Mustafa Kemal Atatürk: ‘Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tır’






Ali Rıza Efendi (1839 - 1888);Ziya Gökalp (1876 - 1924);    Atatürk (1881 - 1938);          Namık Kemal (1840 - 1888)


97 yıl önce 25 Ekim'de vefat eden Türk Milliyetçiliği fikriyat ve mefkûresinin kurucu babası Ziya Gökalp hakkında yıllar önce yazdığım bir biyografi denemesini yeniden paylaşıyorum:

1 - Önemli olan fikirlerdir, etnik köken değil

Milliyetçilik anlayışını ırk esasına ya da etnisite zemine değil, kültürel esaslara ve aidiyet duygusuna bağlayan Atatürk'ün 'fikirlerimin babasıdır' dediği Ziya Gökalp (23 Mart 1876, Diyarbakır – 25 Ekim 1924, İstanbul), Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun bilim, sanat, felsefe, sosyoloji ve siyaset gibi bir çok 'üst yapı' kurumunda kalıcı izler bırakmış çok önemli bir tarihi simadır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün okunulan metnin başlığı olan ‘Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tır’ şeklindeki ifadesi;  Gökalp’ın, Cumhuriyet rejiminin kurucu babaları (founding fathers) nezdinde ifade ettiği mana, ehemmiyet ve ağırlığı net bir şekilde yansıtmaktadır.

Türk milliyetçiliğinin fikri, siyasi ve ideolojik babası olarak kabul edilen Ziya Gökalp üzerinden yapılan ‘teorik’ ve 'akademik' hesaplaşmaların bazılarının faillerinin; mezkûr tartışma sürecinin bir evresinde, meseleyi mutlak surette onun 'etnik kökeni ve milli aidiyeti' realitesine bağlamaya çalışması, dikkatlerden kaçmayan bir husus olarak süslemektedir entelektüel dünyamızın afakını. Üstelik de, bunun 110 yılı aşkın bir zamandır yapılıyor oluşu, bu topraklardaki ilmi ve fikri tartışma pratiklerinin sıhhati, verimliliği ve derinliği hakkında (ne yazık ki, pek de olumlu ve matah olmayan) bazı ipuçlarını ima ediyor olsa gerektir. Alabildiğine nesnel olması gereken akademik / ilmi tartışma süreçlerinde kendisine asla yer bulmaması gereken 'argumentum ad hominem' (söylenene değil, söylene bakarak hüküm yürütülmesiindirgemeciliği, bahse konu olumsuz fikri mücadele metotlarının en revaçta olanlarındandır(1).

Gökalp’in etnik kökeni üzerinden yapılan okuma ve tartışmalarda serdedilen a - onu, milli kimliğini kaybetmiş, asimile olmuş bir Kürt olarak değerlendirmek; b - Kürt etnisitesinden geldiği gerçeğini karartmaya çalışmak; c - sırf etnik aidiyeti yüzünden, Türkçülükle ilgili görüşleri hakkında şüpheler uyandırmak şeklindeki yaklaşımların bilimsel, nesnel ve akademik ekosferlerde bir değer ifade etmediklerine işaret ederek tamamlamış olalım bu bahsi.

2 - Adeta aksiyon filmi gibiydi Gökalp'ın hayatı
Daha çocuk yaştayken, 'Fransız İhtilâl-i Kebiri'nin
Abdullah Cevdet (1869 - 1832)

insanlığa mirası olan milliyetçi ve 
hürriyetçi görüşlerle tanışan Mehmet Ziya Gökalp, bunları içselleştirmeyi ve sosyal pratiklerinde rehber kılmayı bilmiştir. 1892’de, Diyarbakır’da lise son sınıfta ‘Padişahım Çok Yaşa!’ yerine ‘Milletim Çok Yaşa!’ şeklinde bağırması bu içselleştirmenin bir tezahürü olsa gerektir.

Kentte çıkan kolera salgını üzerine Diyarbakır’a gelen Dr. Abdullah Cevdet ile tanışması Gökalp’ın fikirlerinin olgunlaşmasında çok etkili olmuştur. Gerek Abdullah Cevdet’ten ve gerekse de lise hocası Dr. Yorgi Efendi'den aldığı felsefe derslerinin içeriği, ailesinden aldığı geleneksel dini eğitimle taban tabana zıt olunca, genç Mehmet Ziya bunalıma düşmüş ve 1893’de, 18 yaşında iken, kafasına kurşun sıkmak suretiyle intihara teşebbüs etmişti.                                             
                                                                                                                       
İntihar teşebbüsünün hemen sonrasında, Mehmet Ziya'nın yaşadıklarına dair iki farklı senaryo dolaşıma girmiştir. Bunlardan ilkine göre kurşun, Dr. Abdullah Cevdet tarafından, morfinsiz ve çok zahmetli bir operasyon neticesinde, çıkarılmış; ikincisinde ise, Gökalp bu kurşunu ölene değin kafatasında taşımıştır(2). 

3 - İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Ziya Gökalp, fikri manada birbirlerini beslediler
Enver, Talât ve Cemal Paşalar.

1896’da parasız olan Baytar Mektebinde okumak için İstanbul’a giden Gökalp, İttihad ve Terakki Cemiyetine katıldığı için 1898’de tutuklanarak 1 yıl cezaevinde yatmıştır. 2. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki Kongresine Diyarbekir delegesi seçilmiş ve bu derneği şehrinde kurmuştur. İttihat ve Terakki derneğinin Selânik şubesinde çalışırken, 1911’de yayınladığı ‘Altun Destanı’nda, dünyadaki bütün Türkleri birleştiren güçlü bir Türk devleti kurulması temasını işlemiştir.

1912’de İttihad ve Terakki’nin merkezinin Selânik’ten İstanbul’a taşınmasıyla Payitaht’a gelen Gökalp, 1912’de Diyar-ı Bekir mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a seçilmiştir. 1913 ve 1914 yıllarında, dönemin en kudretli kişilerince kendisine yapılan Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) olma önerisini 2 kez reddetmiş, 1915’de ise İstanbul Darülfünunu’nda Türkiye’nin ilk içtimaiyat müderrisi (sosyoloji profesörü) olarak, sosyal bilimlerin akademik alemimizde ve eğitim müfredatımızda yer edinmesine öncülük etmiştir. 

Listesinden mebus seçildiği İttihat ve Terakki kurmaylığının, Maarif Nazırı olması teklifini ısrarla reddetmesi, Gökalp'in, söz konusu siyasal teşekkülle arasında cereyan eden karşılıklı (ideolojik, fikri ve siyasi) etkilenme ve beslenmeyi olumsuz etkileyen bir husus olmamıştır.

4 - Türkleşmek, İslâmlaşmak, muasırlaşmak: Gökalp'in, Osmanlı'nın çöküşünü önleme gayreti
Türk Ocağı’nın kurucularından olan Mehmet Gökalp, bu derneğin yayın organı olan Türk Yurdu başta olmak üzere, dönemin bütün kayda değer fikir ve sanat dergilerinde, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasını ve dağılmasını önleyebilecek formül olarak gördüğü ‘Türkleşmek – İslâmlaşmak – Muasırlaşmak’ temalarını bütün (fikri, ideolojik, estetik, sosyolojik, siyasi, kültürel illnh...) veçheleriyle ve ustalıkla işlemiştir.

Buna göre, Osmanlı İmparatorluğunun çözülme, dağılma ve yok olma süreci; kültür ve harsta Türk’ün örfüne, âdedine ve geleneğine; ahlâk ve dinde İslâm’ın temsil ettiği iman, itikat ve akideler bütününe; pozitif ilimler ve teknoloji alanında ise asrının en ilerisi olan Batı Medeniyet dairesine yaslanmakla durdurulabilecektir. Bu terkip üzerinden oluşturulacak olan yeni milli kimlik sentezi, Türkleri, dünya milletler camiasında hak ettiği şerefli mevkiye taşımaya muktedir olacaktır.

5 - Ziya Gökalp, en büyük yenilgisini Ali Emiri Efendi karşısında yaşamıştır

ali emiri efendi ile ilgili görsel sonucu
Tarihimizin en büyük bibliyofillerinden Ali Emiri
Efendi (1857 - 1924)
Ziya Gökalp’ın Türkiye Toplumsal Formasyonunun kültürel boyutuna yaptığı katkılarla ilgili bir metinde, onun, bu topraklarda yetişmiş bibliyofil, kütüphaneci, arşivci ve koleksiyonerlerin en önemlilerinden (bu satırların müellifine göreyse birincisi) olan Ali Emiri Efendi ile birlikte baş rolünde oldukları bir hadiseye değinmeden geçmek hem yakışık almaz ve hem de mezkûr içerikteki bir denemenin nâ-tamam algılanmasına neden olurdu doğrusu.

Türk dili, medeniyeti, harsı ve kültürüyle ilgili en temel ve en önemli kaynaklardan olan ve asırlardan beri de kayıp olan Kaşarlı Mahmud’un ‘Divan-ı Lügat-ı Türk’ isimli anıtsal sözlüğünü, 1910'da, büyük ölçüde şans eseri olan bir yolla, sahaflarda bulan Ali Emiri Efendi, onu, İttihad-ı Terakki (o dönemin Osmanlı Devleti olarak da okunabilir) adına satın almak için her yolu deneyen (evvel emirde de zaten yıldızının barışık olmadığı ve hiç geçinemediği) Ziya Gökalp’ı her seferinde reddetmişti. Ali Emiri'nin, dönemin çok güçlü simalarından birisine reva gördüğü bu ağır muamele, o günün sosyo-politik ikliminin, alimlerin kaprislerini nasıl da tölere ettiğini göstermesi bakımından, tipik ve enteresan bir vakıadır.

Ziya Gökalp, sonradan, bu başarısızlığının kendisi için üzüntü kaynağı olduğuna vurgu yapmıştır(3).

6 - Ziya Gökalp Hasan Ali Yücel'in önünü açtı
1919’da, İttihat ve Terakki’nin diğer lider kadrosu gibi tutuklanarak önce Bekirağa Bölüğüne, ardından da Malta’ya yollanan Türkçülüğün kurucu babası, 2 yıllık Malta sürgününden sonra döndüğü şehri Diyarbekir’den Atatürk tarafından mebus seçtirilmiştir.

Maarif Vekâleti bünyesindeki Telif ve Tercüme Heyetinin başkanlığına seçilmesiyle birlikte bu alanda çok önemli bir sıçrama yaşanmıştır. Gökalp, dünya klasiklerinin Türkçeye kazandırılması için hummalı bir faaliyete girişmiş, yıllar sonra Hasan Ali Yücel tarafından gerçekleştirilecek olan büyük çeviri hamlesinin plânlarını hazırlamış, tohumlarını atmıştır.


kürşat ve bozkurt ile ilgili görsel sonucu
Kürşad - Bozkurt kompozisyonu Ülkücü
ikonografinin en önemli leitmotivlerindir.
25 Ekim 1925’te bu dünyaya gözlerini kapayan Ziya Gökalp, Sultanahmet’teki 2. Mahmut Türbesinin haziresine gömülmüştür.

7 - Liberalizme & sosyalizme karşı solidarist, korporatist bir Türk milliyetçisi
Gökalp, çağının 2 popüler ideolojisine de, hem Prens Sabahattin’in başını çektiği adem-i merkeziyetçi liberalizme ve hem de Dr. Şefik Hüsnü’nün önderlerinden olduğu sosyalizme aynı derecede düşmandı. Ona göre bu akımlar, Türk milletinin harsına, töresine, örfüne ve fıtratına tersti.
Türk milliyetçiliğinin bayrak sîmâlarından
Hüseyin Nihal Atsız (1905 - 1975) Ziya 
Gökalp'ten epeyce etkilenmişti.

Ziya Gökalp’ın kendisi totaliter bir zihniyete sahip olmasa da; savunucusu ve kanaat önderlerinden olduğu solidarist (toplumsal dayanışmacı) ve korporatist (mesleki dayanışmacı) zihniyetler; sınıf ayrımını, sömürüyü ve sınıf mücadelesini inkâr eden; mesleki toplulukları temel sosyal birim ve bunlar arasındaki işbirlikçi ve dayanışmacı ilişkileri de örnek sosyal rol model olarak gören anlayışlar olmaları hasebiyle, 1.inci Dünya Savaşı sonrasındaki otoriter ve totaliter sistemlerin fikri arka plânı oluşturmuşlardır.

Bu zihniyetler, ilerleyen yıllarda İtalya’da faşizm, İspanya’da Falanjizm, Portekiz'de Estado Novo, ve Almanya’da da Nazizm isimleri altına örgütlenerek iktidara gelecektir. Bu tarihsel süreklilik, Ziya Gökalp’in, haksız ve anakronik bir biçimde, totaliterlikle ve ırkçılıkla suçlanmasının maddi zeminini teşkil etmiştir.

8 - Turancılığın amentüsünü yazdı

Kendisinden önce çeşitli kanaat önderlerince temelleri atılan Türkçü görüşleri sistematize etmek; bütüncül ve tutarlı bir mimari kazandırarak onları Osmanlı İmparatorluğu'nun 'ideolojik - siyasal' rekabet arenasına çıkabilecek hale getirmek; yanı sıra, bahse konu siyasal duruşu manifestovari metinlerde kristalize ederek gelecek kuşaklara bırakmak işini gerçekleştiren Ziya Gökalp’tır.
Türk milliyetçiliğinin büyük ülküsü Turan,
Büyük Türk Boyları / Devletleri Birliği.

Dili sadeleştiren, Divan Edebiyatının karşısına Halk Edebiyatından beslenen Milli Edebiyatı çıkaran Gökalp, Anadolucuk (Türkiye Türkçülüğü) ile başladığı fikri seyahatinde, Oğuzculuk merhalesinden geçerek Turancılığa varmıştır. Gökalp’in aynı zamanda siyasal ve ideolojik vasiyeti sayılan Turan şiirinin son 2 dizesi (final beyti), hayata gözleri yumduğu sıradaki fikri dünyasının ve ideolojik halitasının da adeta bir hülâsası gibidir. İşte o dizeler:

Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne de Türkistan 
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan

9 - Ziya Gökalp'in fikriyatı dolaşmaya devam ediyor ufuklarımızda

1940 - 1975 döneminde Gökalp'ten etkilenmiş Türkçü fikir ve eylem insanlarının en önemlilerinden birisi de Nihal Atsız'dı (1905 - 1975). Diğer bazı küresel, bölgesel ve yerel dinamikler, antiteler, aktörler ve süreçlerin yanı sıra, Atsız’ın vefatının da etkisiyle, Türklerin pre-islâmik inanç, kültür ve ideolojileri, 1980 -2010 arasında, Türkiye Toplumsal Formasyonu'nda o nispette dillendirilmez olmuşlardı. Öte yandan, özellikle sosyal medyada, Atsız'ın görüşlerinin son zamanlarda daha gür bir şekilde dillendirilmeye başlandığı da bir vakıadır. Gökalp - Atsız hattının mirasını yeni bir senteze kavuşturan Alparslan Türkeş (1917 - 1997) olmuştu. 

Ziya Gökalp'ın fikri mirası Türkeş'ten Evren'e çok sayıda
politik lideri etkilemiştir.
1970’lerde MHP Genel İdare Kurulu üyesi olan Nakşibendi şeyhi Seyyid Ahmet Arvasi’nin formüle ettiği ‘Türk – İslâm Ülküsü’ tezinin Alparslan Türkeş liderliğinde partiye hakim kılınması, aslında; Ziya Gökalp’in kabaca 100 yıl önce (1918’de) teorize ederek paylaştığı ‘Türkleşmek – İslâmlaşmak – Muasırlaşmak’ tezinin güncellenmiş bir versiyonunun; Türkiye Toplumsal Formasyonunun politik tercihleri, toplumsal şuuraltı ve sosyal tasavvurunda çok güçlü ve kalıcı bir şekilde yer edinmesine yol açacak olan ideolojik ve politik bir hamleydi.

Bu durum, kusursuz ifadesiyle mükemmel kristalizasyonunu 12 Eylül 1980 darbesini yapan Kenan Evren'in 'şayet teslim olmasaydı, vurulacaktı' dediği Türkeş'le, hemen her önemli ve stratejik konuda aynı fikri, siyasi ve ideolojik koordinatlarda buluşmasında ve Türk milliyetçiliğinin önemli kadrolarından Agâh Oktay Güner’in 'Fikri iktidarda kendi zindanda bir kadroyuz' sözü ile, Türkeş'in Evren’e yazdığı mektupta vurgu yaptığı '12 Eylül’den bu yana vaki beyanlarınız, bizim de yıllardır savunmaya çalıştığımız düşüncelerin değişik bir üslupla teyidi niteliğindeydi' deyişinde bulmuştur(4).

10 - Sadece sağı değil, solu da etkiledi

Siyaset dünyamızın ve ideolojik iklimimizin kurucu babalarının en önemlilerinden olan Gökalp’ın doğumunun 141. ve ölümünün de 93. yılında, onun fikri / ideolojik / siyasi / kültürel mirasını ve tesirini tarihsel bir perspektif içerisinde konumlandırmaya çalışan bu mütevazi analizi, güncel siyasete dair olan bir analoji ile tamamlamaya çalışacağım.

Sanıldığının aksine, Ziya Gökalp, 2017 Türkiye’sinin politik topoğrafyası - ideolojik haritası - zihniyet halitasında, sadece Türk milliyetçilerinin değil; ulusalcıların, ulusolcuların, İslâmcıların, bütün tandanslarıyla merkez solun ve merkez sağın ve hatta kısmen Kürt siyasetinin de tahayyül ve tasavvur alemini ve bunun üzerinde yükselen sosyal ve siyasal pratiklerini şu ve ya bu oranda etkilemeye (bazı hallerde de domine) etmeye devam etmektedir. 

Bir diğer deyişle, Recep Tayyip Erdoğan'dan Kemal Kılıçdaroğlu'na, Devlet Bahçeli'den Meral Akşener'e, Muharrem İnce'den Doğu Perinçek'e, Ahmet Davutoğlu'ndan Ali Babacan'a kadar, Türkiye Toplumsal Formasyonunun neredeyse bütün farklı kesimlerini temsile ve kucaklamaya ehil, mümeyyiz ve mümessil olan siyasi önderlikler; Türkiye, bölge ve dünya hakkında bir ideolojik / fikri / politik duruş sergilediklerinde, halâ, geçmişi bir asrı aşan 'Gökalpyen' tezlerle, ya da, bunların anti-tezleriyle konuşmak durumunda kalıyorlarsa; 'Ziya Gökalp'in ruhu terk etmedi bu toprakları!' demenin bir aşırı yorum değil; verili aktüel hali kuşatan bir tespit olduğu söylenebilir pekalâ(5).

dipnotlar:
(1): Argumentum ad hominem için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Ad_hominem
İndirgemecilik problematiğine eleştirel yaklaşan bir metin için bknz. 
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2015/02/yukseltgemecilik-oxidationism-ya-da.html
(2): Ziya Gökalp'ın, o kurşunu, 30 yıl boyunca kafasında taşıyıp taşımadığına dair olan tartışma büyük ölçüde spekülatiftir. Bu temelde yürütülen müzakerenin ateşine odun atmaktansa, iki hususun; 1 - Türkçülük bayraktarlığına soyunmasının Kürt milliyetçileri ile İslâmcılarda neden olduğu ideolojik ve itikadi reaksiyonların hayatına yansımalarının ve  2 - Abdullah Cevdet'ten aldığı materyalist dünya görüşünün, İslâmcı kabulleriyle çatışmasının yarattığı manevi ve fikri basıncın yanında, o kurşunu, delikanlılık çağından ölene değin taşımış olmasının yol açabileceği muhtemel fizyolojik sıkıntının pek küçük ve önemsiz kalmış olması gerektiğini varsaymanın daha anlamlı olacağını düşünenlerdenim doğrusu. 
(3): Ali Emirî ve Divan-ı Lügat-ı Türk'le ilgili tafsilatlı bir deneme için bknz. 
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2016/06/ali-emiri-efendi-divanu-lugatit-turku.html
(4): Ruşen Çakır'ın konuyla ilgili metni için bknz. http://rusencakir.com/MHP-GERCEGI-7-Artik-Ocaklar-Tutuyor/2277). 
(5): 'Ziya Gökalp'e ait' karşılığında teklif ettiğim; ancak, önerdikten hemen sonra, 'Gökalpgil' deseydim, acaba daha mı doğru olurdu?' diye beni düşündürtmüş ve nihayetinde de, iki kavramı da (birisini dipnotlar faslında olmak kaydıyla) paylaşarak işin içinden çıkabileceğime karar verdiğim kavramsallaştırma teşebbüsünün iki meyvesinden birisi.

2 yorum:

  1. Logically complete cosmological concept. /due to lack of knowledge of the English language was not able to correct the translation Implemented by Google/

    In order to present the unlimited space originally:
    1. homogeneous - enough to postulate the presence in it of two elements with Simple and Complex /closed systematically/
    2. heterogeneous - enough to postulate the presence in it of one more element - the Most High and Almighty God - with open systematically.
    It is easy to assume that even at the lowest possible deployment of the intangible component of the essence of God - the Spirit of God - for the level of the original downwardly directed the permanent deployment of the material component of the essence of God, there is a curtailment of Simple and Complex /i.e.. It is their decay due to blocking of origin upwardly directed constantly deploy intangible components of the entity / as much as possible heterogeneous to God's essence minimum possible number of cell uniformity (1H), and God on the basis of the material components of the 1H deploys the minimum possible heterogeneous to its essence as possible numerically elemental homogeneity (2H). Coagulation process will begin in 2H known God start time since the completion of its deployment. curtailment of the Spirit of God to the level of initial deployment again unfolds 1H - God potential for transformation 1H into 2H and 1H into 2H limitless!

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil