22/11/63, John Fitzgerald Kennedy (JFK) Suikastı - 1

John Fitzgerald Kennedy  (1917 - 1963) Amerikan tarihinin en sevilen başkanlarındandı.

α - prologue: Trump'tan Kennedy'ye siyasi komplolar

8 Kasım 2016'da ABD başkanı seçilen Donald Trump ile birlikte başlayan yeni dönemi (manipülasyon, disinformation ve misinformation'ın, gerçekliğin (kısmen ya da tamamen) ikamesi olduğu dönem anlamında) ' post-truth çağ ' şeklinde niteleyen / adlandıran çok sayıda politik analize muhatap oluyoruz. 2.7 milyon fazla oy almasına, bir diğer deyişle, Amerikan ulusunun milli iradesi tarihin ilk kadın ABD başkanının seçilmesi doğrultusunda tecelli etmesine karşın, Demokrat Parti'nin adayı Hillary Clinton seçimi kaybetti. Anlayacağınız, Amerikan hakim sınıfları (Amerikan yönetici bloku, 'Derin Amerika', Amerikan müesses nizamı, ABD establishment'ı)'nın, (Trump, ya da, Demokrat Parti başkan adaylığını Hilary Clinton'a karşı kaybeden sol popülist Bernie Sanders gibi) 'ne yapacağı kestirilemez ve her an kontrol dışına çıkabilme potansiyeline sahip ana akım dışı' birisinin seçilmesini önlemek adına kurduğu (karmaşık delege sistemi temelli) vesayet düzeni, bu kez, vesayetçi yapı'nın doğrudan kendisini'ana akım politika üreticileri'ni vurmuştu.

Trump'ın 8 Kasım'dan bu yana sergilediği söylem ve eylemleri; kamuoyuna hakim olan ''taç giyen baş akıllanır' mottosu gereği, o da, esas olarak kampanya sırasında söylediklerini değil, etrafındaki 'Derin Amerika'nın, varlıklıların sözcüsü olan lobilerin ve çıkar gruplarının dediklerini yapar' kabulünün yanlışlanacağına işaret etmekte. Bunu yavaş yavaş fiyatlamaya başlayan piyasalar, 'post-Trump' döneminin başında yukarı yönlü coşkulu bir ralliye girişmişken, şimdilerde, başkanın kampanya dönemindeki vaatlerine / sözlerine / söylemlerine sadık kalacağı merkezindeki görüşler güçlendikçe, bu sefer de, bu yeni algı doğrultusunda (ve de ilkinin tersi yönünde), aşağı doğru bir ivme ve momentum kazanma eğilimine girdiler.


donald trump bernie sanders hillary clinton ile ilgili görsel sonucu
2061 ABD başkanlık seçim sürecinin (kampanyalarının) üç önemli ismi: Donald Trump, Hillary Clinton ve Bernie Sanders.
Anormal şişkin egosunun beslediği görkemli kibrinin tezahürleri olan 'beşeri ve diplomatik nezaket' dışında geliştirdiği 'nobran, saygısız, dayatmacı' söylemleri ve ilişkileri, ama daha çok da, ne yapacağının ve 'ne kadar ileriye gideceği'nin tahmin edilememesinin neden olduğu (başta piyasa profesyonelleri olmak üzere, küresel karar alıcıların önemlice bir kısmına hakim olmaya başlayan) 'bu adamın sağı solu belli olmaz, her an menfaatlerimize zarar verebilir' algısı yüzünden, Trump'ın görev süresini tamamlayıp tamamlayamayacağı merkezindeki çok sayıda komplo kuramı tedavüle sokulmaya başlandı. 

ABD başkanı temelli spekülasyonların havada uçuştuğu şu aktüel uğrakta, yakın tarihte bir başka ABD başkanının, J. F. Kennedy'nin etrafında oluşmuş spekülatif tartışma kozmosunu mercek altına almanın, ('post-truth çağ' ile 'komplolar kozmosu'nun aynı genetik malzemeye sahip oldukları ve benzer iklimlerden beslendikleri göz önünde bulundurulduğunda) yaşanılan tarihsel momentin doğru algılanması ve anlamlandırılmasına katkı sağlayacağını düşünüyorum. 

1 – 54 yıl önce, Kasım 1963'de...

kennedy assassination ile ilgili görsel sonucu
Olay, medyanın çok uzun süre gündeminde
kaldı.
John Fitzgerald Kennedy (John F. Kennedy, ya da, kısaca JFK, 1917 – 1963), 54 yıl önce, 22 Kasım 1963’de öldürülmüştü. Sadece ABD’nin değil, (küresel barış ihtimalini zayıflattığı ve verili ‘olumlu moment’i dağıtarak, yerine, olumsuz bir ivmeyi ve psikolojiyi ikame ettiği için) insanlık tarihinin de en önemli politik suikast ve tertiplerindendi bu. İlerleyen satırlar boyunca; JFK suikastının faillerine dair olan (zengin muhayyilelerin ürünü olduklarından şüphe edemeyeceğimiz ve çoğunlukla komplo kuramı başlığı altında değerlendirilen) varsayımlar; bu menfur eylemin Amerikan ulusu için nasıl olup da ‘seçilmiş ortak (ulusal) travma’ haline geldiği (diğer bir deyişle, Amerikalıların, bu kaybın neden olduğu keder etrafında kendilerini nasıl yeniden konsolide ettikleri ve bu acıyı milli birliklerinin çimentosu kılmayı nasıl başardıkları) şeklinde formatlanabilecek bir sosyal psikoloji fenomeni ile birlikte harmanlanarak analiz edilmeye çalışılacaktır. Bahse konu varsayımlar; mezkûr suikastı konu edinmiş resmi araştırma raporları, kurmaca eserler, internet kaynakları ve gündelik sohbetlerin eleştirel bir prizmadan süzülüp kristalize olmalarından sonra almışlardır bu metnin mimarisindeki yerlerini. 

Söz konusu teorizasyon sürecinde ''Türkiye’ye ‘yurdum’, ‘vatanım’ diyen insanların ‘seçilmiş ortak 8ulusal) travma’ları ve 'seçilmiş ortak (ulusal) sevinçleri (kıvançları)' var mıdır; varsa nelerdir?’' sorularının cevapları da, mütevazı hudutlar dahilinde olmak kaydıyla, bu metin içerisinde, kendisine hayat (varlık) alanı açmaya çalışacaktır.


2 – Ortalama Amerikalının ‘seçilmiş travmalar’ı ve ‘seçilmiş kıvançlar’ı

Lincoln'ın tiyatroda uğradığı suikast
Pearl Habor baskınında ABD Donanması kayıplarını
gösteren harita.

22 Kasım 1963 Kennedy suikastından sonra ortaya çıkan toplumsal atmosfer; Abraham Lincoln (1809 – 1865), 14 Nisan 1865’de, Washington D.C.'deki Ford Tiyatrosu'nda, eşiyle birlikte ‘Amerikalı kuzenimiz’ adlı oyunu izlerken uğradığı suikastın ardından, 15 Nisan’da hayatını kaybettiğinde oluşan sosyal psikolojinin; Hawaii takımadalarının parçası olan Oahu'daki ABD Pasifik donanmasıyla, Pear Harbor askeri üslerine, 7 Aralık 1941’de, Japon İmparatorluk Deniz Kuvvetlerinin gerçekleştirdiği ani saldırının sonrasındaki beşeri iklimin; ABD'ye ait bir U-2 casus uçağının 1 Mayıs 1960'da düşürülmesiyle gerilen ABD - SSCB ilişkilerinin, ABD'nin, SSCB'nin Küba'ya konumlandırdığı füzelerden sonra Ekim 1962'de Havana Rejimini ablukaya almasıyla birlikte, bir nükleer savaş satrancına dönüşmesinin Amerikan halkının psikolojisinde yol açtığı derin travmanın ve ABD’nin maruz kaldığı 11 Eylül 2001 (9/11) saldırılarının faturasının netleşmesine müteakip oluşan infial, itiraz ve isyanın dalga boyunun adeta, replikası ve ruh ikizi gibiydi: sınırsız ve tarifsiz bir üzüntü; kabına sığmaz bir öfke; sadece burun kemiğinizi değil, varlığınızın en ücra koordinatlarını sızlatan bir keder; kemiklerinizin, tuzla buz olmaya yazgılı cam eşya kırılganlığına sahip olması durumunda kuşanacağınız o dipsiz çaresizliğin emzirdiği engin bir ıstırap; boğazınıza takılarak yutkunmanıza ve nefes almanıza mani olan o bildik kallavi mağduriyet; varoluş kozmosunu (mevcudat küresini), size bu acıyı yaşatanı, her ne surette olursa olsun, imhaya kilitlenmiş bir terminatör kipinden algılamak!

9/11 ile ilgili görsel sonucu
9/11 Amerikan ulusunun en
kuvvetli travmalarındandır.

ABD ile ilgili sistematik okumalar yaptığınızda, buna bir de bu ülkede yaşama pratiği eklemişseniz, Amerikalıların 'seçilmiş ulusal travmalar'ı ile 'seçilmiş ulusal kıvançlar'ını saptamakta hiç zorlanmıyorsunuz. Amerikalıların büyük kısmı, ortak tasa ya da sevinçlerini tarif ederken, bunlara neden olan olayları (çoğunlukla) şu soru cümlesiyle gündeme getirerek söze başlıyorlar:

falanca olay olduğu sırada sen neredeydin ve ne yapıyordun? (Where were you and what were you doing when bla bla…?).

İşte, basit gibi durmasına karşın, esasen çok anlamlı ve önemli olan ‘falanca olay olduğu sırada sen neredeydin ve ne yapıyordun?’ sorusunun nedeni (ve nesnesi) konumundaki müşterek kederlerle; Apollo 11 mürettebatından Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’in, 21 Temmuz 1969’da, Ay’a ayak basmayı başaran ilk insanlar olması gibi durumlarda ortaya çıkan toplumsal mutluluğun (seçilmiş ortak kıvancın) tercümesi olan sevinçler; ne kadar çok kişi tarafından paylaşılmışsa, bunlar, o denli kuvvetle ‘seçilmiş keder (travma)’ ya da ‘seçilmiş kıvanç (sevinç)’ olmuşlar demektir. Seçilmiş kederler (travmalar) ve seçilmiş sevinçler, toplumların çimentosu ve sosyal harcıdır; onlar zayıflayınca, toplumsal bağlarda zayıflar ve sosyal çözülmeler başlar.

21 Temmuz 1969, Neil Armstrong ayda
yürüyen ilk insan oluyor.
Bu çalışmanın asal eksenine / omurgasına ait olan bu kilit kavramların, Amerikalı bir entelektüel (JJJ) tarafından formüle edilmiş halini, okunmakta olan satırların dillendirmeye çalıştıklarını daha kuvvetlice ve daha kuşatıcı bir şekilde ifade edilmesine sağlayabileceği olası katkıdan dolayı, özetle paylaşıyorum .

3 – Bir Amerikan aydınının ABD analizleri

2001 yılının ılık bir Eylül ortasıydı (9/11'in tahminen 2 - 3 gün sonrası). Los Angeles’teki Poly Language İnstitute’de, ‘conversation class’ta, 4 farlı kıta ve 10 farklı ülkeden gelmiş 20 kadar öğrenci, dersin hocası ‘sevimli bilge’ JJJ’le (Joe,just Joe), şokunu halâ atlatamadıkları 11 Eylül saldırılarının tartışmasını yapıyordu.
Los Angeles'taki çok sayıdaki
dil okulundan biri de PLI'dür.

Havada uçuşan komplo teorilerinin haddi hesabı yoktu. JJJ, bunların hepsini, ‘olabilir, mümkündür, neden olmasın?’ diye geçiştirirken, bir taraftan da, bizi sakinleştirmeye çalışıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu tavrıyla bende, söyleyecek çok şeyi olmasına karşın, bunları paylaşmayı uygun görmeyen birisi olduğu intibaını bırakmıştı.

Zaman içinde, JJJ ile birbirimizin evine gidip gelmeyi, haftada bir gün de, Pasifik Okyanusu'na nazır mütevazi bir mekânda, yemek yemeyi rutine bindirmiştik. İşte o buluşmalarımızın birisinde yediğimiz bir Cumartesi brunch’ı sırasında, hızlıca tükettiği alkolün etkisiyle olsa gerek, JJJ nihayet konuştu. Hem de ne konuşmak! ‘Joe, just Joe’, hemen her soruma, umduğumdan çok daha ayrıntılı ve samimi cevaplar vermişti. Öyle ki, bilâhare, anlattıklarının kapsamı ve derinliği üzerinde düşündüğümde, (FBI, CIA'in ve hatta NSA'in dünyanın her yanından gelen yabancıların eğitildikleri okullardan Poly gibi önemlice olanlarını 'boş bırakmayacağı' argümanından hareketle) onun gizli servislerle ilişkisi olabileceği zehabına bile kapılmıştım.

Amerikalıların, her kritik olay sonrasında
sordukları klasik soruları
1991'de SSCB'nin çökmesiyle birlikte tehdit sıralamasında öne çıkan 'radikal siyasal İslam, 11 Eylül 2001 sonrasında, Batılı haber alma servisleri tarafından 'en yakın ve en büyük tehdit' olarak vasıflandırılmıştı. Bu yüzden de, dünyanın Müslüman coğrafyalarından onlarca talebeye kucak açmış olan Poly'de sadece JJJ değil, istihbarat servisleriyle irtibatlı başka unsurların da olduğunu düşünmüştüm söz konusu okula devam ettiğim süre boyunca.

JJJ, takip eden aylara yayılan dostluğumuz sırasında, asla o günkü kadar ‘konuşkan’ olmadı. Onun, bir yılı biraz aşan arkadaşlığımız sırasında tanık olduğum (büyük kısmını bahse konu yemekte paylaştığı) görüşlerinden 11 Eylül saldırılarıyla, JFK suikastı gibi tertipler hakkında olanları özetle şöyleydi:

SSCB'nin fırlattığı Sputnik 1, insanoğlunun
uzaya gönderdiği ilk yapay uyduydu.
‘11 Eylül Amerika için adeta yeni bir milât oldu. Abraham Lincoln’ın öldürülmesini; 24 Ekim 1929’da, sonradan ‘Kara Perşembe’ denilecek olan, borsanın çöküşünü; Pearl Harbour’a baskınını; SSCB’nin Sputnik 1’i, 4 Ekim 1957’de uzaya yollamasını; Kennedy suikastını; 1962 Ekim'indeki Küba füze krizini; 21 Temmuz 1969’da, Apollo 11 mürettebatının Ay’a ayak basmasını; 28 Ocak 1986’da, kalktıktan 73 saniye sonra infilak ederek, 7 mürettebatının trajedik şekilde ölümüne yol açan Challenger Uzay Mekiği faciasını nasıl unutamadık ve unutturmadıysak; 11 Eylül 2001 saldırılarını da unutmayacak ve unutturmayacağız. Amerikalılar için bunlar, ulusal bilinçaltına kazınmış ‘milli tasalar ve milli sevinçler ailesi’nin fertleridir. 
Stephen King, sadece Amerika'nın
değil, dünyanın en iyi yazarlarındandır.

Ve bizler, bu topluma bir şeyler söylemek durumunda olan Amerikan yurttaşları (JJJ, buna benzer nitelemeleri kullanarak kendisine önem atfettiği her durumda, iki elinin işaret ve orta parmaklarıyla ‘tırnak içinde’ jestini yapmayı ihmal etmezdi) ulusal bilinci canlı tutmak ve Amerikalıların sımsıkı birbirine kenetlenmesini sağlamak adına; ‘ulusal çimento’ dediğimiz ‘seçilmiş travmalar’la, ‘seçilmiş sevinçler’i, sürekli beslemeye, ihtiyaç olduğunda da, bunların yenilerini yaratmaya, gayret sarf edeceğiz. Bu sürecin, ulusun sürekli olarak gündeminde kalmasını sağlayabilmek için izleyeceğimiz yollardan birisi de, aslında inanılamayacak denli basittir ve kısaca ‘falanca olay olduğunda neredeydin ve ne yapıyordun?’ diye sormaktan ibarettir.

Toplumsal dokumuzun kodlarını, şifrelerini, sembollerini yazanlar / yaratanlar; hem popüler kültür ve hem de yüksek kültür mecralarını kullanarak, sürekli ve sistemli bir şekilde bu sorunun tedavülde kalmasını sağlamaktadır. ‘İvy League’deki üniversitelerimizin yaptığı en itibarlı akademik araştırmaların; Marvel Comics, ya da DC Comics’in çizgi 
tom clancy ile ilgili görsel sonucu
T. Clancy, kariyeri boyunca, Soğuk Savaş'tan 
beslendiği gibi, aynı zamanda da, onu
besleyen muhafazakâr tahayyülün içinden
seslenmişti.
romanlarıyla, bunlardan uyarlanan yüksek bütçeli filmlerin; Stephen King ve Thomas Leo Clancy (1947 - 2013) gibi küresel olarak çok satan yazarlarımızın fantastik kurgularının; MoMA, ya da, Guggenheim’daki en rafine sergilerle bienallerin; internetteki çeşitli söylenti ve spekülasyon odaklarının; reklâm kampanyalarının; şarkı sözlerinin; komplo kuramlarının ve bunlara benzer daha birçok imkânın göstergebilim perspektifinden mercek altına alınması sonucunda, bütün bu saydığım şeylerin ulusal birliğin harcı olan ‘seçilmiş keder ve seçilmiş sevinç temaları etrafında kenetlenme’ hedefimizin referans verdiği örtük arka plân okumalarına (şartlandırmalarına) gönderme yapması bundandır.

New York'taki Guggenheim Müzesi
Böylelikle diri tuttuğunuz ve,hiçbir zaman da gündemden düşmesine izin vermediğiniz ‘ortak üzüntüleriniz ve sevinçleriniz’ olmadan, bir millet olduğunuzdan nasıl bahsedebilirsiniz ki?’

Kaliforniya’lı uçarı, liberter, sevimli ve bilge hocam JJJ’in, 11 Eylül saldırılarıyla, JFK suikastı benzeri olaylara dair olan yorumları özetle böyleydi işte.


4 – Sanat; hayatın / hakikatın amplifikatörüdür

Bu metnin kapsamı ve sınırları, JJJ’in, yukarıda ana hatlarıyla paylaştığım görüşlerinin kritiğine girişmeye elverişli değil. Burada sadece, onların, JFK suikastı gibi olaylar temelinde yapılacak okumalar için verimli bir zemin ve iklim oluşturduğuna işaret etmekle yetineceğim.
Stephen King'in Kennedy suikastını konu alan romanını,
entrikasına katılmasam da, severek, üstelik de 2 kere, okudum

Stephen King’in, yakın zamanda tekrar okuduğum, ‘22/11/63’ romanıyla; Oliver Stone’un, defalarca seyrettiğim, ‘JFK’ filmi, ortak bir üzüntünün izinin, sanatçılar tarafından nasıl sürülebileceğinin; tarihsel gerçeklerle, insanın özgün yaratıcı potansiyelinin nasıl birleştirilebileceğinin, Kennedy suikastı özelinde gerçekleştirilmiş, kalburüstü örnekleridir. Bahse konu tarihi vakıaya, bu konuya kafa yoran birçoklarından daha büyük önem atfetmemin (onunla, Bedri Baykam tarzı, neredeyse takıntılı bir ilişkiye girmemin) bir nedeni de, sanatçıların (burada örneklerini zikrettiğim) hayal gücü mahsullerinin, ele aldıkları mezkûr tarihsel gerçeklikler özelinde yarattığı amplifikatör tesirinin, idrakimdeki izdüşümleri olsa gerektir.

Yönetmen Oliver Stone'un JFK filmi, Kennedy suikastuna
dair olan kurmaca eserlerin en başarılısıdır.
Metnin sonunda, kısa kaynakça bahsinde linkini paylaştığım, Kennedy Suikastı’nı konu edinmiş ‘Dünyayı Değiştiren 8 Saniye’ başlıklı (bana göre çok başarılı ve etkileyici) Bedri Baykam sergisi; insan muhayyilesinin ve mutasavveresinin; ‘sanat-kurmaca-yaratıcılık’ ekseninde ortaya koyduğu o devasa külliyatın, güncel bir entelektüel-estetik örneği olarak, zikredilebilir. Bu sergi, diğer başarılı entelektüel efor ürünleri gibi; yaşanan gerçekliklerin tarafımızdan algılanan akisleriyle, onların, zihni filtrelerimizden geçerek oluşturdukları varsayımlarımızı zenginleştiren, derinleştiren; yanı sıra da, mahsulü oldukları realiteye eklenerek onu çoğaltan; bu suretle de, bize, ‘evet, sanatsal yaratım / kurmaca, gerçekten de, hayat / Hakikat denilen o büyük maceranın, ‘çarpan tesiri’ yaratan amplifikatörüdür!’ dedirten olgular familyasının bir unsurudur

Öte yandan, bu suikastın, (onu önemli ve ilginç kılabilecek kurmaca unsurların bünyesine eklemlenmesine hiç de ihtiyaç göstermeyecek kadar), sıra dışı bir olgu olduğuna işaret etmenin, bu metnin, kuşatmaya çalıştığı problematiğin özüne olan sadakatinin bir tezahürü olduğu da aşikârdır.

5 – İlk Katolik başkan, gecikmiş Roosevelt ve erken gelmiş Obama’ydı

Kennedy: Ülkem benim için ne yapabilir,
değil, ben ülkem için ne yapabilirim demeli
1947 - 1953 periyodunda, üç dönem Temsilciler Meclisine giren John Fitzgerald Kennedy, 35.inci ABD başkanı seçildiğinde, hem Amerikan ve hem de küresel Katolik Camiası, adeta bayram sevinci yaşamıştı. Zira o, bu mevkie gelen ilk Katolik ABD vatandaşıydı. Bu durum, ‘ABD başkanları Anglo-Sakson, Protestan ve beyaz erkekler (WASP) arasından seçilir’ şablonunda oluşan ilk önemli kırılma olması bakımında tarihi öneme sahiptir. Öyle ki, kimi siyaset bilimciler, bunu, Obama’nın başkan seçilmesinin öncülü olarak görme eğilimindedir. JFK ve Obama'nın başkan oluşu, WASP'ın bu sahada temerküz eden tekelini kırarken; yanı sıra da, 'artık bir kadının, ya da, Asya, veya Latin Amerika asıllı bir ABD'linin Beyaz Saray'a taşınma vakti geldi!' iddiasının daha yüreklice dillendirilmesine yol açmaktadır. Hiç kuşkusuz benim için en sevindirici devam yolu; Asyalı, ya da Latin Amerikalı yoksul bir emekçi kadının ABD başkanı seçilmesi ihtimalidir diyerek kapatıyorum bu dilek-özlem kipindeki parantezi. 

Kamu fonlarını (toplu taşımacılık, işsizlik ve sağlık sigortaları, ev edindirme programları ve kamu eğitiminin kalitesinin arttırılması çerçevesinde) yoksullar için yaygın ve sistemli bir şekilde kullanarak, Amerikan toplumundaki gelir uçurumunu kapatmaya çalışması ve işçi sınıfının sendikal örgütlülüğünü derinleştirmek için attığı sosyal politika adımları, Kennedy’nin, ABD hakim sınıflarını ürküten ve onlar tarafından ‘Moskova’nın müttefiki olan kripto bir Kızıl!’ şeklinde algılanmasına neden olan icraatlarındandı. Onun, toplumun muktedirlerinin önemlice bir kesimiyle, muhafazakâr çevrelerinin ezici çoğunluğunun tepkisini çeken bir diğer icraatı da, ırk ayrımını kaldırmak için yoğun çaba sarf etmesi olmuştur. Bu anlayış ve politikalarıyla, JFK’in  gecikmiş bir Roosevelt (ya da Lincoln) olduğu kadar, erken gelmiş bir Obama profili verdiğinden de söz edebiliriz pekalâ.
Obama gecikmiş Kennedy; Kennedy,
erken gelmiş Obama'dır.

‘Askeri - sınai kompleks’in, tarihi boyunca, ABD’nin ‘gerçek efendiler’i olduğu konusunda umumi bir uzlaşma vardır. ‘Derin Amerika’ şeklinde tavsif edilen bu yapı, Kennedy’nin iç politikadaki solcu-reformist icraatlarını önlemekte çok da başarılı olmadı. Öte yandan, dış politikadaki manzara ise bundan farklıydı. Bu alandaki icraatlarından oluşan portfolyosuna bakıldığında, JFK’in, destekleyenlerini çok da memnun edemediği görülmektedir. Onun; Vietnam Savaşına son vermek, Sosyalist Dünya (SSCB, Çin Halk 
Kruşçev ve Kennedy görüşmesi süper güçler
arası diyaloğu başlatmıştı.
Cumhuriyeti ve bunların bağlaşıkları) ile sürdürülen nükleer silahlanma yarışını bitirmek ve sırf ABD’nin kuklası oldukları için kollanan otoriter ve totaliter rejimlere verilen desteği çekmek gibi, bağlı olduğu ilkelerle uyumlu olan adımları atmakta o nispette başarılı olamamasının tayin edici amili işte bu ‘Derin Amerika’ idi.

Soğuk Savaş dönemine özgü bir ABD propaganda afişi
Mezkûr derin yapının, çağını şekillendiren aktüel kudreti; kritik/kilit noktalardaki kadroları elinde tutması sayesinde, ABD devletinin stratejik yönelimlerini domine etmesinden, yanı sıra da; toplumunun kılcal damarlarına değin nüfuz etmiş ‘ideolojik (yumuşak) ikna mekanizmaları’nı kontrol kapasitesinden kaynaklanmaktaydı.

Kennedy’nin, kerhen de olsa, ‘şahinler’e yakın duran bir dış politika profili vermek zorunda kalmasının arka plânında, işte bu gibi dinamikler hükmünü icra etmekteydi. Öte yandan, JFK, nadiren de olsa, hakim güçlerin bu kuşatmasını kırmaya, ve, demokrat kimliğine yakışan dış politika hamleleri yapmaya muvaffak olmuştur. Nükleer denemelerin yasaklanması konusunda ABD, SSCB ve İngiltere arasında bir anlaşma imzalanmasını sağlaması buna bir örnektir. Berlin Duvarının yıkılması ve nükleer silahların kısıtlanması gibi konularda görüştüğü Kruşçev'le bir mutabakata varamaması, Kennedy’nin, bahsedilen ‘dahili kuşatma’ içinde uğradığı ‘harici başarısızlıkları’nın hem en önemlilerinden ve hem de, en çok üzülmesine neden olanlarındandı.
Başkan Eisenhower, 'Sanayi-Askeri Kompleks'ine şiddetle karşıydı

Aslında herkes, başkanlığının ikinci döneminde, Kennedy’nin (ABD ölçülerine göre) solcu, reformist ve demokrat kimliğiyle uyumlu icraatlara imza atarak, Amerikan toplumunda kalıcı izler bırakmak düşüncesinde olduğunun farkındaydı. Bu farkındalık, ‘askeri-sınai kompleks’in kamuoyu oluşturucularının diskur ve davranışlarında ‘Amerika, Kennedy’yle yoluna asla devam edemez!’ şeklinde kristalize olan aleni tepkiler ve tehditler biçiminde koyuyordu kendisini ortaya. Bu cenahtan gelen bahse konu hayati tehdit yetmiyormuş gibi; hem FBI’ı ve başındaki J. Edgar Hoover’ı, hem de (‘onu paramparça edeceğim, rüzgârlara savurup yok edeceğim’ diye tehdit ettiği) CIA’i çok rahatsız edecek eylem ve söylemler içine girmekten geri durmayan JFK, karşısındaki 
cepheyi durmadan genişletmekte bir beis görmüyordu ne yazık ki.
.
Edgar J. Hoover


Bugünden baktığımızda; ABD'nin ‘derin müesses nizamının (establishment) neredeyse bütün önemli bileşenlerini böylesine kökten rahatsız eden müdanasız ve pervasız bir başkanın, takip eden bölümlerde tartışılacak olan varsayımlarda da (önemlice bir bölümü komplo teorileri diye okunabilir) ayrıntılı olarak ele alınacağı üzere, mezkûr çevrelerin gadrine uğramaması ve 2.inci kez seçilerek, görev süresini salimen tamamlaması çok da beklenen bir şey değildi diye düşünmeden edemiyor insan doğrusu.


ikinci bölüm: http://ziyaversencan.blogspot.com/2013/12/221163-john-fitzgerald-kennedy-suikast-2.html#more



hamiş: Metnin hazırlanması sırasında faydalanılan kaynakların önemlilerinden oluşmuş temel bir liste, bu çalışmanın 3. ve son bölümünün nihayetinde paylaşılacaktır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder