Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir (mi?) - Metinsel bir bengi döngü teşebbüsü


***) Prologue: konik, elips, parabol, hiperbol falan...

>>> ... işte oldu böyle:  >>> Okumakta olduğunuz  metnimin ilk versiyonunu Eylül 2011'de attım sahne ışıklarının altına, terk ettim böylelikle onu olası okurunun alâkasına. >>> Prof. Dr. Ersin Yurtsever 24 Mart 2022'de çevrimiçi paylaştığı metninde bahse konu metnime referans verdi (bunun farkına varmam için 43.5 ay geçmesi gerekecekti). >>> 12 Kasım 2025'de ''Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir (mi?)' yazım epeyce tıklama alıyor; belli ki o blogumun vitrinindeki mostralardan biri olmuş, biraz daha çalışmalıyım öyleyse üzerinde' fikri belirginleşti zihnimde ve konuyu tekrar araştırmaya başladım. Ersin Hoca'nın şu an okumakta olduğunuz metnimin ilk versiyonuna referans veren (yukarıda işaret ettiğim) yazısıyla karşılaşmam, [(canlı & cansız) var olanların tamamının hayat çizgilerinin oluşturduğu (neredeyse sonsuz derecede) karmaşık bir yumak olan uzay - zaman sürekliliğinde devinen] hayat çizgimin belirli bir [Kepez, Antalya - 12 Kasım 2025, yerel saat: 10.47] kesitinde cereyan etti. >>> 'Ersin Hoca'nın metnimin ilk versiyonuna referans veren metnine, metnimin (şu an labirentlerinde dolaştığınız) son versiyonunda referans vermeliyim' demem işte bu yüzleşme akabinde gerçekleşti. >>> Bahse konu gönderme yapma işini ilkin (tam da şu sırada içinde devindiğiniz) prologue bölümünde eyledim; metnimin nihayetini oluşturan dipnotlar ve referanslar'da, kaynak gösterme - gönderme yapma - entelektüel borç ödeme mükellefiyetimi ikinci kere ve bu defa derinleştirerek yerine getirdiğim görülecektir. >>> Sôfî (ki, biliyor olsa gerek Riemann'ı, Lobaçevski'yi, Frege'yi, Hilbert'i, Gödel'i falan) işte tam da bu sırada dedi ki bana: 'KalbinÂlem'in (eliptik bir güzergâhta) ilerle (aman dikkat, parabolik ya da hiperbolik bir orbital değil bahsettiğim), bir de bakmışsın ki ereceksin menzile, KENDİ KALBİNE'>>>Bu metinsel bengi döngü teşebbüsü >>> ... (o)

***) Söz atası mıdır atalar sözü?

Belki öyle, değil belki. Lâkin şimdi ben bu yolda değil de, onların güvenirliğinin değerlendirildiği bir başka patikada ilerlemeyi tercih ediyorum.

Ata sözlerine gereğinden fazla kredi açar, hakikatle olduğunu varsaydığımız mutabakatlarını pek sorgulamayız. Onların; insanlığın, binlerce yıllık birikiminden süzülmüş maximler / aforizmalar olduğuna ve atalarımızın kuşaklar boyunca eylediği pratiklerinden imbik imbik damıtılmış hikmetlere referans verdiklerine dair olan inancımızdır buna yol açan.

Oysa durum hiç de öyle değildir. Türkiye Toplumsal Formasyonu'na ve dünyanın diğer birçok milletine ait olan atasözlerinin bazıları; hem  
dolaylı / mecazi / analojik anlamları (bağlamları), hem de kelimesi kelimesine (mot a mot, literary) / doğrudan' dillendirdikleri ve/veya referans verdikleri mânâ kozmosları bakımından muğlaktır, totolojiktir(i); bu yüzden de 'faydalı' ve 'gerekli' olarak nitelenemezler. Hatta (bu metinde ele alacağımız ata sözü gibi) neden olabilecekleri anlam kaymaları yüzünden tehlikeli bile olabilirler.Mercek altına alacağım atasözü bu metnin başlığında gösterdi muhatabına kendini: ‘bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir.’ Bu argüman (iddia, tez) yukarıda işaret ettiğim iki farklı düzeyde analiz edilecektir. 

Zikrettiğim deyişi diseksiyona (otopsiye) tâbi tutmadan, bir diğer deyişle onu teşrih etmeden önce, okunmakta olan metnin ana mecrasından yan bir yola saparak, bir diğer deyişle parantez açarak (entre parentheses)(ii) bu ifadenin (Türkiye Toplumsal Formasyonu'ndaki kullanımının) tarihsel kökenine dair bir kestirimde bulunacağım(iii). 

***) Türklerin saatle imtihanı

Saatin, hayatımızın vazgeçilemez bir parçası oluşu cumhuriyet dönemine denk düşer. Bu yüzden de başlıktaki atasözü ve onun gibi saat merkezli diğer ifadeler, deyişler ve atasözleri ancak 1930'lardan sonrasının Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun muhayyele ve mutasavveresinin ürünü olsa gerektir (diye düşünmekteyim). Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, başyapıtlarından olan 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü 1961'den önce yazamamış olmasını, bu keyfiyetle irtibatlandırmanın, bu sorunsalı bu argüman üzerinden okumanın isabetli olduğunu düşünüyorum(iv)Ve 'bu denli yeni bir ifadeye atasözü denmesinin hakikatle ne denli örtüştüğü de bahsi diğer olup, bunun cevabı burada ancak bir dipnot mesabesinde yer bulabilir kendisine(v) diyerek, kapattım parantezi. Yeniden metnin ana mecrasına dönüyor ve madde madde, adım adım ilerliyoruz işte muhterem kârim(vi).

***) Adım adım ilerliyoruz

1 - Çok sık yapılan bir yanlışı düzelterek başlıyorum: ‘Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir’ cümlesi, durmuş saat bile günde iki defa doğruyu gösterir’ iddiasının deforme olmuş halidir, galatıdır(vii). Bir diğer ifadeyle o, doğrusunun yerini işgal etmiş bir yanlıştır, bir garabettir. 


2 – 'Bozuk (durmuş) saat bile günde 2 kez doğruyu gösterir' iddiasının 'mecazi / dolaylı / analojik' bakımdan ima, iddia ve nispet ettiği anlam dairesine değineceğim ilk etapta. Söz konusu atasözü, hiçbir işi doğru düzgün yapmayı beceremediği ileri sürülen kişileri eleştirmek için kullanılan bir argümandır. Bu analoji, eleştirdiği kişinin 'bozuk (durmuş) saat'ten bile daha değersiz olduğunu ima ederek; kayda değer bir aşağılama tutumu içine girmekte; üstüne üstlük, saldırgan, anlayışı kıt ve yetersiz donanımdaki kişilerin 'elinde / dilinde', tehlikeli şekilde ötekileştirici bir tarza yol açabilme potansiyeli taşımaktadır. Taşıdığı bu mecazi anlamı etik, insani, doğru ve hikmetli bulmadığımdan, onu kullanmamayı tercih ediyorum.


3 - Yazının ilerleyen bahislerinde, mezkûr atasözünün 'dolaysız / kelimesi kelimesine / mot a mot / litarary' olarak ima, iddia ve nispet ettiği anlam dairesine hakkında itirazlar geliştireceğim. Söz konusu ifadenin bozuk saat bile günde 2 kez doğruyu gösterirşeklindeki versiyonu mutlak manada yanıştır. Bozuk saat, tanımı icabı, zamanı ya geriden, ya da ileriden takip eden bir algoritmaya uygun olarak çalışır. Yani, zamanı ya gecikerek, ya da daha erken gösterir. İleri giden ya da geri kalan saatin gerçek zamanla arasındaki mesafe ise sabit kalmaz, sürekli artar. 


Meselâ, bir saat 2 dakika geç kalıyor ya da erken gidiyorsa, bir müddet sonra bu süre artacak; 3, 7, 10, 13…ilnh…. dakika olacaktır. Bu yüzden de, bozuk saatin doğru zamandan sapışını temsil eden grafik, düzgün doğrusal olmayan bir ivmeyle artan kaotik bir fonksiyona denk düşen gayri muntazam bir karakterdedir. İşte, tam da bundan dolayıdır ki, bozuk bir saat için '5 dakika geri kalıyor’, 3 dakika önden gidiyor’ şeklinde tanımlamaların yapılması, belirli bir aşamadan sonra, imkânsızlaşır.


4 – Yukarıda, 3 numaralı maddede yaptığım argümantasyon ‘bozuk saat, yüzlerce milyon yıl sürebilen jeolojik çağlar boyunca çalışsa bile bir kere dahi doğru zamanı göstermez' şeklindeki iddiamı doğrular / ispatlar mahiyettedir.


***) İlerlemeye devam ediyoruz adım adım 

5 – Söz konusu atasözünün otantik versiyonu olan ‘durmuş saat bile günde iki defa doğruyu gösterir’ ifadesi de yanlıştır. Bu iddiamı, pratik bir örnek üzerimden açıklamaya çalışacağım.

Diyelim ki, saat 03.30'da kullanmak zorunda olduğunuz bir ilacınız olsun. 01.00 gibi yatarken, ilacınızı ve 1 bardak suyunuzu baş ucunuzdaki etajerin / komodinin üzerine koydunuz; ardından da, saatinizi 03.30'a kurarak yattınız. 


Aksilik bu ya, saatinizin 01.47'de durdu. Bu durumda, alarm çalmayacak ve siz de uyanamadığınız için, ilacınızı içemeyeceksiniz. Argümantasyonumun burasında, 'reductio ad absurdum'a başvuruyor ve bir an için, ‘durmuş saat bile günde iki defa doğruyu gösterir’ iddiasının doğruluğunu kabul ederek akıl yürütmeye devam ediyorum(viii)


Bu varsayımsal durumda, durmuş saatiniz, günde iki kere (biri sabaha karşı 01.47, ikincisi de öğleden sonra 13.47) doğru zamanı gösterecektir. Peki, durmuş saatinizin doğru olduğunu kabul edişiniz, sizin onu kurduğunuz sıradaki hedefinize (doktorun önerdiği ilaç kullanımı disiplinini realize etmek için, uygun zamanda uyanmanıza) katkı sağlamış, hizmet etmiş midir? Hayır; durmuş saatinizin, günde 2 kere doğru zamanı gösterdiği kabulünün, burada tartıştığımız varsayımsal olayda, size zerrece bir faydası ve katkısı olamamıştır(ix).


6 - 'Duran saat günde iki defa doğru zamanı gösterir' iddiasının doğru kabul edildiği varsayımsal bir uzay - zaman sürekliliğinde hareket ediyor oluşumuzun nelere yol açacağını (hangi saçma sonucu oluşturacağını) görmek adına, 'durmak yok, yola devam!' diyerek ilerliyorum. Durmuş saatinizin yanında, zamanı doğru gösteren bir başka saatinizin daha olması halinde, ancak ve yalnızca böylesi bir durumda, durmuş olanın bir günde iki kez (örnek vak'amızda 01.47 ve 13.47'de) doğru zamanı gösterdiğini gözlemeniz söz konusudur. Bozuk saatin yanında doğru bir saat yoksa, bu da söz konusu olmayacak, onun doğru zamanı gösterdiği o iki an da bilinemeyecektir. 


Sırf merak yüzünden, yanına koyduğu doğru ilerleyen bir başka saati vasıtasıyla, durmuş saatinin doğru gösterdiği o iki anı gözlemlemek şeklindeki bir pratiğin faili olmak (hayatın olağan akışı, doğal rutini, normal seyri içerisinde) akli, mantıklı ve alışılmış bir tutum değildir. 


7 - Bahse konu atasözünün 'dolaylı / mecazi /analojik anlamı'ndan sonra,  'dolaysız / kelimesi kelimesine (mot a mot)' anlamını da (3, 4, 5 ve 6 numaralı bahislerde) yeterince açımladığımı ve serimlediğimi(x) düşünüyorum. Bu metin sonuna kadar okunduğunda, neden olacağı ortalama algının 'yazar çok debelenmiş ama, emeğinin karşılığını 'bozuk (durmuş, duran) saat bile günde 2 kez doğruyu gösterir' lâfının her bakımdan yanlış olduğuna okurunu ikna ederek almış doğrusu' şeklinde gerçekleşmesini umuyorum.

***) Epilogue: döndük durduk bir metinde bengice

Mercek altına aldığım atasözünün kökeninin izini 18. asrın başına değin süren ve o dönemin İngiltere'sinde konuşulan dilin ördüğü kültürel kozmosta yaptığı arkeoloji sonucunda 1711 yılına ait bir dergi yazısında nihayet aradığını bulan Ersin Yurtsever Hoca'nın yazısından yukarıda, prologue bölümünde bahsetmiş idim. Epilogue'da dönmem o metne (en basitinden sayılabilecek) bir metinsel döngü olsa gerek. Bir taraftan bir antitenin, kendisine referans veren bir antiteye referans vermesi gibi bir döngüyü kuşanmasını konu edinerek; diğer yandan ise saate / zamana dair bir atasözünün içeriğinin referans verdiği anlam dairesinin kaç katlı olabileceğini irdeleyip bunların doğruluk değerlerini ele alan okunan satırlarla bahsettiğim o yalın, sıradan metinsel bengi döngüyü tahkim ediyorum. Bununla birlikte, saat / zaman temalı bir metinde değinilmesi beklenen 'nedir gerçekte zaman? var mıdır, yok mudur aslında o? varsa döngüsel midir, çizgisel midir?' gibi mahiyete dair sorgulamalar çok kapsamlı ve karmaşık olduklarından, yer bulamadılar bu metinde kendilerine. Tam da bu nokta da şüpheci ve uyanık okur belki (Sherlock Holmes, Hercule Poirot ya da Miss Marple mood'unu kuşanarak elini çenesine götürür, bakışlarını ufkun ötesine diker ve gözlerini kısarak) şöyle der: 'müellifi metinsel bengi döngü'den bahsettiğine göre zamanın varlığına, üstelik de onun döngüsel olduğuna prim veriyor olsa gerek'. Derse şayet bunu bazılarınız, saygı duyulmalı buna elbette, başka ne yapılabilir ki?!?(xi).

Dipnotlar ve referanslar: 

(o): Eukleídēs geometrisinin temel karakteristik özelliklerini içeren bir tanımla başlıyorum: Düz dairesel bir koninin bir düzlemle kesilmesiyle (kesişmesiyle) oluşan (ve daire, elips, parabol, hiperbol gibi matematiksel cisimleri kapsayan) eğriler sınıfının jenerik adı koniklerdir. Kendi üzerine kıvrılan (katlanan), kendine kapanan, başlangıç noktasına geri dönen, çevrimiçileşen, yani tam bir döngü oluşturan bir varlığın yörüngesi (birinci türden eğriler ismiyle nitelemeyi yeğlediğim) parabol ve hiperbol değildir ve olamaz. Parabol ve hiperbolün (tanımlarını domine eden doğaları gereği) açık eğriler, dolayısıyla da asla kapan(a)mayan geometrik neneler olmasındandır bu.

Döngü oluşturarak başlangıç noktasına varan, kendi üzerine kapanan [üzerinde hareket eden varlıkların (ouroboros olarak bilinen yılan ve ejderhalar gibi) kuyruklarını ısırdıkları, bu yüzden de otofaji yaptıkları (kendilerinden beslendikleri) izleniminin oluşmasına yol açan] konik yörüngeler, konilerin kesilmesiyle oluşan (ikinci türden eğriler şeklinde klasifiye ettiğim) kapalı eğrilerdir. Bu üst kimliği kuşanan geometrik nesneler çember ya da elips formuna sahip olanlardır.(hâşiyeye derkenar: oyunbaz okur (x) numaralı hâmiş'e müracaat etse tam da bu noktada, zannımca isabetli olacaktır bu tercihi.)

(i): Totolojik bildirim: 'kırmız güller, mor menekşeler, beyaz kasımpatıları ve sarıdan siyaha envai renkteki lâleler renkli çiçeklerdir' benzeri öznesi ve yüklemi örtüşen içerikli (malûmu ilam eden) yinelenmiş bilgiye dayalı bildirimler (mesaj, ifade, cümle, tez, hipotez, iddia, argüman) verili bilgimizi genişletmedikleri için mantıksal olarak totolojiktirler.

(ii): 'Anti-parantez (paranteze karşı, karşı parantez) şeklindeki galatı, entre parentheses (aç parantez, parantez içinde) olan doğrusunun ikamesi olmuştur ne yazık ki.
(iii): Ama öncesinde şu detayı dillendirmeden geçemeyeceğim doğrusu (ve bunu yaparken de açtığım ilk parantezin kapsadığı ikinci bir parantez açmış oluyorum aslında): Bahse konu atasözünün insanımız tarafından kullanılmasının geçmişine dair açtığım parantezin içini doldurmak üzereyken 'şuraya bir yere, duygu ve düşünce dünyasını filtrelemeksizin paylaşıveren, bu bakımdan da had seviyede transparan sayılabilecek; a-lâkırdıyı uzatmakta zerrece beis görmediği ve hatta bundan orgazmik düzeyde zevk aldığı, b- ilgi alanları neredeyse sonsuz olduğu, c- bildiklerini paylaşamadığında varoluş amacına hizmet etmediğini düşünerek kendini anormal derecede kötü hissettiği ve d- 'paylaştığım içerik ne denli orijinal olursa olsun, bunu orijinal bir üslûpla dillendiremiyorsam şayet, yapmam o paylaşımı!' kafasını yaşadığından (anlayacağınız aşikâr bir şekilde oulipo'cu olduğundan) anlatılarını çok sayıda alt metin ve malûmatla zenginleştiren bir yazarı çizelim; şimdi de onu canlı renklerle boyayalım; zirâ böyle birine mat renkler yakışmaz hiç kuşkusuz!' düşünceleri (bölük pörçük ve rastgele olmak kaydıyla) sâdır oluverdi muhayyilemde ve mutasavveremde. Hemen ardından da onlar, klavye üzerinde dans eden parmaklarımın marifetiyle vücut buldular mezkûr cihazın ekranında. Âdeta inanç temelli bir ritüeli eylercesine notebook'umun başından kalkmam, kendime çeki düzen verip penceremden görünen manzaranın ötesindeki (yoksa gerisindeki mi demeliydim?!?) fenomenleri görmek amaçlı bir tarassut edimine girişmem bilinç akışı tekniğini modern formlarına kavuşturan Virginia Woolf, James Joyse ve William Faulkner'ın ve bir de tırnak içindeki ifadenin kendisinden mülhem olduğu Bob Rose'un aziz hatıralarına bir ihtiram duruşu idi. Eğildim mezkûr eşhasın önünde ve (okuru bu dipnota yönlendiren ana metindeki o) kapsayan parantez içinde açtığım (okunulan) kapsanan parantezin içi doldu ve böylece bu kapandı.  
(iv): '...diye düşünmekteyim', '...olduğunu düşünüyorum' gibi ifadeler finans & ekonomi kanallarında varlık fiyatları hakkında konuşan söz konusu sahaların profesyonelleriyle habercilerin 'yorumlarınızın muhatabını yönlendirdiği yatırım araçları onlara zarar ettirdi; bundan mesulsünüz ve bunun da bir müeyyidesi olacak' şeklindeki olası bir regülatör tavrına karşı kendilerini koruma adına geliştirdikleri 'olabildiğince dolaylı ve kesin olmaktan uzak bir tonda konuşayım ki, başıma bir belâ gelmesin' refleksinin bir tezahürüdür. ABD finans & ekonomi haberciliği diskurundan birebir tercüme olan bu ifade tarzının kuşkusuz en uç örneklerindendir (biraz abartarak kurguladığım) şu cümle: '...falancanın olduğumuz yere giriş yapmasının beklendiğinin söylenebileceğini düşündüğümü paylaşmak istediğimi bilmenizi isterim.' Bu vahamette olmasa da kabaca bunu andıran çok sayıda dolaylı - muğlak - edilgen - tırsak bildirim boca edilmekte her gün ekranlardan algı mekanizmalarımıza.
(v): Bir ifadenin atasözü olabilmesinin bazı kriterleri vardır. Bunların en önce gelenlerinden birisi, bahse konu ifadenin kullanımda kaldığı süredir. Etimologlar, edebiyat tarihçileri, leksikologlar, folklorcular ve kültür tarihçileri, bir ifadenin atasözü sayılması için kaç yıldır dolaşımda olmasının gerek şart olduğu konusunda mutabık değillerdir. 1000 yıl, 500 yıl, 300 yıl, 100 yıl, söz konusu süreye dair dillendirilen süreçlerden en çok kabul görenleridir. Bana göre, bir ifadenin 'ata(lar) sözü) olarak yaftalanması için geçmesi gereken sürenin 100 yıl olması yeterlidir.
(vi): ...adım adım...' demişken 'kendinden danslı adımlarla ...adım adım adım adım adım adım...' âdeta uçuşuyormuşçasına ilerleyen o efsaneyi hatırlamak, hayatın onca hay huyuna ve toksik tesirli mihnetine karşı panzehir olacak kısa süreliğine olsa da:
hamişe hamiş: Altını, üstünü, sağını solunu kırmızı keçeli kalemle kalınca ve şeddeli şekilde çizerek söylüyorum: yukarıdaki video kurgusu, mevzusu, müziği ve dublajı tarafımdan çok beğenildiğinden yer buldu burada kendisine. Takıntılarının tutsağı biri hakir müellifiniz muhterem kârim, okuyanlar hatırlayacaktır, bu videoyu 'Çizgi roman bildiğiniz gibi değil' başlıklı kitabımda da kullanmış idim. Orada da işarete ettiğim üzere, bu paylaşımlarda açık ya da örtük bir reklâm yapma ve bu temelde bir kazanç elde etme gayesi rol oynamamıştır. 
(vii): 'Galat-ı meşhur lügât-ı fasihten evlâdır' (herkesin bildiği yanlışın, - anlaşabilmek adına - çok az kişinin bildiği doğruya tercih edilmesi gerekir) atasözü hatırlansın lütfen.
(viii): reductio ad absurdum, Türkçe'de 'saçmaya indirgemek', 'abese irca etmek' gibi karşılıkları olan mantıki akıl yürütme metodu. Yanlışlığından kuşkulanılan bir önermenin, doğru olduğu varsayılarak akıl yürütülür. Sonuçta ortaya çıkan netice saçma / mantıksız / hakikatle gayri mutabık / absürd olursa, doğru olduğu varsayılan iddianın yanlış olduğu ispat ve ilân edilir.
(ix): 
Şimdi, tam da burada, (bir 'büyüğümüz'ün veciz bir şekilde ifade buyurduklarından mülhem olarak söylüyorum) 'tükürürüm ulan ben, bana üç kuruşluk faydası dokunmayan o 'durmuş saat bile günde iki defa doğruyu gösterir' lâfının içine!' demez misiniz Allah aşkına?!? Lâfın gelişi sordum aslında bu soruyu muhterem kārîm; zîra bilirim ki hürmetlerin en enginine lâyık hanımefendiler ve pek müeddep beyefendiler olmanız hasebiyle siz asla tevessül etmezsiniz o mezkûr ahlâka mugayir lâkırdıyı dillendirmeye. Lâkin, sizin bahis konusu yüksek ruh hasletlerinizi kuşanamamış hakir müellifiniz o lâkırdıyı maatteessüf çoktan emisyona soktu bile!
(x): Hiç sevmediğim, yıldızlarımızın hiç de barışık olmadığı, bu yüzden de kullanmaktan bucak bucak kaçındığım iki kavramı, 'açımlamak' ve 'serimlemek'i; hem de art arda kullandığım şu sırada, neyin kafasını yaşadığımı merak ediyorum doğrusu! Çokça emek verilmiş bir metnin finaline gelmenin, onu hitama erdirmenin neden olduğu o efsunlu (ve de zehirli!) esriklik ve bunun yol açtığı 'fabrika ayarlarından uzaklaşmak' hali olabilir mi bu? Sanırım öyle olsa gerek.
(xi): 'Bu dipnotun esasen, söz konusu metinden ilk bahsedilen bölüm olan prologue'a düşülmesi gerekmez miydi?'' diye sual edebilecek dikkatli okurun tepkisine cevaben, bu sorgulamanın henüz (bilebildiğim kadarıyla) dillendirilmediği bir aktüel uğrakta diyorum ki: metnin verili 'ana metin <> dipnot diyalojik düzeni' formel bir savrukluğun ya da metodik bir zâfiyetin değil, anlatının muhtevası bakımından dominatör sayılabilecek bir semantik tercihin sonucudur (ki, o da metne odaklı olan okura çoktan geçti zannımca). Önemli olduğunu düşündüğüm bu teknik detaya müteakip, bu dipnotun hard-core anlatısına geldi sıra. 
İlk versiyonunu Eylül 2011'de blogumda, Milliyet Blog'da, Radikal Blog'da ve çeşitli sözlük platformlarında paylaştığım yazım, Koç Üniversitesi kimya hocalarından Prof. Dr. Ersin Yurtsever'in 24 Mart 2022'de sarkac.org'da 'Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir (mi?)' başlığı ile paylaştığı yazısının referans listesinde (o ilk haliyle) yer almakta. 'Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir' sözünün kültür kozmosumuzda belirmesi hakkında erken Cumhuriyet döneminden günümüze değin geçen kabaca 100 yıllık bir tarihsel periyoda dair tespitte bulunmuştum. Ersin Hoca bu deyişin İngilizcedeki karşılığı üzerinden ilerliyor (ki, bu benimkine kıyasla, bilimsel metoda sadakati bakımından, daha tercih edilesi bir izah tarzıdır) ve onun tarihsel kökenlerini 1711 yılına değin izleyen bir kaynağa referans veriyor bahsettiğim yazısında. İlgilisi için mutlaka göz atılması gerektiğini düşündüğüm mezkûr kaynak için bknz. ltfn.: https://sarkac.org/2022/03/bozuk-saat-bile-gunde-iki-defa-dogruyu-gosterir-mi/
[dipnot'a (sonnot mu, yoksa hâşiye mi demeliydim?) dipnot: bulmacaperest müellifin bilmecefil kârisi hemen gitsin o vakit (o) numerolu postcript'e (derkenar durmuyor sanki uygun, değil mi?); okuduktan sonra tekrar o zeyl'i, gidecektir (artık hâmiş'e mi olur, yoksa metnin ana gövdesine mi, bilir onu o) gitmesi gerekene. Ah, unutmadan ekleyivereyim: bu hâşiye'ye münhasıran, ya da finalinde olunan anlatının tamamı bakımından yapılacak bir değerlendirmede 'yazar n'çün aynı kavramın birçok karşılığını kullanıyor?!?' deyu sual edilebilir. Verdiydim onun cevabını önceden. Meraklısı için linki:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2025/11/edebiyat-buradan-nereye-quovadis.html ] 'Okuyamam hepsini, yok çok vaktim' diyene diyorum: 'o vakit theoria edilmeli onun (iv) numerolu sonnot'u'.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder