Kadın - erkek ilişkisini / aşkını ne bitirir?



Cevaplanması kapsamlı ve özenli bir çaba gerektiren son derece de önemli ve kritik bir sorudur başlıktaki. Belirli, reçete haline getirilebilecek ve insanlığa toptan önerilebilecek genel geçer cevapları da yoktur onun üstelik. Herkese ve her çiftin özgül şartlarına göre değişen sayısız cevaplarıyla bu soru, neredeyse sonsuz bir külliyatın, bitimsiz bir literatürün muharrik etkeni, sebeb-i mevcudu ve ebesi olagelmiştir tarih boyunca.

O cevapların en popüler, en belli başlı olanlarına bile girmeyeceğim burada. 


Alpaslan Dikmen'i unutmadık


Alpaslan Dikmen (20 Aralık 1965 - 27 Eylül 2008) futbol muhabiri ve fotoğrafçısı ve Galatasaray taraftar grubu UltrAslan'ın Harun Coşkun ile birlikte iki kurucusundan birisi ve ilk Genel Koordinatörü idi.
“ Şimdi söyle nerdesin sen,
Oldu mu bırakıp gitmen,
Keşke çıkıp şaka desen,
Ne olur ALPASLAN DİKMEN!!!
#İyikiDoğdunAlpaslanDikmen
”

Testosteron hükmü altındaki erkek kafası budur işte!



Aydın - cahil, zengin - fakir, genç - yaşlı, modern - muhafazakâr, ne şekilde tarif ve tavsif edilmiş olursa olsun fark etmez; testosteronlarının hükmü altına girdiğinde erkek zihni, eril bilinç, maço zihniyet, erkekçil idrak (biraz kabaca dillendirilmiş de olsa), tam da yukarıda paylaştığım karikatürdeki gibi çalışır maalesef.

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 15 Temmuz: Bir daha ASLA!!!



Bu gün 17 Eylül; cumhuriyet dönemi siyasi tarihimizin en trajedik olaylarından birisinin, Adnan Menderes'in idam edilişinin yıl dönümü.

Türkiye Toplumsal Formasyonu tarihinin en ibretlik sosyo-politik gelişmelerinden birisine beşiklik eden 15 Temmuz gecesi yaşadığımız o dramatik darbe teşebbüsünün 2 ay sonrasına denk düşmesi, bu yıl dönümünün anlamını pekiştirmekte.

Bu iki müessif olayın birbirini pekiştirerek sinerji yaratan atmosferi, Türkiye'nin dürüst, vicdanlı, ahlâklı kadın ve erkeklerinde; demokrasiye, halk iradesine ve seçilmiş temsilcilerine karşı yapılacak olan müdahalelere karşı durma refleksini geliştirdi.

Demokrasi tarihimize kara sayfalar olarak nakşolan bu günler, 27 Mayıs'ın yıl dönümünde paylaştığım bir blogu güncelleyerek yeniden gündeme getirmeye sevk etti beni:

'Gerçekten demokratik, adil ve özgür bir Türkiye istiyorsak şu asgari müştereklerde mutabık olmaya mecburuz:

Seçilmiş bir hükümetin devrilmesi mi? 
Bir daha ASLA!!!

Seçilmiş siyasilerin idamı mı? 
Bir daha ASLA!!!

Yargının siyasallaşması mı? 
Bir daha ASLA!!!

Tarafsız ve bağımsız yargıçlarla tabii hakimlerin uyguladıkları evrensel ve adil hukuk normları yerine olağanüstü mahkemeler ve partizan uygulamalar mı?
Bir daha ASLA!!!

Artvin'e kıymayın efendiler; sen de çek o kirli ellerini memleketimden ABD!


Bu metnin ilk versiyonunun başlığını aşağıdaki gibi yazmak istediysem de, uzunluğu yüzünden, gerçekleştirememiştim bu arzumu. İşte mezkûr ilk edisyonun başlığının gönlümde yatan o uzun versiyonu:

'Türkiye'nin en zengin fauna ve florasına sahip olan Artvin'e kıymayın efendiler!'

Derken dün (14 Eylül 2016), medya organlarında, ABD Büyükelçisi John Bass'in Arvin'in çeşitli yerlerini sessiz sedasız ziyaret ettiğine ve HES inşatlarına karşı çevreci duyarlılık gösteren köylülerle görüşmeler yaptığına dair çok sayıda haber ve yorumlar boy gösterdi.

Bu durum, dün paylaştığım satırlara şunları eklemeye icbar etti beni:

Eyyy emperyalist ABD; 
Eyy insanlığın başına onlarca yıldır sayısız çorap ören vahşi kapitalist ABD;
Eyy şu yıkılası müesses nizamın temel direği ABD;
Eyy insanlığın sömürülmesinin baş mes'ulü ABD;
O pis, o kirli, o kanlı elini çek memleketimden; sokma o kahrolası mağrur burnunu Artvin'ime; gölgeleme, lekemele, şaibe düşürme onların meşru mücadelesine!

Seni Artvin'den önce kendi ülkendeki benzer vak'alarda, meselâ Missouri Nehri'nin Kuzey Dakota eyaleti hudutları içinde yer alan kısmının hemen yanında inşa edilmeye başlanan bir petrol boru hattının neden olabileceği ekolojik sıkıntılara karşı aslanlar gibi savaşan Sioux yerlilerinin mücadelesini desteklerken görmek istiyor gözlerimiz eyyy John Bass (http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2016/09/kzlderililer-abddeki-vahsi-kapitalizme.html#more).
abd büyükelçisi artvin'de ile ilgili görsel sonucu

bazılarının suratına böyle haykırasım var



Canımı sıkan bazı salaklara, bazı kifayetsiz muhterislere, bazı hak edilmemiş özgüven patlaması yaşayan mahlûkata işte böyle haykırasım var, 

O derece canımı sıktılar, o derece bıktırdılar ki, o kadar olur yani(((

Ki onlar, taş çatlasın, ancak aşağıdaki solucan mertebesinde bir IQ ve EQ sahibidirler:


Kızılderililer ABD'deki vahşi kapitalizme direniyor



Başını Standing Rock Sioux'ların çektiği kızılderililer, günlerden beri, kendileri için yaşamsal önemi olan Missouri nehrini kirleteceği gerekçesiyle, ABD’nin Kuzey Dakota eyaletindeki bir petrol boru hattı inşaatı çalışanlarıyla mücadele ediyorlar.
Ülkedeki 150 kızılderili kabilesinin yanı sıra, başta çevreciler olmak üzere, (aşağıda paylaşılan videoyu da çeken Democracy Now'un da arasına yer aldığı) Amerikan toplumunda büyük bir karşılığı olan geniş bir sivil haklar savunucuları bloğunun desteğini alan yerli direnişi; inşaat şirketinin özel güvenlik elemanları, buldozerler, süvariler ve eğitimli savaş köpekleri, helikopter ve biber gazı eşliğinde uyguladığı, günden güne de şiddetini arttıran bir saldırıya göğüs germeye çalışıyor. 
Yerliler (inanç sistemleri olan Şamanizmin gereği) Missouri Irmağı'nı, ona salt fonksiyonel yaklaşmayıp, aynı zamanda kutsal kabul ettiklerinden, petrol şirketinin bu faaliyetini inançlarına ve kutsallarına yapılan bir saldırı ve hakaret olarak da algılıyorlar.

Okuduğun kadar görür, bildiğin kadar anlarsın



Okuduğun kadar görür, 
bildiğin kadar anlarsın.

kaynak: Görseli iktibas ettiğim Twiter kullanıcısı 'ya teşekkür ederim.


Dinmeyen öfke hali: Charles Bukowski



Demiş mi bu lâfı gerçekten, yoksa yakıştırmışlar mı ona, orasını bilemem. 
Lâkin, yakışır ona bu öfke; bu yüzden de demişse şayet zerrece şaşırmam doğrusu.

Bukowski yatışmaz / yatıştırılamaz öfke patlamaları silsilesine denk düşen bir yaralı benlik idi. Ki, hem hayatı / ilişkileri ve hem de külliyatı / asârı / müktesebatı bu durumun domine ettiği antitelerdi dediğinizde, başınız ağrımaz diye düşünenlerdenim.

Beynini zâyî edene yardımcı olunabilir mi?



Beynini zâyî edene (kaybedene) yardımcı olunabilir mi?

Meselâ, yukarıdaki görselde de işaret edildiği üzere, düşürene, kaybettiği beynini vererek onu bu gaileden / dertten kurtarabilir miyiz acaba?

Quo vadis eyy insan?



An itibarıyla karşı karşıya olduğu problemlerin çözümleri (bu konuda iyimser, ya da ihtiyatlı iyimser olarak nitelenebilecek bir çok kişi gibi bana göre de) büyük ölçüde ortalık yerde durmakta. Ancak, ne yazık ki, insanlığın o çözümleri (yukarıdaki görselde altı çizildiği üzere) doğru düzgün göremediğini düşünenlerdenim.

Ortada duran yakıcı soru şu:

Bir imajı okumak = bir okumanın imajı (mı?)




prologue:
Bir imajı (içerdiği çoğul alt metinler üzerinden çok katlı okumalar tekniğiyle) okumak, bir okumanın (zihinde / muhayyelede / mutasavverede oluşturabileceği çoğul alt anlamları resmeden imajların toplamına denk olan) görsel algısına / imajına denk midir? Bunu mercek altına almaya çalışacağım.

Her şeyden önce şunu teslim (ve de itiraf) etmek durumundayım: yukarıdaki illüstrasyonu, salt onu çok beğendim ve paylaşmak için de engel olamadığım bir arzu hissettiğim için değil, aynı zamanda da o, aşağıdaki satırların neşvünema bulmalarının ebesi, tetikçisi ve müessiri olduğu için aldım buraya (i). 

'İyi güzel de Ziyaver Şencan, kim çizmiş bunu; çizen sanatçının amacı neymiş; bir de, kaynağı nedir bunun?' denilecek olursa, buna verilecek cevabım şudur: 'kim olduğunu, niçin çizdiğini bilmiyorum; ancak, imajın menşeini, en azından benim gördüğüm kaynağı paylaşabilirim. Ve nitekim işte paylaşıyorum:
http://www.radikal.com.tr/kultur/yilin_en_fenasi_gulyabani-1317658'