 2012 Pazartesi gecesinin ilerleyen saatlerinde ajanslara düşen bir fotoğraf, yayınlandığı andan itibaren sosyal medyayı sarsmaya ve mezkûr şike davasına yeni bir boyut kazandırma istidadı taşıdığını haykırmaya başladı.

Söz konusu fotoğrafın; sahip olduğu manidar görsel imalar ve futbol kriminolojisine yaptığı örtük ve vahim göndermeler yüzünden, kamuoyuna mal olduğu andan itibaren, Türkiye gündeminde adeta bomba etkisi yapmış olmasında, doğrusu, çok da yadırganacak bir vaziyet teşhis etmeyenlerdenim. öte yandan, bu fotoğraftan sonra, şike davasının kapsam ve sınırlarının (hem de çok büyük ölçüde) genişlemesini beklemek, sanırım isabetli bir tahminde bulunmak sayılacaktır.

Aşk, Cân, Cânan, Adalet ve Hürriyet diyorum YâHû, daha ne diyeyim, daha ne diyeyim, daha ne?!?



14 Şubat Sevgiler Günü’ne dair olan görüşlerimi içeren ve http://ziyaversencan.blogspot.com/2012/02/sevgililer-gunu-mu-istemez-eksik-olsun.html linki ile erişilebilecek olan ‘Sevgililer gününde sevdiğine ‘miniminnacık bir pırlantacık’ almadığı için öküz ilân edilen bütün erkekler, birleşiniz!’ başlıklı yazım bazı okurların ağır eleştirilerine muhatap oldu.
Bahse konu yazının içeriğinden hareketle, yazarının şahsında; ‘sevdiğine, yılın bir gününü bile hasretmekten kaçınan; üstüne üstlük, bir de, ona, ‘yarım elma, gönül alma’ kabilinden bir hediyeciği bile çok gören bir duygusuz maddiyatçı ve bencil bir zonta teşhis etmek’ bana kalırsa çok ciddi bir haksızlık olacaktır.