Kuantum Çipi Willow 'Çoklu Evren' Dedi; Nezihe Muhiddin; Muhasebe >>> metinler 53


01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - mikroorganizma - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o kaleydoskopik mimari ve muhtevasıyla hayran bırakan, şaşırtan ve bazen de korkutan eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 - 2026 döneminde 3 cilt halinde kitaplaştırılacak olan bahse konu entelektüel hasılanın yılın 52.3'üncü haftasına denk düşen 27 Aralık - 31 Aralık döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz. 



260) Kuantum Çipi Willow 'Çoklu Evren' Dedi!

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Kuantum Çipi Willow 'Çoklu Evren' Dedi.

9 Aralık Pazartesi günü Google’un yaptığı açıklama, sadece teknoloji ve bilim çevrelerini değil, gezegenimizin konudan haberdar olan bütün sakinlerini heyecanlandırdı. Şirketin CEO’su Sundar Pichai’nin, ‘şu anda kullandığımız klasik / konvansiyonel bilgisayarla çok uzun süren hesaplamalar, Santa Barbara’daki laboratuvarımızda geliştirdiğimiz yeni kuantum çipi Willow’la çok kısa sürede gerçekleştirilirken, kuantum bilgiişlem süreçlerinde önceden oluşan hatalar da, Willow’un sahip olduğu 105 kübitlik bilgiişlem kapasitesi sayesinde, minimize edildi’ şeklindeki mezkûr açıklaması; Quantum Artificial Intelligence Lab’in kurucusu ve lideri Hartmut Neven’ın, günümüzün en güçlü süper bilgisayarının 10 septilyon yılda yapacağı bir hesaplamay, Willow 5 dakikadan kısa bir sürede tamamlıyor’ deyişiyle desteklendi. Bu başarının temelinde, Google’ın Kuantum Yapay Zekâ ekibinin, Willow’un kübitlerini, sayıları arttıkça, hata oranını üstel olarak azaltacak şekilde birbirine bağlamayı başarmaları yatmakta. Bit, kübit ve septilyon kavramlarını kısaca açıklayalım. Şu an kullandığımız klasik bilgisayarlar, silisyum transistörlerin marifeti bit dediğimiz ‘0 ya da 1’, veya ‘kapalı ya da açık’, ya da ‘hayır ya da evet’ temelli iki değişkenli ve tek sonuçlu mantıkla, bir diğer deyişle, Aristo mantığıyla, sıralı ve deterministik olarak çalışırken; kuantum bilgisayarları, mutlak sıfır sıcaklığında opere eden atom altı parçacıkların ürettiği kuantum biti, ya da kübit denen ve aynı anda hem 0 ve hem de 1 durumunda, yânî, süperpozisyon halinde olan çoklu değişkenli bir yapıda ve bir olasılık dağılımını temsil eden fuzzy logic, yânî, bulanık mantık esasına göre, sırasız ve indeterministik olarak çalışır. Bit temelli klasik süper bilgisayarların paralel işlem yapma kapasitesi çok sınırlıyken, kübit temelli kuantum bilgisayarları süperpozisyon, dolanıklık ve kuantum tünelleme gibi imkânları sayesinde, işlem kapasitesi ve hızını üstel olarak arttıran paralel işlem tekniğiyle çalışır, bu sayede de aynı anda birden çok olasılığı hesaplar. Dünyamızın yaşı 4.5 milyar yıl ve evrenin yaşı da 13.8 milyar yıldır ve bunlar 9 sıfırlı niceliklerdir; buna karşın 1 septilyon, tam 24 sıfır içeren anormal büyük bir sayıdır. Kuantum algoritmalarını, kuantum mantık kapılarıyla kuantum hesaplama ağları teorisini ve ilk kuantum hata düzeltme şemasını keşfeden ve temel kuantum evrensellik sonuçlarından bazılarını literatüre katarak kuantum hesaplama alanının temellerini atan fizikçi David Elieser Deutsch tarafından ilk defa dillendirilen bir kavramsallaştırmayla, klasik bir süper bilgisayarın 10 üzeri 24 yılda, yânî, 1 septilyon yılda yapabileceği bir hesabı maksimum 5 dakikaya sığdırmayı başaran bir kuantum bilgisayarı, bunu ancak, sonsuz sayıdaki paralel evrenlerde aynı anda aynı hesaplamayı yapan sonsuz sayıdaki kuantum bilgisayarlarıyla irtibatlı ve paralel işlem yapması sayesinde başarabilir. Çoklu evrenler, veya, aynı anlamdaki paralel evrenler argümantasyonu, ilkin 1915 tarihli Genel Görelilik kuramıyla girdi modern kozmoloji literatürüne. Paralel evrenler bahsinde dillendirilebilecek seçenekler ‘aynı fizik kanunlarına uyan, birbirleriyle ilişkili, temelde benzeyen evrenler’ argümanının ‘aynı – farklı’, ‘uyan – uymayan’, ‘ilişkili – ilişkisiz’, ‘benzeyen – benzemeyen’ dikotomileri zemininde şekillenen on altı olası halidir. Aynı fizik kanunlarına uyan, birbirleriyle ilişkili, temelde benzeyen evrenler’; ‘Aynı fizik kanunlarına uyan, birbirleriyle ilişkili, temelde benzemeyen evrenler’; ‘Aynı fizik kanunlarına uymayan, birbirleriyle ilişkili, temelde benzeyen evrenler’; ‘Farklı fizik kanunlarına uyan, birbirleriyle ilişkisiz, temelde benzemeyen evrenler’;  Farklı fizik kanunlarına uyan, birbirleriyle ilişkili, temelde benzemeyen evrenler’ bu 16 farklı seçeneğin bazılarıdır. Willow kuantum çipi, yapay zekâ evrenine sağladığı geometrik katkının yanı sıra, büyük ölçüde spekülatif olan çoklu evrenler hipotezine bilimsel destek vermekte, felsefe ve bilimkurgu disiplinlerine de alan açmaktadır.

David Deutsch’ün 1997 tarihli The Fabric of Reality / Gerçekliğin Dokusu ve 2011 tarihli The Beginning of Infinity: Explanations that Transform the World / Sonsuzluğun Başlangıcı: Dünyayı Dönüştüren Açıklamalar kitapları kaynaklarımız ve meraklısına ileri okuma önerimizdir. Mezkûr eserlerin bir an önce dilimize kazandırılması dileğimizle tamamlıyoruz efendim. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



261) Nezihe Muhiddin

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Nezihe Muhiddin.

Osmanlının sonuyla erken Cumhuriyet döneminde kadınların toplumsal yaşama daha fazla katılması ve siyasal haklarını kazanması mücadelesine önemli katkılar vermiş bir fikir ve aksiyon insanı; 20 romanla, sayıları 300’ü bulan senaryo, operet, öykü ve piyes yazmış verimli bir yazar, gazeteci, Cumhuriyetin ilk partisi olan Kadınlar Halk Fırkası’nın, Türk Kadın Yolu Dergisi’nin ve Türk Kadınlar Birliği’nin kurucusu Nezihe Muhiddin 1889’da Kandilli’de doğdu. Anne tarafından II. Mahmud’un atadığı ilk serasker Ağa Hüseyin Paşa’nın soyundan gelen, babası ceza hakimi Muhiddin Bey olan Nezihe Muhiddin, babasının desteğiyle aldığı özel dersler sayesinde Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca öğrendi, eve kapanmadı, at binmenin ve boğazda tek başına kürek çekmenin de arasında olduğu çeşitli sporları yaptı. ‘Kendi tabiriyle kadınlık mefkûresiyle, istibdat karşıtı, hürriyet sever annesinin evlatlığı ve entelektüel bir kadın olan Nakiye Hanım vasıtasıyla tanıştı. Fatma Aliye Hanım'ın fikirlerinden etkilenen bir çevrenin mensubu olan Nakiye Hanım, onun ilk feminist öğretmeni oldu.’ Yüksek eğitim almamasına karşın, aldığı özel derslerin kalitesi sayesinde, 1909’da Maarif Nezareti'nin açtığı hocalık sınavını kazanarak Kız İdadi Mektebi'ne fen bilimleri hocası atanan Nezihe Muhiddin, II. Meşrutiyet döneminin efsane figürü Halide Edip’ten sonra, Osmanlı kadın hareketinin en tanınan ikinci sîmâsıydı artık. O ve örgütlediği 13 kadın hakları savunucusu, birçok engellemeye karşın, 15 Haziran 1923’de, Darülfünun konferans salonunda, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini temel amaç edinmiş bir kadın şûrası topladılar. Henüz Cumhuriyet Halk Fırkası rüşeym halindeyken, şuranın aldığı Kadınlar Halk Fırkası kurulması kararı ülkenin gündemine bomba gibi düşecek, en çok da, Halk Fırkası’nın ‘Dokuz Umdesi’ni andıran kadın hakları hususunda ‘Dokuz Umde’ açıklaması tepki çekecekti. Partileşmeyi başaramayan feministler, siyasal amaçlarını tüzükten çıkararak dernekleşmeye yönelmiş, Türk Kadınlar Birliği’ni kurmuşlardır. Daha önce askerlik yapma talepleri reddedilen, polis olabilme başvuruları da kabul görmeyen Nezihe Muhiddin ve ekibi, kadınların siyasal hakları için aktif bir feminist mücadele vermeyecekleri, bunun Halk Fırkası’nın projelendireceği bir devrim olarak bilâhare gündeme getirileceği konusunda Ankara'yla zımnen anlaşmış olmasına karşın, 1927’deki Türk Kadınlar Birliği kongresinde, üç yıl önce programdan çıkarılan ‘Siyasal hakların alınması için çalışılacaktır’ maddesi yeni bir formülle geri getirilip, Nezihe Muhiddin yeniden başkanlığa seçilince tartışma çıkacak, kadın hareketi bölünecekti. Onunla görüş ayrılığı yaşayan arkadaşlarının bazılarının, Nezihe Muhiddin’in yolsuzluk yaptığını ve dış güçlerle dirsek temasında olduğunu dillendirmeleri, Osmanlının ve Cumhuriyetin bu simge feministi hakkında dava açılmasına neden olmuş, nihayetinde, Nezihe Hanım, kurduğu kurumdan ihraç edilerek kadın hareketinden dışlanmıştır. Hakkındaki iddiaların mesnetsiz olduğunun anlaşılması ve gündeme gelen 1929 affıyla bütünüyle aklanan Nezihe Muhiddin, 7 yıldır yaşadığı yüksek stres yüzünden ciddi bir sinir zafiyeti yaşamış, bu rahatsızlığı, hayatının geri kalan 29 yılında onu hiç terk etmemiştir. Yaşama coşkusu, mücadele azmi ve hemcinslerine olan güveni zayıflasa da, Nezihe Muhiddin davasını terk etmeyecek, takma isimle yazılar yazacak, evindeki toplantılarda görüşlerini paylaşacaktır. Daha birkaç ay önce ‘biz Nezihe Muhiddin gibi olmayacak hayallerin peşinde koşmuyor, siyasal hak talebinde bulunmuyoruz’ açıklaması yapan müesses nizamla armoni halindeki Kadınlar Birliği yönetimi, kadınlara seçme ve seçilme hakkının 5 Aralık 1934’de verilmesini sokaklarda, salonlarda ve matbuatta ‘Yaşasın kadınlık, yaşasın cumhuriyet!’ diye kutlarken, davanın bayraktarı olan Nezihe Muhiddin, mezkûr etkinliklerin hiçbirine davet edilmemiş, adı bile anılmayarak âdeta unutturulmuştu. Duyarlı psikolojisi ve kırılgan personası bu haksızlıklara daha fazla dayanamayan Nezhihe Muhiddin, geçirdiği ağır ruhi buhran yüzünden yatırıldığı Şişli’deki akıl hastanesinde 10 Şubat 1958 vefat etmiştir. Yaprak Zihnioğlu’nun yazdığı Kadınsız İnkılap – Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği, kaynağımız ve okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler(*).   












Naşid Baylav: 'Fatih Sultan Mehmet zehirlendi!'





İstanbul'un Fethi - Vikipedi

0 - medhal / prologue / bidayet:
Bu blog, Hedef Alliance Holding'in yayın organı Hedef Sağlık Dergisi'nin Kasım 2011 tarihli 40. sayısı için kaleme alınan metnin geliştirilmiş / genişletilmiş halinin değişik tarihlerde defalarca elden geçirilip yeniden yazılmasıyla çıktı ortaya. Mezkûr dergide yayımlanmasına müteakip, ilk revize edilmiş haliyle 2015'de yine bu platformda paylaşmıştım onu. Karagöz ve Hacivat konusunda araştırmalar ve çalışmalar yapan, benim de Gezegen Sahaf'ta, kitabiyat sohbeti ve kültür muhabbeti muhtevasında ve (bir miktar da) talk show kıvamında gerçekleştirdiğim kitap müzayedeleri vesilesiyle tanıdığım değerli dostum, bibliyofil, arşivci Aziz Murat Aslan'la aramızda geçen bir telefon görüşmesi üzerine onu tekrar gözden geçirip güncelleyerek paylaştığım tarih ise, hafızam beni yanıltmıyorsa şayet, 2017 ortası olmalı. 2024'ün sonuna geldiğimizde, bahse konu yılın 28 Aralık günü, bir kez daha aldım aşağıdaki satırları mercek altına ve bu sefer de onu, (ix) numaralı dipnotta işaret ettiğim dokunuşu yapıp yeniden revize ederek, ekleyiverdim blogumun tepesine. Bu haliyle onu 25 Haziran 2025 günü sosyal medya mecralarında paylaştığımda, Üstat Emin Nedret İşli, mezkûr paylaşımlarımın İnstagram'daki versiyonuna kısa fakat fevkalâdenin fevkinde bir katkı yaptı. İşli'nin bahse konu ettiğim katkısını da (birebir paylaşıldığı şekliyle) içeren ilerleyen satırlar, okunulan medhalin başlangıcında altını çizdiğim Kasım 2011'den bu yana devam eden yazım sürecinin aktüel uğraktaki son semeresini teşkil etmekte. Yazım tarzımı deşifre eden bu giriş okurda, mevzuya dair yeni bilgiye eriştiğimde, onları da metnime katarak çalışmamı derinleştirip genişleteceğim merkezinde bir kanaat oluşturduysa şayet, doğrusu buna itiraz etmem.

1 - Naşid Baylav niçin gözleri açık terk etti bu dünyayı?
Eczacılık tarihi ve farmasötik bitkiler alanlarındaki çığır açıcı çalışma ve eserleriyle Türkiye bilim tarihinde kalıcı izler bırakmayı başaran eczacı - kimyager Naşid Baylav (1903 - 1982), Türkiye Toplumsal Formasyonunun ve entelijansiyasının kadri bilinmemiş ve unutulmaya yüz tutmuş kıymetlerindendir ne yazık ki. 
ECZACILIK TARİHİ VE DEONTOLOJİSİ




Baylav, ilerleyen satırlarda paylaşılacak olan nedenler yüzünden, genel olarak akademik camiaya, özel olarak da İstanbul Ünivesitesi'yle onun Eczacılık Fakültesi branşına dargın ayrılmıştır bu dünyadan; bir diğer deyişle o, gözleri açık intikal etmiştir ebediyete. 

Bahse konu bu 'küskün ruh hali'nin ve 'sürekli gadre uğradıklarına inananlar'ın kuşandıkları o eziklik psikolojinin kaynaklarına inerek Naşid Baylav'ın hayatına dair bazı ayrıntıları mercek altına almanın, onun kamuoyu tarafından bilinmesine ve hatırlanmasına katkı vereceğini düşünüyorum. 

Öte yandan, eczacılık camiasının önemli ve fakat unutulmuş bir figürünü yeniden ramp ışıkları altına taşımanın, 1980 - 2008 döneminde eczacılara hizmet veren bir sektörde, ilaç dağıtım kanallarında (2000'ler öncesi dönemdeki kavramsallaştırmaya göre 'ecza depoları'nda) çalışmış olan bu satırların yazarı için, kuvvetli bir manevi değere ve yüksek bir sembolik anlama sahip olduğu da, doğrusu, altı çizilesi bir husustur.

ku - hai

 


                                                                                                                               


dayanamam ahh,

senin öyle kendini

Atatürk'ün tabancasını kim çaldı?

26 Eylül 2012 tarihli Chiristie's müzayede katalogu.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk


An itibarıyla Dünya'da kaç kişiyiz?

'Dünyanın aktüel nüfusu nedir?';

'Bunun ne kadarı kadın, ne kadarı erkektir?';

'Bugün / bu yıl kaç kişi doğdu, kaç kişi öldü?' gibi aklınıza gelen gelmeyen saysızı soruya cevap veren çevrimiçi kaynaklar var.

Bunlar içinde tercih ettiğim seçenek, bahse konu niceliklere dair aktüel bilgileri sürekli güncellenen sayaçlar olarak sunan worldometers.info'dur'.

radical ontology





1/ biz...

basit ve derin hakikattir: ölüm/lü/dür kış, zebercet bir ayaz o, ısıran. itirazi şerhi kardelenin - ki, biter uzda: odur yeniden ama doğuşu doğuran, ücret diye ödenen tuzda.

2/ ...zât

karanlık, gece ve kış kahinedir ki, bilir; bilmeden bile bilir onlar. gölgesiyle çünki gelir ışık, mesrur ve şık.  uçuruma bakar üçüncü çoğulluğu kuşanan dip, ki dur/uçurum. aslının aksi olmaya yazgılı olandırlar onlar işte bu kendi olmamaklığıdır. 'yukarı var, olduğundan aşağı' diye/bilen yine onlar, onlardır.

mâverâ - mâsivâ diyalektiği




Mavera'nın İngilizce ve Fransızcasını ChatGPT'ye sordum, aldığım cevabı paylaşıyorum:

ZŞ: Merhaba dostum, the great beyond ve le grand vide ifadelerinin en iyi türkçe çevirilerini paylaşır mısın?

ChatGPT: Merhaba dostum! Elbette, her iki ifadenin de Türkçeye çevrilmesi bağlama göre değişebilir ama en iyi ve anlamı koruyan çevirileri şöyle olabilir:

1. "The Great Beyond"

Bu ifade genelde ölümden sonraki hayatı, bilinmeyeni veya fiziksel evrenin ötesini anlatır. En uygun Türkçe çeviriler:

  • Ulu Öte (şairane/epik bir ton taşır)

  • Büyük Öte (doğrudan ve anlamı koruyan bir çeviri)

  • Öte Alem (mistik ve yaygın kullanımda)

  • Sonraki Diyâr veya Sonraki Âlem (ölüm sonrası bir boyutu çağrıştırır)

  • Meçhul Ötesi (bilinmeyeni vurgular)

Manga kozmosu, İkigami ve Akira ve 'kim ne eder, kendine; yine döner kendine!' - çizgi roman kültürü yazıları - 16



İlk defa 14 Ocak 2021'de, ikinci olarak da 11 Temmuz 2022'de yeniden paylaştığım yazımı 32 ay sonra bir kez daha paylaşıyorum.



giriş:

İlk edisyonunu 14 Ocak 2021'de paylaştığım ve içeriğini esas olarak çizgi roman ve grafik roman kültürüyle ilgili temaların oluşturduğu, yanı sıra 'ödeşme', ya da Karma olgusu, manga kozmosunda kendilerini ele verdikleri halleriyle Japonya ve Japonlar hakkındaki kimim antiteler, 'isim - cisim diyalektiği' ve 'ad - adlandırılan dikotomisi', çizgi roman dünyasıyla tanışmamın tarihçesi, mangalarla zaman içinde evrilen ilişkim ve koleksiyon, kütüphane ve arşivimin gelişim seyri gibi konulara değinen metnimi, onun meraklısıyla buluştuğu tarihten tam 1.5 yıl sonra, güncelleyerek yeniden ramp ışıklarının altına, entelektüel kozmosun sahnesine terk ediyorum muhterem kârîm.

0 - prologue / medhal / bidayet / introduction

İlerleyen satırlarda ilk olarak manga dünyasıyla kurduğum ilişkinin cemaziyelevvelini(1) mercek altına alacak; akabinde çizgi roman ve grafik roman okuma, bunları arşivleme ve koleksiyonunu yapma davranışlarımın zaman içinde nereye ve nasıl evrildiğini değerlendirecek; bilâhare, ağırlıkla İkigami serisi olmak üzere, çığır açmış mangaların okuduğum bazıları hakkında tespitlerde bulunacağım.

Yanı sıra, çizgi roman ve grafik romanla olan 57 yıllık irtibat ve iltisakımın bende oluşturduğu toplam müktesebatın - konunun meraklısının ilgiyle okuyacağını ve faydalanacağını umduğum / düşündüğüm - bazı unsurlarını da, bu metnin bazen ana gövdesine, kimi zaman da referanslar ve dipnotlar bölümüne yedirmek suretiyle, paylaşacağım. Ve yine bahse konu o referanslar ve dipnotlar kısmında kendisine yer bulacak linkler üzerinden, çizgi roman ve grafik roman kültürüne dair son 10 yılda yazdığım metinlerden on beşini ramp ışıklarının altına, hayat sahnesinin o baş döndürücü hercümercinin içine (bir kez daha) atarak, bu blogun 'Dokuzuncu Sanat'a gönül verenler için bir kaynak text olmasını sağlamaya gayret edeceğim.

Yukarıda işaret ettiğim temaların / olguların yanı sıra, onlarla - şu veya bu şekilde ve şu veya bu düzeyde - organik ya da inorganik artikülasyon içinde olan hususlar da yer buldular, bu metnin uzay-zaman sürekliliğinde, kendilerine. Öte yandan, severek ve keyif alarak yazdığım bütün metinlerde olduğu gibi, bunda da, metnin ne ana temasıyla ve ne de onunla şu veya bu düzeyde irtibatlı olan (burada 'irtibatlı olan' ifadesinin, onu önceleyen '..ne...ne de...' olumsuzlama ekleri yüzünden 'İRTİBATLI OLMAYAN' bağlamına oturduğu kaçmamıştır diye düşünüyorum dikkatlerden) tâlî temalarıyla alâkalı olan ('alâkalı olan' = 'alâkalı olmayan'>>> bir önceki parantez içindeki gerekçe nedeniyle) birçok sürpriz tema ve olgu da yer bulacaklar kendilerine.

'Ahha, müellif yapmış gene ziyaverliğini, ziyaverce yazmış' dedirtmek isterim doğrusu size. İs(m)imden hareketle sıfat kategorisisinde addedilebilecek bir kavramsallaştırmaya müracaat etmişken, 'isim - cisim diyalektiği' ('isim - cisim diyalektiği', 'isim - olgu / varlık / şey diyalektiği' genel ifadesinin bir özel halidir / branşıdır / kipidir) bahsine dair de bir parantez açmanın anlamlı olacağını düşünüyorum, ama gelin onu burada, metnin ana gövdesinde değil, dipnotlar ve referanslar faslında görelim, - ki, bir parantez içi ifadeye en yakışan da (hüzün nasıl ki en çok yakışan ise bize) bu kabil bir ikâmetgâhdır(2).

Ola ki, bu metnin nihayetinde neşvünema bulan dipnotların, yer yer, metnin esas gövdesinden daha enteresan ve (edebi manada) daha lezzetli olduğunu düşünen çıkarsa, on(lar)a vereceğim tepki, şapkamı çıkarıyormuşçasına yapacağım bir jesti bütünleyen reveransla önlerinde eğilirken, 'chapeau' diye ünlemek olacaktır.

Muradım ve maruzatım özetle budur değerli okur; umarım okumanı itmam etiğinde, sen de 'evet, yazar dediğini yapmayı becermiş, amacına erişmiş' dersin. Umarım....

1- Ettiğim mangalara, aslında kendime ettiğimdi

Samimi bir itirafta bulunacağım: Ne yazık ki uzun süre ön yargı ile yaklaştım mangalara. Okumadığım gibi bu türü, onlara dair yapılan çalışmalara ve tartışmalara da olabildiğince uzak durmayı, bigâne kalmayı tercih ettim onca yıl boyunca. 'Niye?!?' diye hesaba çektiğinizde beni, cevabım, 'onları çocuksu bulduğum; kimi panellerini (resimli romanın çizgi roman halinde, ya da, grafik romanın tarih öncesinde, buna 'kare' diyorduk, öyle değil mi?) domine eden kahramanlarının içine düştükleri şaşkınlık / çaresizlik / korku / dehşet / hayret / sevinç / coşku gibi çeşitli insanlık hallerini / duygu durumlarını temsilen yapılmış kocaman açılmış ağızlarla, yüzün büyük bir kısmını kaplayan devasa gözlerin alâmet-i farikası olduğu grafik tarzları bana antipatik geldiği için' diyebilirim. Şimdi düşünüyorum da, bundan başka - dişe dokunur, elle tutulur - bir itirazi şerhim gelmiyor aklıma. 'Sadece bu yüzden mi koskoca bir dünyaya kapattın kendini onca zaman?!?' diye üstelendiğinde ise cevabım kısa ve nettir: 'Maalesef evet!...'

Dedim ya, ön yargılıydım ve böylesi bir psikolojik bagaja sahip olmanın da öyle sağlam gerekçeleri, mantıklı nedenleri, haklı arka plânları ol(a)maz zaten. Benim manga alemine ördüğüm duvar da, az önce tarife çalıştığıma benzeyen, son derece de sudan sebepler üzerine temellendirilmiş eften püften hipotezlerle, (bütün ön yargıların vaz geçilemezlerinden olan) gövdesi sislerle çevrilmiş, konturları flû ve belli belirsiz olan duygu durumlarının üzerine inşâ edilmişti. Aslında haksızlık ettiğim mangalar değildi, bizatihi kendimdi. Koskoca bir kültür dairesinin fenomenlerine yabancılaştırarak bilincimi, esasen kültürel müktesebatımı kısırlaştırıyor, insanlık - dünya - varoluş hallerinin güçlü bir yorumundan idrakımı mahrum bırakıyordum. Özetle, bu bölümün başlığında dillendirdiğim üzere: 'ettiğim mangalara aslında, kendime ettiğimdi!'(3).

Mehmet Ali Türkmen'in Kozmosu; samimiyet, özgecilik, tekinsizlik, dasein ve post truth

Therapia'nın kapağı(*).


İlk paylaşımımdan 45 ay,  son paylaşımımdan ise 32 ay sonra yeniden blogumun zirvesine seyahat eden bir başka metin de budur.

2021 yılının Temmuz ayında paylaştığım metni, onun asal eksenini oluşturan sanatçının son kitabının baskısının tükeniyor olması ve akabinde de yeni baskısının yapılması olasılığının çok da yüksek olmadığını düşünmem yüzünden, güncelleyerek yeniden dikkatlerinize arz ediyorum değerli kitapseverler.

Mehmet Ali Türkmen'i (bundan böyle MAT inisiyali ile belirtilecektir) tanıyanların malûmu olan bazı önemli bilgileri, onu tanımayanlar için, ana hatlarıyla paylaşacağım.

Günümüzün önemli grafik sanatçılarındandır MAT. İşleri sadece ülkemizde değil, yurt dışında da beğenilmekte; kitap kapakları ve illüstrasyonları, ticari afişler, sanat posterleri, tablolar, limitli özgün baskılar, önemli markalara ait logolar şeklinde hayatımıza girmekte, grafik sanat sevdalılarını derinden etkilemektedir. Ulusal ve uluslararası sergilerde sık sık sanatseverlerle buluşan MAT'ın bir çok işi özel ve kurumsal koleksiyonlarda kendisine yer bulmuştur. 

Sanatçının hayat arkadaşını kaybetmesinin ardından, hayatını, evliliğini ve genel olarak beşeri ve kozmik olan her seviyeden varoluş hallerini ve Dünya vaziyetlerini sorguladığı bir dönemine denk düşen ve retrospektifi mahiyetindeki kitabı Ağustos 2019 başında, 500 adet yapılan sınırlı bir baskıyla, çıktı piyasaya. 
Ciltli basılan bu yaklaşık 330 sayfalık, (adeta görsel bir şölen mahiyetindeki) tamamı illüstrasyonlardan oluşan grafik eserin kalitesindeki bir sanat kitabının, yaşadığımız enflasyonist süreç ve yüksek kaliteli sanat kitaplarının fiyatları dikkate alındığında, 1,000 Lira'dan aşağıya bir ederle satılmadığı kitapseverlerin malûmudur. Söz konusu eserin, üstelik de sanatçıdan ıslak imzalı ve ithaflı olmak üzere, az sayıda kalmış olan nüshalarının halen 280 liraya satılması kapitalist piyasa mantığıyla açıklanabilecek ve anlaşılabilecek bir şey değildir doğrusu. Ben bunu MAT'in çelebi kişiliği, derviş tabiatı ve rindmeşreb tutumuyla açıklayabiliyorum, ki, Therapia'daki her resim, her kompozisyon ve bütün temalar da bu tanımlamalarımı destekler mahiyettedir.

Sanatçı'nın İnstagram hesabında paylaştığı ve benim aşağıdaki metni yazdıktan sonra fark ettiğim şu açıklamayı çok önemsiyorum:
 
'Birlikte güzel yaşlanacağımız eşimi, Ceylan’ı kaybettiğimde duygularımın epey geriye gittiğini ve duygularımla mutlaka temas kurmam gerektiğini farkettim. uzun zamandır ara verdiğim çizimlerime, boyalarıma böylece tekrar geri döndüm. yeni yaptığım işlerin yanına, daha önceki bazı işlerimi de ekleyerek bir kitaba dönüştürdüm. İsmi de terapi olunan yer anlamıma gelen “therapia”. bu kitaptakiler, terapi anlamında kafamı serinleten çalışmalar. bana iyi geldi, umarım size de iyi gelir.'

Şu hususun altına şeddeli olarak çizmekte faide görmekteyim; şayet sanatçının bu paylaşımını Temmuz 2022'de değil de, meselâ 2021'in Temmuz ayı gibi okumuş olsa idim, Ağustos 2021'de ilk defa görücüye çıkan metnimde yapacağım kayda değer değişiklik, sanatçının yukarıya aldığım açıklamasını ilerleyen satırların 'Kimi therapia, niçin therapia, nasıl therapia?'  ara başlığı altındaki 8. bölümüne eklemek olurdu.

Bu girişi, bibliyofillerle koleksiyonerlere yönelik bir öneri ile tamamlıyorum.

Sıra dışı sanat kitapları ile kaliteli, derinlikli, nitelikli, zengin alt metinli, epeyce ironik bir bakış açısı ve sık sık da kara mizaha başvuran grafik işlerle bezeli, bazen de gerçeküstü ile gerçekliğin ortak alanında var olan kompozisyon ve illüstrasyonlardan hoşlanan bibliyofil ve grafik sanatlar tutkunlarının, bu imzalı, ithaflı, limitli baskılı mükemmel eseri koleksiyonlarına katmak konusunda geç kalmamalarını öneririm. Eser tükendiğinde, onu internetten ve sahaflardan $100'dan aşağıya alabilmemin mümkün olmayacağına kuvvetle inanmaktayım. 

MAT müktesebatı (ve bunların zihnime serbest çağrışımla davet ettikleri çok sayıdaki olgu, antite ve tema) hakkında kapsamlı bilginin yanı sıra, Therapia'nın satın alınmasını sağlayacak linki de içeren aşağıdaki metnin, konunun meraklısı için faydalı olmasını dilerim. 




1***prologue / medhal : 'bundan ötesi.....'

Çok beğendiğim ve yüksek bir sadakatle parmak izlerini, ayak izlerini ve tabii ki gri hücrelerinin işlerini takip ettiğim bir grafik sanatçısını, şimdiye değin ybaşına bardaklar çekilmişayımlanan 5 kitabı (ama en çok da son albümü olan Therapia) üzerinden tanıtan bu metinle, doğrusu, sadece grafik sanatlarla ilgilenenleri hedeflemedim. Onun yanı sıra, okunulan satırlar, felsefe (özellikle de onun fenomenoloji ve varoluşçuluk disiplinleri), psikiyatri, popüler kültür, koleksiyonerlik, kitabiyat, sinema, kozmoloji, edebiyat, çizgi roman evreni, Payitaht'ın (Âsitâne, Der Saadet) kültür haritası ve halîtası, kuramsal fizik, bilim kurgu.... gibi onlarca başka alt metin ve izleğin dolayımları üzerinden de kendisini var ederek, çok daha geniş bir okur kitlesi için cazibe merkezi olmayı arzulamaktadır (olası bir yanlış anlaşılmayı kestirmeden bloke etmek adına diyorum ki: 'eserin arzusu, müessirinkine, telifin beklentisi müellifinkine bitişiktir, ayrı ayrı var olamazlar, düşünemezler ve düşünülemezler). 

Metni(mi)n çok sayıda farklı disiplin üzerinden / içinden yürüyor oluşu, temelde, referanslar verdiğim müktesebatı oluşturan karikatür / desen / resimleri çok önemsiyor, (çok sayıda alt metni içermeleri bakımından) farklı bir eşikte değerlendiriyor ve beğeniyor oluşumla doğrudan alâkalıdır tabii ki. Birlikte dillendirilmesi çoğunlukla alışılmışın, rutinin dışında olan antiteleri meczederken satırlarımda, sanatçıya gösterdiğim ihtimamın ayna simetrisi olan bir ihtimamı da esirgememiş oluyordum metnimden / okurumdan: okudum, araştırdım, düşündüm, tartıştım ve çokça ihtimam gösterip ehemmiyet verdim bu işe - ki, ortaya, hakkında konuştuğu külliyatı kelimenin hakiki manasıyla ve lâyığıyla kuşatabilen kapsamlı, özel ve sıra dışı bir metin çıkabilsin(0)

Therapia'nın elime geçtiği 25 Ocak 2021'de bu yazının taslağını çıkarmaya başlamıştım. 2021 Ağustos'unun başında, nihayet tamamladım onu işte. 

'Uçurum gözlü ve bıyıkları beş okka o Prusyalının tarzında ve kalitesinde, adeta gök gürültüsü kıvamındaki cümlelerle ve muhatabının suratına ve şuuruna kırbaç gibi şaklayarak inen satırlarla konuşamayacaksam şayet...' demiştim kendime ve devam etmiştim o mezkûr Ocak itmam olur iken klavyenin başında, 'öyle bir yazı olsun ki bu, hiç olmazsa...okuyan desin şöyle: 'bundan ötesi, doktora tezi!

2***Beklemediğimiz darbe n'eder bize?

Birçok bölümü, başlangıcında son derece güvenli, emniyetli, sakin, âsûde bir gelişme ve final vaat etmesine karşın, beklenmedik sahnelerle, şok edici gelişmelerle ve adeta ters köşe yapan finallerle seyircisini allak bullak eden bir dramatik kurguya evrilen tv serilerinin belleğimize kazınması ve popüler kültür kodlarını kökten değiştirmesi (Alfred Hitchcock Presents, dizinin ilk bölümünün gösterildiği yıl: 1955 ve The Twilight Zone, dizinin ilk bölümünün gösterim yılı: 1959); kavurucu yaz sıcaklarının ultraviyole indeksini 10'un çok üzerine taşıdığı oldukça uzun bir sahili dolduran mahşeri kalabalığın, okyanusun serin sularında yaşadıkları konforlu ve keyifli anlarının, kopmuş kol ve bacaklardan fışkıran kanlarla kızarmış köpüklü dalgalarla birlikte, yerini görülmemiş bir korku ve dehşet kasırgasına terk etmesi (Jaws, gösterime giriş yılı: 1975); adeta usta bir ressamın mahir fırça dokunuşlarıyla özene bezene çizdiği izlenimini uyandıran nefis bir pastoral manzaranın ortasından geçen bir yolda, insanı dingin bir ruh mood'una sokan bir klasik müzik parçasını dinlerken, beraberinde seviyeli şakalar yapmayı da ihmal etmeyerek, yelkenlilerini çeken lüks bir station model otomobille, hafta sonu tatili için, göl kenarındaki villalarına doğru ilerleyen anne, baba ve çocuklarından oluşan bir çekirdek üst-orta sınıf Avrupalı ailenin, kendilerini uzaktan bile tanımayan, daha önce yollarının asla kesişmediği ve fakat hayatın, Evren'in, insanlık vaziyetlerinin ve Dünya hallerinin o gizemli ve o saçma sapan rastlantısallığıyla karşılarına çıkıveren, kendileri gibi üst orta sınıftan oldukları izlenimini uyandıran iyi görünümlü, 'bebek yüzlü', bembeyaz ve tertemiz giysili ve beyaz eldivenli  iki genç tarafından, olmadık işkenceler sonucunda, katledilecekleri trajik ve absürt bir devam yoluna sürüklenmesi (Funny Games, Michael Haneke tarafından çekilen orijinalinin gösterime giriş yılı: 1997)(1)kanun kaçaklarını kovalayan şerifin, çatışmada aldığı yaralarla girdiği komadan, 'sakin ve emniyetli' kavramlarının, adeta, sözlüklerdeki mütekabili sayılabilecek bir yoğun bakım odasının sterilliğine, güvenilirliğine ve dinginliğine uyandığında, Dünya'nın artık bir pandemiyle mutasyona uğramış 'yaşayan ölüler'in hakimiyeti altında olduğunu ve medeniyet adına yarattığı her ne varsa, onun ezici çoğunluğunun, insanlığın ellerinden kayıp gittiğini, derin bir dehşet ve çaresizlik hissiyle, anlaması (The Walking Dead, sagayı başlatan ilk comics fasikülünün yayımlanış tarihi 2003) ve bu minvaldeki diğer pek çok üst kültür ve popüler kültür fenomeni, bize, bildiğimiz, sevdiğimiz, idealize edip her koşulda bağrına sığınmak istediğimiz güvenli ve sevimli (home sweet home kıvamındaki) ortamların aslında, bilinenin ve sanılanın aksine, çok da tekin olamayabileceklerini epeydir göstermekteydi zaten. 

Manga, Akira, Heidegger, Nietzsche, Freud, Dali, Lacan, Hakikat, kurgu, psikanaliz, metafizik, ontoloji, fenomenoloji falan filan


Akira 1.Cilt

12 Ocak 2024'de, 2 yıl önce yazdığım bir yazıyı blogumun başına taşımıştım; bundan 15 ay sonra yeniden taşında aşağıdaki satırlar mezkûr adrese. Beğendiğim metinlerimdendir, o kadar çok düşmem üzerine bundan.

İki on yıldır ve bilhassa da onun son beş yılında, evimiz olan şu ihtiyar gezegenimizde, kelimenin hakiki manasıyla, bir manga fırtınası esmekte, bir mangamania yaşanmakta; çizgi roman ve grafik roman meraklıları, özellikle de onların 'Z Kuşağı' diye tarif ve tavsif edilenleri, en çok manga okuyorlar, manga biriktiriyorlar, mangalar üzerinden dolaşıma sokulan kültürel ve sosyolojik kodları içselleştiriyorlar bugünlerde.

ABD'nin süper kahraman temelli comicsleri, meselâ, o sektörün itici gücü olan DC Comics ve Marvel Comics yayınları, değerleri (sinema ve dizi sektörlerindeki faaliyetleri ve sayıları binleri bulan, lisanslı ürünleri dahil) onlarca milyar dolara erişen iş hacimlerine karşın, çizgi roman satış rakamlarında mangaların gerisine düştüler. Fumettiler, (Tintin ve Lucky Luke gibi fenomen seriler dışındaki) frankofonlar ve 'bağımsız' ve 'yeraltı' diye tarif edilen üç önemli çizgi roman ve grafik roman kozmosu, mangaların karşısında net bir tiraj ve hasılat kaybı yaşamakta epeydir.

Bunun nedenleri hakkında küresel ölçekte yapılan araştırmaların oluşturdukları literatür ciddi boyutlara erişti; bahse diğer olduğu için ona şimdilik girmiyorum. Şu kadarını söylemekle yetinmiş olayım: bahsettiğim 2000 - 2022 döneminde manga artistleri, hayatın, sayısı yüzlerle ifade edilebilecek hemen her alanına - veçhesine - hakikatine - görüngüsüne - problematiğine dair sayısız yaratıcı, kaliteli ve orijinal öyküler yazmayı ve bunları başarıyla illüstre etmeyi becerdiler. Onlara yönelik ilginin tavan yapmasının en belirgin nedeni budur bana kalırsa.

Sadece bir örnek üzerinden ilerleyeceğim: Türün eksperlerince modern manganın kurucu babası olarak kabul edilen öncü ve dahi mangaka Osamu Tezuka'dan sonra, bu janrı domine eden en önemli usta sayılan Katsuhiro Otomo'nun baş yapıtı olan Akira'yı okuduğunuzda, ister istemez 'bu hem çok iyi edebiyat, hem de mükemmel bir grafik sanat eseri!' demekten alıkoyamıyorsunuz kendinizi.

Japonya'da 20 Aralık 1982 - 25 Haziran 1990 döneminde okuruyla buluşan, İngilizceye, 6 albüm halinde, çevrilerek ABD'de ve bütün dünyada kült eser muamelesi görmeye başlaması ise 2000 - 2002 periyoduna denk düşen Akira'nın ilk albümü, pandemi yasaklarının bütün yakıcılığıyla insanımızı teslim aldığı (bir Anadolu tabiriyle zenginleştireyim ifademi), eve kapanma kâbusunun âdeta iman tahtamıza çöktüğü sırada, Mayıs 2020'de, Gerekli Şeyler etiketiyle Türk okurunun huzuruna çıkmış idi.

Katsuhiro Otomo'nun ve yayımcısı Kodansha'nın baskı kalitesi ve formatı hususlarında çıtayı çok yukarılara çekmeleri ve bunlara dair de çok ciddi kontrol ve denetleme mekanizmaları oluşturması yüzünden, diğer mangalara kıyasla çok daha uzun bir hazırlık dönemi gerektiren serinin ikinci albümü ilkinden tam iki yıl sonra Mayıs 2022'de buluştu meraklısıyla.

Mezkûr seri, içerdiği çok sayıdaki alt metinleri ve barındırdığı zengin göndermeleri sayesinde birden çok janra dahil edilmektedir. Üstüne üstlük, semantik ve grafik potansiyeli ve imkânları yüzünden Akira, o janrların her birinde de başyapıt olarak kabul edilmektedir. İşte bütün bu keyfiyet yüzünden, iki yıl önce bahse konu manganın hakkında yazdığım denemeyi, güncelleyip, yeniden paylaşmanın anlamlı olacağını düşündüm. Nihayetinde ortaya çıkan metne baktığımda, okunulan satırların başlığının da îmâ ettiği üzere, deli dolu ve dizginlenmesi gerçekten güç bir iddialar ve teklifler kaleydoskopunun oluştuğunu gördüm; Tabii, müellifin telifine dair algısı ve alımlaması bir şeydir, lâkin ve hiç şüphesiz, ona muhatap okurun algısı ve alımlaması ise daha ehemmiyetli ve daha kıymetli olmak kaydıyla, bir başka şeydir. Bakalım sen nasıl karşılayacaksın ilerleyen satırların îmâ, iddia ve nispet ettiği fikirleri değerli okur.

0* Prolegomena / medhal
21 Mayıs 2020'de, zengin içeriği yüzünden, siberpunk, politik kurgu, thriller ve post apokaliptik bilim kurgu türlerinin her birine dahil edilen ve bunların tamamında da başyapıt mevkiine olduğu hususunda, manga dünyasının bütün bileşenlerinin umumi bir mutabakata vardıkları Akira'nın Türkçe edisyonundan yola çıkarak attığım ve ilerleyen satırlarda paylaşacağım bir tvitle başladı bu satırların yazım macerası. Sürecin bir anında yazarını devreden çıkaran ve âdeta kendi kendini inşaaya girişen metin, mezkûr tivitin paylaşılmasının üzerinden iki yıldan fazla bir zaman geçmesine karşın, kendisini yazmaya devam ediyor.
2022 Haziran'ının sonuna doğru ilerlediğimiz aktüel uğrak itibarıyla da ortaya, popüler kültürün çizgi roman bahsi, felsefe, edebiyat kuramı ve pratiği, psikanaliz, varolan'ın / varoluş'un bileşenleri olarak 'detay - esas diyalektiği', otobiyografik skeçler ve ifadelerin mantıksal geçerliliği / doğruluğu ve bütün bu bahse konu olgulara / şeylere fenomenolojik - ontolojik yaklaşım teşebbüslerinin semeresi hakkındaki bu kapsamlı blog çıktı.

Çok az kişinin gördüğü, görenlerin ezici çoğunluğunun ise umursamadığını sandığım (aşağıdaki bölümde dillendirilecek) bir detaydı bu satırların tetikçisi, dölleyicisi, rahmi ve ebesi olan o mezkûr tivitim. Aslına bakacak olursanız, sadece Akira'daki bu detay değildir çoğunluğun görmezden geldiği. Dünya'nın '[Dünya / Welt' kavramını, üzerinde yaşadığımız gezegen manasında kullanmıyorum; onu serdederken ki kast-ı mahsusam 'CÜMLE ANLAM ALANLARININ ANLAM ALANI'nın / 'TÜM VAR OLUŞ DAİRELERİNİ KAPSAYAN DAİRE'nin / 'BÜTÜN KÜMELERİN KÜMESİ'nin temsil ve tarif ettiği uzay-zaman sürekliliğine / koordinatlar dizgesine (entelektüel bir coğrafyaya - kartografyaya - topolojiye) taşıyabilmektir metnin muhatabını] zannımca ve sezgimce, esasını oluşturmalarına karşın, detayların kısm-ı azâmisi ıskalanırlar...bu da fakirleştirir algımızı, çoraklaştırır anlam dünyamızı ve sakil kılar hayatımızı(0). Bu yüzden detay avcılığı yapar, ayrıntı stalker'lığına soyunur, teferruat koleksiyoneri kipini kuşanır; onları hayatımın merkezine yerleştiririm, becerebildiğimce tabii. Bu, az kişi tarafından da olsa, yapılagelmiştir aslında tarih boyunca. Meselâ son 2 asırdır icra edildiği üzere, bazen (başta Søren Kierkegaard, Edmund Husserl, Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre olmak üzere, birçok büyük düşünürün müktesebatını domine eden fenomenolojinin temel metodu olan) fenomenolojik indirgemeyle erişilen 'bilinç akımı'yla, kimi zaman edebiyat dairesinde tatbik edilen bilinç akışı tekniğiyle, bazen de Dadaistlerin ve Sürrealistlerin popüler kıldığı 'otomatizm'le (bilinç akışı ve otomatizm'de 'serbest çağrışım' ile 'Freudian ve Lacancı diğer psikanalitik argümanlar' merkezi önemdedir) düşüncelerinizi (bilinç altınızı / bilinç dışınızı?) kayıt altına almaya kalktığınızda, verirler kendilerini ele işte o mezkûr detaylar(1).
Freud ve Lacan için Teoloji | Düşünbil Portal - Düşünmek Özgürlüktür!Que testimonio precioso de Dalí... "... - Centro Psicoanalítico de Madrid  CPM | Facebook
Lacan ve Freud Lacan ve Dali

İlerleyen satırlarında bu blog, yukarıda da işaret ettiğim üzere, bir
taraftan çizgi roman evrenine dair konuşurken, diğer yandan da, serbest çağrışıma dayanarak, hayatın ıskalanan kimi ayrıntılarını (ilgili dipnotta da serdedildiği üzere: ayrıntı = fenomen) dillendirecek, böylece iki eksende birden kendisini var edecektir. Bunu yaparken de, kâh ekranlarımızın delişmen figürü Aslı Şafak'ın performanslarında olduğu gibi, her an her şeyin olabileceği, herhangi bir satırından umulmadık bir fikrin, beklenmedik bir iddianın zuhur edebileceği hissini tattırmaya çalışacaktır okuruna; kâh, spor medyamızın orijinal ve aykırı simâsı Cem Dizdar'ın diskuruna ve duruşuna hakim olan 'itiraz kipini, eleştiri moodunu ebedi ikâmetgâhı bellemiş müzmin huysuz' seslenecektir onun satırlarından (ve tabii ki satır aralarından da). AŞ & CD hakkındaki lâkırdı bidâyetteyken, imajları (bknz. bu satırların sonu) nihâyettedir. Metinlerimin mimarisini, bahsettiğim antite ile görselinin olabildiğince birbirine yakın duracak şekilde kurguladığım göz önünde bulundurulduğunda, okunulan satırların istisnai bir hale işaret ettiği aşikârdır. Blogumun teamüllerine aykırı bu durumun, metnin AŞ & CD parantezine alınmış olmasına delâlet edip etmeyeceğini okurun yorumuna ve ferasetine emanet ediyorum. Uçurum gözlü, bıyıkları magnificent Prusyalıdan mülhem argümanla bitiyor başlangıç: 'yazdıklarımla örtüşmüyorsa, Hakikat adına ne yazık!'
Friedrich Nietzsche: Tanrı'nın Ölümü ve Üst-İnsan (Übermencsh ...1* Ah, öyle çok bekledim ki onu!
İngilizce edisyonunu okuduktan neredeyse iki on yıl sonra basılan Türkçesinin ilk albümünü bitirir bitirmez, yukarıda değindiğim üzere, 21 Mayıs 2020'de Twitter'da şu paylaşımı yapmıştım: 'Gerekli Şeyler Yayınevi cyberpunk - bilim kurgu türünün başyapıtlarından olan Akira serisini yayınlamaya başladı. Kitabın şömizinin kulaklarındaki açıklamalar Japonca ve İngilizce olarak basılmış; Türkçe'ye çevirmeyi atlamışlar. Koleksiyonerlere duyurumdur: Erorlu baskı olduğundan ilerde çok kıymetlenecek, demedi demeyin😄'(2). Şaka kabilinden bir ifadeyle finalize etmiş olsam da, çr tutkunlarını, 9. sanat
'prim yapacak, alırsanız kazançlı çıkarsınız' anlamına gelecek şekilde uyarıp teşvik ettiğimden, sorumluluk hissettim ve konuyu (etraflıca ve derinlemesine olmak kaydıyla) tahkik etmeye karar verdim. Entre parenthèses ('anti-parantez' demeye zinhar tevessül etmeyiniz, aksi takdirde, ecnebi lisan ve bilhassa da Fransızca bilinen ve konuşulan kibar muhitlerde fena şekilde kınanırsınız) belirtmeliyim ki, aşağıda fotoğraflarına yer verilen eşhasın konumuzla ve okunulan satırlarla olan irtibat ve iltisakına az sonra değineceğim. Bir aşk hikâyesini anlatan minnak (Aslı Şafak'ın bir kerre daha çınlasın kulakları, e mi) bir parantez daha açmama müsâde ediniz lütfen.

Kurt Gödel, Kurt Gödel'in Hayatı
Kurt Gödel, Dr. Sheldon Cooper ve Ludvig Wittgenstein