Deniz Gezmiş'in en büyük aşkı Avniye Anadol



Türkiye Sosyalist Hareketinin efsanevi ve ikonik lider ve kanaat önderlerinden Deniz Gezmiş (27 Şubat 1947, Ankara – 6 Mayıs 1972, Ankara), dava arkadaşları Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'la birlikte, 6 Mayıs 1972'de idam edilmişti.


α - porologue / medhal / ön lâkırdı

Bu metinde, bir fotoğraftan hareketle, ilk olarak Deniz Gezmiş'in (bundan böyle DG inisiyali ile gösterilecektir) 'hayatının aşkı' olduğu iddia edilen Avniye Anadol (bundan böyle AA inisiyali ile belirtilecektir) ile olan arkadaşlığı mercek altına alınacak; akabinde 'Kim bu AA?' sorusunun gerçeklikle örtüşen cevabının izi sürülecek; ardından, DG'in çok da bilinmeyen ve lise dönemine ait olan fotoğrafları paylaşılacak; bunları takip eden 'dipnotlar ve bibliyografya' kısmında, okunulan metnin üzerinde yükseldiği belgelere ve referanslara yer verilecek, yanı sıra, mezkûr satırları besleyen yan temalar gündem edilecektir. Metnin en nihayetindeki 'hâmiş / haşîye' başlığı altında ise, müellifin zihninin, yazı yazarken, hangi merhalelerden geçtiğine işaret edilecek ve üslûbunu domine eden unsurlar ramp ışıkları altına atılacaktır.

1 - DG de sonuçta hisleri olan bir insandı

Bu blogda onu idama götüren sosyo-politik ve sosyo-ekonomik süreçlerden ziyade (bunlar konvansiyonel ve dijital mecralarda kendilerine zaten fazlasıyla yer bulmakta ve adeta devâsa bir külliyat oluşturmaktalar), DG'in 'özel yaşam / hususi hayat' denilebilecek yaşanmışlıklarının bir unsurunu, aşık oluşunu konu edinmemin önemli bir sebebi var. İnsanlık tarihinin en önemli şahsiyetleri bile (gerek kamusal ve gerekse özel yaşamlarında) hatalar yapmış, yanılmış, kaybetmiş, mağlup olmuş, hayal kırıklığına uğramış, hayal kırıklığına uğratmış, üzülmüş ve üzmüşlerdir. Hepsi de bizim gibi, temel ihtiyaçlarını gidermek ve genetik malzemeleriyle endokronolojik sistemlerinin amir hükümlerine tâbi olmak durumundaydı. Öncelikle bunu mutlak bir ön koşul, diğer bütün hallerin ve koşulların ona bağlı olduğu sarsılmaz ve değişmez bir çıpa, doğruluğu, ispatlanmasına ihtiyaç duyulmayan, aşikâr bir ilke ve theorie ve praxis içinde eylediklerimizi domine eden (Evrensel Çekim Yasası gibi) kozmik bir kanun olarak kabul ve rehber edinmeliyiz. 

Aksi takdirde, yapıp ettikleriyle toplumlar için ve giderek de insanlığın tamamı için önemli olan kişileri (belki subjektif olarak değil, ama, objektif olarak) insanlıktan titanlığa, ilahlığa terfi ettirmiş oluruz. Bu durumda da onları sorgulamadan, eleştirmeden azade kılar, eyledikleri her şeyi apriori doğru kabul ederiz. 

Bunlardan sakınmak adına, Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun sol / sosyalist damarının ikonik simâsı DG'in insanı bir yanına ışık tutmayı tercih ettim.

Bu bahsin ara başlığının da işaret ettiği gibi: DG de sonuçta hisleri olan bir insandı...

2 - Dâva ve mücadele arkadaşlarının tanıklıkları

Çok yakından tanıyan bazı dava ve mücadele arkadaşlarının ifadelerine göre DG, en çok Hukuk Fakültesi öğrencisi AA'u sevmişti. Yakın arkadaşı Mustafa Gürkan'ın tanıklığına bakılacak olursa, DG, şayet yaşasaydı, AA ile evlenir ve mücadelesine öylece devam ederdi.

DG ile AA'u İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi önünde gösteren yukarıdaki fotoğrafı Twitter'dan iktibas ettim. Akabinde yaptığım araştırmada, ona 'Abim Deniz' kitabında da rastladım(i). 
abim deniz ilk baskı ile ilgili görsel sonucu
DG'in teatral bir ifadeyle ve gülümseyerek bir şeyler anlatışını (belki de başından geçen bir olayı canlandırışını) resmeden fotoğrafta AA, muhatabının aktardıklarına kahkahayla gülerken görüntülenmiş(ii)

Bu arada, konuyla doğrudan ilgili olan bir detayı entre parenthèses(iii) paylaşayım: DG, 6 Temmuz 1966'da girdiği üniversite sınavında, İÜ'nin hem fen ve hem de hukuk fakültelerine kayıt yaptırmasına yetecek puanı kazanmıştı. Babası fen fakültesinde okumasını isterken, o, tercihini hukuk lehinde kullanarak, 6 Kasım 1966'da bu fakülteye kaydını yaptırdı. 

DG ve AA arasındaki ilişkiye dair çok az kayıt var ne yazık ki. Bunlar arasında yer alan (ciddiye alınması gerektiğini düşündüğüm) bir kaynak, DG'in 1960'ların ikinci yarısındaki mücadele arkadaşlarından olan Eyüp Neşat Yıldırım'dır. Yıldırım, 29 Ekim 1968'de Samsun'dan Ankara'ya yapılan 'Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü'nün gerçekleştiricilerindendir (iv). Yıldırım, DF - AA ilişkisine dair bakın neler demiş:

'Deniz'in önem verdiği kız arkadaşlarından birisi Hukuk Fakültesi'nde okuyan ve TMGT'de çalışan Avniye Anadol' dur. Avniye adlı arkadaş, Mustafa Kemal Yürüyüşü'ne katılmak için çok ısrar etti. Deniz, gelsin, katılsın diye bir hava içindeydi. Ama kabul edilmedi' (v). 

3 - Bu fotoğraftaki kız gerçekten de AA mu?

Bu fotoğraftaki (öğrenci olduğu anlaşılan) kızın gerçekten de DG'in (arkadaşlarının bir kısmının iddia ettiği üzere) hayatının aşkı AA olup olmadığı teyide muhtaç bir bilgidir. Şimdiye değin bunu doğrulayan güvenilir ikinci bir kaynağa ne yazık ki rastlayamadım. İşte tam da bu noktada bu metne muhatap olan okurlardan bir ricam var: mercek altına alarak sorguladığım konuya dair bilgisi olan varsa lütfen bunu aşağıdaki yorum kısmında paylaşsın. Paylaşsın ki, Türkiye Sosyalist Hareketinin önemli bir aktörünün hayatına dair bir detayı el birliğiyle (imece usulüyle ve interaktif bir yolla) belgeye bağlayabilelim(vi). DG'in hayatına dair oluşmuş literatür, girişte de işaret ettiğim üzere, devasa niteliktedir ve bu külliyat her geçen gün zenginleşmeye, büyümeye devam etmektedir. Bu yüzden de bu metinde kendisine yer bulanlar ya konumuzla doğrudan irtibatlı olanlar, ya da benim ilginç bulup vurgu yapmak istediğim hususata dair olanlardır(vii), (viii), (ix).

DG'in AA'u sevdiğine ve onunla evlenmeyi düşündüğüne dair paylaştığım tanıklıkların yanı sıra, bunların tamamıyla gerçek dışı olduğuna dair kayda değer tanıklıklar da vardır. Kardeşi Hamdi Gezmiş'in referans verdiğim anılarındaki 'abimin aşık olduğu biri yoktu' mealindeki genele şamil açıklaması, bu tandanstaki yaklaşımların adeta ortalaması ve özeti gibidir. Bu, DG'in, AA'a karşı kuvvetli hisler beslediği ve onunla evlenmeyi düşündüğü merkezindeki senaryoya ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini ihtar eden ciddi bir uyarıdır doğrusu. 

4 - Peki ama kimdir bu AA?

Sosyal medyada yapılan paylaşımlarla, o paylaşımlara konu olan kişi temelinde yapılan tartışma ve (çok nadir rastlanan bu satırlar benzeri) araştırmalar, ister istemez AA'u merak edilen bir kişi haline getirdi. Böylelikle, cevaplanması gereken 'Fotoğraftaki kız AA mudur?' sorusuna bir de 'AA kimdir?' sorusu eklenmiş oldu.

Google'da AA ve DG'in idamının ardından hayatını birleştirdiği Mehmet Ata Tansuğ (bundan böyle MAT inisiyali ile gösterilecektirisimleri üzerinden yaptığım araştırmada eriştiğim ve üçünün de aynı kişi olduğuna düşündüğüm ('zannettiğim' ya da 'hissettiğim' deseydim daha mı doğru ifade etmiş olurdum acaba kendimi, bilemedim, emin olamadım...) i - AA, ii - Avniye Anadol Tansuğ, iii - Avniye Tansuğ ile MAT hakkında (başta onların yazdıkları, katkı verdikleri ya da yönettikleri bloglar ve siteler dahil olmak üzere) erişebildiğim her metni okudum, sayıları çok da fazla olmayan görselleri ve videoları da izledim diyebilirim. Üstüne üstlük, AA ve MAT ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu kadarıyla, DG'e dair olan yazılı ve görsel literatür ve arşivi de taramayı ihmal etmedim. Burada dillendirdiklerim de zaten bu çalışmamın semeresidir.

AA ile MAT'un başta kişisel olanları olmak üzere blogları'ndan [yeri gelmişken belirteyim: AA'nın yönettiği ya da katkı verdiği bloglardan benim tespit edip içeriklerini inceleyebildiklerimin sayısı beştir ve bunların hepsinin linkleri 'dipnotlar ve bibliyografya' bölümünde paylaşılmıştır(x), (xi)] yaptığım okumalarla eriştiğim bilgilerin, araştırmam için çok yararlı olduğunu teslim etmeliyim. Öte yandan, onlara dair olan literatürün okunması üzerinden edindiklerimi gözden geçirdiğimde, söz konusu kaynakların çoğunun birbirini teyit etmek bir yana, yanlışlaması yüzünden, çelişik ya da en azından flu / gri / belirsiz alanları epeyce fazla olan bir resme baktığım intibaını ediniyorum. Bu yüzden de, pek çok ayrıntısından, veçhesinden, olgusundan, özellikle de kronolojisinden çok da emin olamadım bir AA portresi çıktı ortaya. İşte o nâ-tamam haldeki portre denemesi:

***İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyan sol tandanslı / sosyalizme mütemayil bir genç kız, sonradan Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun sol - sosyalist damarının en bilinen, en namlı, en ikonik lideri olacak olan bir gençle, DG'le, arkadaş olur. Zamanla bu arkadaşlık özel bir muhteva kazanmış olmalı ki, ikiliyi yakından tanıyanların bazıları, onların evlenebileceklerini bile düşünmüşler; Bunu biraz detaylandırmakta fayda var. AA'un İstanbul Üniversite Hukuk Fakültesi'nde DG'le birlikte okuduğu (6 Kasım 1966'da hukuk fakültesine kaydını yaptıran, 28 Ağustos 1969'da ise, Aralık 1968 işgalinin lideri olduğu gerekçesiyle, okuldan ihraç edilen DG, tam zamanlı politik aktivist olduğundan, kayıtlı öğrencisi olduğu dönemde de zaten fakültede uzun boylu kalmıyordu; bu yüzden de AA ile paylaştıkları ortak zamanları, şayet AA da onun gibi politik eylemlerin müdavimi değilse(xii), oldukça az olmalıdır diye düşünüyorum) doğruluğundan emin olduğumuz bir bilgidir. 

'Doğruluğundan emin olmak'tan söz etmişken, otantisitesine dair nispeten mutmain olduğum yukarıdaki fotoğrafla, güvenilirlik bakımından kıyaslandığında, sınıfta kalan bir görseli de gündeme getireyim hemen. Aşağıdaki fotoğraf @maviklm müstearlı (nickname'li) twitter kullanıcısı tarafından paylaşıldı(xiii).

Bu fotoğrafın iliştirildiği tividin içeriği ise şöyle: '
Yıl 1965 Deniz Gezmiş ve kız arkadaşı Avniye Anadol (sol başta) Belgrad Ormanları’nda..'

Şimdi gelin birlikte, bu fotoğrafı 'açıklayan' ifadenin içerdiği problem alanlarını alalım mercek altına...

DG'in İÜ Hukuk Fakültesi'ne kayıt yaptırdığı tarih (2. numaralı ara başlık altında da dillendirildiği üzere), 6 Kasım 1966'dır. Öncelikle şunu masaya bir koyalım: AA ile DG, kuvvetle muhtemeldir ki, söz konusu okulun eko sistemi dahilinde tanışmış ve görüşmeye başlamışlardır. Hal böyleyse, onların 1965 yılında, yâni, (şayet AA da DG'le aynı sene kazanmışsa İÜ Hukuk Fakültesi'ni) okula kayıtlarını yaptırdıkları 1966 sonundan epeyce önceki bir tarihe denk düşen bu 'birliktelik iddiası'nın maddi zemini mantıken çökmüş demektir. Masaya koyduğumuz ilk itirazın üzerine (ya da yanına) şunu ekleyelim hemen: AA'un, DG'den 1 yada 2 alt sınıfta olma olasılığı da ihtimaller arasındadır. Bu durumda ise tanışıklıklarının 1967 ya da 1968 sonuna tarihlenmesi icap eder. Ki, bu da, 1965 yılında Belgrad Ormanı'nda ya da başka bir yerde birlikte olmalarını büsbütün imkân dışı kılmaktadır. Üçüncü bir problem kaynağı, fotoğraflardaki genç kızların mukayesesi sırasında ortaya çıkmakta. Her ne kadar görseller flu olsa da, bana sanki bu iki kız arasında bazı görünüş / fizyoloji farklılıkları varmış gibi geldi. Dediğim gibi, görsellerin net olmaması, bu itirazımı, diğerlerine göre daha zayıf bir karîne haline getirmektedir.

Ezcümle, görünüşlerden yola çıkarak dillendirdiğim husus zayıf olsa da, tanışma tarihlerinden yola çıkarak formüle ettiğim karşı argümanım oldukça sağlam göründüğünden, @maviklm'in paylaştığı fotoğraftaki kızın AA olmadığını iddia ederken çok da tedirgin değilim doğrusu. Öte yandan, AA ve DG'in hukuk fakültesi öncesinde de birlikte resim vermelerini mümkün kılan ihtimaller de hiç kuşkusuz masadadır(xiv). Bunlardan iki tanesine vurgu yapmakla yetineceğim:
a - ikisi arasında ailelerinden kaynaklanan ve fakülte öncesi yıllarına tarihlenecek bir tanışıklık ve samimiyet söz konusudur;
b - AA ve DG aynı lisede, Haydarpaşa'da okumuşlardır.
Bu ihtimalleri doğrulayacak ve / veya yanlışlayacak bilgiye ne yazık ki sahip değilim; öte yandan bu ihtimaller olumsal (mümkün) olmakla birlikte, verili Kozmosumuzun uzay - zaman sürekliliği içerisindeki hakikatle mutabakat yüzdelerinin ve gerçeklik değerlerinin, onları gözden sarfı nazar etmemize neden olacak denli, küçük olduğunu düşünüyorum.
***DG'in idam edilmesinden tam 13 ay ve 5 gün sonra, AA ile MAT evlenirler. Bu nikâhın Milliyet Gazetesi'nin arşivinde yer alan ilânına çevrimiçi erişmek mümkündür(xv). Gelin bu evliliğe dair elimizde olan ipuçlarını da birlikte tartışalım...AA - DG arkadaşlığına dair elimizde var olan bilgi ve belgenin oldukça yetersiz olduğuna işaret ettiğim hatırlanacaktır. Özellikle de AA ve MAT'un evlilik öncesinde ve sonrasında yaşadıklarına, meselâ fakülte yıllarına tekabül eden dönemde sol hareket içindeki konum ve durumlarına dair şimdiye değin açıklama yapmamış, yazı yazmamış, röportaj vermemiş olmaları bir eksikliktir bana kalırsa. Bir sosyo-politik altüst oluşa dahil olup, bir şekilde böylesi bir sürecin eyleyicilerinden birisi olmuş toplumsal aktörlerin, buna dair yaşanmışlıklarını / anılarını kendilerine saklamak gibi bir lükslerinin ve tercihlerinin olmaması gerektiğini düşünenlerdenim(xvi). Elimizdeki kısıtlı bilginin, DG - AA arkadaşlığına dair olanları dışındaki, hakikatle mutabakatı teyitli olan bir başka parçası da, yukarıda işaret ettiğim üzere, DG'in idamından sonra AA'un, DG'le ortak arkadaşları ve dönemin öğrenci hareketi aktivistlerinden MAT ile 11 Haziran 1973'te evlendiğine dair olan informasyondur. 

MAT'un AA ile aynı sınıfta, ya da en azından aynı fakültede okuduğuna dair kesin bir bilgi vermese de, anlatımın içeriğinden, öyle olduğunu sanmamıza neden olacak bazı ipuçlarını çıkardığımız bir metin yer almakta abcgazetesi.com'da. Deniz Gezmiş'in mücadele arkadaşlarından olduğu anlaşılan metnin yazarının kim olduğu ise ne yazık ki belirtilmemiş. Buna karşın bu tanıklığın kıymetli olduğunu düşündüğümden, onu da bu metnin referanslarına dahil ettim(xvii). Söz konusu metin konumuzla doğrudan ilişkisi olan kısmını iktibas ediyorum:

'1966 Ekiminde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde (İÜHF) ilk “Boykot'' oldu. Tahmin edeceğiniz gibi “Talebe Cemiyeti'' ortalarda yoktu. Bilindiği üzere “eylem''  I. Anfide “Eyleme Çağrı'' konuşmasıyla başlardı. Konuşmayı ben yapıyordum. Birden İdari açıdan yetkili olan hocamız, Dekan Prof.Dr. Reha Poroy geldi.. Beni gövdesiyle mikrofonun başından sürmeye başladı, fark ettim direndim. Öğrenciler de fark etti. Arkadaşımız Mehmet Ata Tansuğ kürsüye fırladı ve hoca ile benim aramıza girip hocaya engel olmaya çalışıyordu. Oldu da… Reha Poroy Hocamız zayıf, ama  oldukça uzun boylu idi.. Mehmet Ata Tansuğ kısa boylu ve şişman… Manzara da hayli komik.. Mehmet’in direnişi üzerine diğer öğrencilerde kürsüye hücum etti.. (Ama herkes hocaya hep çok saygılı davranıyordu. Ben kimsenin hocaya elini kolunu değdirdiğini görmedim. Ama herkes “Demokratik Üniversite'' diye sloganlar atıyordu ) Hoca içeri geçti. (Kürsünün arkasında hocaların dinlendiği oda vardır)

Biz kalabalık bir halde kürsüdeyiz.. 3-4 dakika ya geçti ya geçmedi; uzun boylu, esmer bir arkadaş yanıma geldi kolumu tutup “Sana bir şeymi yaptılar, kim yaptı v.b. sorular sordu. Tutumu açıkça “boykotçulara'' arka çıktığını gösteriyordu… Yok bi şey hoca kendiliğinden gitti v.s dedim.. Kocaman ağzıyla gülümsedi..İşte 1966 Ekiminde İÜHF ne yeni girmiş olan ölümsüz arkadaşım Deniz GEZMİŞ ile tanışmam böyle oldu.. Uzun boylu esmer delikanlı Deniz’di.Ben anfiyi boşaltalım falan diyordum ki.. Deniz “dur bak bir arkadaş konuşuyor'' dedi. Baktık ki  Mehmet Ata TANSUĞ kürsüden boykot çağrısını yineliyor. Bir özellikten söz etmek istiyorum hepimiz ceketli kravatlı idik.. Mehmet zaten her zaman ki gibi “Mehmet Bey'' olarak kürsüde konuşurken bile ceketinin düğmelerini açmıyordu…Neyse, Deniz dahil hep beraber I. Anfiden çıktık.. 2. Anfiye, oradan 3. Anfiye ve nihayet üstkata 4. Anfiye çıktık (Bu anfi numaraları aynı zamanda 1.,2.,3.,4. sınıflardır.)

***1973 Haziran'ındaki evlilik ilânından sonra, AA'a ait Google'daki ilk bildirim, 24 Ocak 2001 tarihini taşıyor. Milliyet Gazetesi'nin 'Kültür Sanat Eki'nde yer alan ve 'Yeni okur - yazarlık türleri...' başlığını taşıyan metni AA, tam bir yıl sonra 'Web'de Kültür Sanat' başlıklı bloguna almış. Ben mezkûr metne erişimi bu blog üzerinden sağladım(xviii). Buradan da anlaşılacağı üzere, AA, Ocak 2001'de Milliyet Gazetesinin basılı edisyonuna (belki de sadece çevrim içi edisyonuna, bilemiyorum; emin olmak için ilgili gazetenin arşivine fiziken girmem gerek) haftada bir kültür - sanat yazıları yazmaya başlıyor. Bu bahsi şöyle itmam etmiş olayım: AA'nın ilgilenmediği sanat - kültür etkinliği neredeyse yok gibi; bahse konu blogda onlarca farklı disipline dair eli yüzü düzgün ve aynı zamanda (öyle çok da iddiacı olmayan, üst perdeden konuşmayan anlamında) mütevazı bir üslupla yazılmış epeyce metne tesadüf edişim benim için hoş bir sürpriz oldu doğrusu(xix). 

***Karı - koca Tansuğlar (dikkat! her ikisinin de hukuk fakültesini bitirdiklerini düşündürten bir detay çıkıyor sahneye şimdi), daha çok hukukçularla mali müşavirlerin tercih ettikleri bir logo ve marka tasarımını tercih ederek 'tansuğ & tansuğ'(xx) isimli bir büro / şirket kuruyorlar(?) Aslında, 'tansuğ & tansuğ'un bir şirket mi, yoksa her ikisinin çeşitli alanlardaki profesyonel ve hobisel faaliyetlerinin icmalini ve duyurusunu yapan dijital bir platform mu olduğuna dair kesin bir bilgiye ya da kanaate erişebilmiş değilim. MAT'un blogundaki ve sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlarından, 'Turizm ve otelcilik yatırımları, Otel inşaatı ve işletmeye alma, Otel yönetimi alanlarında profesyonel danışmanlık' verdiğini öğreniyoruz. Bir hukukçu bu konularda danışmanlık yapar mı? Neden olmasın, pekalâ yapabilir. 
***AA'un kişisel blogu 'Avniye Tansug'da 21 Mart 2002'de yayımladığı yazısı (aynı zamanda söz konusu blogun da ilk metnidir) enteresan bir soruyu gündem taşıması bakımından oldukça dikkat çekici bana kalırsa. Önce o yazıyı, ardından onu ilgiye değer kılan hususu paylaşacağım:

'Bloglasak da mı saklasak!

Yeni yüzü ile "tansug.com" yayında... "Web sitesi yenileme" işi tuhaf bir utangaçlık yaratıyor insanda... Yılbaşından beri bekleyen bu tasarımla iletişime devam etmekte epey tereddüt geçirdik... Sonunda "o da olsun, bu da olsun" dersek, daha çok bekleyeceğimizi farkedip, düğmeye bastık! Bu "blogger.com" sayesinde çok kolayca içerik yönetimi yapılabiliyor. Herkese tavsiye olunur! Sık sık uğrayın, ürettiklerimizi, deneylerimizi, düşüncelerimizi buradan paylaşıma devam edeceğiz...'

Yukarıdaki bir paragraflık yazıdan anladığım kadarıyla AA, daha önce başka bir servis sağlayıcı üzerinden değişik formatta yaptığı bloggerlığı (ya da onun kullandığı o arkaik ifadeyle 'web kütükçülüğünü') yeni servis sağlayıcı üzerinden ve yeni tasarımla sürdürmeye başlamış. Enteresan olan şu: önceki blog (ya da web kütüğü) neydi, bunu yayımlamaya acaba ne zaman başladı AA? Ve işte bu bahsin ilginç ve önemli sorusu: AA yoksa Türkiye'nin ilk bloggerlarından mıdır? Bilemiyorum, kendisine sormak lâzım. Sosyal medyadan arkadaşlık teklifi gönderdim, kabul ederse soracağım, cevaplarsa eklerim buraya.

AA'un blogundaki yazılarının sıklığı yavaş yavaş yükselerek 2011 ve 2012'de zirvesine ulaşmış. 2013'den sonra azalan yazı paylaşımı 2017, 2019 ve 2020 yıllarında birer adete kadar düşmüş. Bu yazılar siber güvenlik, e - ticaret hukuku, bireylerin sanal ortamdaki haklarının korunma yolları, tarihi - kültürel - doğal dokunun korunması, GDO'lu gıdalara karşı doğal beslenmenin savunulması, suyun korunması, kitap tanıtımı, plastik sanat sergileri, kentleşme ve şehir mimarisi sorunları, restorasyon problematiği ve problemleri, çeşitli disiplinlerdeki sanatçıların aktiviteleri ve AA'un bazı sosyalleşmelerine dair içerikler taşımakta.
***AA'nın tutkuyla yaptığı işler arasında, çocukluğundan beri severek yediği domatesle ilgili çalışmak da var. Özellikle de pembe olanlarına bayılıyor. İşte ben de, onun emeği geçen, katkı verdiği beş blogdan en çok evde pembe domates yetiştirmeyi özendirmeye ve yaygınlaştırmaya yönelik olanı, 'Pembe Domates Ağı'nı sevdim(xxi). Bu blogun içine girdiğimde, kâh Semih Kaplanoğlu'nun en iyi işlerinden olan 'Buğday' filminin sahneleri, sekansları geliyor gözümün önüne bir bir; kâh kutsal metinlerdeki Hz. Nuh ve Büyük Tufan' anlatısının korkutucu, uyarıcı, ibretlerle dolu anlatısının evreleri canlanıyor muhayyelemde ve mutasavveremde. Doğal yaşama, doğal beslenmeye odaklanmış; toprağı - suyu - havayı - börtüyü - böceği kollayan; global faunanın ve floranın bütün unsurlarının varlığıyla kendi varlığı arasında ontolojik ya da ontik bir hiyerarşi kurmaya kalkışmayan ve türünü beslenme zincirinin zirvesinde görmeyen bir şuuru kuşanmış herkesin severek okuyacağını düşündüğüm bir blog bu, meraklısının ilgilenmesinde musrırım. Sadece bu noktadaki gayretleri yüzünden bile 'bravissimo AA!'
***AA'nın youtube'daki 'Çeşmelerin hayat bulması için 'Mahallenin suyu mahallenindir!' başlıklı videosunda, yukarıda bahsettiğim tarihi, kültürel ve doğal dokuya, ama özellikle de ülkemizdeki restorasyon facialarına dair aydınlatıcı ve değerli uyarılarda ve önerilerde bulunuyor. Bunları dillendirirken de, başta insanın temiz suya erişim hakkının savunulması olmak üzere, az önce değindiğim temalara bilgi temelinde, aynı zamanda da merhametle ve özenle nasıl yaklaşılacağının mütevazı ve değerli uygulamasını gerçekleştirmiş oluyor. Mezkûr konuların meraklısının bu videoyu izlemesinde fayda olduğunu düşünüyorum(xxii).
***Doğrusu düzgün insanlar Tansuğlar...Bloglarındaki yazılarını ve sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlarını okuduğumda, AA ve MAT'nun düzgün, kaliteli, akademyanın verdiği formel eğitimle yetinmeyerek, hayatları boyunca yaptıkları okumalar ve pratikleriyle sürekli olarak kendilerini geliştirmiş insanlar oldukları izlenimini edindim. 

5 - Araştırmacı gazetecilik öldü mü?!?

AA ile Deniz Gezmiş tanışıklığına dair internette çok sayıda iddia, spekülasyon ve tartışma olmasına karşın, benim burada yapmaya çalıştığım tarzda bir 'araştırmacı gazetecilik'in şimdiye kadar sergilenmemiş olmasını anlamlandırmaya çalışıyorum. Öyle ya, sayılamayacak kadar çok gazete, dergi, tv kanalı, radyo, internet sitesi, blog, çevrimiçi tartışma grubu ve sosyal medya platformu olmasına karşın, bunlardan bir tanesinin bile AA ile ilgili şimdiye değin, bahsettiğim içerikte ve nitelikte bir haberciliği yapmamış olmasının haklı, geçerli bir nedeni olmalı, öyle değil mi?

6 - Deniz Gezmiş'e ait nadir fotoğraflar

Türk Halk Müziği sanatçısı Pınar Aydınlar'ın Twitter hesabından paylaştığı ve Deniz Gezmiş'in bir arkadaşı tarafından kendisine yollanan 2 fotoğraf bu metnin başlığında bahsettiğim diğer iki nadir görseldir. Deniz'in Haydarpaşa Lisesi'nde okuduğu 1963 - 64 öğretim dönemine ait olan söz konusu görseller, Pınar Aydınlar'a bakılacak olursa, daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış (xxiii), (xxiv) (xxv).

 



Deniz Gezmiş'in daha erken bir dönemine, 1960 yılındaki haline dair olan bir fotoğrafını, onun ikonografisinde çok önemli yer tutan popüler bir görseliyle birlikte paylaşarak tamamlıyorum blogumu:



dipnotlar ve bibliyografya:

(i): Deniz Gezmiş'in bu fotoğrafı, onunla ilgili en kapsamlı kitap olan 'Abim Deniz'in 93. sayfasında 'Deniz Hukuk Fakültesi'nde orta bahçede, 1967' açıklamasıyla yer almakta; görseldeki kız öğrencinin Avniye Anadol olduğuna dair bir bilgi paylaşılmamış. Mezkûr kitabın bu blogu yazarken faydalandığım nüshasının künye bilgileri: 
Abim Deniz - Hiç yayınlanmamış Mektuplarla Hamdi Gezmiş'in Anıları, Can Dündar, İstanbul, ilk baskı, 2014, 480 sayfa, karton kapaklı)
Fotoğrafı ilk kez gördüğüm ve iktibas ettiğim Twitter adresi için bknz.
https://twitter.com/NataliAVAZYAN/status/672017434744852480
(ii): AA'nın
 sağ elindeki sigara dikkatlerden kaçmamıştır sanırım. O sıralarda, 1960'lı yıllarda, Dünya'nın bir çok coğrafyasında olduğu gibi, Türkiye'de de, kadınların kamusal alanda sigara içmeleri çok da hoş karşılanmazdı. Feministlerle her türden özgürlükçü ve solcu fikir yanlıları ise, salt tiryakilik temelinde gelişmiş bir biyolojik gerekçeyle değil, biraz da parçası oldukları cemiyetin muhafazakâr kesimlerinin konforunu zedelemek ve onların rağmına inşâ ettikleri daha liberal (liberal yerine 'liberter' deyişinin kullanılmasını tercih edenlerinize itirazım olmaz doğrusu) bir biyo-politiği ve 'elbow room'u yaşatmak adına, kamusal alanda tabiri amiyane ile 'göstere göstere' ve adeta mesaj vermek istediklerinin 'gözüne soka soka' sigara içmeyi tercih etmişlerdir. Anlayacağınız, 19. ve 20. asırlarda sigara içmek sadece sigara içmekten ibaret olmayan ve bundan çok daha fazlasına referans veren bir sosyo-politik antiteydi.
(iii): 'Parantez içinde' anlamındaki entre parenthèses'in dilimizdeki yaygın ve yanlış kullanımı 'anti parantez'dir; oysa 'antğı pağantez' şeklinde telaffuz doğru olanıdır.  
(iv): http://www.sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/bir-yuruyus-gunlugu-506776/
(v): http://www.denizgezmis.name.tr/haberler/cinsellikle_alay_eden_genc_deniz_gezmis.html
(vi): libertaries123 mahlaslı bir Instagram kullanıcısı, fotoğrafın AA'a değil, Yıldız Nuryol'a ait olduğunu belirten, bunu da bazı tanıklıklara dayandıran bir dizi paylaşım yaptı. Onları, imlâsına dokunmadan, orijinal haliyle, paylaşıyorum:

'libertaries123: Merhaba Ziya bey, Deniz Gezmişin en büyük aşkı Avniye Anadol yazınızı okudum. Büyük bir yanlış anlaşılmayı önlemek için yazıyorum.Deniz Gezmiş ve Avniye Anadol İstanbul Üniversitesi bahçesinde diye paylaşılan fotoğraftaki kadın Avniye Anadol değil Yıldız Nuryoldur. Yıldız Nuryol, Deniz Gezmiş'in yakın bir arkadaşının o zamanlar nişanlısıdır sonra evlenmişlerdir. Aynı zamanda 68 kuşağının devrimci bir üyesidir. Bu düzeltmeyi Taylan Özgür'ün ablası Hale Özgür ve eniştesi aynı zamanda 68 üyesi Mustafa Lütfi kıyıcı ve Deniz Gezmiş'in arkadaşlarından Mustafa Zülkadiroğlu yapmıştı. 

Paylaşımınız için çok teşekkür ediyorum; şayet bu hakikatle mutabıksa, kamuoyunun doğru sandığı bir husus düzeltilmiş olacak. Verdiğiniz bilgi ışığında blogumu gözden geçireceğim; bunu yaparken de bilgiyi, şayet sakıncası yoksa, sizden aldığımı paylaşacağım. sağlıklı günler dilerim.....

libertaries123: Tabii hiçbir sakıncası yok. Bilgiyi düzeltmeniz için yazdım.Bu durumdan Avniye hanım da çok şikayetçi. İyi günler'
(vii): Deniz Gezmiş'in aşkları için bknz.
***http://www.milliyet.com.tr/1998/02/24/haber/hab02.html
***http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2000/04/02/194141.asp
(viii): Deniz Gezmiş ve dava arkadaşlarının trajik sonları için bknz.
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2015/05/deniz-gezmis-huseyin-inan-ve-yusuf.html
(ix): Bülent Ersoy'un Deniz Gezmiş'le ilgili çok tepki çeken açıklamaları için bknz. 
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2012/01/bulent-ersoya-ack-mektup-deniz-gezmisle.html
(x): 
Avniye Tansuğ'un blogu: https://tansug.blogspot.com/2020/
(xi): Mehmet Ata Tansuğ'un blogu: https://mehmetatatansug-blog.tumblr.com/
(xii): Hatırlanacağı üzere, (2) numaralı başlık altında değindiğim 29 Ekim 1968'de (bu dipnotta paylaşılan wikipedia'daki Deniz Gezmiş maddesinde bu tarih 1 Kasım 1968 olarak verilmiştir. Taşıdığı yüksek sembolik değer yüzünden ben, 29 Ekim'in doğru olduğunu düşünüyorum) Samsun'dan Ankara'ya yapılan 'Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü'nün gerçekleştiricilerinden Eyüp Neşat Yıldırım, AA'nın TMGT'de çalıştığına işaret etmiş ve mezkûr yürüyüşe katılma için çok ısrarcı olduğunun altını çizmişti. Bu tanıklıktan hareketle şunu söyleyebiliriz: Evet, AA'nın politik aktivistliği fakülte sınırlarına dışına çıkan bir mahiyet arz ediyordu. Ancak, onun zamanın ne kadarını sol / sosyalist / devrimci faaliyetlere hasrettiğine dair başkaca bir emare yoktur elimizde. Bu yüzden de, AA - DG ikilisinin hangi eylemlerde omuz omuza olduklarına dair bir şey söyleyebilecek noktada ve durumda değiliz.
(xiv): Bir yanıyla olasılıkçılığa, diğer yanıyla da septisizme yaslanan bu satırların müellifi, bütün theorie & praxis'inde Kozmos'taki cümle olgu, olay ve süreçlerin olumsallık çerçevesinde cereyan ettiği iddiasını esas almaktadır. Bu haliyle o, ''a' ve 'b'nin tanışmaları mümkün değildir!' demez hiç bir durumda. O şöyle söylemeyi tercih eder: ''a' ve 'b'nin tanışıklıkları, '0' (tanışıklığın imkânsızlığı hali)' - '1' (tanışmamışlığın imkânsızlığı hali' intervaline ('0' ve '1' de dahil olmak üzere) yayılmış sonsuz seçenek üzerinden tanımlanır'. Konunun ilgilisi, böylesi bir teorik duruş üzerinden, teoloji ve etik'deki 'özgür irade' problematiğiyle, kozmolojideki 'paralel evrenler' hipotezine doğru yürünebileceğini fark etmiştir diye düşünüyorum. Burada dile getirdiğim konu, felsefe ve bilimdeki 'olumsallık ilkesi' ile ilişkilidir. Buna dair daha ayrıntılı bilgi için, linkteki yazının medhal - epilogue - bidayet, bölümüne, (1) numaralı dipnotuna, ve nihayet - epilogue bölümüne bakılabilir:
(xv): AA - MAT evlilik ilânı:
(xvi): Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun bireyleri, üzülerek söylüyorum, günlük tutmak ve anılarını yazmak gibi alışkanlıkları / davranışları içselleştirememiştir. Bunun hiç kuşkusuz binlerce yıla sari ideolojik - kültürel - teolojik - psikolojik - sosyolojik nedenleri vardır. Ayrı bir blog halinde ele alınması gereken bu halimizi bu yüzden de burada daha fazla tasvir ve tahlile kalkışacak değilim. Lâkin, buna dair iki hususa işaret etmeden de geçemeyeceğim: günce ve anı yazıcılığından bu denli uzak oluşumuzun kökenlerinde yatan kor sebeplerden birisi, Hristiyanlığın aksine, biz de günah çıkarma geleneğinin olmamasıdır. Bu teolojik argümandan sonra, bir de sosyal psikolojiyi ilgilendiren bir hipoteze vurgu yapacağım: binlerce yıllık göçebe yaşantımızla, ardından gelen yerleşik hayatımız sırasındaki toplumsal alt üst oluşlarımızın frekansı ve magnitüdünün, bizi, kendisini hesaba çekme, hayatının muhasebesini yapma ve öz eleştiriyi içselleştirme konularında zayıf kıldığını düşünüyorum. Ezcümle, AA'nın anılarını, hiç olmazsa bu metne konu olduğu kadarıyla bile, yazmamış olması ülkemiz ve toplumumuz adına bir eksikliktir diye düşünüyorum.
(xix): AA'nın, başta 'web'de kültür sanat' başlıklı olanı olmak üzere, bloglarına koyduğu yazılarına bayıldım. O, benim şimdiye değin hiç yapamadığım ve bundan sonra da yapabileceğimi çok da düşünmediğim bir şeyi gerçekleştiriyor böylesi sade, basit, demek istediğini hemen deyiveren, bunun için analojilere, metaforlara başvurmayan bir stilde yazmayı başararak. Yazdığı metinlerdeki her bir şeyi, handiyse, Acun'daki diğer her şeyle irtibatı bağlamında ele almaya çalışan, yazı mimarisini, satırlarını 'bütün bunların nedeni, 13.8 milyar yıl önce gerçekleşen Big bang'dir. Akabinde şu şu şu ....gelişmeler cereyan etti ve nihayet bu yazıda ele aldığım antite çıktı sahneye' anlayışı üzerinden kuran bu metnin müellifi ise, üzerinde çok çalıştığı ve yoğun emek ürünü oldukları her bakımdan aşikâr olan metinlerinin hak ettikleri okur ilgisine mazhar olamamasının asli sebebinin, burada dillendirdiği üslûp tercihleri olduğunu bilmiyor değildir hiç kuşkusuz. Biliyor da, elinden bu (kadarı) geldiği için, ancak bu şekilde anlatabiliyor meramını. Eskilerin 'Benim adım Hıdır, elimden gelen budur!' mottosu esasen bir Kozmik Altın Kural'dır ki, Acun'da cereyan eden, oluşan, gelişen, değişen, değişmeyen her ne varsa, işte onların tamamını tayin eden de budur.
(xx): Karı - koca Tansuğlararın ortak çevrim içi platformları: http://tansug.com/
(xxii): AA'un tarihi çeşmelerin korunmasıyla ilgili konuşması:
(xxiv): Deniz Gezmiş'in Filistin'deki yaşamına dair nadir fotoğraflarla desteklenmiş bir araştırma için bknz. 
https://ziyaversencan.blogspot.com/2018/09/deniz-gezmisin-filistin-fotograflar.html
(xxv): Deniz Gezmiş'in de parçası olduğu küresel sosyolojik paradigmayı, bu blogun yola çıkış noktası olan 'aşk' antitesi de ıskalamadan, ele alan bir Bedri Baykam etüdü için:

hamiş / hâşiye:
'dipnotlar ve kısa bibliyografya' kısmının nihayetinde yer alan aşağıdaki satırlar, 'hamiş / hâşiye' anlayışı çerçevesinde oldukları / oturdukları yeri yurt bilmişlerdir. O 'hamiş / hâşiye' ki, bizim asırlara sâri olan mektup ve diğer türlerdeki nesir yazıcılığı geleneğimizin içerdiği bir teknik ve imkândır ve bu metin vesilesiyle ve dolayımıyla da ihyası cihetine gidilmiştir. 

İlerleyen satırlarda, bu platformdaki metinlerin 'sahne alışını / ramp ışıklarının altına çıkışını önceleyen kulis dönemine ', 'perde gerisine', 'kamera arkasına', 'mutfak'ına dair bazı hususları paylaşacağım. 

Metinlerimin (okunulan satırlar gibi) bazılarını kâh matruşkavari bir mahiyette ve kâh 'parantez içinde parantez içinde parantez....içinde....parantez....goes to....ilânihâye' mimarisine göre tasarlıyorum işte, 
niÇün? 
Ki, bu tercihimin neden(ler)i: 
a - kendisiyle konuşan, kendisinden bahis eden, kendisine gönderme yapan ifadelere (bu mahiyetteki bildirimlerin bazılarının 'paradoks' fasilesinden olduğunu bilir bilenler) ziyadesiyle yakın hissetmemdir kendimi; 
b - postmodern stilin, stilime uyduğunu / yakıştığını söylerler; böyleyse şayet, yakışanı yapmalı kişi, değil mi öyle? 'Öyle!!!' diye nîda eden sesleriniz geldi taaa buralara, işte bu yüzden yazıyorum böyle;
c - böylesi bir (yer yer bulmaca ve bilmecelerle bezeli) üslûp tutturduğumda, anlaşıl(a)mama, ya da hiç olmaz ise, yanlış anlaşılma ihtimalimin dominant olmaklığını besleyip büyüterek (ve de bilâhare 'gözümü oymaması' içün emzirdiklerim, alesta bekleyerek), Wittgenstein'cı nokta-ı nazardan, felsefe istimal etmiş olmak içindir belki de, kim bilir?!?

Neyse ne, sevgili okur, neyse ne....zaten 'tozlar tozlara, küller küllere...'ve tabii ki de anlamsız da ya anlama veyahut da filozofiaya doğru dört nala koşturmuyor mu daima?!?'

'Anlamın konservasyonuna ve anlaşılabilirliğin konforuna eziyet ve dahi tecavüzün de bir haddi hesabı olmak icap eder' deyüp, 'bulmaca - bilmece - yap-bozlar'ı (bold söz kümesi yerine önce 'saçmalaMA', ardından da 'felsefe yapMA' yazıp bir de öyle oku lütfen) bırakarak bir kenara, 'normların tiran olduğu normal'e avdet ediyorum yeniden işte....('hamiş'in buraya kadar olanını ola ki beğendin / satın aldın, o vakit sen, kuvvetle muhtemeldir ki, şunu dahi atarsın sepetine:

Bu blogda yer alan metinlerin birçoğu, okunulan bu satırlar gibi, açıklayıcı dipnotlar ve referanslar içermektedir. Bu içeriklere erişimi sağlayacak linklerin bazılarında problem olduğuna işaret eden ve onların açılamadığı merkezindeki şikâyetlerini ısrarla ve tekrarla dillendiren okurların bu tepkisine karşı 'lâl olmuş' değilim hiç kuşkusuz. Bunu mercek altına almanın zamanıdır şu an. 

Somut şikâyetler temelinde yaptığım 'nokta' incelemeler, içeriğine erişilemeyen link sayısının (benim çokça referans verdiğim wikipedia'ya erişim yasağı olduğu dönemdeki kadar olmasa da) sandığımın / beklediğimin epeyce üzerinde olduğunu itiraf etmek durumundayım. 

Bunun nedeni, kolaylıkla tahmin edilebileceği üzere, bazı içeriklerin erişiminin, telif hakları çerçevesinde, kısıtlanması, bazılarının ise, şu ya da bu nedenle bütünüyle kaldırılmasıdır. Yüzlerce yazıya ait binlerce linkin sürekli kontrolünün imkânsız olduğu aşikâr olsa da; burada kabaca tanımlanmasına çalışılmış kompleks bir sürecin neticesinde oluşmuş mezkûr aksiliğin tetikleyicisi ve ebesi olduğu karşılanamayan beklentilerin yarattığı tatminsizlik ve hayal kırıklığının çeşitli seviyelerdeki sevimsiz dokunuşuna maruz kalan okurun bu arzu edilmeyen hallerinin (şayet bütünüyle önlenemiyorsa, olabildiğince) minimize edilmesi adına ne yapılabileceğine dair 'kafa yorduğumun' bilinmesini isterim. 

Bununla birlikte; işaret ettiği bu 'kafa yorma'nın, içerisinden geçilen şu 'aktüel uğrak'ta, yaşanılan verili 'somut konjonktürel süreç'te, maddi sonuçlar ve pratik faydalar anlamındaki semeresini, henüz blogunun muhataplarına sunamıyor oluşu; mezkûr problem, kökeni itibarıyla her ne kadar kendi iradesi ve kontrolü dışında cereyan ediyor olsa da, okunulan satırların yazarının kendisini, tarife, tasvire, tavsife ve tahlile çalıştığı söz konusu problemden 'bir şekilde' sorumlu hissetmesine neden olmakta; bu da, işaret edilen müellifin, hiç de azımsanamayacak, dahası, oldukça da ciddi sayılabilecek bir (ontolojik tarafı da olan) epistemolojik strese ve entelektüel bir yetersizlik haleti ruhiyesine gark olmasına yol açmakta....bunların altı çizilesi ve de ehemmiyetli hususlar olduğunu düşünüyorum. 

Ezcümle, ilerleyen süreçte ve pek de uzak olmayan bir istikbalde, bu konuda pozitif gelişmelerin olacağını söylemekle yetinmiş olayım şimdilik.

Sevgili okur, sen, yazarının 'hamiş' başlığı altında dillendirdiği ve eskilerin ifadesiyle bir 'kalem teşebbüsü', bir 'üslûp cedeli', bir 'tarz inşâsı', bir 'style challenge'ı olduğu aşikâr olan satırlara hayatiyet kazandırırken ne denli keyif aldığını hissetmişsindir diye düşünüyorum. Tam da bu noktada aktüel merakım şudur: bu satırlar bir diğer dile çevrildiğinde acaba nasıl dururdu, anlamından ne kadarını kaybederdi ya da hangi farklı anlam renklerine evrilirdi, üslûp ne hale gelirdi, kulaktaki tınısı hangi müzikaliteyi taşırdı, aliterasyonu ve artikülasyonu itibarıyla Türkçedeki harmonizasyonundan yola çıkıp, hangi ses kompozisyonlarına doğru devinirdi ve devrilirdi; (entertainment mogul'u olan (kendisine kıyasla minnacığın minnacığından da minnacık olan) adaşı değil, onu da içine alan o HERŞEY olan) Acun'a fırlatılmışlığına vesile ve ebe olduğu ve de epeyce zengin bir entervale yayılmış olan o hava basıncı değişimlerinin, adeta
Trochilidaezâdelerden bir kolibri misâli panikle ve aşkla ve şevkle ve şehvetle kanatlarını çırpması gibi çırpınarak vâsıl olduğu timpanik membran - malleus - incus - stapes zincirini aceba nasıl titretirdi???..., falan filan....

Bak şimdi düştü zihnime, yakalayıverdim onu çevik bir hamle ile ve formüle edip özenle ve aceleyle koyuveriyorum şuracığa da....hani az önce şöyle sorgulamıştım ya: 

'Metinlerimin (okunulan satırlar gibi) bazılarını kâh matruşkavari bir mahiyette ve kâh 'parantez içinde parantez içinde parantez....içinde....parantez....goes to....ilânihâye' mimarisine göre tasarlıyorum işte, 
niÇün? 
Ki, bu tercihimin neden(ler)i:'

Cevaplar bahsini 'c' şıkkıyla bitirmiş idim; bir şık daha eklemenin mana zenginliği bakımından şık duracağından hareketle, gelsin öyleyse 'd' şıkkı, deyi verdim:

d - bir başka dile çevrilebilemezliğin peşinde olmaklığım olmasın sakın bir sebep de!?!

hamişin hamişi:

Buraya kadar okuduysan, şu metni de ve fekat bilhassa da onun dipnotlar ve bibliyografya kısmını da sevebileceğin sui-zan'nını (ne kadar zorladı isem de, maatteessüf, Suzan ile alâkasını tespite muvaffak olamadım) taşımaktayım:

1 yorum: