- değer verdiğim bir lâikçi (*) dostum: bana bak ziyaver, aşağıdaki metni yayınlarsan bir daha yüzüne bakmam senin, haberin olsun! - ziyaver: iyi ama, ramazan'da da yayınlamayacaksam, ne zaman paylaşacam onu Allasen? - dostum: bir çeşit metni ramazan'da yayınlamanın mecburiyeti mi vamış? şiir yayınlamanın da mevsimi mi olurmuş?! - ziyaver: neden olmasın? meselâ bayramdan itibaren ikinci yeni tarzı ve post-modern anlayıştaki metinlerimi paylaşmak istiyorum - dostum: ziyaver, umarım Allah seni ıslah eder, - ziyaver: inşallah:-))

Düşen Söz'ü ve İnsan'ı kurtaracak Alim Çocuklar destanı (**) 

Birçok tariften biri, düşünen hayvandır insan, düşünen ve eğitebilen 
Lakin tashihe muhtaç bu tarif, insan canlıdır ve serâpâ eğitilebilen  

Düşünmek ve eğitim bir müfredat icap ettirir yani söz, logos ve kelâm
  İlm, irfan, hikmet dediğin hepsi kelâmdan sadır olmuş cümlesi hasıl-ı kelâm 

Bidayette kelâm var idi, evvelde söz diye başlar hatırla bir kutsal metin
  Ve Oku emriyle açılır ilay-ı kelimetullah oku zira vazifen pek zor ve çetin 

Biz cennetten düştük biz kovulduk ve söz de bizle pislendi ve dünyalı oldu
  Âdem ademe mahkum, kirlenmiş ve günahkar, kelâm ise ilme hal oldu 

Uygarlaştık, bilimselleştik, ilerledik; cosmosu ve higs parçasını keşfettik
  İzanı, insafı ve vicdani, adaleti, şefkati ve Kitab'ı lâkin bu yolda kaybettik 

  Seyran ettik avucumuzdaki çeri çöpü, kaybımıza aldırmadan, bayram ettik
  Dünya çivisinden, işler şirazesinden kurtuldu neden diye bir de sual ettik 

Bir kürsüden bir cemiyete seslenmenin mesuliyeti var, zilletten ağır vebali 
  Kürsü, iddiam var denilen yer, kemâlin makamı ve ama ele de verebilir zevali

 Kürsü, çünkü Adem’in dünyaya duhul ettiği kaya, Musa’nın vahiy aldığı mekan
  Kürsü, İsa’nın sırtında haçıyla çıktığı o tepe, ben sana muhtacım denilen o an 

 Kürsü, Muhammed'in Miraç ettiği nokta, natıkın nutkunun tutulduğu bir zaman
  Kürsü, öğrencilerden bir öğrenci olan öğretmenin ödünç aldığı o kutsal mekân 

‘Dinledim öğrendim, söyledim öğrettim’e inanıyorum, benim amentüm olsun
  ‘Bir ferd-i hakir-i fakir-i Taliban-ı hakikatim’ lafzı benim samimi rehberim olsun 

Öğretmen ve anne muazzez ve mukaddestir, çünkü mürebbi-i beşerdir onlar
  Terbiye eder, tenvir eder ve tedris ederler, zira müessis-i medeniyettir onlar 

Çocuklar, ahh çocuklar, onlar O’na en ziyade muhtaç olan Allah’ın saf kulları
  Çocuklar çoğu yerde zulm altındalar ve ölüyorlar ve dolduramıyorlar okulları  

Söz düştü demiştim, Söz yerde ve Söz O’nu kaldırmaya yemin etmiş olanı bekliyor
  Dünyanın bütün çocukları Söz’ü kaldırmak için sözleştiler ve okullar onları bekliyor 

Ben bizden ümitsizim, bütün ümidim çocuklarda, çocuklarsa o  kulları bekliyor
  O  kullar ki çocukların ihtiyaç duyduğu okulları inşa için hamiyetli kulları bekliyor  

Yetmiş yedi kuşak ötesine yetecek denli zengin olmak, ne demek Karun olmak 
  ‘Harun gibi geldim Harun gibi gideceğim inşallah’tan sonra ne demek Karun olmak 

Karun ol, eyvallah, lakin Harun gibi de hayır et, okul bekliyor çocuklar senden bak
  Sözü kaldırmak için, bizi kurtarmak için okul bekliyor çocuklar senden durma kalk

 Çocuklar dünyanın her yerindeler, isyandalar ve ‘biz Sözüz, Söz Biziz’ diyor
  Çocuklar isyan ettikçe Söz silkiniyor, kendine geliyor Söz ve yerden kalkıyor  

 Söz ve çocuklar kadîm ‘Evami-i Aşere’ için, İnsan Ahd-i Kadîm için uğraşmakta
  O Ahd-i Kadîm ki bizim için; bizi, Sözü ve çocukları kurtarmak için uğraşmakta 

Eeyy şair de ki onlara şiir ve şuur akrabadır, ve şair şuurun tecessüm etmiş hali 
Şair gönlünde daimi bir çocuk tecessüsü besleyen insanın hesapsız dervişane hali 

Eyy hazirun, tükendi söz ve nihayet muhabbet hidayete erdi 
 Umarım o  okullar ve o çocuklar beraber sonunda kifayete erdi  

(*) doğrusu lâikçi kavramı bana çok da sevimli gelmiyor. ancak, benim gibi, lâikliği kişisel hak ve özgürlüklerin önünü açan önemli bir demokratik yaşam ilkesi şeklinde algılayanlarla; din ve vicdan hürriyetinin kamusal alandaki tezahürlerinden hoşuna gitmeyenleri kısıtlayıcı bir faktör olarak uygulamaktan yana olanları ayırması bakımından işlevsel buluyorum bu kavramı. nur vergin'in sosyoloji literatürümüze kattığını sandığım bu kavramı 'çekincelerime' karşın kullanmam bundandır.

(**) aralık 1987, insanın insana yapıp ettiği zulmün ve eziyetin yeni bir sayfasının açıldığı günlerden biriydi. öz yurtlarında esir, öz vatanlarında parya olan filistinliler, siyonist devletin sıradan, günlük faşist uygulamalarından birisine daha maruz kalmışlardı. ancak bu kez sesiz kalmayıp mütevekkil davranmamışlar ve israil ordusuna taşlarla karşılık vermişlerdi. 1992'ye kadar devam eden ve takip eden dönemlerde de yenilerine şahit olduğumuz bu yeni tip sosyo-politik reak iyon, bu nefsi müdafaa hamlesi küresel kamuoyunda 'birinci intifada' olarak tanınmıştı. 

dünyada büyük yankı uyandıran bu sosyal kalkışmadan, özellikle de minicik çocukların ondaki rolünden çok etkilenmiştim ve sıcağı sıcağına da bir şir yazmıştım. o şiir, yazıldığı 1987 sonundan 2009 şubat'ına kadar, yazıldığı sayfalarda ve onu kaldırdığım tozlu arşiv raflarımda ilk haline müdale yapacağım ana değin sabırla beklemişti.

nihayet o an gelmiş, yazılmasından 22 yıl sonra gelişen bir olay arşivime tek ettiğim o metni yeniden elden geçirmeme neden olmuştu. 23 şubat 2009 gecesi, yani bundan 2.5 yıl önce, türk eğitim gönüllüleri vakfı (tegv) her sene yaptığı gibi bir gece düzenleyerek eğitime muhtaç çocuklarımız için yardım toplamaya çalışmıştı. ülkemizin gerçek manâda iktidar simsarı ve kudret timsali olan en zengin, en güçlü, en popüler kişileri (iş insanları, sanatçılar, spor insanları, gazeteciler, bürokratlar, profesyol yöneticiler, akademisyenler) - ki bunlar bir politik algıya göre toplumun 'cream de la cream'i, bir başka açıdan bakıldığında ise oligarkları ya da tufeylileridir - mezkûr gecede hobileri, merakları temelinde marifetlerini sergileyeceklerdi. bunların kimisi dans etmiş, bazısı tiyatro yapmış, kimileri enstrüman çalmış ya da şarkı söylemiş, bir kısmı da şiir okumuştu.

o gecenin mimarlarından olan ülkemizin en önemli iş adamlarından ve kanaat önderlerinden birisinin (benim de o sırada 'patronum' ve 'dostum' olan biriydi bu) geceye şarkı söyleyerek katılacağını öğrenmiş ve paniğe kapılmıştım. nasıl paniğe kapılmayayım, Allah vergisi bir yetenekle çok etkili konuşan ve çok da hoş fıkra anlatan bu şahsın 'mukayeseli üstünlükler teorisi'ne göre açık ara önde olduğu bu sahalarda değil de, nedendir bilinmez, hayatta hiç beceremediği şey olan şarkı söylemek sahasında performans sergilemeye karar vermesi birçok açıdan sakıncalıydı. bu kişi, plânladığı gibi şarkı söylediğinde, hem kendisini rezil rüsva etmiş olacak, hem de berbat, detone ve çatlak sesiyle okuduğu 'şarkı'ya maruz bıraktığı diğer katılımcıların bir nevi kabir azabı yaşamalarına neden olacaktı. bunu önlemeyi o an bir vazife bellemiştim. 

bunlara kafa yorarken, bir taraftan da arşivimi derleyip düzelemeye çalışıyordum. işte tam o sırada enteresan bir şey oldu ve 22 yıl önce yazıp bir dosyaya terk ettiğim o şiir şakkadanak çıkıverdi karşıma. şiiri okudum ve bunun üzerinde biraz çalıştığımda, 'dostum'un o gecede okuyabileceği hale getirebileceğime kânî oldum. bunun için, söz konusu metnimin ilk haline 'çocukların okula gitmesi gerekliliği, okul ve dersane eksikliği, kamunun bu alanda yapacağı yatırımlar sırasında yaşadığı kaynak sıkıntısı ve zenginlerin bu alana kaynak aktarmaları' temalarını eklemlemeye çalıştım.

sonunda ortaya yukarıdaki metin çıktı. onu 'dostum'a bir açıklama yazısıyla birlikte gönderdim. ancak o, benim kendisi için yazdığım şiiri değil, yine benim önerdiğim çok ünlü başka bir şiiri okumuştu o gecede. 'piç oğlan' gibi ortalık yerde kalakalan metnimi bir müddet ne yapacağımı bilememiş, ardından da 'bu emek boşa gitmesin, madem memleketin oligarklarıyla teşerrüf edemedi, o halde www.tahinpekmez.org 'ailesinin mümtaz simalarıyla buluşsun' zehabından hareketle, şiiri söz konusu sitede yayınlamıştım.  'marifet iltifata tabi olmak gerekir; müşterisiz meta zayidir' ve 'iltifata tabi olmayan marifet illettir' ilkeleriydi bu tercihimi belirleyen.

birkaç gün önce bu metni blogumda yayınlamaya karar verdiğimde, estetik değer yargılarına güvendiğim bir dostuma okuttum onu. lâikçi kaygıları güçlü olan dostum, metnimin fazlasıyla mütedeyyin daireden seslendiğini, hatta islâmist olarak bile adlandırılabileceğini söyledi. ona göre metnim, verili halinin ihtiva ettiği açık ve örtük kodlarıyla akp iktidarının entellektüel ve ideolojik değirmenine su taşımakta, onun meşruiyet algısının tahkimine hizmet etmekteydi. ayrıca şiirin kendisine eklektik gibi geldiğini, sanki birden çok metni zorlama bir şekilde birleştirmeye çalıştığım izlenimini edindiğini, bunda da hiç ama hiç başarılı olamadığımı söylemek zorunda olduğunu ekledi eleştirilerine. 

metnimi bu eleştiriler ışında tekrar okuduğumda, şiirin beslendiği çok sayıda kadim kültürel, ideolojik ve dini kodun hakikaten organik bir bütünlük arzetmediğini, bir diğer deyişle, metnin uzuvlarının 'mütecanis bir organik artikülasyon' ile yapılandırılamamış olduğunu ben de ayan beyan gördüm. ancak, onu ramp ışıklarının altına atarak insanlarla paylaşmaya öylesine hevesliydim ki, blogumda yayınlamaktan alıkoyamadım kendimi.

tek tesellim, metnimi yüksek sesle okuduğumda kulağımda kalan belirgin bir melodinin varlığıdır. sarkan, sakil duran, inceltilmesi gereken çok yanı olmasına karşın şiir, kulakta oluşturduğu bu tınıyla onu yazarkenki amaçlarımdan hiç olmazsa birisine eriştiğime işaret ediyor.

gelecek eleştirilere göre onu yeniden yazmayı düşündüğümü ekleyerek bitirmiş olayım bu ziyadesiyle uzun dipnotu.




1 yorum:

  1. Ziyaver hocam yine döktürmüşsün , yazan elin düşünen aklın dert görmesin.


    Amacına uygun yönlendirme ve zeka doludur.


    Tek bir önerim olacak. Bunu okuyan genç nesil çoğundan anlamıyacak. Şiiri yayınlarsanda detaylı bir anlatım da göndermeni öneriyorum.


    Sebebine gelince geleceğimiz olan cocuk ve gençlerin anlayacağı tarzda da anlatım yapılırsa daha çok kişi okur ve bu güzellikten faydalanabilir.


    Selam ve sevgiyle

    YanıtlaSil