Mütedeyyinlerle ateistler bir arada yaşayabilirler mi? Fikir hürriyeti ile inançlara saygı birbiriyle çelişir mi?


Yazımın başlığındaki soru, şöyle de dile getirilebilirdi:
Müslümanların ezici çoğunluğunu oluşturduğu bir toplumda 'Allah yok, din yalan deme' hürriyeti var mıdır?
Çok tehlikeli, eskilerin deyişiyle 'fevkalâde muhataralı' bir mevzua girdiğimin farkındayım.
Teslim edeceğiniz üzere, böylesi bir konuda görüş belirtildiğinde, tam bir 'aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık' açmazı / dilemması söz konusu olabilmektedir.
Böylesi kritik bir konuda yanlış anlaşılmayı hiç arzu etmem doğrusu. Bu yüzden de, çok dikkatli

'kalem oynatmak' mecburiyetindeyim. 
Konuyu, bugünlerde toplumumuzu meşgul eden pratik bir olay üzerinden tartışmaya çalışacağım. Genç kuşak karikatüristlerin en başarılılarından olan Bahadır Baruter, Şubat 2011’de, yazımın başına aldığım ve Penguen Dergisinde yayınlanan bir karikatür çizmişti. Bu karikatür, minik bir ‘karikatür krizi’nin doğmasına, sosyal medyada karikatüriste ve Penguen’e yönelik ağır kampanyalar açılmasına neden olmuştu.
Öncelikle, yukarıdaki karikatürün resmettiği unsurların üzerinden hızla geçecek, ardından da onun sakladığı, ya da ima ettiği kodları deşifre etmeye çalışacağım.
Bir camide namaz kılan Müslümanlardan birisi, tam namaz sırasında Allah’ı cepten arayarak, onunla kılacağı rekâtlar konusunda pazarlığa girişmekte, bu sırada namaza durmuş olan cemaat ve imam ise ona hayretle bakmaktadır.
Karikatürün verdiği mesajın, inananlar açısından makbul ve sempatik olmadığını kabul etmekle birlikte, bu haliyle onun çok da problem üreten bir mesaj taşımadığını teslim etmek durumundayım.
İçeriğe dair olan bu tespiti, resmin kalitesine dair olan bir başkasıyla pekiştireceğim. Karikatürün, çizim estetiğine ve bunlara damgasını vuran sanatçının performansına dair olan bir başka tartışma alanına ait olacak bu tespitim.
Namaza duran cemaat ve imama dikkatli bakılınca, bunların tamamının embesilleri andıran tipler biçiminde resmedildikleri görülecektir. Hadi, bunu da, karikatüristin, gerçekliği hicvetme ve muhatabını güldürerek cezbetme arzusuna bağlayarak, çok da dert etmeyelim diyelim.
Ancak, karikatür bunların dışında başka ve çok daha ciddi problem alanları içermektedir. Bunlardan en önemlisi, duvardaki süslerden birisinde, Arapça ile yazıldığı intibaını uyandıran satırların sonunda ‘Allah yok, din yalan’ ifadesinin yer almasıdır.
Böylesi bir ifadenin bir cami duvarında resmedilmesinin, ifade ve fikir hürriyeti bağlamında değerlendirilmesinin, dünyanın bir çok toplumunda ciddi sorunlara ve hatta çatışmacı süreçlere neden olabileceğini sağduyu sahibi herkesin teslim edeceğine inanmaktayım.
Karikatürün içerdiği problemli mesajlar bununla da kalmamaktadır. Namaz kılan müminlerin tam üzerinde, tavandan sallanan bir kandiller toplamı bir başka tartışmalı alan işaret etmektedir. Buradaki cam fanuslar da, dikkatle bakıldığında, prezervatifi çok andırmaktadır.
Bunun da basit bir benzerlik olduğuna; o kandillerde prezervatif algılayan muhayyele ile, 12 Eylül 1981 öncesinde, Samsun ve Maltepe sigara paketleri üzerindeki desenlerde 'orak - çekiç' olduğuna hükmeden algının tek yumurta ikizi ve buluttan nem kapan komplocu bir anlayışın tezahürü olduğuna hükmedip, üzerinde durmadan geçelim diyelim.
Ancak, ‘Allah yok, din yalan’ ifadesi öyle rahatlıkla geçiştirilemeyecek denli önemli ve büyük bir problem alanına işaret etmektedir. Bu alan, inananların kutsallarının aşağılanması gibi, halen dünyanın neredeyse tamamında tartışılan bir büyük sorunsala gönderme yapan bir teşebbüstür.
Dünyanın tartıştığı derken kast ettiğim, birçok ülkede, ifade hürriyeti ile inanca dair olan hususların karşılıklı saygı içerisinde bir arada yaşayıp yaşayamayacaklarına dair ciddi tartışmaların yürütülmekte olduğudur.
İngiltere, bu tartışmanın en medeni şekilde yapıldığı ülkeler arasındadır. Öyle ki, Birleşik Krallık, son yıllarda, ateistlerle mütedeyyinlerin inanca dair enteresan reklâm kampanyaları düzenledikleri bir devlet olarak öne çıkmıştır. Önce ateistler, Londra’nın alâmet-i farikalarından olan o meşhur çift katlı kırmızı otobüslere, ‘Tanrı yok, cennet ve cehennem de. Gerilmeyin, bu dünyanın keyfini çıkarın’ mealinde reklâmlar verdiler. Hemen ardından, bu sefer de mütedeyyinlerin, ‘Tanrı inananları koruyor, inanmayanlara da cehennemini hazırlıyor’ merkezindeki reklâmları boy gösterdi aynı araçlarda.
İfade hürriyeti ile inananların kutsallarına saygı arasında süregelen mücadelenin, İngiltere’de cereyan ettiği gibi, karşılıklı anlayış zemininde ve barışçı bir biçimde değil, hoşgörüsüzlük ve şiddet temelinde yürütüldüğü İran, Afganistan ve Pakistan’daki manzaralar, bu alanda küresel ölçekte ortaya çıkan resmin hakim rengini / motifini oluşturmaktadır.
Türkiye, mütedeyyinler ile ateistler arasındaki fikir hürriyeti – inançlara saygı diyalektiği temelindeki tartışmanın, İngiltere’den daha problemli, diğer İslâm ülkelerinden ise nispeten daha barışçıl yürütüldüğü bir geçişi / ara zonunu oluşturmaktadır.
Konuya, ilkesel bazda yaklaşmaya çalışayım.
Fikir ve ifade hürriyeti bakımından bu soruna yaklaştığımızda; başkalarının haklarına tecavüz etmeyen, nefret suçu işlemeyen, şiddeti övmeyen ve şiddete özendirmeyen, toplumun istismara müsait (çocuklar, yaşlılar, hastalar, akıl sağlığı problemi olanlar vb) fertlerini koruyan ve kollayan her çeşit görüşün özgürce dile getirilmesi ve kamuoyuna mal edilmesi esastır.
Tam bu noktada, meselâ, bir fikrin, inananların kutsallarına saldırı içerdiği ileri sürüldüğünde, o fikrin savunucuları ‘hayır, kastımız inananlara saygısızlık değildir. Ancak biz bu konuda böyle düşünüyoruz ve bu görüşümüzü toplumla paylaşmayı da demokrasinin, fikir hürriyetinin ve açık toplumun olmazsa olmaz bir şartı sayıyoruz’ dediklerinde, kimin haklı olduğuna nasıl karar verilecektir?
Diyelim ki ortada, yukarıda tarife çalıştığım manâda, tartışmalı bir görüş var. Bunun kamusal alanda paylaşılması inananları rahatsız ediyor, bu yüzden de o görüşün toplumsallaşmasını, toplumsal görünürlüğünün / bilinirliğinin artmasını inançlarına yapılmış bir hakaret ve saldırı olarak algılıyorlar. Öte yandan, aynı görüşün dile getirilmesinin engellenmesi, toplumla paylaşılamasına mani olunması ise bu kez de o fikrin sahiplerince; fikir hürriyetlerinin, kendilerini özgürce toplumsallaştırmalarının engellenmesi, sansür edilmesi olarak algılanmakta.
Konunun önemine binaen, söz konusu problem alanını bir de şöyle formüle ediyorum:
Bir fikir var.
Bu fikrin dile getirilmesi, toplumun bir kesimini yaralıyor, üzüyor, kızdırıyor, hatta infiale sevk ediyor.
Söz konusu görüşün, bir kısım muhatabının tepkisi yüzünden, dile getirilememesi ise, bu seferde o görüşün müelliflerini, sahiplerini, dillendiricilerini yaralıyor, üzüyor, kızdırıyor, hatta infiale sevk ediyor.
Ne dersiniz, çok müşkül bir vaziyet, öyle değil mi?
Evet, gerçekten de zor, gerçekten de ‘iki ucu pis değnek’ misali bir denklem bu.
Tartışmaya taraf olan kesimlerin ikisini birden tatmin edebilecek bir çözümün bulunması neredeyse mucize kabilindedir.
Diplomasiye, müzakereye ve sağduyuya açtığım avans yüzünden, bu çok zorlu problemin çözülmesine halâ bir şans tanımakta, bir diğer deyişle, çözüme giden yolun kapısının açık, en azından aralık olduğuna dair olan inancımı her şeye karşın canlı tutmaya çalışmaktayım.
Evet, Bahadır Baruter, yukarıdaki karikatürü yüzünden, halkın manevi ve dini duygularını tahkir etiği iddiasıyla ve 1 yıl hapis cezası istemiyle yargılanacak.
Söz konusu yargı sürecinin; mütedeyyinlerle ateistlerin bir arada, barış içinde ve mutlu bir şekilde yaşamasına ve fikir hürriyeti ile inançlara saygı arasında kurulması gerçekten çok zor olan o adil dengenin oluşturulmasına katkı vermesini diliyorum. 

2 yorum:

  1. Selam Ziyaver hocam

    Öncelikle yazılarından düşünce tarzından dolayı hala seni saygı takip ettiğimi bilmeni isterim.

    Benim bu konudaki fikrim ; Bir insanın ateist veya müslüman veya hristiyan dilediği dini seçme özgürlüğü ve bunu açıkça dile getirme özrgürlüğü olduğuna inanıyorum. Fakat bu özgürlük başka bir dinin temel taşlarına hakaret etme özrgürlüğünü getirmez. Bunun basın özgürlüğü veya insan özgürlüğü ile alakası yoktur. Bunu sana arabistanda yaşadığım bir örnekle izah etmek isterim.

    Arabistanda çalışan türklerin çoğu arap alevilerindendir. Bu bizim için sorun değil. Bizim insanın diniyle mezhebiyle işimiz yok. Benim fikrim tamamıyla o insanın insani hareketlerine göre değerlendirilip bir kefeye konmasıdır. Bir ara burdaki birinin başına kötü bir olay geldi. Ve ( haşa estağfırullah ) Allaha küfür haykırdı. Yatıştıktan sonra yanına gittik. Neden küfür ediyorsun Allaha , senin için kutsal olmayabilir ama bizim için herşeyden üstündür. Bize verdiği cevap bizi şok etti : bizim memlekette (hatay) Allaha küfür edilir normaldir o bizim onunla aramızdadır dedi. Bunun üzerine bende ona dedimki bende annene küfür edersem sende kızma buda benimle onun arasındadır. Başını eğdi gitti.

    Söyliyeceğim konun özeti ; benim kutsalıma hakaret edersen bende kutsalına ederim. Ben senin inancına saygı gösteriyorsam sende benim inancıma en azından kutsalıma saygı göstermek zorundasın. Bunun özgürlüğü engelleyici bir yanı yoktur. Kişinin fikrini söylemesi karşı tarafada söz hakkı tanıdığını unutmamak lazım. Ve bu konunun sonu yoktur. Ön önemlisi şu ki özgürlüğümüz bir başkasının hadd sınırlarına müdaheleye kadar gidemez.

    Saygı sevgilerimle

    Turan Sancak

    YanıtlaSil
  2. Mutedeyyin kesimin karikatur, resim, heykel ile arasina koydugu mesafe sanatcilardan kaynaklanamaz. Sanat ozgurdur. Mutedeyyin kesim de kendi sanatcilarini cikaramiyorsa, bu onun cephesinde baska sorunlara isaret eder. Sanat yapan kisinin herkesi kavramak gibi bir amaci yoktur, olmamasi da zaten onu sanatci yapan unsurlardan biridir. Turan Bey'in toplumunun deger sisteminde bir kisinin kendisine de, annesine de, inancina da kufur yanlistir. Kufuru eden kisinin toplumunda ise farkli. Bu durumda benim kulturumde boyle oldugu icin bunu yapmamani rica ediyorum tavri, cok daha akla ve sagduyuya uygun bir tavir olurdu. Daha da dogrusu kimsenin sevdigine, degerine, kutsalina kufredilmesiyle onlara bir sey olmayacagi bilincini ve bunun getirdigi akli selim ve sakin davranisi gelistirebilmektir. Kissasa kissas dine gore de uygun davranis degil.
    Bir mizah dergisindeki karikaturistin karikaturune karsi bu tavri gosterememek ise kisisel olan icin olandan cok daha fazlasini gercekten ERISKIN olamamayi gosterir. Almama, okumama, katilmama ozgurlugu var kerkesin. Kime ne bir karikaturist boyle dusunuyorsa?
    Bahadir Baruter dusuncesini ifade etmekte ozgurdur. Bu ozgurluge mudahalenin MAKUL olcusunu aramaya calismak Ingiltere ornegindeki gibi HERKESE, ESIT ozgur bir ortama ulasmayi engellemekten ote bir ise yaramaz.
    Saygilarimla.



    Yorum yapan kisinin ornegi yanlis. BUrada 2 farkli deger sisteminin celismesinden ote bir durum yok ve bu tartismayla da bir alakasi yok.

    YanıtlaSil