bitirdi. Hicaz’a tayin’i çıktı, gidişi 1 sene
ertelendi. Alman imparatoru Kaiser
Wilhelm’in teşvikiyle Gülhane
Tatbikat Mektebi ve Seriyat (Klinik) Hastanesi’nin Akliye ve Asabiye şubesine stajyer
olarak girdi. Akliye ve Asabiye
şubesini tercihi, bahse konu sahada o
gün için elle tutulur teşhis ve tedavi yolları olmadığından, arkadaşları arasında ‘zeka intiharı’ olarak nitelendirildi.
1905’de Hicaz’a
gitmesi yeniden söz konusu olduysa da, kürsü kurucusu, hocası Raşit Tahsin devlet ricalinden
birisiyle İsviçre’ye gittiğinden, Mazhar Osman muallim muavini olarak
hem Askeri Tıbbiye’de ve hem de Gülhane Tatbikat Mektebi ve Seririyat
Hastanesi’nde ruh ve sinir hastalıkları hocası oldu. Akabinde
gönderildiği Manastır’da yoğun
olarak akıl hastalıkları emareleri gösteren komitacıları izlemeye aldı.
1906’nın sonuna doğru döndüğü
İstanbul’da girdiği muallim muavini sınavını birincilikle kazandı. Aynı
sırada ilk eserini kaleme almaya başladı. Gülhane’deki Alman hocalarının
teşvikiyle namlı Toptaşı Bimarhane’sini
ilk kez gezdi. İmparatorluğun akıl hastalarına reva gördüğü muamele onu önce
dehşete, ardından da bunlar için bir şeyler yapmanın gerekliliğine ikna etti.
3 - İlk
eseri basılıyor
23 Temmuz 1908’de ilan edilen 2.
Meşrutiyetin hemen ardından ‘Tababet-i
Ruhiye’ eserinin ilk cildini yayıncısına teslim etti bir miktar avans
aldı. Bu para ve yanı sıra da fakültesinin destekleri sayesinde, mesleki
Saiklerle Almanya’ya gitti. Charitee Kliniği’nde Prof. Ziehen’le, ardından da Münih’te organik psikiyatrinin ‘kurucu babaları’ndan Prof. Kraepel’le teşrik-i mesaide
bulundu. Mart 1909’a kadar 6 ay Almanya’da çalıştı. Tam bu sırada Askeri ve Mülki Tıbbiye Tıp Mektebi
çatısı bileştirilince kadrosu iptal edilen bir grup hoca arasında yer aldı,
maaşı kesildi ve Yemen’e tayini
çıktı. Gülhane Tatbikat Mektebinden
aldığı teklif üzerine burada asistan olarak çalışmaya başladı.
Mart 1909’da yurda dönen Mazhar Osman önce emrazı dahiliye fahri asistanı,
arkasından da akliye ve elektroterapi
asistanı olarak çalıştı. Bu sırada Tevfik
Fikret’in isteği üzerine, Dr.
Adnan Adıvar’dan boşalan Galatasaray
Sultanisi okul hekimliğine atandı.
1910’da Divanyolu’nda Nüzhet
Eczanesinin üstünde muayenehane açtı. Bu serbest hekimliğinin ardından, 1911 - 12 Trablus harbi öncesinde
yeniden gittiği Berlin’de Charitee Kliniğinde Prof. Ziehen ve Oppenheim’la çalıştı. 1912’de
askeri hekim olarak Balkan Harbi’ne
katıldı. Lüleburgaz ve Çatalca’da harp sahalarında koleraya karşı verilen mücadeleye
katıldı. İstanbul’a döndüğünde, Akliye ve Asabiye şubesi askeri
hastanelerden kaldırılınca Gülhane’den
ve askeriyeden istifa etti.
4 - Kariyerinde
sıçrama: başhekim oluyor
1914 Haziran’ında Haseki
Hastahanesi başhekimi oldu. Aynı yılın Ekim ayında, ilk defa olarak Emraz-ı
Akliye ve Asabiye kongresine katıldı. 1. Dünya Savaşının patlaması üzerine yeniden askere alındı ve Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde akliye ve asabiye mütehassıslığına atandı. Bu sırada,
esas olarak akıl hastası numarası yapanların oyunlarını açığa çıkararak
onları askere sevk etmekle uğraştı.
Bir başka
işi de, akliye ve asabiyeyi tanıtacak konferanslar vermekti. ‘Şişli Müsamereleri’ denilen ve gece
yapılan seminerlere hem geniş halk yığınları, hem de Cenap Şehabettin, Süleyman Nazif, Abdülhak Hamit, Rıza Tevfik,
Abdullah Cevdet gibi dönemin en önemli aydınları ilgi gösterdiler.
Seminerler bir yanda bu genç doktorun popülaritesini arttırırken, öte yandan
da akıl hastalıkları sahasında ciddi bir bilinçlenmeye yol açıyordu. Haseki’deki hastalarını Şişli Şehremaneti Emraz-ı Akliye ve
Asabiye Hastanesi (eski Fransız La Paix)’ne taşıdı.
Sıhhiye Umumi Müfettişi Tevfik Rüştü Bey’in emriyle, Edirne’deki ilk Osmanlı
Bimarhanesi olan Darüşşifa’yı
ziyaret etti. Zincirlerle bağlı akıl hastalarını bu perişanlıktan kurtardı ve
onları Kıyık’taki Fransız Hastanesine taşıdı.
5 - Parlak
kariyer taçlanıyor
1916’da Tıp
Fakültesi Nöroloji bölümünde akşamları fahri dersler vermeye başladı. 1917’de La Paix’in başhekimliğine atandı. Aynı yıl ‘Academie İmperiale de Medecine de Constantinople’e aza seçildi. 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi Mazhar Osman’ın
hayatında bir dönüm noktası oldu. Anlaşmayla La Paix yeniden Fransızlara
verildi, Haydarpaşa Askeri Hastanesi boşaltıldı.
Savaş sırasında Fransız rahibelerin vazifelerine devamını sağladığı için Fransa tarafından madalya ile taltif edildi.
Mazhar Osman La Paix’deki
başhekimlik görevine devam etti.bu arada Türk
Tıp Cemiyeti başkanı seçildi. Ardından da Tababet-i Akliye ve Asabiye Cemiyeti başkanlığına getirildi.
6 - Tıp
yayıncılığında bir dönemeç
1 Mayıs 1919’da, Türkiye
dergicilik tarihinde eşine ender rastlanan bir şekilde, 32 yıl boyunca yayınlanacak olan İstanbul Seririyatı Dergisi’ni
çıkarmaya başladı. Derginin başyazarı
da Mazhar Osman’dı.
5 Mart 1920’de Yeşilay
Cemiyeti’ni kurdu. Aynı yıl Sıhhiye
Müdürü Abdullah Cevdet Mazhar Osman’ı
Toptaşı başhekimliğine atadı. 14 aylık bu ilk başhekimliği döneminde Mazhar Osman Toptaşı Bimarhanesini
modern bir psikiyatri kliniği haline getirmek için uğraştı. Bu sırada Karacaahmet Miskinler Tekkesi’nde
barınan cüzzamlılar için Toptaşı’nda pavyon ayırdı. Tekke’yi
de kapattı. Haydarpaşa Askeri
Hastanesi ve Şişli Konferanslarından ciddi bir mesleki çevre edinmişti.
Bunlardan İhsan Şükrü Aksel, Fahrettin
Kerim Gökay, Ahmet Şükrü Emet gibi genç, idealist ve coşkulu hekimlerle
birlikte Toptaşı’nı ‘adam etmek’
için canla başla çalışmaya başladılar.
7 - Akıl
hastalıklarının modern tedavisinde önemli adımlar
1921’de genç cumhuriyetin
mahsulü olan ‘Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekaleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) tarafından Toptaşı ve özel Zeynep Kamil hastaneleri birleştirildi ve yönetimi Mazhar Osman’a verildi. Sıhhiye Müdürü değişince Toptaşı’nın
idaresi Osman’dan alındı. Sadece Zeynep Kamil tasarruf alanında kalan Mazhar Osman istifa etti. Buna benzer
ufak tefek iktidar oyunları ve küçük hesaplar cumhuriyet idaresiyle sona
erdi.
Mazhar Osman, Dr. Tevfik Rüştü tarafından, bir daha rahatsız
edilmemek üzere, Toptaşı ve Zeynep
Kamil başhekimliğine getirildi. Cumhuriyet
idaresinin tek akıl hastanesinin başında artık o vardı. 1924’de Mazhar Osman bir bakıma hayatının en büyük amacına erişti
sayılabilir. Osman, yıllardır yazdığı yazılarda, verdiği seminerlerde,
hükümete verdiği raporlarda, istidalarda sürekli olarak akıl hastalarını Toptaşı Bimarhanesinden daha
elverişli, tıbbi bakımın ve genel hizmetlerin daha rahat sunulabildiği daha
modern bir mekana taşınması gerektiğine işaret ediyordu.
Yıllardır
bu haklı, rasyonel, ilmi ve vicdanlı talebe kulaklarını tıkayan çevreler ,
nihayet, 1924’ün Kasım’ında olumlu cevap verdi.
Dönemin tabip başbakanı Refik Saydam,
Osman’a beklediği müjdeyi vermişti: Hükümet, Toptaşı Bimarhanesinde tedavi edilen hastalara Bakırköy’deki Reşadiye kışlalarını tahsis ediyordu. Mazhar Osman, örneklerini Avrupa’da
görüp tetkik ve mesai şansı bulduğu insancıl, modern ve ilmi akıl
hastanesinin bir numunesini nihayet genç Türkiye
Cumhuriyeti’nde yaratmak şansını bulacaktı.
3 yıla
yakın sürecek olan tadilat, inşaat ve taşınma işlemlerine kararın hemen
akabinde başlayan Mazhar Osman ve
idealist, çoşkulu ekibini hummalı, zor ve gerçekten çetin bir mesai
beklemekteydi. Haziran 1926
Mazhar Osman’ın belki de hayatının en mutlu günüydü. Bakırköy Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesinin resmi açılışı o
gün yapılmıştı.
8 - Genç
Cumhuriyet kurumlarını konsolide ediyor
1933 yılı, kurumlarını konsolide etmeye ve Kemalist devrimleri oturtmaya çalışan
genç Türkiye Cumhuriyet’i için
olduğu kadar Mazhar Osman içinde
ciddi dönemeçlerden birisi olmuştu. O yıl, yüksek öğrenime yapılan radikal
bir müdahale ile İstanbul Dar’ül-fünunu
lağvedilerek İstanbul Üniversitesi
kurulmuştu. Yapılan reform sonucunda Osman, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiatri Kliniğine Ordinaryüs Profesör olarak atandı. 1933 yılı aynı zamanda Mazhar
Osman’ın ‘Uzman’ soy ismini alması
hasebiyle de önem arz eder.
Başarılı hizmetlerinin ardından değişen siyasal dengeler Mazhar Osman’ı zor
durumda bıraktı. Öyle ki, aynı yıl Bakırköy
Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi Başhekimliğinden istifa etmek zorunda
kaldı. Bu sırada cari olan bir gelişme üzüntüsünü bir nebze olsun azalttı:
Osman’ın uzun süredir kurulması için gayret sarf ettiği lepra (cüzam) hastanesi Nihayet Elazığ’da açılmıştı.
9 - Efsane
olmuştu, lakin çok yorulmuştu
Daha
öğrencilik yıllarından itibaren başlayan ve neredeyse yarım asrı bulan
tababet alanındaki çok yoğun ve tabiri caizse misyonerce çalışmaları Mazhar Osman’ın maddi manevi
yorulmasına, yıpranmasına yol açmıştı. Öyle ki, 1947’de sağlığı ilk ciddi ihtarını verdi. Bu arada, evliliğinin
25. yıl jübilesinin kutlandığı aynı yıl, otobiyografisini de plağa okumayı
ihmal etmeyerek bir ilke daha imza attı.
Sağlık
durumu vahametini giderek arttırdı ve 1948’de
kısmi felç geçirdi. Sağlık problemleri artık sadece çalışması için değil
özel hayattaki konforu bakımından da ciddi handikap oluşturuyordu. Azan
prostatı yüzünden 1949’da Londra’da
bir cerrahi müdahale geçirdi. Sağlık problemleri Mazhar Osman’ın yakasından
bir daha düşmediler. Diyabet, hipertansiyon, kalp yetmezliği gibi sistemik
rahatsızlıklar onu bütün sosyal ve mesleki aktivitelerden menettiğinde takvimler
1950 yılının ortalarına işaret
ediyordu. Nihayet, Osmanlıyı kurtaramayan, lakin yerine yeni bir devlet ve
ülke inşa etmeyi beceren bir münevver kuşağının bu parlak numunesi; Türk
Aydınlanmasının ve modern ruh ve akıl hastalıkları tedavisinin bu öncü siması
31 Ağustos 1951’de ebediyete
intikal etti.
10 - Eserleri
İstanbul
Seririyatı dergisi, 1919 – 1951;
Akıl
hastalıkları, 1929;
Sıhhat
Almanakı, 1933;
Keyif
Veren Zehirler; 1934;
Sinir
Hastalıkları – Asap Hastalıkları: Muayene Usulleri, 1934 - 1936,
Tababeti
Ruhiye;
Medikal,
Paramedikal konferanslarım, 1941 (1942?);
Lepra ile
Mücadele, 1941;
Sıcak
Çarpması ve Donma;
Sıhhi
Hitabeler;
Spiritizma
Aleyhine;
Sıhhi
Sahifeler;
Bakırköy’de
10 yıl (komisyonla ortak);
Şişli
Müsamereleri;
Seriri
cepheden alkolizm, 1935;
Eugenik, iğdiş,
Kısır, iyi çocuk yetiştirme hakkında iki konferans, 1935;
Öjenik,
1939;
Cinnet-i
meşahirden, 1957;
Heroinciler,
1957;
Psychiatria,
1944
11 - Git
de Mazhar Osman’a muayene ol!
Manisa Akıl Hastanesinden Bakırköy’e ağır hasta sevk edilmektedir. Bu sırada, hastalardan
birisi büyük zorluklar çıkarmakta, hastabakıcılara kan kusturmaktadır. O
sırada Bakırköy çarsına gelen kırmızı kapalı kasa bir kamyonetten inen iri
yapılı bir zat güven dolu bir sesle olaya müdahil olur ve kendinden emin
tavırlarıyla hastaları kamyonete binmeye ikna eder. Hastalardan birisi, en
agresif olanı, hastabakıcıların arasından sıyrılıp kamyonetin camından
haykırır: ‘Sen ne karışıyorsun be,
deli misin, divane mi? Git de Mazhar Osman’a muayene ol!’.
Kırmızı
arabadan inen çatık kaşlı, gür saçlı, tonton simalı zat gülümser. Tıp
fakültesinde Psikiyatri
ordinaryüslüğüne o gün atanmış olan Mazhar Osman Uzman’dan başkası değildir bu kişi. Çok çileli,
meşakkatli bir sürecin sonunda isminin akıl hastalıklarının tedavisiyle adeta
özdeşleşmesinden çok memnun olan Mazhar Osman, biraz önce kendisine ‘Mazhar Osman’a muayene ol!’ diye
bağıran hastasının bu tepkisinden adeta mest olmuştur. Sararmış yaprakları
çiğneyerek ilerleyen kırmızı kamyonetin şoför mahallinde oturmuş olan
Mazhar Osman, araç hızla Bakırköy
Akıl Hastanesine yaklaşırken, ‘bütün
akıl hastalarını tedavi edeceğim inşallah’ diye mesleki hayaller
kurmaktadır. 1933’ün sonbaharı konulan
bu hedef, gelecek 15 yılda büyük ölçüde gerçekleşecek; Türkiye’de akıl
sağlığını kaybettiği sağlık otoritelerince tespit edilen önemlice bir kısmı
Mazhar Osman ve talebeleri tarafından tedavi edilecektir.
|
|
12 - Yoksuldu,
yolunu dişiyle tırnağıyla açtı
Son
derece de yoksul olan ailesine maddi katkı vermek için hem okumuş, hem de
çalışmıştı Mazhar Osman. Komşuları için kuyudan su çelmek, kışın mangal
göbeklerini ocağın başına taşımak, yazın bahçeleri ve asmaları sulamak,
konunun komşunun mektuplarını yazmak üç beş kuruş için daha ilkokul
çağlarından itibaren yaptığı işlerdendi.
Babası
Ziraat Bankasındaki işini kaybettiğinde genç Mazhar Osman askeri tıbbiyeye
devam ediyordu. Bu durum ailenin bütün mali dengelerini bozmuştu, Osman’ın
tahsile devam için para kazanması şarttı. O sıralarda İstanbul’da yeni bir
adet peydah olmuş; evde, ya da hastanede vefat edenlerin başında sabaha
beklenilmeye başlanmıştı. Bir hocasının tavsiyesi üzerine bu sürece dahil
olan Osman defnedilmeyi bekleyen ölülerin başında tutmaya başladığı gece
nöbetleriyle çok cüz’i paralar kazanır olmuştu.
Mekteb-i
Mülkiyeye girip bürokrat olmayı çok istemesine karşın bu emeline nail
olamayan Mazhar Osman, tıbbiyede gözüne kestirdiği branşlar olan kadın
doğum ve dahiliye de alınmayınca bir hocasının yönlendirmesiyle
akliye-asabiye branşını seçmişti. Bu duruma yakınları büyük tepki gösterdi.
Özellikle de tıbbiyeden bir sınıf arkadaşının ‘Bunca okumadan sonra mecnunlarla mı uğraşacaksın? Yapma Allah
aşkına Mazhar. Bu tam manasıyla zekanın intiharı demektir!’ diye
feveran etmesini ünlü doktor hayatı boyunca unutamayacaktı.
13 - Mazhar
Uzman’ın çeşitli alanlardaki katkıları
Akıl ve sinir hastalıklarında
(emraz-ı akliye ve asabiye) eski metotları terk edip modern/ batılı tedavi usullerini uygulayan ilk Osmanlı/Türk hekimi Mazhar Osman’dır.
İlk atandığında feci durumda olan Toptaşı
Bimarhanesini, müdürlüğü ve başhekimliğini sırasında modern bir
hastaneye dönüştürdü. Seroloji, Nöropatoloji
ve deneysel psikoloji
laboratuarlarını kurdu; aralarında daha sonra veliahtı addedilecek olan
Fahrettin Kerim’in (Gökay) de
olduğu ülkemizin ilk nöropsikiyatrlarını
yetiştirdi. Bakırköy’deki
mezbelelik haline gelen Reşadiye
kışlasına Toptaşı Bimarhanesini taşıdı ve cumhuriyetin ilk modern ruh ve sinir hastalıkları hastanesini
kurdu.
Türk Tıp Cemiyeti, Türk Nöro-psikiyatri Cemiyetinin kurucu üyeliğini
ve başkanlıklarını yaptı. 1933’te
gerçekleştirilen üniversite reformu çerçevesinde İstanbul Dar-ül Fünunu kapatılmış, yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştu. Mazhar Osman üniversitenin
tıp fakültesinin psikiyatri kliniğine ordinaryüs profesör olarak atandı.
Merkezi sinir sistemi frengisi ve şizofreni konularındaki çalışmalarıyla uluslararası literatüre
katkı yaptı. Uyku hastalığına,
literatüre mal olmuş karakteristik belirtiler olmadan da teşhis
konulabileceğini gösterdi. Hükümet tarafından akliye ve asabiye
hususlarında halkı aydınlatacak konferanslar vermeye memur edildi. Bu
amaçla düzenlediği ‘Şişli
Müsamereleri’ne döneminin Cenap
Şahabettin, Süleyman Nazif, Abdülhak Hamit, Rıza Tevfik, Abdullah Cevdet gibi
en ünlü aydınlarının katılımını sağladı.
Çeşitli
vesilelerle meslek hayatı boyunca verdiği diğer seminer ve konferansları 1941’de ‘Konferanslarım, medikal, paramedikal’ ismiyle yayınladı. Büyük
başarı kazanan toplantılar Mazhar
Osman’ın halkı bilinçlendirmek için kullandığı yegane yol değildi.
Sadece 12 sayı yayınlayabildiği
‘Sıhhi Sahifeler’ ve 1919 – 1951 arasında vefatına değin
aralıksız 32 yıl yayınlamaya
muvaffak olduğu ‘İstanbul
Seririyatı’ dergileri de popüler tababet neşriyatına hizmet eden mümtaz
numuneler olarak temayüz ettiler. Mezkur periyodikler sadece mesleki
yazılara, araştırmalara değil popüler sağlık yazılarına da geniş yer
vererek toplumun sağlık konularındaki bilinç düzeyinin artmasına büyük
hizmette bulundu.
Alkole
olan düşmanlığı Yeşilay’ı
kurmasına ve ilk başkanlığını deruhte etmesine neden oldu. Hilal-i Ahmer’in Kızılay adıyla reorganize
edenlerin başını da O çekiyordu.
14 – Mazhar
Osman, Hüseyin Rahmi’nin işlediği Cinci Hoca’yla çok uğraşmıştı
Mazhar
Osman’a kadar insanımızın akıl ve ruh rahatsızlıklarının tedavisi esas
olarak ‘geleneksel metotlar’ çerçevesinde yapılıyordu. Bu süreçteki hakim
figür Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın
eserlerinden bize bakmaktadır: Cinci
Hoca! Hemen neredeyse her mahallede bulunan bu hocalar, akıl ve ruh
rahatsızlığı şikayetiyle kendisine gelen/getirilen hastaları, muteber dini
inançların yerine ikame edilmiş olan hurafeler zemininde şekillenen
geleneksel/klasik tedavi yollarıyla ‘iyileştiriyorlardı’!.
İşte, Mazhar Osman’ın değiştirdiği
paradigma buydu. Müdür ve başhekim olarak hizmet verdiği süre boyunca akıl
ve ruh hastalıklarının teşhis ve tedavisi sahasında daha önceleri elde
ettiği şöhreti perçinledi. Öyle ki, halk arasındaki deyişle, ‘deliler’i tedaviden başka bir şey
düşünemediğinden ve bu alanda da gerçekten parlak başarılar elde
ettiğinden; yanı sıra da, hayatını bütünüyle mesleğine adadığından olsa
gerek, ismi ‘Deli Mazhar’a
çıktı.
Bir
meslektaşının hakkında bu mealde yaptığı tezviratı hatırlatan bir dostuna:
‘Onun
bana deli demesinin zerrece kıymeti harbiyesi yoktur; lakin ben ona bir deli
dersem, adamı derhal tımarhaneye kapatıverirler!’ deyişi çağdaş bir
efsane halini almıştır.
Modern/Batılı akıl ve ruh
hastalıkları paradigmasının kurucu figürü olan Mazhar Osman bu topraklardaki ‘Cinci Hoca’ defterini belki tamamen kapatamamıştı; ama, onları,
bir daha bahse konu sürecin dominant bir unsuru olamayacakları kadar
zayıflatmasını da bilmişti.
15 – Maçoydu,
öjenizmi savundu, sağlığına hiç önem vermedi
Osmanlı
terbiyesi almış, babasından sevgi görmemişti. Bu yüzden de
evlatlarına, özellikle de erkek olanlara sevgisini asla beli etmezdi. Sert
bir mizacı vardı, öfkesine hakim olamayabiliyordu. Kadınlara karşı ön
yargılıydı. Onları şehvetle dolu ve güvenilmez buluyor ve meslektaş olarak
kabul edemiyordu.
Liberal
addedilemeyecek görüşleri onun ırk arileştirme operasyonları ve öjenizme
yeterince mesafeli duramamasına yol açabiliyordu (Öjenik, İğdiş, Kısır, Mazhar Osman, 1935).
Kamu
sağlığına verdiği onca öneme, halkın sıhhi meselelerde bilinçlenmesi için
yaptığı bütün o misyonerce faaliyetlere karşın Mazhar Osman mevzu bahis
olan kendi sıhhi vaziyeti olduğunda aynı derece de özenli
davranmayabiliyordu. Gerçi tütüne ve alkole karşı verdiği dillere destan
mücadeleyle mutlak manada mutabık olan bir sigara ve içki düşmanlığı vardı.
Ancak, aynı özeni yemek hususunda göstermiyordu. Müthiş bir iştahı vardı ve
gece yarısı başına oturduğu baklava sinisi ya da içli pilav tenceresini
‘temizlemeden’ başından ayrılmadığı rivayet ediliyordu.
Yukarıda
zikredilen sosyal sorumluluk taşıyan çok önemli inisyatiflerine karşın
Mazhar Osman, siyasete müdahil olmaktan imtina ettiği için
eleştirilmiştir.
16 – Hayır,
Sabetaycı değildi!
Sabetaycı kökenlerine karşın (Annesi Atiye
Hanım Sabetaycıların en meşhur
kabristanı olan Üsküdar Bülbül
Deresi mezarlığına gömülmüştü) ailede, özellikle babasından kaynaklanan
bir dünyevi yaşam tarzı hakimdi. Bu yüzden de Mazhar Osman, Tıbbiyeye
gidene değin neredeyse laik-ladini bir atmosferde yaşamıştır denilebilir.
Tıbbiyeye
gelince, askeri tabip yetiştiren bu müessese zaten büyük ölçüde
dünyevi/profan ve pozitivist temelli bir eğitim vermekteydi. Mazhar
Osman’ın hayatının ilerleyen dönemlerine damgasını basan motifler bu yüzden
de Sabetaycılığın emarelerini taşımamaktadır.
Mazhar Osman’ın Sabetaycı (Dönme) olmadığına dair döne döne yaptığım bu
kuvvetli vurgu, okunulan metnin; anti-semitik
ve anti-sabetayist
çevrelerin çok sık baş vurdukları, ve, neredeyse 100 yıldır gündemde olan
bir kara propagandanın tesiri ve gölgesi altına girmesini engellemeye
yöneliktir.
Her
çeşit teolojik geleneğe mesafeli duran Osmanlı Tıbbiye eğitim müfredatının,
ve, eğitim bürokrasisinin, Sabetaycılığa da hayırhah yaklaşmayacağını
düşünmemiz için yeterince sebepten oluşan oldukça güçlü bir veri seti
vardır elimizde.
Bu
yüzden de, izan ve insaf sahibi kişilerin; yukarıda dillendirdiğim
çevrelerin ‘dönmeler (kripto Yahudiler) çok etkili bir azınlıktır, bunlar
birbirlerini kollarlar; bu sayede de, bahse konu aidiyet kümesinin
fertleri, hiçbir şekilde hak etmedikleri önemli mevkileri ele geçirirler. Ülkeyi
yönetenler de, toplumun zenginliklerinin kaymağına sahip olanlar da işte bu
küçücük azınlıktır’ şeklindeki komplo teorisini, Mazhar Osman’ın
kariyerine bitiştirmek, ve; onun elde ettiği ilmi, mesleki ve sosyal
başarıları bu konspiratif zaviyeden değerlendirmeye (okumaya) çalışmak gibi
bir yaklaşıma zerrece prim vermemesi beklenir.
Mazhar Osman, hayatının bütün
başarılarını, zorlu mücadeleler ve
sıkıntılarla dolu süreçler sonunda, adeta ‘hayatı kanırta kanırta yola
getirerek’, ve, (Çetin Altan’ın
sık sık kullandığı metaforla söyleyecek olursak) ‘her sabah kalktığında, başarı
değen azgın boğayı boynuzlarından yakalayıp, dizleri üzerine çökerterek; ve
bunu her sabah ve her sabah ve her sabah tekrarlayarak’ kazanmasını
bilmiş başarılı bir dekatloncuydu.
17 - Bir
aydının, başarılı bir meslek insanı ve kanaat önderinin politik bir figür
olarak sorumluluğu nedir?
Osmanlı – Türk modernleşme
hareketinde 1827’de kurulan Askeri Tıbbiyenin önemi büyüktür. 2. Mahmut’un reform sürecinde kilit
rol oynayan mektep batılı usullerle eğitim yapıyor, batı değerlerini,
kurumlarını, anlayışlarını, çeşitlibuhranlar ve sıkıntılar içindeki
Osmanlıya aktarıyordu.
Tıbbiye daha kurulduğu andan itibaren Fransız İhtilalinin hürriyet, müsavat, uhuvvet prensiplerini
ve terakki ile vatanseverlik ideallerini rüşeym
halindeki Osmanlı münevverlerine
taşımakta ciddi bir ‘aktarma organı’
vazifesi görmüştür. Özelde Osmanlının,
genel olarak da Doğu’nun Batı karşısında, başta askeri olmak
üzere, neredeyse hemen her alanda gerilemesi ‘Batı’ya açılan kapı’ hüviyetindeki Askeri Tıbbiyenin sağladığı imkanlar üzerinden tartışıldı.
Okulun bu hüviyeti statükoyu sürekli olarak rahatsız etmiş, sansür ve
baskılar askeri tıbbiye üzerinden eksik olmamıştır.
Mazhar Osman, işte böylesi politize olmuş
muhalif bir ortamda bile politikadan uzak kalmasını bilmiştir. O, sadece
mesleğine konsantre olmayı, insan sağlığına tutkuyla, aşkla hizmet etmeyi
şiar edinmiştir. Üsküdar İdadisinde
okurken, arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları okul gazetesinin muhalif tonu
yüzünden başı belaya girdiğinde yetkililerin önünde bundan böyle siyasete
bulaşmayacağına dair ‘Musaf’a el
basmıştır. Ve ölene değin de bu yeminine sadık kalmayı bilmiştir.
Mesleğinde
bu denli başarılı, ve, kamuoyu nezdindeki itibarı da hakiki manada zirvede
olan bir figürün, politikaya girmesi için neredeyse hemen her siyasal
damardan ciddi teklifler almasına, ve, bu doğrultuda tazyikler görmesine
karşın, bunlara itibar etmeyerek, politik manada neredeyse ‘apolitik’ kalmayı
başarması gerçekten de çok enteresan bir durumdur.
Bu kısmın başlığında da dillendirildiği üzere, ‘bir aydının, başarılı bir meslek insanı
ve kanaat önderinin politik bir figür olarak sorumluluğu nedir?’ sorusunun
bu metne konu bilim insanı özelindeki cevabı; Osmanlı İmparatorluğunun çözüldüğü
yıllardan başlayıp, genç cumhuriyetin kendisini konsolide ettiği ellili
yılların başına değin geçen yaklaşık 40 yıl boyunca, Mazhar Osman gibi fevkalade
önemli bir aktörün, politikadan bu denli uzak kalmasının kendisine,
çalıştığı kurumlara, mesleğine ve genel olarak ülke ve insanına sağladığı
avantajlar ve dezavantajların icmalinin ve sağlıklı bir yorumunun
yapılmasıyla ortaya çıkabilecektir ancak.
Bu
problematik, Liz Behmoaras’ın,
bu metne de büyük ölçüde kaynaklık eden ilham verici monografisi dışında; sosyal
bilimciler, tarihçiler, biyografistlerce ele alınması, ve, kapsamlı başka
monografiler çerçevesinde cevaplandırılması gereken kritik öneme haiz bir
sual olarak durmaktadır Türkiye Toplumsal
Formasyonu’nun karşısında.
|
|
|
|
|
Kaynakça:
Mazhar Osman, Kapalı kutudaki fırtına, Liz Behmoaras, 2001;
Tababeti
Ruhiye, Mazhar Osman;
Sıhhat
almanakı, editör Mazhar Osman
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder