01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 06 Mayıs - 10 Mayıs döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
91) Konu: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, kitap: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver
Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza
Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bahsedeceğimiz
kitap Yakup Kadri Karaosmanoğlu.
27
Mart 1889’da Kahire’de doğan yazar,
gazeteci, siyasetçi ve hariciyeci Yakup Kadri Karaosmanoğlu Osmanlı’nın
son yıllarıyla Cumhuriyetin ilk yarım asrının düşünce hayatını etkileyen önemli
entelektüellerdendir. Manisa’nın ileri gelenlerinden Karaosmanzâdeler, 1833’de
yöreyi işgal eden Kavalalı İbrahim Paşaya yardımcı olmuş, Osmanlıyla yaptığı
savaş bitince de paşayla Mısır’a giderek sarayına yerleşmişti. Babası Abdülkadir
Bey Mısır Hidivi sülâlesinden İkbal hanımla orada tanışıp evlenen Yakup Kadri, Kahire’de doğduğu sarayda dadılar arasında büyük bir şatafatla geçen, bir prens gibi şımartıldığı çocukluğunun ve ana dili gibi vakıf olduğu
Fransızcasından okuduğu parnasist ve sembolist ediplerle, elitist - aristokrat
Marcel Proust ve pesimist Guy de Maupassant’ın tesirlerinden ömrü boyunca
kurtulamamıştır. Bu durum köylüler gibi eğitimsiz, yoksul insanlarla kurduğu
ilişkileri olumsuz etkilemiş, eserlerine sinen karamsarlığı ve depresifliği
beslemiştir. Ailesiyle 1895’de Manisa’ya dönen, babasının ölümü üzerine
annesiyle tekrar Mısır’a giderek İskenderiye ve İsviçre’de eğitim gören Yakup
Kadri, İstanbul’da Mekteb-i Hukuk’ta 2 yıl okumuş, yakalandığı tüberkülozu İsviçre’de
atlatıp 1919’da İstanbul’a döndükten sonra İkdam gazetesinde
Millî Mücadele’yi destekleyen yazılar yazarken Kiralık Konak ve Nur Baba
romanlarını yayımlamıştır. 1920’de Ankara Hükümetinin çağrısıyla Anadolu’ya
geçen Yakup Kadri, 1921’de Ankara’ya yerleşerek Gazi’nin yakın çevresine
katılmış, 3 dönem TBMM’ne seçildiği bu süreçte gazete yazarlığı ve imtiyaz
sahipliği yapmış, ses getiren edebi metinler yayımlamıştır. Anadolu Ajansı’nın
reorganizasyonuna yönetici olarak katılan, Türk Dil Kurumu’nun da kurucularından
olan Karaosmanoğlu; İsmail Hüsrev Tökin, Burhan Asaf Belge, Şevket Süreyya
Aydemir ve Vedat Nedim Tör’le birlikte 1932 – 1935’de 36 sayı çıkardıkları
Kadro Dergisi üzerinden Cumhuriyet rejimine ve Gâzi’ye istikamet tayin etmeye
ve sosyalist doktrine müzahir bir ideolojik sistematik dayatmaya kalkışınca,
gözden düşmüştür. 1934 – 1955 döneminde ‘zoraki
diplomatlık’ yapan Yakup Kadri; Tiran, Prag, Lahey, Bern, Tahran ve tekrar
Bern’de elçi olmuş, bu dönemini otobiyografik eseri Zoraki Diplomat’ta anlatmıştır. 27 Mayıs İhtilâlinin ardından
Kurucu Meclis üyeliği, Manisa milletvekilliği ve Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu
başkanlığı yapan yazar, 13 Aralık 1974’de vefat etmiştir.
Edebi
eserleri ve fikir yazılarında Tanzimat’tan beri yaşadığımız büyük değişimleri
incelemiş, başlangıçta Servet-i Fünun’a tepki olarak doğan ‘sanat
şahsi muhteremdir’ ve ‘sanat, sanat içindir’ mottoları gereği
ferdiyetçi anlayıştaki Fecr-i Âtî’ye katıldıysa da, akabinde gerçekçi ve
toplumcu anlayışı ve dilde sadeleşmeyi benimsemiştir. Mistik ve bedbin içerikli
Erenlerin Bağından ve Okun Ucundan ile mensur şiir
geleneğinin Cumhuriyetteki önemli mümessili olmuş; deneme kitaplarında ve romanları Kiralık Konak, Hep O Şarkı ve otobiyografik mahiyetli Bir Sürgün’de batılılaşma – modernleşme – taklitçilik -
köksüzlük problematiğini; Sodom ve
Gomore’de İşgal İstanbul’undaki alafranga züppeliği, yozlaşmayı ve ihaneti;
Nur Baba ve Hüküm Gecesi’nde müesseselerin yozlaşarak çöküşlerini; Yaban’da aydınımızın toplum
gerçeklerinden kopukluğunu ve köylülerin sefaletini, otobiyografik Ankara ve Panorama I – II’de yeni rejimin başarı ve başarısızlıklarını; Politikada 45 Yıl’da İsmet Paşa
merkezli anılarını paylaşmıştır.
Başvuru kaynaklarımızdan olan edebiyat teorisi, edebiyat öğretimi ve edebi
metin sahalarında yoğunlaşmış akademisyen, yazar, şair Prof. Dr. Şerif Aktaş’ın yazdığı Yakup Kadri Karaosmanoğlu monografisi, mercek altına aldığımız mevzuyu
derinlemesine incelemek isteyen için faydalı bir referanstır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça
kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
92) Konu: Blucin, kitap: Belki Duyulur Sesim
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver
Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza
Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Blucin, bahsedeceğimiz kitap Belki
Duyulur Sesim.
Halil İnalcık bir metninde mealen şöyle diyor: '15. ve 16. asırda Denizli ve Akhisar çevresinde üretilen kaba lifli pamuktan dokunan kalın kumaşlar dayanıklı ve ucuz olduklarından beğeniliyor, Osmanlının Avrupa’yla yaptığı ticaretinde önemli yer tutuyordu. İtalyan ve İspanyollar, bunları Anadolu’dan ithal edip, orta ve Güney Amerika’daki plantasyonlarda çalışan işçi ve kölelerin patronlarına satıyordu. Önceleri pamuk renginde olan bu kumaşlar, daha sonra çivit mavisine boyandıklarından indigo diye anılırdı.’ Halil Hoca’nın blucinin geçmişine ışık tutan tespitleri, şu anlatıyla bütünlenmekte: ’15. asırda Cenova’da üretilen, dayanıklı ve ucuz olduğundan yoksullarla emekçilerinin tercih ettiği kumaş türüne, Fransa’da, geldiği yere nispetle ‘genes’ denmiş; bu isim İngilizceye ‘jean’ olarak geçmişti.’ Modern blucinleri her bakımdan andıran ilk örnekler, 19. asrın ortasında altın aramak saikiyle California eyaletine yapılan o büyük ‘kavimler göçü’yle araziye yayılan maceracılar ve yoksul madencilerle, ‘Yeni Dünya’da büyükbaş ve küçükbaş hayvan çobanlığı yapan kovboyların giydikleri işçi tulumlarıyla pantolonlardı. 19. asrın 2. yarısında Fransa’da üretilen daha ince, kaliteli ve yumuşak kumaşın adı olan ‘serge de Nimes’, diğer dillere ‘denim’ olarak geçmiş, bu, blucin kategorisinin jenerik isimlerinden olmuştur. Altın arayıcılarına çadır, iş elbisesi, alet edevat satan San Francisco’lu tüccar Levi Strauss’la, terzi Jacob Davis’in 1873’de mavi pamukludan ortaklaşa ürettikleri, tasarımı Strauss’a ait olan, iş elbiseleri, bildiğimiz manadaki ilk blucinler olup, bu olay, 1.5 asırdan fazla bir zamandır süren bir modayla, bir giyim – kuşam markası ve efsanesinin milâdıdır. Dilimize blucin karşılığı olarak giren kot’un ilginç öyküsü ise şöyledir: Arnavut kökenli Edremitli bir ailenin çocuğu olan Muhteşem Kot, Paris’te terzilik eğitimi aldı, İstanbul’a dönüşünde Galata’da atölyesini açıp tüccar – terzi olarak mesleğe atıldı. Fransa’da tanıdığı, Amerika’daki geçmişini de bildiği blucinleri ‘Kot’ markasıyla üreten girişimci, ürünleri ucuz, rahat, dayanıklı ve pratik olduğundan, başarılı oldu. 1958’de vefat edince işi devralan oğlu Aytaç, ‘Kot’ markasını tescil ettirdi ve üretimi arttırdı. Özellikle kır emekçilerinin gözdesi olan ‘Kot’ markası, ilki 1950’lerde İncirlik’de kurulan, 1960’lardaysa Türkiye’nin her yanını yayılan Amerikan Pazarları - PX’lerde satılan ABD menşeyli kotlar yüzünden, satış rakamlarını olmasa da, eski havasını kaybetti. 1960’lardan sonra ABD’de doğup, bir pandemi misali, gezegenin büyük kısmına yayılan anti-kapitalist, anti-emperyalist, savaş karşıtı, özgürlükçü, çevreci, feminist dalganın alametifarikalarından biri de kot giymekti. Kot modası giderek bir ‘kotmania’ halini almış, bu akıma, onun siyasal – ideolojik kökenlerine katılmayanlar da, salt ‘havalı’ görünmek adına, eklemlenmişlerdi. Türkiye’deki üslerde çalışan ABD’lilerin eşya ve giysilerinin satıldığı, en büyüklerinden biri Tophane’de olan PX’ler 1955 – 1984 döneminde, insanımızın kota erişim adresiydi. 1984 sonrasında Özal liberalizasyonunun getirdiği ithalat serbestisi bu durumu değiştirecekti.12 Eylül Darbesi öncesi âdeta bir üniforma gibi mavi kot üzerine yeşil parka giyen solcular 'hani Amerika'ya karşıydınız?!' diye eleştirildiğinde, 'bunu emekçiler giyiyor ama!' diyerek savunurdu kendini.
MÖ 2000 yılında Fenikeli gemicilere yelken bezi üreten
Anadolu dokumacılığının global fenomen blucin üretimindeki merkezi rolüne işaret eden referans
metnimiz, Derya Bengi ve Erdir Zat tarafından yazılıp derlenen ‘100.
Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası 2 (1950 – 1980) – Belki Duyulur
Sesim’, adeta ‘Kırk Ambar’
niteliğindeki ansiklopedik içeriğiyle
muhatabına zevkli ve bilgilendirici okumalar vad’etmekte. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça
kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.