Hazopulo Pasajı'ndaki kitap müzayedelerim Aralık 2012'de bitti

Aşağıdaki metne ilgi gösterdiğiniz için sağ olun, var olun değerli kitap dostları; ancak, 10 Kasım 2012 paylaştığım söz konusu metinle katılmanızı istediğim Hazopulo Pasajı'ndaki Cumartesi performanslarım biteli yıllar oldu.

Artık pazar günleri, müzayedeye konu kitaplar bakımından daha zengin içerikli ve muhabbet ve show yönü de daha renkli olan bir başka kitap müzayedesi ve kültür performansı ile çıkıyorum huzurlarınıza. 

Ayrıntılı bilgi için:
***http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2015/11/pazar-gunu-tophanede-kitap-muzayedesi.html
***https://ziyaversencan.blogspot.com.tr/search?q=insan+okur


Şimdi gelin, artık tarihe intikal etmiş olan ve 29 Aralık 2012'de sonuncusunu gerçekleştirdiğim bahse konu o periyodik etkinlikler silsilesine referans veren '10 Kasım 2012' tarihli mezkûr yazıma birlikte göz atıverelim:

Liste yapmanın faziletleri, ya da, Beethoven Kenan Doğulu'yu, Mozart'ta Serdar Ortaç'ı döver mi?




Her derde deva bir faaliyet: listelemek

Liste yapmak, diğer birçok şeyin yanı sıra, verili - tanımlı kimi 'şeyler'i yasaklamaya; belirli bazı entiteleri olumlu örnekler olarak lanse etmeye; dinen helâl ve haram olan olguları netleştirmeye; ahlâki, ideolojik, politik, sosyolojik, psikolojik olarak vurgu yapılması gereken fenomenleri ramp ışıklarının altına atarak insanlığın dikkatine sunmaya; herhangi bir ‘X’ fenomenin belirli bir süreç (akıma dair) ya da kesitteki (stoğa dair) performansına ya da niceliksel değişimine göndermede bulunmaya; değerlileri değersizlerden, başarılıları başarısızdan, zararlıları yararlılardan, akları karalardan; (ve bazen de, güzellik konkurlarında olduğu üzere) daha güzel olanları diğer güzellerden ayırarak öne çıkarmaya; … vb … hizmet eder.

Türkiye'nin ilk vicdani retçisi Tayfun Gönül bu dünyayı terk etti

Tayfun Gönül (1958 - 2012)
Türkiye’nin ilk vicdani retçisi, ekolojist ve anarşist Dr. Tayfun Gönül, gülümsemenin çok yakıştığı biriydi


Meral Okay gibiydi; candan, yürekten, içten ve biraz da müstehzi gülümsemeyi; insanı içine çekiveren bir ambiyans inşa etmesini; bulunduğu ortamın olumlu bir ruh hali kazanmasına katkı veren kahkahalar atmasını çok iyi becerirdi. Nikotin, tein ve kafein'in kara-kahverengi yaptığı dişleri rahatsız etmezdi sizi, onun o kocaman kocaman gülümseyen çehresine bakmanız. O derece doğaldı duruşu anlayacağınız. Neredeyse 30 yıl önce tanışmış, bir kaç yıl oldukça yoğun yaşam pratiklerini paylaşmış, ardından da, her birimiz kendi menkıbelerimizin peşinden giderek kopmuştuk diğerimizden.

Levent Kırca - Hülya Avşar polemiğinde mutabık olduğum Ertuğrul Özkök, Fahriye Abla filminde Müjde Ar’ın oynadığını unutmuş!

v
 
Problem yaratıp etrafında kapışmaya çok meraklıyız
 
Türkiye toplumu, problem yaratmakta ve bunların üzerinden kamplara ayrılarak, bölünerek sert saflaşmaların ve tartışmaların ortaya çıkmasına neden olmakta çok üretken, çok maharetli bir topluluk doğrusu. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması jüri başkanının tespiti, toplumumuzun bahse konu niteliğini ve potansiyelini bir kez daha gözler önüne seren bir ‘turnusol kâğıdı’ işlevi görmekte[i].

Can cümleden azizdir, ya da,sağlık, hastalık, tıp, eczacılık, ilaç endüstrisi hakkında bir okuma önerisi: Kütüphanedeki Beden




Can cümleden azizdir

İnsan dediğimiz varlığın, sağlıklı olmak ve hayatta kalmak merkezli çabaları, üzerinde yaşadığı ve eko-sisteminin / ekosferinin (sanılandan daha az öneme sahip) bir parçacığı olduğu mavi plânet üzerindeki on binlerce yıllık o destansı hikâyesinin ve medeniyet diye vasıflandırılan çok katlı okumalara müsait o görkemli ‘anlatı’nın merkezi unsurlarındandır. Bu keyfiyet, yeryüzünün hemen bütün dillerinde, sağlık sorunsalı etrafında örülmüş sayısız deyişin ortaya çıkmasını tetiklemiştir. 

Dünyanın biricik 'kitabiyat performansı & kitap müzayedesi' her Cumartesi Beyoğlu'nda yapılıyor



‘Dünyanın biricik, yegâne ve hatta unique ‘kitabiyat performansı & kitap müzayedesi’ne davetlisiniz.

Etkinliğin yapıldığı adres: Galatasaray, Hazzopulo Pasajı, Danışman Geçidi, no 1 – B, Pazar Mezatı Şirketi Salonu.


Değerli kitap dostu, ‘Pazar Mezatı & Ziyaver Şencan İftiharla Sunar’ mottosu ve koşulsuz – sınırsız kitapsever mutluluğu anlayışıyla her hafta yaptığımız Geleneksel Cumartesi kitap müzayedemizin ve kitabiyat temelli performans gösterimizin bir yenisi daha yarın, yani 23 Haziran 2012 günü, 16.00 – 20.00 saatleri arasında gerçekleştireceğiz.
Aşağıda, bu etkinliğin ilk 1 saatinde, 16.00 – 17.00 periyodunda, meraklısıyla buluşacak olan kitaplardan bazılarına dair olan kısa kitabiyat bilgileri paylaşılmaktadır.

Aziz Yıldırım, GS- FB rekabeti, Ünal Aysal, adalet, hukuk, hak, hürriyet, demokrasi, vicdan ve sosyal barış adına bir soru soruyorum

Adalet ve iktidar, adalet ve güç arasında var olan evrensel ve tarihi gerilime dair bir yazı bu.


1Kasım 2011'de, http://ziyaversencan.blogspot.com/2011/11/koyu-bir-gsl-olarak-rica-ediyorum-aziz.html linki üzerinden erişebilecek olan bir metin kaleme almıştım. Bu yazımda, özet olarak, GS Başkanı Ünal Aysal'dan, 2 Kasım'ın doğum günü olması nedeniyle, Aziz Yıldırım'ı, tutuklu bulunduğu Metris Tutuk ve Cezaevinde ziyaret etmesini rica etmiştim.

Nazım Hikmet'i, ölümünün 49. yılında saygıyla anıyorum


Sadece Türkçenin ve Türkiye'nin değil, insanlık aleminin
ve evrensel şiir dünyasının büyük simalarındandır Nazım Hikmet Ran

Bugün takvimler 3 Haziranı göstermekte.

Bugün, Türk şiiri bakımından önemli bir gün.

Bugün, modern Türk şirinin kurucularından, Türkçede serbest nazımla şiir yazılmasının öncüsü 'Mavi Gözlü Dev''in, Nâzım Hikmet Ran'ın (15 Kasım 1901, Selânik - 3 Haziran 1963, Moskova) aramızdan ayrılışının  49. yılı.

Ali Akel'i yazısından dolayı işten atan Yeni Şafak Gazetesini şiddetle kınıyorum!




Bugün bir gazeteci daha, yazdığı bir yazı yüzünden işinden oldu.


Okumakta olduğunuz metinde, işte o gazetecinin, Yeni Şafak Gazetesinin Washington muhabiri Ali Akel'in, gazetesinden kovulmasına neden olan yazısını paylaşacak, ardından da buna dair bazı tespitlerimi serdedeceğim.

İşte o bahsettiğim yazı:

Kendimi değersiz görmekten, konsantre olamamaktan ve yazamamaktan kurtulmayı umuyorum




Size; beni sıkan, üzen bir şey itiraf edeceğim: Bana bir haller oldu ve bu yüzden de neredeyse bir aydır doğru düzgün yazamıyorum artık.

Bir aydan önce, adeta fark etmeden nefes almanın, ya da zahmetsizce yutkunmanın basitliğinde ve kolaylığında becerdiğim ‘verili – belirli bir meseleye odaklanma’ işinin artık cehennemim oluvermesinden kaynaklanmakta bu yazamama sendromum .

'Ah, bir performans olsa da; sinemadan, felsefeden, mitolojiden, resimden, müzikten, metafizikten, medeniyetler tarihinden, entomolojiden, tarihten, psikolojiden, sosyolojiden, kozmolojiden, mantıktan, matematikten, 'neden birşey var da, hiçbir şey var değil?'den, 'hiç'den ve 'sonsuz'dan, zamandan ve mekândan, görelilikten, kuantumdan, paralel evrenlerden falan konuşulsa!' mı diyorsunuz? Ama, var böyle bir şey zaten!



Dizilerden sıkıldık öyle değil mi? Sığlar, birbirinin neredeyse aynılar, benzer şablonları ve trükleri kullanarak reyting yarışında ayakta kalmaya çabalıyorlar. Tartışma ve yarışma programlarının kalitesi de dizilerden daha üstün değil ne yazık ki.

Reklâmlar ise bütünüyle bir facia halini aldı neredeyse.
Yüzlerce tv kanalının tamamından, radyolardan, internetten, basılı medya mecralarından, billboard'lardan, cep telefonlarından, market raflarından sürekli olarak üzerimize üzerimize geliyor ve bize 'şayet önerdiklerimizi tüketmezsen muteber kişi değilsin, başarılı değilsin, hatta bu dünyada ve bu çağda var olmayı ve su ve hava gibi kaynakları kullanmayı bile hak etmiyorsun!' dercesine abanıabanıveriyorlar benliğimizin ve ruhumuzun üzerine.

Meral Okay, Muhteşem Yüzyıl, mütedeyyin - lâikçi kamplaşması, 'Beyaz Türkler'in Osmanlıyla barışması, Haber Vaktim ve ölenin ardından konuşmak, İslâm ve nezaket

Meral Okay 'yakılmak' istemiş...



1 – Candan gülümseyen, yüreği yoksullar için atan o sahici kadın yok artık

Sinema - tv dizisi oyuncusu ve senarist olarak tanınan, ancak kariyerinde şarkı sözü yazarlığı, gazetecilik ve yapımcılık da olan Meral Okay (20 Eylül 1959 – 9 Nisan 2012) bir süredir tedavi gördüğü akciğer kanseri yüzünden hayatını kaybetti. Böylelikle, o da; çok sevdiği hayat arkadaşı, ruh ikizi, hayatı boyunca sol muhalif kimliğiyle öne çıkmış oyuncu Yaman Okay’ın (1951 – 1993) pankreas kanserine yenik düşmesinden tam 19 yıl sonra, eşiyle benzer bir finali paylaşarak, yaşam dediğimiz meçhullerle bezeli bu harikulâde ve ‘bi-insaf Oyun’da ve dünya dediğimiz bu büyük ‘Ev’de, ‘perde!’ diyen o büyük ‘Senarist ve Yönetmen’in iradesine boyun eğmiş oldu.Meral Okay; kişiliğinin dip sularına demir atmış olan emek yanlısı dünya görüşünü, kendisine özgü bir hümanizma ve ironik bir mizahla mezcederek nev-i şahsına münhasır bir üslûp oluşturmasını bilmişti. Bu keyfiyet, onun, hem oyunculuğunu ve hem de senaristliğini yaptığı prodüksiyonların dokusuna, belirgin bir renk olarak nüfûz eden karakteristik bir unsurdu.

'Pazar Mezatı & Ziyaver Şencan, iftiharla Takdim Eder!'; ya da, 'Cumartesi, Beyoğlu'ndaki nadir kitap müzayedesine ve kitabiyat performansına katılmaya ne dersiniz?'





Her cumartesi, 15.00 - 20.00 saatleri arasında Beyoğlu, GS, Hazzopulo Pasajı, Danışman Geçidi, No 1 - B'deki Pazar Mezatı şirketinin salonunda geleneksel kitap, efemera ve obje müzayedesi yapılmaktadır.

Etkinliğin, artık oturmuş ve klasikleşmiş olan, formatı - programı şöyledir:

Hugo Pratt’ın efsanevi ‘anti kahraman’ı Corto Maltese’yi NTV yeniden yayınlıyor. Çizgiroman yazıları – 2



Hugo Pratt’ın efsanevi, eksantrik, denizci, maceraperest ve gezgin ‘anti kahraman’ı Corto Maltese’yi NTV yeniden yayınlanıyor. Çizgiroman yazıları – 2

1 – Neden Corto Maltese yazısı?

Çizgiroman evreninin en sıra dışı kahramanlarından birisi, Malta asıllı (Maltese, Maltız) İtalyan grafik sanatçısı ve yazarı Hugo Pratt’ın (1927 – 1995) yarattığı Corto Maltese’dir. Bu eksantrik kurmaca karakter, yaratıcısından kaynaklanan (‘sanatçı – sanat eseri diyalektiği’ bağlamında normal karşılanabilecek) otobiyografik esinlenmeler taşımak keyfiyetiyle yetinmemiş, üstüne üstlük, çoğu durumda, yaratıcısının yerine geçmeyi (daha doğrusu, onunla özdeşleştirilmeyi / özdeşleşmeyi) de becerebilmiştir[i]. Pratt’ın, bu fevkalâde sıra dışı (çizgi üstü) sanatçının, kendisinin kişilik özelliklerinden hareketle temellerini attığı, akabinde de, muhayyelesindeki ve tasavvur alemindeki kimi beşeri hususiyetleri bu kurmaca benliğine haritalayarak olgunlaştırdığı Corto Maltese, bu satırların yazarının en ziyade hayranlık duyduğu ve yakınlık hissettiği popüler kültür ikonlarından birisidir. Bu girizgâhın, ‘niçin bu metin, niçin bir Corto yazısı?’ sorusuna verilebilecek en makul ve meşru cevap olduğunu düşünüyorum.

Annesiz ve babasız birisi Kâinatı nasıl sırtlayabilir ey Allahım?



Geçtiğimiz Pazar, Eskişehir’de bir taraftan biyokimya master’ına devam ederken, diğer taraftan aldığı pedagojik formasyon sayesinde kazandığı kimya öğretmenliği yapma hakkını kullanabilmesine zemin oluşturacak stajını yürüten ve yanı sıra da, tekno kentteki bir moleküler kimya firmasının ar-ge departmanında çalışan büyük kızım babaannesini ziyarete geldi. Ben de, bu vesileyle soluğu Şişli’de aldım. Böylece bir taşla birçok kuşu birden vuracak, kızımı, annemi ve yanında kaldığı kızkardeşimi, eniştemi ve kızlarını, sevgili yeğenim Güher Görgülü’yü aynı anda görebilecektim. Nitekim gördüm de. Ancak, bu ziyaret ve bir arada oluş bana keyif ve mutluluktan çok üzüntü, hüzün ve acı verdi. Zira, bu sefer anneciğimi daha da çökmüş gördüm. Gerçi, 83 yaşında olduğu hesaba katılırsa, bu normal karşılanabilir. Lâkin, artık yürüteçle bile yürüyemiyor, sadece zorlukla doğrulabiliyor olmasını, her şeye karşın, kabullenmekte zorladım doğrusu.

2. Mahmud, Yeniçeri Ocağı, Vaka-i Hayriye, Bektaşi, Alevi, Nakşibendi, takiye, Mehter, Demokrat Parti, İstanbul’un fethi


1826'da, misli görülmemiş bir şiddet uygulanarak imha edilen Yeniçeri Ortalarından birisinin sancağı.

Osman Hamdi Bey mi, Arif Paşa mı; Batılı Figüratif Türk Resminin kurucusu kimdir? - 2

Batılı Figüratif Türk resminin kurucu babasının Osman Hamdi Bey olduğu kabul edilir. Bu yazı dizisinde, bahse konu iddia otopsi masasına yatırılarak ayrıntılı ve (olabildiğince de) nesnel bir şekilde tartışılmaya çalışılmaktadır. Okumakta olduğunuz etüdün birinci bölümüne erişmek için http://ziyaversencan.blogspot.com/2012/03/turk-resim-tarihinde-hakiki-bir-muamma.html linki kullanılabilir.

Osman Hamdi Bey mi, Müşir Arif Mehmed Paşa mı; Batılı Figüratif Türk Resminin kurucusu kimdir? - 1


Arif Paşa'nın 'Mecmu'a-i Tesavir-i Osmaniye' adlı eserinin 2. tablosu. Tahtta oturan, başta 'Vak'a-ı Hayriye' olmak üzere, Paşa'nın hayatını tayin eden,  bir çok önemli olaya imza atan Sultan II. Mahmut'tur. 
Türk resim tarihinde hakiki bir muamma: Müşir Arif Mehmed Paşa[i]

1 - Osman Hamdi Bey surunda bir gedik açmak, ya da, Türk resim tarihinin doğru sanılan bir yanlışını tashih teşebbüsü, veyahut ta, ‘Batılı figüratif Türk resmi[ii]’nin kurucusu gerçekten de Osman Hamdi bey midir?

Türkiye entelijansiyasının ‘uç beyleri’, özelde de resim kamuoyumuzun kanaat önderleri, kabaca 100 yılı bulan bir teorik temellendirme (Osmanlı/Türk resim eleştirisi ve Türk resim tarihi yazıcılığı) süreci boyunca ‘Batılı anlamdaki Türk resim sanatı’nın kurucu figürleri / babaları olarak Şeker Ahmet Paşa (1841 – 1907), Osman Hamdi Bey (1842 – 1910) ve Süleyman Seyyid’i (1842 – 1913) takdim etmişlerdir. 

Mercek altına aldığımız önemli meseleyi hafifletmeyeceğini, yanı sıra da; okurun muhayyelesinde, burada ele alınacak problematiği daha kuşatıcı algılamasına hizmet edeceğini umarak, bu üç ressama, 'Batılı Türk resim sanatının Üç Silahşörleri' demek cür'etini göstererek devam ediyoruz.

Bu üç öncü içinde Osman Hamdi Bey’in farklı bir konumu ve ağırlığı vardır. O, bu üçlü yapı içinde aynı zamanda ‘Batılı anlamdaki figüratif Türk resmi’nin ‘ilk aktörü’ olarak da sunulmaktadır bizlere.

Dilber Ay: 'kendimi sömürtmek zorunda mıyım?' derse, Şahan Gökbakar ne cevap verir?




40 yıllık Dilber Ay, 2012 Türkiye’sinin yeni popüler kültür ikonu oldu

Son zamanlarda; sanal alem, sosyal medya, tv kanalları ve yazılı basın gibi bütün mecralarıyla Türkiye’de ciddi bir Dilber Ay fırtınası esiyor. Bu durumda da, (bu satırların yazarı gibi) bir ‘araştırmacı ve soruşturmacı net-citizen’ için ‘Neden Dilber Ay ve niçin şimdi? sorusunun peşine takılmak son derece de normal ve rutin bir faaliyete dönüşüyor. Esasen, aynı sorgulamayı şu şekilde de formatlamak pekalâ mümkündür:Ne oldu da, 40 yıldan beri, kendi mecrasında icra-ı sanat eyleyen Dilber Ay, ana akım medyası tarafından birdenbire keşfediliverdi ve neredeyse her gece, önemli bir ulusal kanalda canlı yayına çıkarılmaya başlandı? Aslına bakılırsa, bu furyanın start almasının, bir diğer deyişle, sanatçının, sadece, kabaca 40 yıldır izleyeni olan o klasik ve belirli alt kültür gruplarınca bilinir ve kucaklanır olmaktan çıkıp, geniş yığınların ‘radarına takılma’ya başlayarak gerçek bir ‘popüler kültür ikonu’ oluşunun kaynağını;  izlediği ‘sui generis (nev-i şahsına münhasır) genel yayın politikası ve bunun alt bileşenleri olan enteresan program formatları sayesinde, özel bir seyirci kesimini kendisine bağımlı kılmayı (hatta fanatiği yapmayı) başaran Flash TV’deki o ‘emsalsiz’ programda, ‘Kadere Mahkûmlar’da[i] teşhis etmek mümkündür.  


Fehmi Koru, 'Murdock satın alırsa, Ertuğrul Özkök Sabah'ın başına geçebilir' derken Serdar Turgut'tan intihal mi yaptı?*


Fehmi Koru, fotoğrafının sağındaki kara kalem
desenin sembolize ettiği Taha Kıvanç ismiyle de
yazan etkili ve çalışkan bir habercidir.

Serdar Turgut, diğer birçok hasletinin
 yanı sıra, basınımızın 'Ertuğrul Özkök spesiyalisti'dir.


Bu yazı, bir taraftan, başta Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmak üzere, aktüel iktidarın kaymak tabakasını (cream de la cream); diğer taraftan da, arasında 'başka bir dünya ve başka bir yaşam tarzı mümkün!' diyen bu satırlarının yazarı gibi muhalif sesleri kapsayan oldukça geniş sayılabilecek bir spekturuma / entervale yayılmış bir okur / izleyici kitlesine sahip olan, yazıları ve konuşmalarıyla (hükümlerine katılırsınız ya da katılmazsınız, o bahsi diğerdir), bigâne kalamayacağınız muhafazakâr demokrat bir habercinin portresine giriş denemesi’dir. Ve yine bu metin üzerinden, mezkûr gazeteciye ait bir makalenin intihal ürünü olma ihtimali tartışılmaya çalışılacaktır. 

Fehmi Koru; Zaman Gazetesinin yayın hayatına atıldığı 1986 Kasım’ından itibaren yazılarını okuduğum, bu sayede de, fikri gelişimini çeyrek asırdan uzun bir süredir izleyebildiğim bir kanaat önderidir. Donanımlı, kültürlü, zeki ve hırslı birisidir Koru. Farklı ve kaliteli kaynaklar üzerinden yaptığı hamarat okuma süreçleriyle beslenen renkli, çok yönlü ve ‘eksantrik’ düşünebilme melekesini, güçlü Türkçesi ve kıvrak ve esprili üslûbuyla birleştirmeyi beceren Fehmi Koru, böylelikle, meraklısının ıskalayamayacağı ve uzak duramayacağı metinlerin müellifi olagelmiştir onca zamandır. Taha Kıvanç müstear ismiyle yazdığı yazıları ise; onun, spekülatif zekâsıyla, olayları şaşırtıcı komplo teorileri üzerinde zekice temellendirme ehliyetin somut nişaneleri olup, bu janrın tutkunlarının adeta müptelâsı olduğu entelektüel ürünler olarak temayüz etmektedir. Koru, bahse konu gazetecilik faaliyeti sırasında, iyi haber alan kaynaklara erişebilmesiyle de öne çıkmış; bu meziyeti sayesinde de, yazarlığını ve haberciliğini sarsılması zor ‘muhkem mevkiler’ üzerine inşa etmesini bilmiştir.

Galatasaray'ın 5 Mart 2012 gecesi deplasmanda 4 - 0 kazandığı Sıvasspor maçında şike mi var?

İşte gündeme düştüğü andan itibaren adeta bomba tesiri yapan ve Sıvasspor başkanı Mecnun Odyakmaz'a ait olan o 'manidar' fotoğraf

Futbolumuzdaki şike tartışmaları dinmek bilmediği gibi, Türkiye gündeminde işgal ettiği ağırlıklı yeri de korumaya devam ediyor.

Başta FB olmak üzere, ülkemizin bazı güzide kulüplerinin adının karıştırıldığı şike davası sürerken; 5 Mart 2012 Pazartesi gecesinin ilerleyen saatlerinde ajanslara düşen bir fotoğraf, yayınlandığı andan itibaren sosyal medyayı sarsmaya ve mezkûr şike davasına yeni bir boyut kazandırma istidadı taşıdığını haykırmaya başladı.

Söz konusu fotoğrafın; sahip olduğu manidar görsel imalar ve futbol kriminolojisine yaptığı örtük ve vahim göndermeler yüzünden, kamuoyuna mal olduğu andan itibaren, Türkiye gündeminde adeta bomba etkisi yapmış olmasında, doğrusu, çok da yadırganacak bir vaziyet teşhis etmeyenlerdenim. öte yandan, bu fotoğraftan sonra, şike davasının kapsam ve sınırlarının (hem de çok büyük ölçüde) genişlemesini beklemek, sanırım isabetli bir tahminde bulunmak sayılacaktır.

Aşk, Cân, Cânan, Adalet ve Hürriyet diyorum YâHû, daha ne diyeyim, daha ne diyeyim, daha ne?!?



14 Şubat Sevgiler Günü’ne dair olan görüşlerimi içeren ve http://ziyaversencan.blogspot.com/2012/02/sevgililer-gunu-mu-istemez-eksik-olsun.html linki ile erişilebilecek olan ‘Sevgililer gününde sevdiğine ‘miniminnacık bir pırlantacık’ almadığı için öküz ilân edilen bütün erkekler, birleşiniz!’ başlıklı yazım bazı okurların ağır eleştirilerine muhatap oldu.
Bahse konu yazının içeriğinden hareketle, yazarının şahsında; ‘sevdiğine, yılın bir gününü bile hasretmekten kaçınan; üstüne üstlük, bir de, ona, ‘yarım elma, gönül alma’ kabilinden bir hediyeciği bile çok gören bir duygusuz maddiyatçı ve bencil bir zonta teşhis etmek’ bana kalırsa çok ciddi bir haksızlık olacaktır.

28 Şubat senaryoları; Hangisi sizinkisi?

28 Şubat Sürecinde Neler Yaşandı?

Müstekbir mimarlarının, Nazi idaresindeki III. Reich döneminden ödünç aldıkları yaklaşımla '1000 yıl sürecek' diye tanımladıkları '28 Şubat Post-modern Darbe'si hakında yazılanlar şimdiden külliyetli bir literatür boyuna erişti. Buna dair çok sayıda senaryo halâ dolaşımda ve gün geçmiyor ki buna yenileri eklenmesin. Bu metinde yazar, hem bu senaryoları kuşbakışı ele almaya çalışacak ve hem de, çalışmasının nihayetinde, kısaca kendi analizlerini okuruyla paylaşacaktır.

Söz konusu yazı, az sonra göz attığınız blogdaki yerini alacaktır....

'Şah MİT krizi'ni mizah dergilerinin kapak karikatürleri üzerinden okumaya ne dersiniz?

pic.twitter.com/M6xzYXBr

MİT ve (esas olarak da) Hakan Fidan temelli tartışma, sadece Türkiye Toplumsal Formasyonunu günlerdir meşgul etmekle kalmadı; yanı sıra da, neredeyse kürre-i arzın çok önemli diğer merkezlerinde de ilgiyle izlenen yüksek reytingli bir ‘global sosyo-politik’ vakıa halini aldı.
An itibarıyla, bahse konu süreç hız kesmiş ve bir miktar durulmuş olsa da; konuya aşina olan çevreler, bu mevzuun, her an alevlenmeye müsait bir 'hot topic' olma vasfını koruduğuna işaret ederek, mezkûr olguyu 'bleu screen'den', yani izleme ekranından düşürmemeye kararlı gözükmekteler.

Ahmet Hakan, Ertuğrul Özkök'ün dinle ilgili yazılarını yayınlanmadan önce mutlaka okusun!


Bilmem sizin de dikkatinizi çekti mi, ‘Ertuğrul Özkök’ü okumuyorum’ demek son zamanlarda çok yaygınlaştı, adeta sosyolojik bir ritüel, entelektüel bir tarz halini aldı. Bu beyanın, esasen, hakikatle mutabık olmadığına inananlardanım. Aklı başında insanların, böylesi bir konuda hilaf-i hakiki beyanda bulunma ihtiyacını neden hissettikleri mevzuuna, konunun oldukça çetrefilli olması hasebiyle, burada girecek değilim. Lâkin, şu kadarını söylemeden de geçemeyeceğim: ben Ertuğrul Özkök’ü okuyorum, hem de, onu genel manada müstekbir ve birçok konuda da gayri samimi bulmama karşın, altını çizerek okuyorum.

Aziz Yıldırım'ı asmayalım da besleyelim mi?




1.0 - Bu metne ilkin 'Aziz Yıldırım nasıl adım adım ‘Saint Yıldırım’ oldu, ya da, 'Tractatus Logico Kalkedon Saga' için bir girizgâh denemesi' başlığını koymuştum. Öte yandan, Yıldırım hakkında 3 Temmuz 2011'den beri yazılanlar ve konuşulanlar öylesine ağırdır ki, insan kendisini ister istemez 'acaba ne zaman 'Aziz Yıldırım'ı asmayalım da besleyelim mi?' sorusu da dillendirilecek diye düşünmekten alıkoyamıyor. İşte bu keyfiyet yüzünden değişti okuduğunuz satırların başlığı.




1.1– 54 yaşındayım ve 'yolum'un ne kadarını kat ettiğim hakkında haliyle zerrece fikrim yok. Lâkin, şu kadarından da  eminim ki, 48 yıldır GS’lıyım. İş bu metnin bakiyesinin, benim yaklaşık yarım asra iblağ olan mezkûr taraftarlığımın nokta-ı nazarından okunacağının ümidi içerisindeyim. 


1.2 – FB başkanı Aziz Yıldırım’ın merkezi figürü olduğu vakî davanın, sadece Türkiye’nin değil, dünya adli literatürünün de en enteresan fenomenlerinden birisi olmaya namzet olduğunu düşünenlerdenim.

Sevgililer gününde sevdiğine ‘miniminnacık bir pırlantacık’ almadığı için öküz ilân edilen bütün erkekler, birleşiniz!




sevgililer günü hakkında fikir serdederken, klişeleri tekrarlamamanın, malûmu ilâm etmemenin, sloganlara müracaat etmemenin, eski fikirleri yeni kıyafetlerle emisyona sokmaktan kaçınmanın ne denli zor (ve hatta çoğunlukla da imkânsız) olduğunun bilincindeyim. bu yüzden de işte, aşağıdaki fikirlerim, yukarıda mezkûr zafiyetle bir bir malûldür, bilirim.

Cüneyt Arkın intihar ederse, bu, başta sinema ve eğlence sektörü olmak üzere, toplumun bütün kesimlerin duyarsızlığı yüzünden olacaktır



Dr. Refik Saydam (1881 – 1942) TC’nin ikinci ve 15 yıllık toplam hizmet periyoduyla da en uzun süreli sağlık bakanıydı. Genç cumhuriyetin kendisini konsolide ettiği yıllarda, yaptığı önemli icraatlarla özelikle sağlık alanında kalıcı hizmetlere imza atan Dr. Saydam, İnönü’nün cumhurbaşkanı olmasından sonra getirildiği başbakanlığının (1939 – 1942) ilk günlerinde verdiği bir demeçte Devlet idaresi a'dan z'ye bozuktur, düzeltmek ister’ derken, yakın tarihimizin önemli mottolarından birisini dillendirdiğini hiç kuşku yok ki bilemezdi.

2 = 1' mi dediniz Dr Watson? Yok artık daha neler, siz, mantıksızlığı iyice tarz edindiniz azizim!



İran’ın iddiasına göre; Türkiye, ABD ve İsrail, Suriye’ye ortak operasyon yapacakmış; şayet dindar genç değilseniz tinerci genç olma riskiniz varmış; Mit Müsteşarı da dahil olmak üzere, devletimizin istihbarat örgütünün eski ve yeni üç önemli isminin görüşlerine KCK davası çerçevesinde başvurulacakmış; Taraf Gazetesinde yayınlanan Wikileaks belgelerine göre, emniyet yetkilileri,

İsmet Berkan’ın ilginç mantık sorusuna acaba doğru cevap verebildim mi, ne dersiniz?



Basınımızın birçok köşe yazarı, Pazar günleri, hafta içinde yazdıkları alışıldık konularından uzaklaşıp; kadın – erkek ilişkileri (özellikle de bunun sevda - aşk bahsi), gezi izlenimi, yeme – içme kültürü, teknoloji, sağlık, sanat, spor, edebiyat, felsefe ya da bilim gibi farklı alanlarda kalem oynatmayı tercih etmektedir. Okuyucu tarafından olumlu karşılanan, diğer bir deyişle başarısı sınanmış olan, bu yüzden de batı medyasında çok uzun bir süredir uygulanan bu tarz değişikliği, medya alanındaki birçok yenilikte olduğu gibi, ithal edilmiş ve yıllardır bizim medyamızda da kullanılır olmuştur.

Twitter, uygulamaya koyduğu zarif sansür hamlesiyle, küresel ölçekte takdir topladı



Mikro-blog ve sosyal paylaşım sitesi Twitter’ın, ülkelere göre farklı kullanıcı filtreleri uygulamasına geçtiğini duyurması yeni bir küresel tartışmanın fitilini ateşledi. Konu, kapsamı ve içeriği bakımından blogumuzu da çok yakından ilgilendirdiğinden, olayın birinci dereceden aktörlerine erişerek görüşlerini sizlerle paylaşmak istedik. Ancak, Twitter merkezinin, bu konuda konuşmama kararı alması, söz konusu arzumuzu realize etmemizi zorlaştırdı. Tam ‘içeriden, şirketin taa kalbinden ve beyninden gelen görüşleri sizlerle paylaşma’ merkezindeki projemizi ve arzumuzu rafa kaldırmak üzereydik ki, blogumuzun San Francisco’dan sadık bir okuru, eltisinin kayınçosunun, Twitter

Atlantik ve Pasifik, biz bu sıralamayı beğenmedik; Şayet Paris’e gelirsek, Sınır Tanımayan Gazetecileri öperik!



Bugün müthiş bir habercilik yapıp dünya basınının tamamını atlatacağım, bilmiş olun!

Ama önce, kişisel tarihimde geçmişe doğru uzun bir sıçrama yapacağım. Halâ devam ediyor mudur, doğrusu bilemiyorum. Çocukluğumda, ki bu durumda 1960’ların 2. yarısıyla, 1970’lerin ilk yarısından bahsediyoruz demektir, okullarda uygulanan ve sosyolojik ve pedagojik bakımlardan enteresan ve çok katlı okumalara müsait olan bir adet, hatta deyim yerindeyse bir çeşit ritüel vardı.

Theo Angelopoulos da 'Sonsuzluk ve Bir Gün' oldu işte

Dünyaca ünlü Yunanlı film yönetmeni ve senarist Theo(doros) Angelopoulos (1935 – 24 Ocak 2012) Pire yakınlarında devam eden bir film çekimi sırasında, karşıdan karşıya geçerken, bir motosikletin çarpması sonucu öldü. Yunanistan’ın etkili gazetelerinden Kathimerini, kazaya yol açan aracın polise ait olduğu iddia edip, olayın şaibeli olabileceği ihtimalinini manşetten paylaştı.

News Corp, Sabah - ATV Grubuyla ilgilendiğini WSJ üzerinden açıkladı


Gripten henüz tam manasıyla kurtulamadığım için, işittiğim çınlamayı önce nekahat döneminin kulaklarıma oynadığı bir oyun sandım. Bunun, cep telefonumun sesi olduğunu anlayıp ona cevap verdiğimde ise şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Telefondaki ses, Ağustos ayının ortasından beri, benim bilinçli olarak görüşmekten kaçındığım dostum F.Z.’ye aitti.
Çılgınlar gibi okuyan, kelimenin tam manasıyla kendisini yetiştirmiş bir oto-didakt olan F.Z., çeşitli konulara dair geliştirdiği orijinal tezleriyle her zaman şaşırtmayı bilmiştir beni.  Onunla 2011 Ağustos'unun başlarında yaptığımız bir sohbetin içeriğine http://ziyaversencan.blogspot.com/2011/09/cok-sk-erdoganc-dostum-fznin-erkek.html linki ile, ilkinden 10 gün kadar sonra yaptığımız gerilimli bir telefon görüşmesinin muhteviyatına da http://ziyaversencan.blogspot.com/2011/08/ingiltere-isyan-murdoch-kurtama.html bağlantısı üzerinden erişmek mümkündür.

Grip beni paçavraya çevirdi!


Grip (influenza) yüzünden iki gündür paçavraya dönmüş durumdayım.
Bu hastalığın halk katındaki bir isminin de paçavra hastalığı olması boşuna değil anlayacağınız. Gerçi, bunu bilmeyen yoktur sanırım. Bu yüzden de, bu tespiti paylaşmam olsa olsa malumun ilâmı olmuştur ya, neyse.