Bir zamanlar yerkürenin bizim ne yazık ki şu an bilemediğimiz bir yerlerinde güzel asûde bir ülke, bu ülkede sevimli ve mütevazi bir belde ve bu belnin de burada hikâyesini paylaşacağım efsanevi bir berberi varmış.
Bu berber o kadar maharetli ve o denli marifetli imiş ki, burada yaşayanlar ülkelerinin atalarından gelen gerçek ismini unutup, ona, bu berbere nisbetle Berberistan demeye başlamışlar.
Berberistan berberinin ünü bütün dünyaya öylesine yayılmış ki, o, bütün insanlık camisının neredeyse en popüler simalarından birisi haline gelivermiş.
Öyle ki, bu berber zaman içerisinde en ünlü sporculardan, en meşhur sanatçılardan, en yetenekli tabiplerden, en mütedeyyin din alimlerinden, en başarılı askerlerden, en ileri görüşlü devlet adamlarından, en maharetli zanaatkârlardan bile daha çok saygı ve muhabbet görmeye başlamış.
O devirde gerek Berberistanda ve gerekse de dünyanın çeşitli yerlerinde, bu berbere özenip onun dükkânının yanında dükkân açmak ve icra-i sanat eylemek isteyen çok sayıda berber varmış.
Ancak bu mümkün olamıyormuş.
Neden mi?
Çünkü, Berberistan'da berberlik diploması almak neredeyse imkânsızmış.
Berberlik ehliyeti, söz konusu ülkenin en önemli mesleki örgütü olan Berberler Loncası tarafından çok sıkı kurallar çerçevesinde veriliyormuş.
Berberler Loncasının kuralları çok ama pek çok sıkıymış ve bu kurallara uymak da mutlak anlamda zorunluymuş.
B kurallar -ki bunlara Brberistan Brberlik Aayasası denirmiş- böylesine önemli olmasına karşın aslında çok basitmiş ve sadece 3 maddeden ibaretmiş:
1-Berberistan'daki berber sadece kendisini tıraş etmeyenleri tıraş eder.
2-Berberistanda aynı anda iki berber berberlik yapamaz.
3-Berber, berberlik ehliyetini, uygun gördüğü zamanda yanında çalıştırdığı yardımcısına devreder.
Berberistan'ın berberi sanatıyla, becerisiyle böylesine sivrilince ister istemez dünyanın dört bir yanından insanlar akın akın Berberistan'a gelmeye ve bu beldenin berberinde tıraş olmaya başlamışlar.
Bu yüzden de Berberistan'daki berber dükkânının önünde uzun, ama öyle böyle değil, kilometrelere varan uzunluklarda 'müşteri adayı' kuyrukları oluşurmuş
Dükkânın önündekilere müşteri değil de 'müşteri adayı' denmesinin çok önemli bir nedeni varmış.
Zira, o kuyruğa girenler, kuyrukta saatlerce ve hatta günlerce bekleseler bile, berber tarafından tıraş edilmek mutluluğuna ermelerinin kesin olmadığını biliyorlarmış.
Berberistan berberi, müşterilerini tıraş etmeden önce bir çeşit ritüel (buna sınav demek de mümkün) yaparmış.
İşte, müşteri adaylarından bu sınavı başarıyla geçenler tıraş edilmeye hak kazanırlarmış.
Söz konusu o ritüel (ya da sınav) Berberistan Berberlik Anayasası temelinde yapılan kısa ve basit bir törenmiş.
Buna göre berber dükkânına giren müşterisine, merhabalaşma faslının hemen akabinde sorarmış:
- Berber: Kendi kendini tıraş ediyor musun?
- Müşteri adayı: Hayır!
- Berber: Buna dair kutsal kitabının üzerine yemin eder misin?
- Müşteri adayı: Ederim!
Berber müşterisine, duvardaki yüksekçe bir rafta duran dünyanın bütün kutsal kitaplarını göstererek sorarmı
- Berber: Hangisi üzerine yemin edeceksin?
- Berber: Hangisi üzerine yemin edeceksin?
Müşteri, neye inanıyorsa onu bildirir; berber de o inancın kutsal kitabını indirirmiş.
Kendisini tıraş etmediğine dair kutsal kitabı üzerine yemin etmesinin ardından müşteri adayı müşteri statüsüne kavuşur ve epeydir hayalini kurduğu berber koltuğuna büyük bir bahtiyarlıkla kuruluverirmiş.
Berber de müşterisinin üzerinde sanatının bütün inceliklerini sergileyerek niçin dünyanın en mükemmel berberi olduğunu dosta düşmana bir kere daha kanıtlarmış.
Bu işler böyle olup biterken, dünya alem berberimizin yaptığı tıraşlarla mest olurken, berberimizin içine düştüğü sıkıntıya ise ne yazık ki kimsecikler bir çözüm bulamıyormuş.
Berberimizin derdi ne mi imiş?
Ne olacak, bu berber berberlik ehliyetini aldığı yaklaşık 35 yıldan beri bir kere dahi tıraş olamamış.
Nasıl tıraş olsun ki, berberlik anayasası gereği berberistan da kendisinden başka berberlik ehliyeti sahibi kimse yokmuş. Bu durumda berberimizin kendisini tıraş etmesi gerekiyormuş. Ancak berberlik anayasası tarafından çok kesin bir şekilde yasaklandığından, berberimiz kendi kendisinide tıraş etmeyi aklından dahi geçiremiyormuş.
Bir başka ülkeye gidip oradaki berberlere tıraş olmayı defalarca düşünmesine karşın, her seferinde dükkânının önünde gece gündüz, yaz kış bekleşen binlerce kişiden oluşan mahşeri müşteri adayı kalabalığına bakıp bu fikri kafasından siliverirmiş berber.
Bu yüzden de saçı, sakalı ve bıyığı 35 yıl içerisinde metrelerce uzunluğa erişmiş.
Berberimizin ağırlığının neredeyse büyük kısmını oluşturmaya başlamış olan bu saç, sakal, bıyık yığını yürürken ayaklarına dolaşıyor, soyunurken, giyinirken, yemek yerken, yıkanırken, yatarken, kalkarken kendisine inanılmaz derecede zorluklar çıkarıyormuş.
Bu durum berberimizin hem özel hayatına, hem sosyal yaşamına ve hem de mesleki faaliyetlerine öylesine ket vuruyormuş ki, zavallı adamcağız artık canından bezmiş, bütün yaşama sevincini kaybetmiş.
Ülkedeki hakimlere, akil adamlara, düşünürlere, kanaat önderlerine danışmış.
Kendisine tıraş olmaya gelenlere danışmış.
Erişebildiği bütün kâdîm, bilgece, kutsal ve ilmî metinleri okumuş,
Ancak bunların hiç birisi berberimizi içine yuvarlandığı bu açmazdan kurtacak çözümün ortaya çıkmasına hizmet etmemiş.
Bir ülkeye ismini veren, şanı bütün cihana yayılan, nâmı toplumdaki diğer her şeyi gölgeleyen, sanatıyla herkesi mutlu eden bu bahtsız ve mutsuz adamın hikâyesi işte böyleymiş değerli dostlarım.
Bu berber meseli kuşaklar boyunca dünyanın her yerinde anlatılıp durmuş.
Anlatıldığı yüzlerce yıl içerisinde, bir Allah'ın kulu çıkıp da bu masala mutlu bir son uydurmayı becerememiş.
Oysa bu masalın, sadece bu satırların yazarının vakıf olduğu, bir de mutlu sonu, olumlu bir de finali varmış.
35 yıldır uzattığı saç, sakal ve bıyıklarıyla artık klinik ve hatta trajedik bir vak'a haline gelen Berberistan'ın, ünü dünyayı tutmuş berberinin derdinin, biraz önce bildiğimi dile getirdiğim çözümünü, sonraki yazılarımda paylaşacağım.
35 yıldır uzattığı saç, sakal ve bıyıklarıyla artık klinik ve hatta trajedik bir vak'a haline gelen Berberistan'ın, ünü dünyayı tutmuş berberinin derdinin, biraz önce bildiğimi dile getirdiğim çözümünü, sonraki yazılarımda paylaşacağım.
Berberin sıkıntısı büyüyerek devam ederken günün birinde berberistan'a bir itfaiye çavuşu tayin edilmiş. elbette ilk iş olarak meşhur berebere tıraş olmak için dükkanın yolunu tutmuş. Berberhanenin önündeki mahşeri kalabalığı, uzayıp giden sırayı görünce kalabalığa seslenerek önce kendini tanıtmış. ardından da tıraş olmak için sıra bekleyemeyeceğini acil bir yangına müdahale edebilmek için itfaiye binasına dönüp nöbete devam etmesi gerektiğini söylemiş.
YanıtlaSilHaliyle bu makûl mazerete hiç kimsenin bir itirazı olmamış.
Güzelce tıraş olan itfaiyeci berberin çaresiz derdinden de haberdar olmuş. Bir susmuş, iki bakmış, üç düşünmüş en sonunda kesin bir ses tonuyla:
- sen bu akşam dükkânı kapatınca itfaiye binasına gel, derdine bir çare buluruz inşaallah
demiş.
akşam olmuş. berber itfaiyecinin yanına vardığında onu bir sandalye, biraz ip, bir küçük yangın söndürücü ve bir kaç paçavra ile onu bekler bulmuş. itfaiyeci, berbere sandalyeye oturmasını söylemiş. berber itirazsız dediklerini yapmış. itfaiyeci onu sandalyeye oturtmuş, iple sımsıkı kolunu bacağını bağlamış sonra elindeki paçavralarla sakalını, saçını, bıyığını bir tutam kadar sarıp kalanını açıkta bırakmış. kalan paçavralarla da mümkün olduğunca yüzünü sarmış. berber ne olacak diye beklerken itfaiye çavuşu sakladığı yerden çıkardığı hürmüzü tutuşturuvermiş. hiç beklemeden, berberin korku dolu bakışları ve boğuk çığlıklarına aldırmadan saçını sakalını yakmaya başlamış. sakal ve saçlar sardığı noktaya kadar yanınca da yangın söndürücü ile ateşleri söndürüvermiş.
iş bitip paçavralar çözülünce berber en büyük belasından bir çırpıda kurtulduğunu görmüş. yaşadığı sevinç duyduğu korkuyu silip atmış. dakikalarca teşekkür edip ellerini öpmüş itfaiyecinin.
kısa bir süre berberin saçı, sakalı konuşulan tek konu olmuş ortalıkta. sonrasında ise fısıltılar senaryolara dönüşmeye başlamış. itfaiyeci aslında itfaiyeci değilmişmiş; gizli çalışan bir berbermiş vs...
dedikodular hakimin kulağına ulaşınca itfaiyeci ve berber derdest edilip hakim karşısına çıkarılmış. hakim sormuş:
- mesleğin?
- itfaiyeciyim efendim.
- berberlik bilir misin?
- bilmem, kendimi de tıraş edemem.
- peki ya berberin saçları?
- efendim, ben onun saçını sakalını tıraş etmedim. kanunları bilirim ve uyarım. ben onları yaktım, kısalınca da ateşi söndürdüm.
- hmmm... bu durumda kanunlara karşı gelmiş sayılmazsın.
diyerek berbere dönmüş:
- berber efendi bu adam seni yaktığı için davacı mısın?
- duacıyım efendim, duacıyım. tüm dilekleri kabul olsun bu iyi kalpli ve akıllı itfaiyecinin.
- kanunlara aykırı bir durum ve herhangi bir şikayet olmadığına göre gidebilirsiniz, dava kapanmıştır.
işte böyle sevgili dostlar. berberin çaresiz derdi son bulmuş. saçı uzayınca saçını, sakalı uzayınca sakalını itfaiyeciye yaktırmış, uzun ve mesut bir hayat sürmüş.
itfaiye çavuşu da bir insanı 'yakarak' kurtaran ilk ve tek itfaiyeci olarak dilden dile anlatılmış, meşhur olmuş...
bu satırları yazan naçizane bendeniz de konuyu tasavvufi bir noktaya getirip asıl gayeme erişmiş bulunuyorum.
selam ve saygılar...
çok hoş olmuş doğrusu. birlikte hikâyeyi buraya getirdik. acaba buradan da nereye gider bu metin :-))
YanıtlaSilBekleyelim görelim Ziyaver Abi :)
YanıtlaSilÖyküyü yazan her iki değerli kalemi tebrik ederim.Mutlu sona ulaşılmış,bundan sonra oluşacak kurgu(bana göre) gereksiz.Her iki yazı bir birini tamamlamış ve oldukça da hoş bir öykü olmuş,ağız tadı ile okunası bir yazı...
YanıtlaSilBu öykü başka benzer öyküler için çıkış noktası olabilir.Benzer yazıları okumak ve kendimce katkılar sunabilmeyi çok isterim.
Selam ve sevgilerimle sağlıcakla kalınız.
K.T.GÖLE