Albert Einstein’ın en büyük hatası





1 – Einstein’ın vahim hatası, nasıl oldu da daha önce hiç kimsenin dikkatini çekmedi, hayret doğrusu!

Gelmiş geçmiş en zeki insan olarak kabul edilen Albert Einstein, bundan yaklaşık olarak 65 yıl kadar önce, çok ciddi, ama öyle böyle değil, gerçekten de vahim bir hata yapmıştı. Einstein’ın bu hatası, sadece, asgari düzeyde de olsa, ona dair bilgi sahibi olanların değil; bilim dünyasının bu en popüler simasının varlığından bile haberdar olmayan geniş yığınların da bildikleri, konuşma ve yazılarında da sık sık referans verdikleri bir lâfının bilimsel gerçekliklerle çelişmesiyle alâkalıdır.
Bana öyle geliyor ki, bu hatayı, 2 Kasım 2013, Cumartesi gecesi, 21.30 sularında, ilk defa ben fark ettim.

Gelin, birlikte, insanlık tarihinin o önemli anına, yukarıda bahsettiğim o yakın zamana gidiverelim.

2 - Beyoğlu’nda yaptığım kültür performansından henüz dönmüştüm ki…

Beyoğlu, Galatasaray, Aslı Han Sahaflar Çarşısında yapılan, ve, münadi ve moderatörlerinden birisini olduğum ‘Geleneksel Gezegen Sahaf Cumartesi Kitap Müzayedesi ve Kültür Performansı’ndan (ii) dönüşümde; Taksim’den ortalama 1.5 saatte gidilebilen, Bahçeşehir’in karşısındaki o yeni yerleşim alanlarından birisindeki evimde, 10,000'i aşan kitap ve dergiyle, yüzlerce film dvd’sinin kucak kucağa olduğu 9.5 metrekarelik home office’ime (kitaplığım, arşivim, yazıhanem, mabedim, birincil yaşama alanım diye de okunabilir) nihayet kendimi atmış ve adetim olduğu üzere, bir taraftan internette sörf yaparken, diğer taraftan da, digitürk’ün 200 küsûr kanalı arasında zapinge başlamıştım. Bu arada, yarım kalmış bir yazım üzerinde çalışmayı (i) ve müzayeden aldığım kitapları tetkik etmeyi de ihmal etmiyordum tabii.

İşte, ne olduysa o sırada oluverdi: durduk yere, aniden, birdenbire Einstein’ın bir lâfı takıldı aklıma ve hemen ardından da ‘ama bu yanlış!’ diye bağırıverdim. Akabinde ise, ayağa kalkmış, aslında pek de adım atacak yer olmayan o mezkûr mekânda, kendi kendime yüksek sesle ve heyecanla konuşarak volta atmaya başlamıştım.
‘Olacak iş değil’ diye söyleniyordum kendi kendime, ‘gerçekten inanılır gibi değil; baksana, Einstein’ın farkına vardığım hatalı beyanı, en iyi bildiği alana, dünyada başka hiç kimsenin onun kadar bilgiye ve sezgiye sahip olmadığı bir bilimsel disipline, atom fiziğine ait üstelik’. Şayet ilgi alanına girmeyen bir konuda çuvallasaydı üstat, hiç şüphesiz bu durumu normal karşılar, üstünde de fazla durmazdım. Oysa o, insanlığın bakış açısını sonsuza değin değiştirdiği ve Nobel Ödülüne lâyık görüldüğü sahada, hayatını hasrettiği fizik biliminde yapmıştı bu affedilemez falsoyu.
Bu durumun, ‘dahilerin dahisi’nin yaptığı bahse konu hatayı daha da vahim kıldığını ayan beyan görüyor; ama, aynı zamanda da, o ana değin bunun nasıl olup da farkına varılmadığına bir türlü anlam veremiyordum.
Yerime oturduktan sonra internette yaptığım sörf sonucunda, fark ettiğim şeyde bir hata olmadığı ve 'sezgisel düzeyde kavradığım' hususun, hakikatle tamı tamına mutabık olduğu konusunda tatmin olmuştum. Einstein’ın, üstatların üstadı olduğu bir alanda affedilemez bir hataya düştüğü ve bunun da, neredeyse 65 yıldır ortalıkta dolaşmasına karşın, alanın uzmanları da dahil olmak üzere, hiç kimse tarafından fark edilemediği apaçık ortadaydı işte.

3 - Bahsettiğim hatanın, Einstein’ın ‘hayatımın en büyük hatası’ dediği şeyle alâkası yok!

Einstein’ın, bu metne konu olan hatasını, onun ‘hayatımın en büyük hatasıydı’ diye üzüntüyle itiraf etiği şeyle karıştıranlar olabilir. Aslında, bunların birbirleriyle zerrece alâkaları yok. Bir diğer deyişle, birbirlerinden tamamen ayrı mecralara aittir her ikisi de.
Burada minik bir parantez açarak, bu konuya netlik kazandırmaya çalışmanın faydalı olacağına inanıyorum.
Modern kozmolojinin kurucusu olan Albert Einstein, konunun meraklısının malûmu olduğu üzere, astronom Edwin Hubble çalışmalarının sonuçlarını bilim dünyasıyla paylaşıncaya dek, ‘statik evren modeli’ni savunuyordu. Buna göre, evren, başlangıcı olmayan, zamanda ve mekânda sonsuz olan, durağan karakterde bir antiteydi.
Oysa, onun, teorik fiziğe ve kozmolojiye yaptığı en büyük katkı olan ‘Genel Görelilik Teorisi Denklem Seti’nin çözümler takımının bir tanesi bunun tamamen aksini ortaya koyuyordu. Buna göre, evrenin bir başlangıcı olmalı ve üstüne üstlük de, dinamik bir süreç izleyerek sürekli olarak genişlemeliydi.
Rahatlıkla ‘ön yargı’ diyebileceğimiz evrene dair olan (durağan ve sonsuz olduğu şeklindeki) kabulleriyle, bizzat kendisinin yarattığı (evrenin sonlu, dinamik ve genişleyen yapıda da olabileceği) teorik yaklaşımın taban taban zıt olması, Einstein’ı adeta paniğe sevk etmiş ve bu sıra dışı insanı, ne yazık ki, önyargısının yanında durmaya ve onu ‘doğrulama’ya itmişti.
Einstein’ın bu açmaza çözüm olarak (ön yargısının adeta esiri olduğunu kanıtlayan bir ruh hali içinde) geliştirdiği teorik katkı, sadece kozmolojide değil, bütün bilimler tarihindeki, üzerinde halâ da mutabakata varılamamış olan, en tartışmalı, ve en paradoksal hususlardan birisidir.
Evrenin durağan ve sonsuz olduğu şeklindeki önyargısını haklı çıkarmak için, o yargısını yalanlayan Genel Rölativite Denklem Setine ‘Kozmolojik Sabit’ denen bir unsur eklemişti Albert Einstein. Böylece ortaya çıkan yeni denklem seti, Einstein’ın ‘statik, durağan, zaten sonsuz olan ve bu yüzden de, genişlemeyen ve genişlemeye de ihtiyaç duymayan evren’ kuramıyla uyum içerisindeydi. Ancak, hayat, özellikle de onun bilimsel gelişmelere dair olan yanı, Einstein’ı, teorisinde yaptığı bu tadilattan çok kısa bir süre sonra, büyük bir şokla ve derin bir mahcubiyet hissiyle karşı karşıya bırakacaktı.

4 - Edwin Hubble’ın buluşu Einstein’ı abandone etti

Wilson Dağı Gözlemevi’nde, daha sonra kendi adıyla anılacak olan, döneminin en mükemmel teleskobuyla yaptığı gözlemler sonucunda, Hubble, o zamana değin sanılanın aksine olarak, uzayda Samanyolu Galaksisinden başka, çok sayıda daha galaksi olduğunu ve (gök cisimlerinin teleskobuna ulaşan ışık tayflarının ‘kırmızıya kayması (redshift) yüzünden de) evrenin de hiç durmamacasına ve büyük bir hızla genişlediğini anladı. Gözlemlerini ilmi mecralarda yayınlayan Hubble, Einstein’ın statik kozmik modelinin çöpe atılmasına yol açmıştı.
Hubble’ın yaptığı gözlemlerin ilmen çok zor durumda bıraktığı Albert Einstein, evrenin statik olduğunu kanıtlamak adına ‘Genel Görelilik Denklem Seti’ne eklediği ‘Kozmolojik Sabit’ için, işte tam da bu sıralarda ‘hayatımın en büyük ilmi hatasıydı’ diyecektir.

5 - Kozmolojik Sabit sakın doğru olmasın?!?

Einstein’ın hayatının gerçek en büyük hatası, ‘en büyük ilmi yanlışımdı’ diyerek öz eleştiri yaptığı Kozmolojik Sabit problematiği değil, yukarıda değindiğim ve birazdan da ayrıntılandıracağım üzere, bir aforizmasının ilmi gerçekliklerle ters düşmesiydi.
Kozmolojideki son gelişmeler, sadece fiziğin onlarca alt dalında faaliyet gösterenlerin değil, diğer ilmi disiplinlerde çalışan bilim insanlarının da büyük bir heyecanla bekledikleri ve bilimin profesyoneli diyebileceğimiz herkes için gerçek bir ‘Kutsal Kâse’, ‘Kızıl Elma’, ya da, ‘Vaat edilmiş Toprak’ hüviyetinde olan ‘Her şeyin Teorisi’ne her zaman olduğumuzdan daha yakın durulduğunun işaretleri verir mahiyettedir. Uygulamaya sokularak denenmesi, ya da, laboratuarlarda gözlemlenerek sınanması an itibarıyla mümkün olmayan (Süper Sicim Teorisi de dahil olmak üzere, 5 temel varyasyonu olan) Sicim Kuramlarıyla (String Theories), bu 5 sicim kuramının sentezinden oluşan Zar Kuramı (Membran Theory), ‘Her şeyin Teorisi’ne giden yolda atılmış çok önemli teorik adımlardır.
Kozmolojinin, verili aktüel ekollerince, denenip sınanamadığı için, ‘pür teori’, ‘spekülatif teori’, ya da ‘kozmik felsefe’ diye yaftalanan sicim ve zar teorilerinin kimi aritmetiksel modellemeleri, Einstein’ın Genel Görelilik Teorisine kattığı ‘Kozmolojik Sabit’ argümanını doğrular mahiyettedir. Bu yüzden de, kimi muteber fizikçi ve kozmologlar, bu durumu ‘Albert Einstein hata yaptığını sandığında bile, aslında doğru yapmış’ diye şakaya vurmaktadır.

6 – İşte, Albert Einstein’ın o talihsiz aforizması

Einstein, toplama kampları ve atom bombası trajedilerinden insanlık aleminin yeterince ders almadığına inanıyordu. Ona göre insanoğlu; etnik, dini, ideolojik ve kültürel muhtevalı olan sosyolojik hatlar tarafından ciddi manada bölünmüştü. Bu bölünmelerle karşı karşıya gelen tarafların her biri de, diğerlerine kaşı çok güçlü önyargılar besliyordu.
Einstein’ın, Soğuk Savaş Döneminin en popüler tartışması olan ‘yeni bir dünya savaşı çıkar mı; şayet çıkarsa, bunda ne tür silahlar kullanılabilir?’ sorusuna verdiği cevap, o sıralarda bu barış yanlısı (Spinozacı etik düşüncesini kuşanmış ve içselleştirmiş) bilge bilimciye hakim olan karamsar ruh halini çok iyi yansıtmaktaydı: ‘3. Dünya Savaşı’nda ne tür silahlar kullanılacağını bilemem; ancak şundan eminim ki, o savaş sonrasında insanoğlunun kullanabileceği yegâne silahı taş balta olacaktır’.
İşte yine o tür tartışmaların yapıldı bir atmosferde sarf ettiği :
‘Bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur (it is harder to crack prejudice than an atom)’ ifadesi, bu metnin ortaya çıkışının hem temel nedeni, hem rahmi ve hem de ebesi olan bahse konu 'Einstein'ın hayatının en büyük hatası' dediğim o mezkûr olgudur.

7 – Atomu parçalamak çocuk oyuncağıdır; sorun çekirdekte!

Atomların parçalanması, bir diğer deyişle, çekirdekle, onun etrafında bulutsu kümeler (ya da, daha teknik bir ifadeyle, kuantum olasılık hesaplarına uyan istatistiki dağılımlar) halinde yer alan elektronların birbirinden ayrılmaları çok kolay ve de doğal bir süreç olduğundan, her an, çevremizdeki çok sayıdaki atom bu akıbeti yaşar. Örneğin, birçok elementin atomları kendi kendilerine bozunup, başka elementlere, ya da kendilerinin değişik izotoplarına dönüşürler. Gündelik faaliyetlerimiz sırasında, biz de, sürekli olarak atomların parçalanmasına yol açarız.
İşte size, her günkü faaliyetlerimiz sırasında, defalarca neden olduğumuz atom parçalanmasına basit bir örnek: Bu satırları okurken, ellerinizi birbirine, ya da, bu yazıyı size taşıyan cihazınıza sürdüğünüzde, birbirine sürttüğünüz yüzeylerdeki atomlar, bazı elektronlarını yitirecektir. Her gün, gerçekleştirdiğimiz faaliyetler sırasında, hem kendi bedenimizdeki ve hem de temas ettiğimiz malzemelerdeki ‘trilyon X trilyon X trilyon X…’  atomun parçalanmasına neden oluşumuzun arkasında çalışan teknik mekanizma, birbiriyle temas halindeki iki farklı malzemenin en dış yüzeylerini oluşturan elektronlar arasındaki ‘elektro-manyetik kuvvet (alan)’ etkileşimleridir.
Öte yandan, atomun çekirdeğini parçalamaksa, hakikaten çok yüksek enerji isteyen, çok teknik, çok pahalı ve çok zahmetli bir prosestir. Bu temel fiziki hakikatler ışığında şu hususa kuvvetlice vurgu yapabiliriz:
Einstein’ın, bilimsel gerçeklerle mutabık olmayan  yukarıdaki ifadesi, temelden yanlıştır. Bu ifadenin doğru varyasyonu ise aşağıdaki gibi olmalıdır:
‘Bir önyargıyı parçalamak, atom çekirdeğini parçalamaktan zordur (it is harder to crack prejudice than an atom’s nucleus).

8 – ‘Einstein yanılmaz!’ ifadesi de bir önyargıdır

Dillendirmeye çalıştığım bu durumun, 65 yıldan fazla bir zamandır farkına varılamamış olmasını, Einstein’ın da şikayetçi olduğu önyargı denen o ‘öğrenilmiş acizlik, öğrenilmiş barbarlık, öğrenilmiş cahillik, öğrenilmiş taklitçilik, öğrenilmiş vasatlık, öğrenilmiş kötülük, öğrenilmiş bilmemne’ halinin, insanoğlunun idrakini teslim alan bir başka numunesine, aşağıda dillendireceğim mahiyetteki bir diğer önyargıya bağlamak mümkündür diye düşünüyorum.
‘Albert Einstein bir dahidir, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en önemli bilimcilerinden birisi, belki de birincisidir. Bu düzeydeki birisinin hata yapmasına, hele de, uzmanı olduğu konularda sarf ettiği argümanlarının yanlış olmasına olanak dahi yoktur. Bu yüzden de, insanlık camiası, Albert Einstein’ kalitesindeki kişilerin söylediği her sözü sorgulamaksızın doğru kabul etmekle, bunlardan asla şüphelenmemekle mükelleftir’ şeklindeki bir ön yargıdır yukarıda bahsettiğim.
‘Einstein yanılmaz, yanılamaz!’ ifadesi, 'önyargılar kümesi'nin bir unsurudur ve, varoluşu doğru anlamlandırmak adına da, diğer önyargılarla birlikte, süratle terk edilmelidir. Bir diğer deyişle, Einstein dillendirdiği argümanlar da, bunlar hayatın hangi alanına dahil olurlarsa olsunlar, ancak 'bilimsel-metodik şüphecilik' süzgecinden geçirildikten sonra kabul edilmelidir.

9 – Şayet yanılan bensem, o durumda da….

Bu metin çerçevesinde açtığım tartışmada, şayet yanılan taraf bensem, bir diğer deyişle; yanlışlığını ilmen kanıtladığıma inandığım (mantıki kanıtlamasına ise, bu metnin nihayetinde verilen link üzerinden erişilebilecek olan yazımda yaptığım) Albert Einstein’ın  mezkûr aforizmasının ‘ipliğini pazara çıkaran’ ilk kişi olduğum iddiasının temelsiz ve yanlış olduğunu ortaya koyan (ve muteber bir kaynakta yer alan) malûmata erişirsem; ya da, bu metne muhatap olanlardan biri(leri), güvenilir bir kaynağı referans göstererek, mezkûr argümanımı yanlışlarsa; her iki halde de, hiç kuşkusuz, zerrece vakit kaybetmeksizin, okurlarımdan, en samimi duygularımla, özür dilemeye ve kapıldığım kibir (yedi ölümcül günahın belki de en sevimsizi olan, o lânet olası ve zehirli hubris) yüzünden derinliklerine doğru yuvarlanacağım kara katran ve sülfür amalgamının kaynadığı cehennemi mahcubiyet kuyusunun dibinden 'bir daha böylesi bir hata yapmayacağım!' çığlığını 'katrilyon x katrilyon x katrilyon' kere atmaya söz veriyorum.

Öte yandan, bu yazının üzerine bina edildiği ve 'bir atomun elektronlarını kaybetmesi, onun bozunması ve parçalanması sürecine tekabül eder' şeklinde olan argüman, yine muteber kaynaklar üzerinden yanlışlanırsa, bu sefer hem okurlarımdan ve hem de (istemeden ve salt bilime, özgür ve eleştirel düşünceye ve yanı sıra da, esasen idollerimden olan Einstein'ın bizzat kendisine karşı beslediğim o titiz, dürüst, nesnel, çıkarsız ve önyargısız' sempati adına yaptığım eleştiriler yüzünden),  fikri ve manevi mirası hakkında yersiz, mesnetsiz ve haksız soru işaretlerine neden olduğum o bilge bilginin aziz hatırasından 'sonsuz üstü sonsuz (ya da, sonsuz x sonsuz)' kere özür dileyeceğimi beyan ederim. Bu özür dileme operasyonunu da, yukarıda tarife çalıştığım özür dileme seansıyla aynı mekânda, yânî, Dante'nin Inferno'suna yakışan o 'malûm gayya kuyusu'nda gerçekleştirmeye hazır olduğumun da bilinmesini isterim.


Aksi halde, yani, mezkûr iddiamın yanlışlan(a)maması durumunda; Einstein’ın hayatının en büyük ilmi hatası olduğuna inandığım aforizmasının yanlışlığını ilk benim kamusal alana taşıdığım şeklindeki iddiamın arkasında dimdik durur ve onun haklı gururuyla yaşamıma devam ederim (iii).

dipnotlar:

(i): http://ziyaversencan.blogspot.com/2013/10/kotu-degil-kotucul-adam-gileadl-roland.html
Gezegen Sahaf Sohbeti ve Kitap Müayedesi için bknz.
(ii): http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2015/05/mehmet-guntekinin-muzikli-maarif.html
(iii): Yukarıdaki metnin devamı için bknz.
http://ziyaversencan.blogspot.com/2013/11/ortalama-insan-bir-wittgenstein-degil.html

10 yorum:

  1. "Bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur!" sözü geçerliliğini hiç bir zaman yitirmez mirim... Bu kadar karmaşık ve şaşırtıcı bir yapı (bizi de var eden yapı) bu kadar kolay ve basitçe parçalanırken çok basit bir önyargının bile parçalanamaması, olsa olsa Einstein'a bu vakitten sonra şapka çıkarmamızı (bir kez daha) gerektirir.

    YanıtlaSil
  2. benim itirazım, yukarıda da uzun boylu paylaştığım üzere, einstein'ın atom çekirdeği yerine atomu parçalamaktan bahsetmesinedir. bu lâfı ister einstein tam da itiraz ettğim şekilde söylemiş olsun, isterse de başkası onu dillendirmiş olsun, fark etmez. her durumda bu lâfın bilimsel olarak doğru söylenişi 'bir ön yargıyı parçalamak bir atom çekirdeğini parçalamaktan zordur' şeklinde olmalıdır. zira, önemine binaen tekraren paylaşıyorum, atomun çekirdeği dışındaki unsurları olan elektronları, elektro-kimyasal süreçler sonucunda zaten sürekli olarak azalır ya da artar. bu da, atomlar sürekli olarak kendi kendilerine bütünlüklerini kaybederler, yani, bir diğer ifadeyle, insani müdahale olmaksızın, doğal süreçler içerisinde parçalanırlar demektir. öte yandan benim bir ön yargının parçalanmasının ne denli zor olduğunun atomik faaliyetler üzerinden yapılmış analoji ve metaforlarla dillendirilmesine hiç bir itirazım olamaz. itirazım bu yanlış ifade, einstein ya da bir başkası tarafından söylenmiş olmasından bağımsız olarak, doğru dillendirilmesini merkezindedir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rica ederim ben sizin itiraz ettiğiniz konuyu anlıyorum; elbette ki atomun çekirdeğini parçalamak teknik olarak daha zahmetli ve ciddi altyapı gerektiren bir olay gibi görünüyor (konuya çok uzağım) ama gün içerisinde bizim elimizi kolumuzu salladığımızda meydana gelen atom tepkimeleri (yer değiştirme ve yıkım) ile teknik anlamda atomun parçalanması olayı(çekirdeği değil)farklı şeyler diye düşünüyorum.

      Kaldı ki Einstein'ın yaşadığı dönemde ki teknik olanakların günümüzle kıyaslanamayacak düzeyde olması (gözlem ve tespit) ve buna rağmen Einstein'ın atom'un parçalanabileceği fikrini ortaya atması (zor kelimesini hiç bir zaman kullanmadı) ve bunu da yanlış hatırlamıyorsam yine ABD'li fizikçi bir profesörün gerçekleştirmesi (atom bombasına giden ilk yol) aslında "ilkel" teknik olanaklara rağmen bunun ne denli basit bir iş olduğunun da ispatıdır.

      Elbette ki bu ünlü söz de bir metafor var, atomu parçalamak zor değil, atomun yanına önyargıyı koyarsanız, önyargıyı parçalamak "atom'dan daha zor!"

      Belirtmek istediğiniz hususu anlıyorum ama Einstein'ın atom'un parçalanmasının zor olduğunu belirten bir açıklaması/görüşü yok. Kaldı ki fikri/yöntemi/formülü ortaya atan o...

      "zor" kelimesi sadece ve sadece bu sözünde geçer ve o da bir metafor'u işaret eder.

      Çekirdeğine kadar gitmenize gerek yok üstadım...

      Sil
  3. değerli ve anlamlı katkılarınız için çok teşekkür ederim dostum :)

    YanıtlaSil
  4. Ben teşekkür ederim, her ne kadar ben Einstein'ın bu sözünde bir problem yok desem de sonuçta sizin bunu irdelemeniz ve aslında "teknik anlamda" doğru cümle yapısının ne olması gerektiğini göstermeye çalışmanız da oldukça kayda değerdir.

    Doğru bilgi, doğru ilim, irdeleme ve sorgulama ile elde edilebilir ve yazınız buna güzel bir örnektir dostum.

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  6. B.D. müstearını kullanan değerli dost, g-mail hesabımdan eriştiğim aşağıdaki yorumu önce burada paylaşmış, ardından da bu krtiğini / yorumunu silmiş. çok değerli bulduğum bu eleştirel katkının yukarıdaki bloga dair yapılacak okumaları zenginleştirdiğini düşündüğümden, B.D.'nin affına sığınarak, onu tekrar bloguma ekliyorum. bu arada da, hem onun ve hem de yukarıdaki bloga yorum yapan diğer internet kullanıcısı jerfi'nin yaklaşımlarına dair cevabi bir metni de bu raya eklemeyi düşünüyorum.

    işte B.D.'nin mezkûr yorumu:

    'Einstein atomun parcalanabilirligini kuramsal olarak ortaya koydu. Uzun deneyler sonunda da 1919 yilinda ilk defa parcalandı. Konuya 100 yıllik bir farkla bakiyorsunuz. Gunumuzde atomun parcalanmasının siradan bir olay oldugu gayet net. 100 yıl once ise fizikcileri en cok ugrastiran konuydu. Cekirdegin parcalanmasi ise söz konusu bile degildi. Bu acidan cümle kendi zaman diliminde gayet dogru. Neden bu kadar heyecan yaptiniz anlamadim. Tarihsel her olay veya söz kendi zaman dilimi icinde degerlendirilir. Dolayisiyla bu söze de 1915 yılindaki bilimsel veriler icerisinde bakmak gerekir.'

    YanıtlaSil
  7. Bu kadar uzun bir anlatımdan fizik kurallarına aykırı bir tespitte bulundunuz diye düşünmüştüm. Okadar yazıyı okuduktan sonra hayal kırıklığına uğradım ve devamını okumadım. Kusura bakmayın fakat çok çok çok abartmış ve konuyu gereksiz derecede uzatarak geniş geniş anlatmışsınız...

    YanıtlaSil
  8. Bu kadar uzun bir anlatımdan fizik kurallarına aykırı bir tespitte bulundunuz diye düşünmüştüm. Okadar yazıyı okuduktan sonra hayal kırıklığına uğradım ve devamını okumadım. Kusura bakmayın fakat çok çok çok abartmış ve konuyu gereksiz derecede uzatarak geniş geniş anlatmışsınız...

    YanıtlaSil
  9. O halde, atomu parçalayınız.

    YanıtlaSil