En iyi Türk takımı Galatasaray

yorumsuz....

Dünyanın en iyi futbol takımları sıralamasında ilk 100 takım içinde bulunan Galatasaray 25, Fenerbahçe ise 30. sırada yer aldı.

Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu’nun (IFFHS), 1 Temmuz 2009 ile 29 Haziran 2010 tarihleri arasındaki maçları baz alarak yaptığı değerlendirmede, geçen ay 26. sırada bulunan Galatasaray, 200 puanla 25. sıraya, 31. durumdaki Fenerbahçe ise 193.5 puanla 30. basamağa yükseldi.

Değerlendirmede ilk 100’de Galatasaray ve Fenerbahçe dışında Türk takımı yer almazken, Trabzonspor 102.5 puanla 141’incilikten 139. sıraya çıktı. Geçen ay 185. sırada bulunan Beşiktaş ise 90 puanla 180. sıraya çıktı.

Turkcell Süper Lig’in şampiyonu Bursaspor’un 81.5 puanla 225’inci olduğu değerlendirmede, Antalyaspor ise 65.5 puanla 340. sırada yer aldı.

sivas katliamı bir insanlık ayıbıdır


sivas katliamının sene-i devriyesinde diğer bütün mülâhazaları bir kenara bırakıyor ve '....bla bla bla...aziz nesin tahrik etmese olmazdı....ergenekon parmağı var bu işte...bla bla bla...' deyû ahkâm kesemeyi marifet addeden 'liberal - demokrat' kanaat önderleri hiç olmazsa bugün durup bi lokmacık olsun düşünürler ve şayet ardamarları bütünüyle dumura uğramamışsa azıcık da olsa utanırlar inşallah diyorum.
bi de..
...bi de, sözün kifayet etmediği yerde görselin devreye girmesi icap ettiğinin hakkını teslim manasında kelâmın babasına yukarıdaki afiş nisbet etsin diyorum.
ha, bi de final lâkırdı anlamında şunu eklemeyi bugünün manâ ve ehemmiyetine yakıştırıyorum:
eğer 'şehitlik'in ve eğer 'ölümsüzlük'ün ve eğer 'kalbimizdeler' lâkırdılarının gerçek hayatta bir karşılıkları varsa, işte onların yüzü suyu hürmetine şu hüküm cari olmak icab eder:
'sivas şehitleri ölümsüzdür ve onların azîz hatıraları gerçek liberal - demokrat ve liberter insanların kalbindedir....'

fevkalâde şahsi mülâhazat about lost

18 mayıs 2009'da siteye* eklediğim ve lost'a dair olan metni alıyorum aşağıya.

bu yeniden yayının meşru, manalı, faydalı ve zaruri olduğuna inanıyorum zira.

akabinde, inşallah, mevzuya dair aktüel hissiyatımı ve fikriyatımı havi 2. yazım gelecektir muhterem kârîm...
'işte o' mezkûr yazım:

've korkarım j.j abrams a.m. g.t. dağıtacak sonunda!!!

sonda söyleyeceğimi taa en başında, yazımın başlığında söyledim işte:
korkarım mayıs 2010'da lost'un 6. sezonunun ve dizinin tamamının final bölümünü izlediğimizde çoğumuzda oluşacak olan kanaat şu olacak:
'abi, j.j. abrams ve arkadaşları a.m. g.t. dağıtmışlar!!!'
niye mi böyle düşünüyorum? işte niye ve niçünlerim:
hatırlayacaksınız, 1 nisan tarihli yazımda 'yakında lost hakkında bi - iki lakırdı edicem' demiştim.
işte bu lakırdı odur.
bi başka deyişle: budur!
geçen hafta itibarıyla lost'un 5. sezonunun final bölümünü seyrettim (1).
kısa bir süre önce de emrah güler'in 'lost, başucu kitabını (2) bitirmiştim.
bu yazımın arka planında lostun izlediğim 5 sezonu, olabildiğince izlemeye gayret ettiğim internet yorumları, yazılı medyadaki kritikler ve de yukarıdaki kitap bulunmakta.
öyleyse bu lakırdımın altı çok da boş olmasa gerek, öyle değil mi?
lost'a dair yazılarımın da ilki olacak bu, en azından şu an için böyle düşünüyor ve planlıyorum.
evet, bu girizgah iktifa eder abbas; so, go ahead ve lakırdıyı ikmal et!
1***popüler kültür tarihinin en önemli, seyredeni bağlamında en kitlesel, bağlamı bakımından en provokatif, dramatik örgüsü ve kurgusu bakımından da en başarılı fenomenlerinden birisidir, belki de birincisidir lost.
2***dizi hem yapımcılar ve hem de izleyenler için başarı, beğeni ve beklenti çıtasını mevcudun çok çok üzerine çekmiştir. bu durum, bundan sonra benzeri gayretler içine girecek olanların işini zorlaştıracak bir faktördür.
3***tv dizileri ve filmler bağlamında bakarsak manzara şudur: lost bundan önceki bütün 'başarılı' dizileri ve filmleri, mesela x files'ı, uzay yolu'nu, dallas'ı, kaçak'ı, 24'ü, matrix'i, yıldız savaşları'nı, yüzüklerin efendisi'ni aşan bir ilgiye muhatap olmuştur.
4***lost etrafında oluşan külliyat, ki bileşenleri ciddi bir aktüel mitoloji, sonsuz varyantlara sahip iddialar, varsayımlar ve  devam yolları, açıklayıcı teorilerdir, popüler kültür tarihinin en görkemli dosyasını oluşturmaya namzet gözükmektedir.
5***lost türlerüstü, türler dışı bir yapımdır. öyle ki dizi bölümden bölüme geçildiğinde, hatta aynı bölümün değişik sahneleri arasındaki geçişlerde dahi felaket filmi, polisiye film, romantik film, komplocu film, bilim  kurgu, politik kurgu, fantastik sinema, korku filmi, gerilim filmi, psiko-drama, absurd drama, gerçeküstü drama janrlarına 'selamlar çakmakta'dır. bu da lost'un klasifikasyonunu güç, hatta imkansız bir uğraşa çevirmiştir.
6***lost çok ağır, çok güçlü, çok iddialı dini, mistik, esoterik motiflerle bezelidir. yahudilik, hristiyanlık, budizm, paganizm, kadim mısır gizemciliği, kabalizm, esoterizm, hurufilik lost'un en belli başlı alt metinlerini oluştururlar.
7***kaza, kader, determinizm, olumsallık (contengincy), şans, olasılık -  tesadüf, özgür irade lost'un en belirgin motifleridir.
8***uzay - zaman sürekliliğindeki (space - time continius) anomaliler (uzay - zaman kırılmaları, türbülansları, tayy-i zaman), zamanda ileri ve geri yolculuk, mekan kaymaları (tayy-i mekan) filmin hemen her episod'un da, özellikle de 3. sezondan başlayarak dizinin neredeyse alamet-i farikası haline gelmiştir.
9***babayla uğraşmak lost'un en temel temasıdır. dizinin ana karakterlerinin neredeyse tamamının babalarıyla çok ciddi problemleri vardır. karakterlerin babalarından, onları öldürecek denli nefret etmeleri dizinin yaratıcı ekibinin esasen Yaratıcı ile, Tanrı ile, İsa ile, İbrahimi - semavi dinlerle bir hesaplaşma içinde olduklarına işaret ediyor olabilir. burada bana kalırsa yakıcı soru şudur: sakın lost'un yaratıcı ekibi, 'yeni çağ maneviyatçılığı (new age spiritualisme) çerçevesinde 21. asır insanının ihtiyaçlarına cevap verceği varsayılan yeni, yepyeni bir dinin oluşturulması projesine hizmet ediyor olmasınlar? olayın freudyen 'oedipus kompleksi' bağlamında yapılabilecek bir yorumunu burada sadece hatırlatarak bu bahsi kapatıyorum.
10***dizi ilerledikçe karmaşıklaşmakta, özellikle de zamanda ileri ve geri yapılan yolcukların takip edilmeleri 'ortalama izleyici' (3) açısından zorlaşmaktadır. dizi bu yüzden özellikle abd'de reyting kaybetmektedir. yapımcılar, izlenme oranındaki kan kaybını engellemek için mayıs 2010'da diziyi bitireceklerini taahhüt etmişlerdir. bu suretle de, ilgi daha fazla düşmeden ve de dramatik yapı ve kurgu da artık içinden tamamen çıkılamaz ve mantıklı, tutarlı bir finalle toparlanamaz hale gelmeden yapımı bitirmek mümkün olacaktır.
11***diziyi izleyenlerin izlemeyenleri diziyi izlemeye teşviklerini anlamlı buluyor ve destekliyorum. ancak, izlemeyen ve izlememekte de direnenler üzerinde psiko-terör estirmeyi de doğrusu çok manasız buluyorum.
12***bölümler ilerledikçe lost'a dair olan beklentiler artmaktadır. bu durum, yapımın beyin takımı üzerinde büyük bir baskı oluşturmakta, onların yaratıcılığını olumsuz yönde etkilemekte ve beklentileri karşılayamayacak bir vasat bir final olasılığına kapı açmaktadır. öte yandan, dizinin oluşturduğu spher öylesine büyük, renkli, yaratıcıdır ve de bunun bileşenleri ve ara yüzleri dizinin beyin takımıyla o denli interaktif çalışmaktadır ki, bu yaratıcı ve gönüllü kürenin olumlu ve yaratıcı katkıları, dizinin finalinden halen ümitvar olmamızı da mümkün kılan faktörlerden olagelmektedir.
13***benim öylesine ayaküstü, öyle çok da konuya dair tefekkür etmeden, bir çırpıda buluverdiğim aşağıdaki finallerin, ya da bunların komplex bir aranjmanının diziye uygun final olarak seçilmesi halinde acaip bozulucam, bu da böyle bilinsin! bu durumda, diziye dair elimde ne varsa, cd'ler, kitaplar, dosyalar, dökümanlar, bunları umuma açık sembolik bir mevkide yakmayı dahi düşünebilirim.
14***tarafımdan düşünülen ve lost için yine tarafımdan kabul görmeyecek olan finaller şunlardır:
a---entrikanın çözümünün eski mısır medeniyeti ve dini üzerinden önce atlantis'e ve mu'ya, oradan da sirus vb yıldızlardan ya da planetlerden gelen dünya dışı süper zeki varlıklara bağlanması,
b---dizinin tamamının ya da önemli bir kısmının bir bilgisayar oyunu olması hali,
c---dizinin tamamının ya da bir kısmının, dizi karakterlerinden ya da dizinin yaratıcı ekibinden birisinin gördüğü bir rüya olması durumu,
d---dizinin tamamının ya da bir kısmının, dizi karakterlerinden ya da dizinin yaratıcı ekibinden birisinin gördüğü sanrılar (halüsinasyon) olması durumu,
e---dizinin 'truman show' benzeri bir reality show olması durumu,
f---dizinin finalinin, İbrahimi dinlere alternatif bir yeni çağ maneviyatçılığı projesinin parçası olduğuna dair kuvvetli emareler taşıması durumu,
g---dizinin tamamının kazada ölen oseanic 815 yolcularının 'gittikleri' bir çeşit 'öte alem'de, mesela araf'da cereyan etmiş olması durumu,
h---dizinin açık uçlu bir finalle, gelecek sezonlarda çekilebilecek devam bölümlerine izin verebilecek şekilde sona ermesi durumunu,
ı---dizinin burada dile getirmediğim başka zayıf ve tatminkar olmayan 'sıradan' bir finalle bitmesi durumu...
15***esasen sonda söylemem icap ederken başta söylediğim hükmü bi daha paylaşıyorum:
mayıs 2010'da lost'un 6. sezonunun ve dizinin tamamının final bölümünü izlediğimizde çoğumuzda
'abi, j.j. abrams ve arkadaşları a.m. g.t. dağıtmışlar!!!' kıvamında bir hükmün oluşma ihtimali hiç de düşük gözükmüyor efenim.
bakalım nolucak, hadi bakalım!

(1)abc'de yayınlandıktan 1-2 gün sonra izlemişim demek ki.
(2)lost, başucu kitabı, 294 saife, 1. baskı, doğan kitap, nisan 2009.
(3)'sosyolojizm kokan 'ortalama izleyen, ortalama okur, ortalama insan, sokaktaki adam' kategorilerine sıcak bakmamama karşın, ifadede sağladığı kolaylık bakamından kullanmak zorunda kaldım.
*bu blogdaki yazılarımın büyük kısmı daha önce http://www.tahinpekmez.org/ ' da yayınlanmıştır.



yaşadıklarımız yaklaşmakta olan perfect storm'un izleri midir?

1 - 1945'den beri esas olarak washington - londra - brüksel - tel aviv hattından idare edilen küresel sistem zorda. abd'nin liderliği ciddi manada sorgulanıyor.
2 - çin, rusya, hindistan, brezilya, türkiye, iran küresel sistemden daha fazla pay ve söz hakkı istiyorlar.
3 - zenginlerle yoksullar arasındaki gelir ve imkânlar uçurumu tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar açıldı.
4 - 1991'de sscb'nin yıkılmasıyla büyük bir meşruiyet ve moral değerler kaybına uğrayan sol / sosyal demokrat / sosyalist / emekten yana siyasi hat halen küresel sıkıntılara kayda değer bir alternatif üretebilmiş değil.
5 - israil'in nükleer kapasitesi ve filistinde ve dünyada yapıp ettikleri her geçen gün daha fazla sorgulanır oldu.
6 - kapitalist üretim ilişkileri ve kapitalist sermaye birikimi, para sermayenin (finans kapital) tamamen kontrolden çıkarak yaptığı doymak bilmez spekülatif ataklarla büyük risk altına girdi. finans kapitalin yaptığı bu spekülasyonlar sistemin bekâsı için çok ciddi bir tehdit halini aldı (bknz. 2008 finansal krizi ile ilgili olarak ergin yıldızoğlu, rodrik, rogof, rubini vd.lerinin literatüre katkıları.
7 - 1969'da ayı fetheden (sahi, nasa gerçekten aya gitti mi?) insanlık, çoktan yapması gereken adımı bir türlü gerçekleştiremedi, ay bir türlü kolonize edilemedi.
8 - ay, ya da bir dünya dışı bir başka plâneti kolonize etmemiz keyfiyeti; dünyamıza büyük bir asteroidin çarpmasının, olası bir nükleer savaşın, küresel ısınmanın daha ileri bir faza geçmesinin, virütik bir pandeminin, kötü niyetli ve bize göre çok ileri teknolojiye sahip dünya dışı bir uygarlığın gezegenimize saldırısının insanoğlunun bekâsı için yaratabileceği trajik tesire karşı alınabilecek en etkili önlemdir (bknz. kozmolog ve teorik fizikçi s. hawkings'in çeşitli beyanatları).
9 - abd, ingiltere ve israil dünyayı yönetmek imtiyazlarını barışçıl bir şekilde kabullenebilecekler mi; yoksa, ellerinden kayan dünya egemenliklerini devam ettirebilmek adına dünyayı nükleer bir belâya mı sürüklemeyi tercih edecekler?
10 - washington - londra - tel aviv hattının, küresel liderliklerini devam ettirebilme adına çıkarabilecekleri muhtemel dünya savaşının fitili lübnan - iran - suriye - filistin havzasında çekilebilir. bu durumda türkiye, ne yazık ki, bu savaşın tam da göbeğinde olacaktır.
                                 
11 - olası bir savaşta abd - ingiltere - israil aksı türkiye'yi yanlarına alamasalar bile, ankara'nın karşılarında olmasına da kat'i surette karşı olacaklardır.
12 - baykal ve erdoğan abd - ingiltere - israil ekseninin muhtemel bir ortadoğuyu 'tesfiye etmek', ahmedinecat, beşar esat ve mütefiklerini tasfiye etmek operasyonuna karşı duracak siyasal figürlerdir.
13 - son sex kaseti operasyonu ile baykal tasfiye edildi.
14 - tasfiye sırası acaba erdoğan'da mı? şayet böyle ise, bu nasıl gerçekleştirilecek?
15 - yaşadıklarımız küresel bir 'perfect storm'un öncü dalgaları gibi geliyor bana.
16 - mezkûr perfect storm mevzuu hakkında uzunca boylu düşünmeyi, ayrıntılı olarak masaya yatırılmayı, mercek altına alınarak tartışılmayı, hatta teşrih edilerek hakkında daha çok yazılar yazılmayı hak edecek denli önemlidir.
17 - perfect storm'dan kastım kapitalizmin sonunu getirecek olan ve marksistlerle diğer sistem muhaliflerinin 1.5 asırdır yolunu gözledikleri, kendisine dair kehanetlerde bulundukları nihai krizdir (bknz. komünist manifesto, marx ve engels, troçky sürekli devrim vd.).
18 - perfect storm uygarlığın sonunu da getirebilir.
19 - perfect storm insanlığı dünyadan kazındığı bir tabloya da yol açabilir.
20 - ve hatta mezkûr perfect storm dünyadaki bütün canlı varlığının sona erdiği bir kozmik felâkete dahi neden olabilir.
21 - dikkatlerden kaçmamıştır, 2012 ve marduk olayına hiç girmedim. zira o konu, okumakta olduğunuz yazının maddi çerçevesine uymayan bir spekülatiflik dozu içermemektedir.
22 - sistem sürekli (çevre felâketi, küresel ısınma, küresel terör, kuş gribi, domuz gribi vb.) korkular icat ederek insanlığı gütmektedir. sistemin icat ettiği sahte tehditler - riskler bizim gerçek riskleri - tehditleri algılamamızı engellemektedir.
23 - matbu ve elektronik medyada işlenen tema ve konular, internetteki sosyal ağların bize dayattığı gündemler, mobil iletişim imkânları, reklâm sektörü, moda akımları, futbol ve diğer seyirlik spor endüstrileri, pop sanatçıları, film ve dizi yıldızları insanlığı gerçek problemlerden ve onların çözümlerine dair düşünce ve proje üretmekten alıkoymaktadır.
24 - burada kabaca ve sadece ana hatlarıyla işaret etmeye çalıştığım hususlar, son zamanlarda yaşadıklarımız sakın bahis konusu ettiğim perfect storm'un öncü dalgaları olmasın?!?
25 - insanlık bu sıkıntıyı aşabilecek mi acaba?

deniz, che, erdoğan, chavez, ahmedinecat, islâm ve tarihi doku hakkında spekülatif notlar

                          
1 - cemaatin diğer azalarının yazılarına bakıyorum, bir de benimkilere ve şunu çok net olarak görüyorum: evet, ben hakiki bir homodıhayıstlevılpolitikus'um. lâkin elime kalemi (klâvyeyi) aldığımda ortaya çıkan satırlar şu ana kadar okumaya alıştığınız tarzda olmakta. ne yapayım ki, benim hakikatim budur*.
2 - bundan önceki yazımda 'kapitalizmin, sistemin yaşadığı son krizi analiz ettiğimizde, insanlığın bugün che ve deniz gibi politik figürlere her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğu halde, nasıl oluyor da yeni muhalif liderlerin çıkamadığı'nı sormuştum. takiben, son yıllarda 'sisteme 'kafa tutan' ahmedi necat, lula ve chavez'in günümüzün che'si ve deniz'i olup olamayacağı'nı, son olarak da 'erdoğan'ın, kendisine yakın kanaat önderlerinin iddia ettikleri üzere, söz konusu muhalif figürlerin 2010 versiyonu olup olamayacakları'nı sorarak bitirmiştim mezkûr yazımı.
                    
3 - lâfı uzatmadan, dolandırmadan söyliyeyim: chavez, ahmedi necat ve lula sistemin adamıdırlar. onlarla sistemin efendileri arasındaki verili savaş egemenler arası iktidar ve menfaat paylaşım savaşıdır. bir diğer ifadeyle ahmedi necat, lula ve chavez efendi ve kölelerin, ezenlerin ve ezilenlerin var olduğu bir dünya sistemine karşı değillerdir. onlar, kendilerinin efendisi oldukları yeni bir dünya sisteminin kavgasını vermektedirler. zulmü, sömürüyü, sınıfları ilga edecek radikal bir devrim onların tahayyül ve tasavvur alemlerine sığabilecek bir entite değildir. che ve deniz'in verdikleri savaş ise sömürüye ve zulme, sınıflı topluma, efendi - köle ve ezen - ezilen diyalektiğine dayanan ve bundan beslenen sistemin sinir merkezine ve kalbine yöneltilmiş bir savaştı.

4 - bu yüzden de che'lerin ve denizlerin savaşıyla chavez, ahmedi necat ve lula'ların savaşları arasında (burasını felsefi jargonla ifade etmek durumundayım) derece değil mahiyet farkı vardır!
5 - 'tayyip erdoğan aktüel deniz midir, che midir?' sorusu için diyeceğim yegâne şey, soru kipinde tanzim edilmiş bu cümlenin tam bir oxhymoron olduğudur. zira che, deniz ve tayyip isimleri söz konusu bağlamda birlikte tasarruf edilemezler. eski bir ifadeyle, 'deniz, che ve erdoğan 40 yıl aynı kazanda kaynatılsalar, bunların suları dahi birbirine karışmaz!'
6 - akp'nin mirasçısı olduğu muhafazakâr - mütedeyyin - milliyetçi siyasal çizginin (terâkki perver fırka, serbest fırka, dp, ap, anap) tarihsel doku karşısındaki hoyrat tutumunu ele aldığım ve bunun parçası olduğu dünyadaki, özellikle de avrupa'daki muhafazakâr siyasal damarın aynı husustaki tercih ve tavırlarından nitelikçe farklı olduğuna işaret ettiğim bir önceki yazımı 'akp tarihsel dokuya acaba niçin parçası ve mirasçısı olduğu küresel muhafazâr anlayış gibi hayırhah davranmıyor?' sorusuyla bitirmiştim.
7 - akp'nin izlediği hatt-ı siyaset islam'ın ne denli modern bir versiyonu olursa olsun, bu olgu onun siyasal karakterinin ve genetik kodlarının islâm'ın selefi yorumunun izlerinden tamamıyla azâdê olamadığı manasına gelmektedir. selefiliğin tarihi dokuyla olan ilişkisi mercek altına alındığında bunun, düşünce alemindeki çok sayıdaki diğer alternatif akıma göre oldukça problemli olduğu görülecektir. mezkûr sorunun cevabı, (diğer bazı tali faktörleri göz ardı etmemek kaydıyla) esas olarak bu bağlamda irdelenerek kovalanmalıdır.
8 - kendim sodrum, kendim cevapladım....
9 - kendim çaldım, kendim oynadım....
10 - homodıhayıstlevılpolitikus olmaktan dolayı rahatsız ya da mutsuz muyum?
11 - hayır, bin kerre hayır!!!
12 - ben buyum, elimden gelen budur.
13 - başka türlü yapamadığım, başka biçimde kendimi varkılamadığım için bunları yapıyorum ve kendimi böyle varkılmayı tercih ediyorum.
14 - 'novo ordino, novus centirium, novus organum ab homopoliticus'.
15 - 'homopoliticus homorespancibilitus est!'
16 - öyle değil mi?
...
...
...
101 - yoksa, aman Allah'ım, yoksa öyle değil mi?!?
*bu blogdaki yazıların büyük kısmı daha önce http://www.tahinpekmez.org/ 'da yayınlanmıştır.

2010'un che'si ve deniz'i kimdir: chavez, lula, ahmedi necat...?

'bu toprakların che'si deniz'dir' desem yükselebilecek itirazlar sanırım çok gür olmayacaktır.
che ile deniz arasında oluşturulabilecek rabıta ve karşılıklılık durumu aslında ayan beyan ortadır.
2010 dünyasına, o dünyada giderek önemi artan bir ülke olarak sivrilen türkiye'ye ve orada yaşayan insanların zihinlerindeki verili che ve deniz algılarına baktığımızda, mercek altına aldığımız bu olgularda hem 'hoş' ve hem de 'nahoş' yanlar olduğunu kolaylıkla görebiliriz.
insanlığın müşterek belleğindeki bu algıların 'hoş' yanı, sol ve devrim kavramlarıyla bu 'güzel insanlar'ın birlikte zikredilmesidir.
bu durum, yani 'sol - devrim - iyi insan algısının birlikte yaşanması hali' özellikle 1991'de sscb'nin çökmesinden sonra saldırılarını arsızca, hayasızca, utanmazca, rezilce ve iblisçe yapan neo - liberal dalganın solla ve sosyalizmle ilgili her hususu arkaik, dinozorvari, faydasız ve dahi zararlı ve hatta şeytani olarak vasıflandırılıp etiketlemesinden bu yana geçen 20 yıllık insanlığın ve medeniyetin o malûm karanlık çağında çok sık yaşanılan bir husus değildi.
herşeye rağmen deniz gezmiş ülkemiz insanlarına, üstelik de onların en tutucu olanlarına bile sol ve solculuk hakkında iyi şeyler tahayyül ettirebiliyorsa bu tabii ki iyi bir şeydir.
tarihinin her döneminde amipler gibi bölünerek sayılamayacak denli çok parçaya ayrılabilmeyi beceren türkiye solunun üzerinde mutabakat sağladığı ender konulardan birisi de deniz'in devrimci önderliğidir.
bunun nedenleri esasen basittir.

basittir, zira deniz sahiciydi......sadeydi...... dürüsttü....... yurtseverdi...... hümanistti....... sosyalistti....... enternasyonalistti......yerliydi, türkiyeliydi ......iyi niyetliydi......emekten yanaydı...vicdanlıydı...insaflıydı...insaflıydı...'izânlıydı...edepliydi...âdâplıydı...
mücadelesi sırasında kimseyi öldürmemiş olması ise, her meşrepten ve görüşten kişinin, deniz'i idolleştirmese bile onu hiç olmazsa şeytanlaştırmamasında etkili olmuştur.
deniz gezmiş'in bizim chemiz oluşunun 'hoş' yanı budur.
gelelim bu olgunun 'nahoş' tarafına.
bu 'nahoş' yan, deniz'in, popüler bir kültür fenomeni olarak che ile ne yazık ki aynı kaderi paylaşıyor oluşudur.
günümüzde deniz'den, o, her neye ve her kime karşıysa onlar tarafından bile olumlanarak bahsedilmesi deniz'in kimliğinin, mücadelesinin ve mirasının içeriğinin boşaltılarak popülarize edilmesinin sonucudur.
aslında bu durum solcuları, sosyalistleri, emekten - ezilenden - mazlumdan - madundan yana olanları fazlasıyla rahatsız ve alarme etmelidir, hop oturtup hop kaldırmalıdır.
alarme etmelidir bu kalp seni unutur mu?' dizisine fehmi koru ve mümtazer türköne'nin katkı vermesi bizleri.
bugün deniz, yukarıda da zikrettiğim üzere, aynen che gibi, kapitalist - emperyalist sistemin ideolojik aygıtları (medya - reklâm - akademya erbabı) tarafından içeriğinden, anlamından, gerçek bağlamından, mücadele formatından, mirasından, vasiyetinden koparılarak bir popüler kültür ikonu haline getirilmiştir.
dolayısıyla bu gün  hem deniz ve hem de che en geniş yığınların algı dünyasında ve tahayyül evreninde ne yazık ki madonna'dan, michael jakcson'dan farklı bir anlam ifade etmemektedir.
şimdi, 'bu durum üzücü değildir' diyebilecek bir solcu var mıdır acaba?!?
bana göre bu tablo çok ama çok üzücüdür.
solcuların üzüntüsünün katmerlenmesine neden olan bir diğer husus da uzun zamandır ezilenlerin - mazlumların - madunların yeni che'ler ve deniz gezmişler çıkaramamasıdır.
oysa...
oysa bugün türkiye'nin ve dünyanın yeni che'lere ve yeni deniz'lere ihtiyacı her zamankinden daha fazladır.
öyle değil mi?
hal böyle iken, dünyanın ezilen milyarları arasından ne yazık ki yeni che'ler, yeni deniz'ler çıkmıyor, çıkamıyor.
birileri bize, yeni che'ler arayan milyarlarca ezilene, sömürülene, horlana, mazluma, maduna chavez'i, ahmedi necat'ı ve lula'yı işaret etmekte.
chavez, lula ve ahmedi necat acaba che ve deniz olabilirler mi?
biz, insanlığı düştüğü bu karanlık çukurdan çıkarma işinde önder olarak bu simalara mı güvenmek durumundayız?
ha, bir de şu var...
akp'ye yakın kanaat önderleri chavez, lula ve ahmedi necat'ın isimlerinin yanına tayyip erdoğan'ın isminin eklenmesini öneriyorlar.
o zaman sorum şudur:
günümüzün che'leri ve deniz'leri erdoğan, lula, chavez ve ahmedi necat mıdır?

yaşasın 1 mayıs!

1 mayıs 1977'yi unutmayalım, unutturmayalım!
1 mayıs 1977 katliamının tertipçilerinden hesap soralım!
yaşasın bütün dünyanın sömürüye karşı olan ve emeğiyle geçinen onurlu insanları!
kahrolsun 1 mayıs 1977'nin ve insanlığa karşı yapılmış bütün diğer tertip, komplo ve katliamların sorumluları!
yaşasın onurlu emek mücadelesi, yaşasın dünya halklarının kardeşliği!
yaşasın 1 mayıs emek ve emekçiler bayramı!

muhafazakâr akp tarihsel dokuyu, tarihi değerleri yeterince muhafaza ediyor mu? *


aslında bu metnin başlığı 'muhafazakâr demokrat pratik - tarihsel doku ilişkisi ve bunun devr - i akp'de türkiye'deki tezahürleri' olmalıydı. lâkin, başlığa tahsis edilen alanın kapasitesi buna izin vermedi.
batı medeniyet dairesindeki muhafazakâr siyasal akımın (mezkûr akımın, siyasal entervaldeki / paletdeki demokrat tezahüründen tutucu fraksiyonuna kadar olan bütün renkleri kastedilmektedir) çeşitli ülkelerdeki siyasal izdüşümlerine / pratiklerine bakıldığında bunların tarihe, tarihsel değerlere / varlıklara ve sosyal formasyonun tarihsel dokusuna sahip çıkma noktasında çok duyarlı, yapıcı / inşaacı, estetik kaygılarla beslenmiş bir şekilde ve sorumlu davrandığı müşahade edilecektir.
bu tutum muhafazakârlığın leit motiflerinden birisi olarak siyaset felsefesi / sosyolojisi / psikolojisi literatürlerinde önemlice referanslarla yer bulur kendisine.

akp, malûm olduğu üzere, 'muhafazakâr demokrat' siyasal geleneğin parçası olduğunu iddia ve vaz'etmektedir yıllardır. öte yandan, akp dışındaki birçok tarafsız entellektüel / akamedik çevre ve anlayış da bu iddiaya destek vermektedirler. ancak akp, parçası olduğu küresel / global siyasal gövdenin tarihle olan münasebetini pratikte yaşamamakta / yaşatmamakta; öte yandan sadece lafzen, yani retorik düzeyinde buna eklemlenmeyi tercih etmektedir.

bir diğer deyişle akp'nin tarihsel dokuyla, tarih dediğimiz kürenin / varlık dairesinin / yorumlar manzumesinin gündelik hayattaki pratik tezahürleriyle bu 'barışık olmama', bu 'batı'lı benzerleriyle rezonans yaşayamama ve ayrı düşme' tavrı / tarzı / tercihi siyaset felsefesi / psikolojisi / sosyolojisi bakımından mercek altına alınmayı ziyadesiyle hak eden bir 'fenomen'dir.
esasen, ülkemizin muhafazakâr siyasal damarının batılı mütekabiliyle olan bu mukayesesi evvelemirde de hep problemli olagelmiştir. akp'yi önceleyen dp - ap - anap geleneğinin pratiklerine, özellikle de şehircilik ve imar faaliyetlerine bakıldığında, türkiye muhafazakâr damarının tarihsel dokuya ve varlıklara karşı esasta aynı sorumsuz, hoyrat, nobran, yıkıcı, yık - yap - sat'çı tutumları taşdığı gözlemlenecektir.
muhafazakâr çizginin (siyaset sosyolojisi anlamında periferiyi temsil etttiği iddiası genel kabul görmektedir) tarihsel dokuyla olan bu problemli ilişkisi, türkiye siyasal arenasının karşı kutbunu oluşturan devletçi - seçkinci - batıcı siyasal duruşun, chf - chp çizgisinin (siyaset sosyolojisi referanslarıyla konuşacak olursak tc devletini inşaa eden merkezi - kurucu akımın) anlayışından çok farklıdır. tc devletini kuran 'kurucu figürlerin (founder fathers) ve bunların hakim zihniyetinin tarihsel dokuyla ilişkilerinin etüt edilmesi durumunda bunun muhafazakâr rakibine kıyasla çok daha az problemli, daha sorumlu ve daha estetik tınılar taşıyan bir mahiyet arzettiği görülecektir.

hattızatında, sağduyumuz, 'solcu, merkezci, seçkinci' siyasal duruşun tarihsel dokuya karşı daha soğuk ve ilgisiz olmasını; buna mukabil muhafazakâr duruşun ise tarihsel varlık mirası konusunda çok daha sorumlu ve hayırhah davranmasını bekler, öyle değil mi?
sağduyumuzun bu beklentisi ayakları havada bir 'keşkeöyleolsaydı' tutumu değildir. bu beklenti batı medeniyet dairesindeki pratiklerden beslenmektedir.
peki, bizde bu tablo neden 180 derece tersine dönmektedir.
türkiye'nin muhafazakâr siyasal damarı, 'şanlı tarihimiz!...' diye başlayan o malûm girizgâhıyla, o bildik retoriğiyle insanımızın tahayyül ve tasavvur alemlerinde ve anlam haritalarında duygusal, psikolojik ve entellektüel boyutlarda kalıcı izlerin oluşmasına neden olmaktadır. peki, söz konusu yaklaşım böylesine üst perdeden konuşmasına karşın niçin tarihsel mirasın muhafazasının pratiklerinde sorumsuz, sevgisiz, saygısız, hoyrat, yıkıcı davranmaktadır?
bunun, mezkûr siyasal duruşun itikâdî tercihiyle, parçası olduğu İslam yorumuyla bir irtibatı, bir alâkası olabilir mi?
önemli müsteşrik (oryantalist, şarkiyatçı) ernest renan'ın 1883'de ortaya attığı ve halâ tartışılmakta olan o provakatif sorusunun tartışmaya açtığım hususa tarafımdan modifiye edilmiş haliyle bitiriyorum:
'İslam, tarihi dokunun korunmasına mani midir?'
şimdilik bu kadar, lâkin konu önemli, sanırım birden çok yazı daha yazmam gerekecek bu konuda.


* bir önceki yazımda 'nuh'un gemisi sıkandalı'ndan hareketle ele aldığım mevzu arkasındaki fikri takibime devam ediyorum.

nuh'un gemisi asrın arkeolojik buluşu olabilir!

hong kong'da açıklama yapan ve hristiyanlığı yaymak amaçlı bir kuruma bağlı olarak çalışan araştırmacılar nuh'un gemisini bulduklarını ileri sürdüler.

nuh'un gemisi araştırmaları kutsal kitap arkeolojisinin ve paleografyasının en önemli kısımlarından birisidir.
dünyanın ibrahimî dinler için merkezi öneme haiz belli başlı merkezlerinde her sene bu alanda çok büyük bütçelerle çok ciddi çalışmalar yapılır. mezkûr çalışma da böyle bir gayretin parçası olabilir. ya da adamlar dolandırıcı çıkacaklar, bilemiyorum, bunu bizim yetkililerimizin açıklamaları ortaya çıkaracak.
öte yandan şu durum çok net: adamlar besbelli izinsiz kazı yapmışler ve elde ettikleri bulguları da türkiye dışına çıkarmaya muvaffak olmuşlar.
bu durumu doğrulayacak ya da yanlışlayacak bir açıklama bekliyoruz.
oysa, iktidar ve muhalefet anayasa müzakerelerine öylesine kilitlendiler ve toplumun bütün kesimlerini de bu işe öylesine fokusladılar ki, türkite toplumsal formasyonun gözü başka birşey göremez hale geldi.
şimdi, dedim ya, beklemedeyiz.

ilgililer, sorumlular, 'devletlûlar', akademisyenler, kanaat önderleri, bürokratlar doyurucu açıklama yapacaklar ve biz de, yani bütün insanlık camiası inşallah mutmain olacağız.
beklemedeyiz.
ben özellikle, her fırsatta kültür varlıklarımıza ne denli duyarlı olduğuna kuvvetli vurgu yapmaya bayılan ertuğrul günay'ın ne diyeceğini merak ediyorum doğrusu.
hayır, bir de bu hükümet muhafazakâr demokrat titrli.
dünyanın her yanında muhafazakârla böylesi bir kutsal kitap arkeolojisi bulgusu karşısında alarme olur ve bunu toplumla, dünyayla en ayrıntılı biçimde paylaşmaya çalışırlar.
oysa burada her nedense böyle olmuyor.
'muhafazakâr demokrat' iktidarıımız ve onun 'sosyalist müslüman' kültür bakanı halen beklemedeler.
bekliyoruz.

belki de asrın arkeolojik keşfi yapıldı, belki tarih yeniden yazılacak, belki kutsal kitap arkeolojisi ve paleografyası alanlarında ezber bozan, çığır açan bir adım atıldı, bütün bunlar mümkün olabilir.
lâkin bizimkilerden halâ ses seda çıkmadı, bu yüzden de emin değiliz, emin olamıyoruz, bilemiyoruz, öğremeiyoruz, 'acaba manüple mi ediliyoruz?' diye endişeleniyor ve geriliyoruz.
lâkin bilemiyoruz ve...
...bekliyoruz.
inşallah referandum sonuçlanmadan bu bekleyiş nihayete erer.
şimdi....
...bekliyoruz.

delikanlıca itirafımdır: bilmiyorum, lâkin peşindeyim, arıyorum!


bu yazı delikanlıca bir itirafnâmedir.
'insan ne için yaşar, neden biriktirir, nelerin kollektörü olunur?' mealindeki sualimi, hatırlanacaktır, akabinde 'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?' sualiyle değiştirmiştim.
öte yandan, bu suale dair olan şahsi cevabımı vermekten imtina ederken; verilebilecek muhtemel cevaplara zemin oluşturabilecek felsefi ekolleri ise panoramik ve muhtasar bir tarzda paylaşmakla yetinmiştim.

bana göre pek mühim olan bu sualin tahinpekmez camiasında karşılığı ise ne yazık ki çok ama çok zayıf oldu.
belki zamanın ruhuyla örtüşmedi, belki ben bu problematiği iyi 'satamadım', kimbilir?
herneysene...

evet, aktüel olarak şu an atacağım adım, bu mevzuyu başka bir dehr'de (zaman ve mekânda, birisi gayr-ı maddi (?) fikri - psikolojik aleme, bakiye dört boyutu ise maddi (?) uzay - zaman sürekliliğine ait olan 5 boyutlu aktüel bir uğrak, konjonktür) yeniden açmak kaydıyla kapatmak olacaktır.
demek ki, neymiş?
aç, kapa, aç kapa, açkapa..................
aç kapa..............................................
açkapaaçkapaçkapa..........................
çkpçkpçkpçkpçkp...............................
tabii, madem ki açtım, madem ki arı kovanına çomak soktum, açtığım gibi kapatmam da icap etmektedir.
lâkin, kapatmadan önce de, daha önce söz verdiğim üzere, şahsi cevabımı paylaşmak durumundayım.
'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?!?' merkezindeki hayati suale dair şahsi cevabım 'bilmiyorum, arıyorum, peşindeyim, inşallah ererim....' şeklinde olacaktır.
bu kadar basit yani...
ve bir bu (o) kadar da karmaşık anlayacağınız.
tam okumakta olduğunuz yazımın finaline geldiğim şu sırada (okumasını henüz bitirdiğin cümle parçacığını yazdığım 'şu sıra' ile, senin onu okuduğun ve biraz önce idrak etmiş olduğun 'o sıra' aynı sıra mıdır? al sana bêlâ mı belâ bir sual daha!), başlıktaki bir kavramın sebebiyet verdiği serbest çağrışımla bir dizi başka sual daha üşüşüvermesin mi zihnime?
'felsefe ve delikanlılık ne kadar içiçedir? yoksa bunlar bütünüyle dışdışa mıdır? dışdışalıkla içiçelik dışdışa mıdır, içiçe midir? delikanlılık delikızlığı kapsar mı, yoksa bu kavram bütünüyle sexist ve maçoist bir zihniyet alêmine mi referans vermektedir? yoksa delikanlılık zaten a-seksüel, ya da bi-seksüel bir kavram olmaklığı bakımından bu kabil kaygı, mülâhaza ve münakaşalardan bütünüyle müzehmidir midir? bla bla bla....'
neyse, farklı patikalara doğru giden metni toparlıyorum ve diyorum ki:
'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?!?' suali için şu an söyleyebileceğim en manalı lakırdı
sanki şu imiş gibi geliyor bana:
'dışdışamıiçiçemiolduklarıbulunduğumyerdenaldığımpozisyondandahilolduğumdüşüncedisiplinindenparçasıolduğumiklimdennetolarakanlaşılamayanproblematikleriaçıyorumkapıyorumaçıyorumkapıyorumaçıyorumkapıyorumçymkpyrmçyrmkpyrmçyrmkpyrmbenbunuilkmi yoksahepmiyapıyorumbenneyapıyorumnenenennn..........
.........................'
n!el - cevab
yani?
el'an bilmiyorum, halen arıyorum, kâmilen bulurum umarımterceme - i el - cevab.

bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?!

son yazımda 'insan ne için yaşar, niçin biriktirir?' demiş ve buna dair cevabımı bilâhare paylaşacağıma işaret etmiştim.
aslında soru başlıktaki gibi, yani 'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?!' kıvamında ve formatında olduğunda hem daha şık duruyor, hem de çok daha kapsayıcı, kuşatıcı, ihata edici oluyor.
öyle değil mi?

evet, 'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?'
soru(m) budur...
hayatın, mevcudatın, 'aşkın/transandantal/müteal/gayrimaddi/gayrimuayyen/metafizik olanın asıl kız ve oğlanlarla, figüratif unsurların bilcümlesine tevcih ettiği sual (de) sanırım budur.
sanırım dedim, zira bu konuda kesin konuşmak için kallavi büzük ister. öyle ise mevzuyu muğlak ve 'kervan nasıl olsa yolda düzülür / dizilir' mantığına istinaden bir miktar tamamlanmamış ve hatta dağınık bırakalım ve geliniz birlikte bir miktar ilerleyiverelim.
ben, kendi adıma, buna doğrudan bir cevap vermektense, öncelikle mümkün, muhtemel ve bittabii muteber imkânları / ihtimalleri gelin birlikte bir gözden geçirelim diyorum ilk adımda.
mezkûr suale verilebilecek cevaplar (bilinçli ya da bilinçsiz) alınmış ideolojik, felsefi pozisyonlara, tercihlere ve duruşlara tâbîdir.

işte çok muhtasar bir formatta olmak kaydıyla belli başlı düşünce ekolleri:
gnostikler (bilinebilirciler): bunlar kendi aralarında iki fırkaya tefrik olurlar:
özcü bilinebilirciler: bunlar hayatın/varoluşun verili bir kendinde  esası / özü / özütü / extresi / amacı / hedefi olduğunu ve bunun bilinebileceğini iddia ve vaz'ederler. kendi içlerinde ateist, deist ve teist ana şubelere ayrılırlar. bu şubelerin kırılımına baktığımızda, her birinin çok sayıda alt şubeye sahip olduklarını müşahade ederiz. meselâ, sadece teist bilinebilirciliğin bile belki yüzlerce alt şubeye sahip olduğu iddia edilebilir.
karşı - özcü bilinebilirciler: varoluşun verili bir kendinde özü ve amacı olmadığını, mezkûr amacın mevcudatın mercek altına alınan kısmının niyetine tâbî olduğu ileri sürerler. bir başka deyişle, varlığın varoluşu öncelemesi değil, sonralaması söz konusudur bunlara göre. varoluşçuluk bu bahsin karakteristik, mümeyyiz vasflarındandır.

agnostikler (bilinemezciler): mevcudatın esasının bilinemeyeceğini, bildiğimizi sandığımız şeylerın tamamının ise esasen görünüşler / fenomenler dünyasına ait zahiri / sathi / geçici ve ehemmiyetsiz mâlumat / information olduğunu iddia ederler. kendi aralarında ikiye taksim olurlar:
özcü agnostikler: bunlar hayatın/varoluşun verili bir kendinde  esası / özü / özütü / extresi / amacı / hedefi olması icap ettiğini, lâkin bunun, maddenin şuurlu formu olan tarafımızdan bilinemeyeceğini iddia ve vaz'ederler. bunlar da kendi içlerinde, aynen mevhum-u mualifleri gibi ateist, deist ve teist ana şubelere ayrılırlar. ve yine bunların kırılımına baktığımızda, bunların her birinin de çok sayıda alt şubeye sahip olduklarını müşahade ederiz.
karşı - özcü agnostikler: varoluşun verili bir kendinde özü ve amacı olmaması icap ettiğini; mezkûr ve bizim için de esası ebediyen meçhul kalmaya mahkûm olan bahis konusu amaçsızlığın mevcudatın mercek altına alınan kısmının (her ne kadar biz bunun esasına ve künhüne vakıf olamayacaksak da)niyetine tâbî olduğu ileri sürerler. özcü agnostiklerden farklı olarak bunlar, hem varoluşu sonralayan varlık'ın ve hem de varlık'ı önceleyen varoluşun esasının asla bilinemeyeceğini vaz'ederler.
şüpheciler (skeptikler): bunlar hayatın/varoluşun verili bir kendinde  esası / özü / özütü / extresi / amacı / hedefi olup olmadığından emin olunamayacağını; varoluşun asal eksenine oturmuş böylesi bir keyfiyetin hem mümkün ve makul, ve hem de imkânsız gayr-ı makul olduğunu aynı anda iddia ve vaz'ederek bizi çeşitli dumur pozisyonlarına gark ediverirler. bu felsefi tercihin kırılımına bakıldığında, onun da neredeyse sayılamayacak kadar çok alt şubesinin olduğu müşahade edilecektir.
imdiiii.......
yukarıda çok ama çok panoramik ve bir o kadar da muhtasar bir şekilde çizmeye gayret ettiğim felsefi çerçeveden sonra yeniden,.....yeniden....
...kuyruğunu yiyen ejderha....
...gözlerinin içine bakan 'Hakikat'ın etrafında halka olmuş, ilâhiler çığırarak dönen ve ama etrafında döndüğünü de bir türlü göremeyen ademoğulları....
...kâinatın mükemmel formu daire...
....varoluşun yatıştırılamaz yapısı , hareketi ve bitimsiz devinimi...
...döndüler, dönüyorlar, dönecekler...
ve o kad'im sualin beynini kemirdikleriyle semtine dahi uğramadıkları...
ve onlar, mezkur suale muhattap olanlar bile, en fazla o sualin öksüzleri kadar cevaba aşinalar...
oysa o suâl ortada, öylece, çırılçıplak, hayatımızın merkezinde, varoluşumuzun kalbinde ikâmet etmekte:
'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına!?!'
benim cevabım mı?
ey okur, önce sen zâtına dön ve sor: 'eyyy benim zavallı ve kibirli benliğim, benim cevabım ne, benim cevabım ne, benim cevabım ne?'
sen kendinle yüzleştiğinde, ben dahi burada (pek tabii ki kendi zavallı ve kibirli benliğimi nazar ederek) kendi cevabımı vermeye çalışıyor olacağım...
inşallah...