muhafazakâr akp tarihsel dokuyu, tarihi değerleri yeterince muhafaza ediyor mu? *


aslında bu metnin başlığı 'muhafazakâr demokrat pratik - tarihsel doku ilişkisi ve bunun devr - i akp'de türkiye'deki tezahürleri' olmalıydı. lâkin, başlığa tahsis edilen alanın kapasitesi buna izin vermedi.
batı medeniyet dairesindeki muhafazakâr siyasal akımın (mezkûr akımın, siyasal entervaldeki / paletdeki demokrat tezahüründen tutucu fraksiyonuna kadar olan bütün renkleri kastedilmektedir) çeşitli ülkelerdeki siyasal izdüşümlerine / pratiklerine bakıldığında bunların tarihe, tarihsel değerlere / varlıklara ve sosyal formasyonun tarihsel dokusuna sahip çıkma noktasında çok duyarlı, yapıcı / inşaacı, estetik kaygılarla beslenmiş bir şekilde ve sorumlu davrandığı müşahade edilecektir.
bu tutum muhafazakârlığın leit motiflerinden birisi olarak siyaset felsefesi / sosyolojisi / psikolojisi literatürlerinde önemlice referanslarla yer bulur kendisine.

akp, malûm olduğu üzere, 'muhafazakâr demokrat' siyasal geleneğin parçası olduğunu iddia ve vaz'etmektedir yıllardır. öte yandan, akp dışındaki birçok tarafsız entellektüel / akamedik çevre ve anlayış da bu iddiaya destek vermektedirler. ancak akp, parçası olduğu küresel / global siyasal gövdenin tarihle olan münasebetini pratikte yaşamamakta / yaşatmamakta; öte yandan sadece lafzen, yani retorik düzeyinde buna eklemlenmeyi tercih etmektedir.

bir diğer deyişle akp'nin tarihsel dokuyla, tarih dediğimiz kürenin / varlık dairesinin / yorumlar manzumesinin gündelik hayattaki pratik tezahürleriyle bu 'barışık olmama', bu 'batı'lı benzerleriyle rezonans yaşayamama ve ayrı düşme' tavrı / tarzı / tercihi siyaset felsefesi / psikolojisi / sosyolojisi bakımından mercek altına alınmayı ziyadesiyle hak eden bir 'fenomen'dir.
esasen, ülkemizin muhafazakâr siyasal damarının batılı mütekabiliyle olan bu mukayesesi evvelemirde de hep problemli olagelmiştir. akp'yi önceleyen dp - ap - anap geleneğinin pratiklerine, özellikle de şehircilik ve imar faaliyetlerine bakıldığında, türkiye muhafazakâr damarının tarihsel dokuya ve varlıklara karşı esasta aynı sorumsuz, hoyrat, nobran, yıkıcı, yık - yap - sat'çı tutumları taşdığı gözlemlenecektir.
muhafazakâr çizginin (siyaset sosyolojisi anlamında periferiyi temsil etttiği iddiası genel kabul görmektedir) tarihsel dokuyla olan bu problemli ilişkisi, türkiye siyasal arenasının karşı kutbunu oluşturan devletçi - seçkinci - batıcı siyasal duruşun, chf - chp çizgisinin (siyaset sosyolojisi referanslarıyla konuşacak olursak tc devletini inşaa eden merkezi - kurucu akımın) anlayışından çok farklıdır. tc devletini kuran 'kurucu figürlerin (founder fathers) ve bunların hakim zihniyetinin tarihsel dokuyla ilişkilerinin etüt edilmesi durumunda bunun muhafazakâr rakibine kıyasla çok daha az problemli, daha sorumlu ve daha estetik tınılar taşıyan bir mahiyet arzettiği görülecektir.

hattızatında, sağduyumuz, 'solcu, merkezci, seçkinci' siyasal duruşun tarihsel dokuya karşı daha soğuk ve ilgisiz olmasını; buna mukabil muhafazakâr duruşun ise tarihsel varlık mirası konusunda çok daha sorumlu ve hayırhah davranmasını bekler, öyle değil mi?
sağduyumuzun bu beklentisi ayakları havada bir 'keşkeöyleolsaydı' tutumu değildir. bu beklenti batı medeniyet dairesindeki pratiklerden beslenmektedir.
peki, bizde bu tablo neden 180 derece tersine dönmektedir.
türkiye'nin muhafazakâr siyasal damarı, 'şanlı tarihimiz!...' diye başlayan o malûm girizgâhıyla, o bildik retoriğiyle insanımızın tahayyül ve tasavvur alemlerinde ve anlam haritalarında duygusal, psikolojik ve entellektüel boyutlarda kalıcı izlerin oluşmasına neden olmaktadır. peki, söz konusu yaklaşım böylesine üst perdeden konuşmasına karşın niçin tarihsel mirasın muhafazasının pratiklerinde sorumsuz, sevgisiz, saygısız, hoyrat, yıkıcı davranmaktadır?
bunun, mezkûr siyasal duruşun itikâdî tercihiyle, parçası olduğu İslam yorumuyla bir irtibatı, bir alâkası olabilir mi?
önemli müsteşrik (oryantalist, şarkiyatçı) ernest renan'ın 1883'de ortaya attığı ve halâ tartışılmakta olan o provakatif sorusunun tartışmaya açtığım hususa tarafımdan modifiye edilmiş haliyle bitiriyorum:
'İslam, tarihi dokunun korunmasına mani midir?'
şimdilik bu kadar, lâkin konu önemli, sanırım birden çok yazı daha yazmam gerekecek bu konuda.


* bir önceki yazımda 'nuh'un gemisi sıkandalı'ndan hareketle ele aldığım mevzu arkasındaki fikri takibime devam ediyorum.

nuh'un gemisi asrın arkeolojik buluşu olabilir!

hong kong'da açıklama yapan ve hristiyanlığı yaymak amaçlı bir kuruma bağlı olarak çalışan araştırmacılar nuh'un gemisini bulduklarını ileri sürdüler.

nuh'un gemisi araştırmaları kutsal kitap arkeolojisinin ve paleografyasının en önemli kısımlarından birisidir.
dünyanın ibrahimî dinler için merkezi öneme haiz belli başlı merkezlerinde her sene bu alanda çok büyük bütçelerle çok ciddi çalışmalar yapılır. mezkûr çalışma da böyle bir gayretin parçası olabilir. ya da adamlar dolandırıcı çıkacaklar, bilemiyorum, bunu bizim yetkililerimizin açıklamaları ortaya çıkaracak.
öte yandan şu durum çok net: adamlar besbelli izinsiz kazı yapmışler ve elde ettikleri bulguları da türkiye dışına çıkarmaya muvaffak olmuşlar.
bu durumu doğrulayacak ya da yanlışlayacak bir açıklama bekliyoruz.
oysa, iktidar ve muhalefet anayasa müzakerelerine öylesine kilitlendiler ve toplumun bütün kesimlerini de bu işe öylesine fokusladılar ki, türkite toplumsal formasyonun gözü başka birşey göremez hale geldi.
şimdi, dedim ya, beklemedeyiz.

ilgililer, sorumlular, 'devletlûlar', akademisyenler, kanaat önderleri, bürokratlar doyurucu açıklama yapacaklar ve biz de, yani bütün insanlık camiası inşallah mutmain olacağız.
beklemedeyiz.
ben özellikle, her fırsatta kültür varlıklarımıza ne denli duyarlı olduğuna kuvvetli vurgu yapmaya bayılan ertuğrul günay'ın ne diyeceğini merak ediyorum doğrusu.
hayır, bir de bu hükümet muhafazakâr demokrat titrli.
dünyanın her yanında muhafazakârla böylesi bir kutsal kitap arkeolojisi bulgusu karşısında alarme olur ve bunu toplumla, dünyayla en ayrıntılı biçimde paylaşmaya çalışırlar.
oysa burada her nedense böyle olmuyor.
'muhafazakâr demokrat' iktidarıımız ve onun 'sosyalist müslüman' kültür bakanı halen beklemedeler.
bekliyoruz.

belki de asrın arkeolojik keşfi yapıldı, belki tarih yeniden yazılacak, belki kutsal kitap arkeolojisi ve paleografyası alanlarında ezber bozan, çığır açan bir adım atıldı, bütün bunlar mümkün olabilir.
lâkin bizimkilerden halâ ses seda çıkmadı, bu yüzden de emin değiliz, emin olamıyoruz, bilemiyoruz, öğremeiyoruz, 'acaba manüple mi ediliyoruz?' diye endişeleniyor ve geriliyoruz.
lâkin bilemiyoruz ve...
...bekliyoruz.
inşallah referandum sonuçlanmadan bu bekleyiş nihayete erer.
şimdi....
...bekliyoruz.

delikanlıca itirafımdır: bilmiyorum, lâkin peşindeyim, arıyorum!


bu yazı delikanlıca bir itirafnâmedir.
'insan ne için yaşar, neden biriktirir, nelerin kollektörü olunur?' mealindeki sualimi, hatırlanacaktır, akabinde 'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?' sualiyle değiştirmiştim.
öte yandan, bu suale dair olan şahsi cevabımı vermekten imtina ederken; verilebilecek muhtemel cevaplara zemin oluşturabilecek felsefi ekolleri ise panoramik ve muhtasar bir tarzda paylaşmakla yetinmiştim.

bana göre pek mühim olan bu sualin tahinpekmez camiasında karşılığı ise ne yazık ki çok ama çok zayıf oldu.
belki zamanın ruhuyla örtüşmedi, belki ben bu problematiği iyi 'satamadım', kimbilir?
herneysene...

evet, aktüel olarak şu an atacağım adım, bu mevzuyu başka bir dehr'de (zaman ve mekânda, birisi gayr-ı maddi (?) fikri - psikolojik aleme, bakiye dört boyutu ise maddi (?) uzay - zaman sürekliliğine ait olan 5 boyutlu aktüel bir uğrak, konjonktür) yeniden açmak kaydıyla kapatmak olacaktır.
demek ki, neymiş?
aç, kapa, aç kapa, açkapa..................
aç kapa..............................................
açkapaaçkapaçkapa..........................
çkpçkpçkpçkpçkp...............................
tabii, madem ki açtım, madem ki arı kovanına çomak soktum, açtığım gibi kapatmam da icap etmektedir.
lâkin, kapatmadan önce de, daha önce söz verdiğim üzere, şahsi cevabımı paylaşmak durumundayım.
'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?!?' merkezindeki hayati suale dair şahsi cevabım 'bilmiyorum, arıyorum, peşindeyim, inşallah ererim....' şeklinde olacaktır.
bu kadar basit yani...
ve bir bu (o) kadar da karmaşık anlayacağınız.
tam okumakta olduğunuz yazımın finaline geldiğim şu sırada (okumasını henüz bitirdiğin cümle parçacığını yazdığım 'şu sıra' ile, senin onu okuduğun ve biraz önce idrak etmiş olduğun 'o sıra' aynı sıra mıdır? al sana bêlâ mı belâ bir sual daha!), başlıktaki bir kavramın sebebiyet verdiği serbest çağrışımla bir dizi başka sual daha üşüşüvermesin mi zihnime?
'felsefe ve delikanlılık ne kadar içiçedir? yoksa bunlar bütünüyle dışdışa mıdır? dışdışalıkla içiçelik dışdışa mıdır, içiçe midir? delikanlılık delikızlığı kapsar mı, yoksa bu kavram bütünüyle sexist ve maçoist bir zihniyet alêmine mi referans vermektedir? yoksa delikanlılık zaten a-seksüel, ya da bi-seksüel bir kavram olmaklığı bakımından bu kabil kaygı, mülâhaza ve münakaşalardan bütünüyle müzehmidir midir? bla bla bla....'
neyse, farklı patikalara doğru giden metni toparlıyorum ve diyorum ki:
'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?!?' suali için şu an söyleyebileceğim en manalı lakırdı
sanki şu imiş gibi geliyor bana:
'dışdışamıiçiçemiolduklarıbulunduğumyerdenaldığımpozisyondandahilolduğumdüşüncedisiplinindenparçasıolduğumiklimdennetolarakanlaşılamayanproblematikleriaçıyorumkapıyorumaçıyorumkapıyorumaçıyorumkapıyorumçymkpyrmçyrmkpyrmçyrmkpyrmbenbunuilkmi yoksahepmiyapıyorumbenneyapıyorumnenenennn..........
.........................'
n!el - cevab
yani?
el'an bilmiyorum, halen arıyorum, kâmilen bulurum umarımterceme - i el - cevab.

bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?!

son yazımda 'insan ne için yaşar, niçin biriktirir?' demiş ve buna dair cevabımı bilâhare paylaşacağıma işaret etmiştim.
aslında soru başlıktaki gibi, yani 'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?!' kıvamında ve formatında olduğunda hem daha şık duruyor, hem de çok daha kapsayıcı, kuşatıcı, ihata edici oluyor.
öyle değil mi?

evet, 'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?'
soru(m) budur...
hayatın, mevcudatın, 'aşkın/transandantal/müteal/gayrimaddi/gayrimuayyen/metafizik olanın asıl kız ve oğlanlarla, figüratif unsurların bilcümlesine tevcih ettiği sual (de) sanırım budur.
sanırım dedim, zira bu konuda kesin konuşmak için kallavi büzük ister. öyle ise mevzuyu muğlak ve 'kervan nasıl olsa yolda düzülür / dizilir' mantığına istinaden bir miktar tamamlanmamış ve hatta dağınık bırakalım ve geliniz birlikte bir miktar ilerleyiverelim.
ben, kendi adıma, buna doğrudan bir cevap vermektense, öncelikle mümkün, muhtemel ve bittabii muteber imkânları / ihtimalleri gelin birlikte bir gözden geçirelim diyorum ilk adımda.
mezkûr suale verilebilecek cevaplar (bilinçli ya da bilinçsiz) alınmış ideolojik, felsefi pozisyonlara, tercihlere ve duruşlara tâbîdir.

işte çok muhtasar bir formatta olmak kaydıyla belli başlı düşünce ekolleri:
gnostikler (bilinebilirciler): bunlar kendi aralarında iki fırkaya tefrik olurlar:
özcü bilinebilirciler: bunlar hayatın/varoluşun verili bir kendinde  esası / özü / özütü / extresi / amacı / hedefi olduğunu ve bunun bilinebileceğini iddia ve vaz'ederler. kendi içlerinde ateist, deist ve teist ana şubelere ayrılırlar. bu şubelerin kırılımına baktığımızda, her birinin çok sayıda alt şubeye sahip olduklarını müşahade ederiz. meselâ, sadece teist bilinebilirciliğin bile belki yüzlerce alt şubeye sahip olduğu iddia edilebilir.
karşı - özcü bilinebilirciler: varoluşun verili bir kendinde özü ve amacı olmadığını, mezkûr amacın mevcudatın mercek altına alınan kısmının niyetine tâbî olduğu ileri sürerler. bir başka deyişle, varlığın varoluşu öncelemesi değil, sonralaması söz konusudur bunlara göre. varoluşçuluk bu bahsin karakteristik, mümeyyiz vasflarındandır.

agnostikler (bilinemezciler): mevcudatın esasının bilinemeyeceğini, bildiğimizi sandığımız şeylerın tamamının ise esasen görünüşler / fenomenler dünyasına ait zahiri / sathi / geçici ve ehemmiyetsiz mâlumat / information olduğunu iddia ederler. kendi aralarında ikiye taksim olurlar:
özcü agnostikler: bunlar hayatın/varoluşun verili bir kendinde  esası / özü / özütü / extresi / amacı / hedefi olması icap ettiğini, lâkin bunun, maddenin şuurlu formu olan tarafımızdan bilinemeyeceğini iddia ve vaz'ederler. bunlar da kendi içlerinde, aynen mevhum-u mualifleri gibi ateist, deist ve teist ana şubelere ayrılırlar. ve yine bunların kırılımına baktığımızda, bunların her birinin de çok sayıda alt şubeye sahip olduklarını müşahade ederiz.
karşı - özcü agnostikler: varoluşun verili bir kendinde özü ve amacı olmaması icap ettiğini; mezkûr ve bizim için de esası ebediyen meçhul kalmaya mahkûm olan bahis konusu amaçsızlığın mevcudatın mercek altına alınan kısmının (her ne kadar biz bunun esasına ve künhüne vakıf olamayacaksak da)niyetine tâbî olduğu ileri sürerler. özcü agnostiklerden farklı olarak bunlar, hem varoluşu sonralayan varlık'ın ve hem de varlık'ı önceleyen varoluşun esasının asla bilinemeyeceğini vaz'ederler.
şüpheciler (skeptikler): bunlar hayatın/varoluşun verili bir kendinde  esası / özü / özütü / extresi / amacı / hedefi olup olmadığından emin olunamayacağını; varoluşun asal eksenine oturmuş böylesi bir keyfiyetin hem mümkün ve makul, ve hem de imkânsız gayr-ı makul olduğunu aynı anda iddia ve vaz'ederek bizi çeşitli dumur pozisyonlarına gark ediverirler. bu felsefi tercihin kırılımına bakıldığında, onun da neredeyse sayılamayacak kadar çok alt şubesinin olduğu müşahade edilecektir.
imdiiii.......
yukarıda çok ama çok panoramik ve bir o kadar da muhtasar bir şekilde çizmeye gayret ettiğim felsefi çerçeveden sonra yeniden,.....yeniden....
...kuyruğunu yiyen ejderha....
...gözlerinin içine bakan 'Hakikat'ın etrafında halka olmuş, ilâhiler çığırarak dönen ve ama etrafında döndüğünü de bir türlü göremeyen ademoğulları....
...kâinatın mükemmel formu daire...
....varoluşun yatıştırılamaz yapısı , hareketi ve bitimsiz devinimi...
...döndüler, dönüyorlar, dönecekler...
ve o kad'im sualin beynini kemirdikleriyle semtine dahi uğramadıkları...
ve onlar, mezkur suale muhattap olanlar bile, en fazla o sualin öksüzleri kadar cevaba aşinalar...
oysa o suâl ortada, öylece, çırılçıplak, hayatımızın merkezinde, varoluşumuzun kalbinde ikâmet etmekte:
'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına!?!'
benim cevabım mı?
ey okur, önce sen zâtına dön ve sor: 'eyyy benim zavallı ve kibirli benliğim, benim cevabım ne, benim cevabım ne, benim cevabım ne?'
sen kendinle yüzleştiğinde, ben dahi burada (pek tabii ki kendi zavallı ve kibirli benliğimi nazar ederek) kendi cevabımı vermeye çalışıyor olacağım...
inşallah...