Dizilerdeki baş rol oyuncularının olabildiğince güzel ve yakışıklı kişilerden seçilmesi kuralı, sektörün yazılı olmayan anayasasının değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek olan maddelerindendir. |
0 - medhal / epilogue
Ekim 2014'de yazdığım bir yazıyı; Batı Medeniyeti'nin kurucu unsurlarından / babalarından (founder fathers) olan Grek Felsefesi'nin iki önemli aktörünü, Aristo ile Sokrat'ı, onları hem popüler / geniş / yaygın (avam) ve hem de derin ve çok katlı (seçkin / elit / havas) mütekabiliyetler ve alt / yan metinler içeren bir argümantasyon zemininde karşı karşıya getirerek, yeniden yazdım. İşte metroda maruz kaldığım bir ergen muhabbetinden yola çıkarak oluşturduğum o mezkûr yazımın son versiyonu:
1 – Hayat dediğin nedir ki?
Bu metnin finalinde vurgu yapılacağı üzere, 'hayat enigmatik bir sagadır' diyerek en son söyleyeceğimi peşin peşin paylaşmış olayım. 'Nereden çıkardın bunu?' diye itiraz eden varsa, yaşadığımı şu tecrübeyi değerlendirsin lütfen.
Bazen, hiç ummadığınız bir zamanda ve mekânda, öyle bir şey olur ki, ne yapacağınızı bilemez, kilitlenir kalırsınız; adeta 'dumura uğramışsınızdır'! O koşullar altında gerçekleşmesine pek de ihtimal vermediğiniz bir şeye şahit olmanızdan kaynaklanmıştır bu durum. Geçen gün metroda yaşadım durum, işte tam da buna benzer bir şeydi. Yanımda oturan kızın (yazının ilerleyen satırlarında ‘Beni Şaşırtan Kız (BŞK) şeklinde anılacaktır), ayakta dikilen arkadaşıyla, tv’deki diziler ve daha başka bir sürü şey hakkında saçma sapan konuştuktan sonra, aniden (beni şaşırtan usta bir fake'le) kulvar değiştirmesinden bahsediyorum.
Onca abuk subuk lâkırdısının ardından, ‘bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir'
deyivermiş ve umumi vasıtalarda hep yaptığım üzere, okuduğum kitap temelinde inşa ettiğim 'toplu taşıma tefekkür kozmosum'dan / 'kamusal alan entellektüel kozam'dan koparak kendisine odaklanmama neden olmuştu BŞK.
Lâkin o, 'beni benden alan' bahse konu ‘bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir' lâfının hemen ardından, bu aforizmanın ima ettiği o derûni alemin kapısından, attığı ikinci bir ani fake'le, dönüvermiş ve 'Foxtv’deki ‘Fatih Harbiye’ dizisinde baş rolü oynayan kızla oğlanın, gerçek hayatta da sevgili olduklarını; onların çocuğunun da, ebeveynleri gibi, çok güzel olmasının garanti olduğunu; kendisinin olası çocuğunun, onların çocuğuna benzeme ihtimalinin hiç de düşük olmadığını (çocukların, ebeveynlerinin genetik malzemesiyle inşâ edildikleri merkezindeki ilmi prensip onun fiziksel kondisyonu ile birlikte ele alındığında, BŞK'nın bu beklentisinin gerçekleşme ihtimali düşük görünmüştü bana); elinde, kan gurubuna göre yapılan bir diyetin, burçlara göre yapılan bir başka diyetle
harmanlanmasından ortaya çıkan karma bir beslenme düzenini, Karatay diyetiyle birleştiren mucizevi bir formül olduğunu ve buna potansiyel anne ve babanın sadakatle uymaları halinde, çocuğun top model olacak derecede güzel ve yakışıklı ve Einstein, Marie Curie, ya da Beethoven'ı aratmayacak kadar akıllı ve yetenekli olmasının garanti olduğunu; yengeç erkeğiyle, arslan kadının evlenmesinin, sadece kişisel değil, toplumsal felâketlere de yol açacağını; bazı markaları tercih etmenin, insanın evrendeki yolunu açarak, başarılı işlere imza atmasını kolaylaştırdığını; futbolun yasaklanıp, insanların körling oynamaya
zorlanmasıyla birlikte, medeniyetimizin bir üst faza, bir sonraki level’a geçmesinin kesin gibi gözüktüğünü; ISİD’çilerin Saylonlu, ya da Klingonlu olma ihtimalinin hiç de yabana atılabilecek bir olasılık olmadığını, bunun da, insanlığı tehdit eden vahim bir kozmik komploya maruz bırakıldığımızın nişanesi olduğunu’ içeren o çılgın ve saçma sapan diskuruna kaldığı yerden devam etmişti.
Bazen, hiç ummadığınız bir zamanda ve mekânda, öyle bir şey olur ki, ne yapacağınızı bilemez, kilitlenir kalırsınız; adeta 'dumura uğramışsınızdır'! O koşullar altında gerçekleşmesine pek de ihtimal vermediğiniz bir şeye şahit olmanızdan kaynaklanmıştır bu durum. Geçen gün metroda yaşadım durum, işte tam da buna benzer bir şeydi. Yanımda oturan kızın (yazının ilerleyen satırlarında ‘Beni Şaşırtan Kız (BŞK) şeklinde anılacaktır), ayakta dikilen arkadaşıyla, tv’deki diziler ve daha başka bir sürü şey hakkında saçma sapan konuştuktan sonra, aniden (beni şaşırtan usta bir fake'le) kulvar değiştirmesinden bahsediyorum.
Onca abuk subuk lâkırdısının ardından, ‘bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir'
deyivermiş ve umumi vasıtalarda hep yaptığım üzere, okuduğum kitap temelinde inşa ettiğim 'toplu taşıma tefekkür kozmosum'dan / 'kamusal alan entellektüel kozam'dan koparak kendisine odaklanmama neden olmuştu BŞK.
Lâkin o, 'beni benden alan' bahse konu ‘bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir' lâfının hemen ardından, bu aforizmanın ima ettiği o derûni alemin kapısından, attığı ikinci bir ani fake'le, dönüvermiş ve 'Foxtv’deki ‘Fatih Harbiye’ dizisinde baş rolü oynayan kızla oğlanın, gerçek hayatta da sevgili olduklarını; onların çocuğunun da, ebeveynleri gibi, çok güzel olmasının garanti olduğunu; kendisinin olası çocuğunun, onların çocuğuna benzeme ihtimalinin hiç de düşük olmadığını (çocukların, ebeveynlerinin genetik malzemesiyle inşâ edildikleri merkezindeki ilmi prensip onun fiziksel kondisyonu ile birlikte ele alındığında, BŞK'nın bu beklentisinin gerçekleşme ihtimali düşük görünmüştü bana); elinde, kan gurubuna göre yapılan bir diyetin, burçlara göre yapılan bir başka diyetle
harmanlanmasından ortaya çıkan karma bir beslenme düzenini, Karatay diyetiyle birleştiren mucizevi bir formül olduğunu ve buna potansiyel anne ve babanın sadakatle uymaları halinde, çocuğun top model olacak derecede güzel ve yakışıklı ve Einstein, Marie Curie, ya da Beethoven'ı aratmayacak kadar akıllı ve yetenekli olmasının garanti olduğunu; yengeç erkeğiyle, arslan kadının evlenmesinin, sadece kişisel değil, toplumsal felâketlere de yol açacağını; bazı markaları tercih etmenin, insanın evrendeki yolunu açarak, başarılı işlere imza atmasını kolaylaştırdığını; futbolun yasaklanıp, insanların körling oynamaya
zorlanmasıyla birlikte, medeniyetimizin bir üst faza, bir sonraki level’a geçmesinin kesin gibi gözüktüğünü; ISİD’çilerin Saylonlu, ya da Klingonlu olma ihtimalinin hiç de yabana atılabilecek bir olasılık olmadığını, bunun da, insanlığı tehdit eden vahim bir kozmik komploya maruz bırakıldığımızın nişanesi olduğunu’ içeren o çılgın ve saçma sapan diskuruna kaldığı yerden devam etmişti.
Einstein, Marie Curie ve Beethoven, BŞK'ın söylemine maruz kalsalar, ne düşünürlerdi acaba?!? |
BŞK'ın retoriğine bakılacak olursa 'hayat; Fatih Harbiye dizisi, Karatay Diyeti, burçlar, içeriği boşaltılmış aforizmalar, markalara tapınma, dini ritüel kıvamındaki alışveriş seansları, saçma nitelemesinin bile tarife / tavsife / tasvire aciz kaldığı absürtlükteki conspiracy'lerden, komplo ve fesat kuramlarından ibaret bir 'ŞEY' olmalı' idi.
2 - Hoc unum scio me nihil scire
BŞK’nın sınır tanımayan saçmalıklarına daha fazla tahammül
edememiş, onun parçası olduğu dış aleme kendimi kapatarak yeniden 'toplu taşıma tefekkür kozmosum'a, 'kamusal alan entellektüel kozam'a dönmüştüm. Odaklandığım şey onun sarf ettiği 'Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir (Hoc unum scio me nihil scire)’ argümanıydı artık. Buna kilitlenmiş, onun zihnimde çağrıştırdıklarını muhayyelemde ucuca eklemeye başlamıştım.
'Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir’ argümantasyonu temelinde gerçekleştirdiğim zincirleme akıl yürütmenin inşâ ettiği muhasebenin imâ, iddia, işaret ve nispet ettiği haller / ihtimaller / adımlar şöyle idi:
1-Bildiğim tek şey (mezkûr iddianın muhtevası / doğası gereği) = bildiğim her şeydir;
2-Bildiğim tek şey (iddianın dolaysız içeriği gereği) = hiçbir şeydir;
3-Tek şey (1. akıl yürütme yüzünden) = her şeydir;
4-hiçbir şey (2. ve 3. akıl yürütmeler yüzünden) = her şeydir.
4-hiçbir şey (2. ve 3. akıl yürütmeler yüzünden) = her şeydir.
Yukarıdaki 4 numaralı eşitliğin (denkliğin / denklemin) işaret
ettiği içerik bildiğiniz paradoks’tan
başka bir şey değildir.
Peki, bu paradoks 'Bir şey neyse o değildir, ne değilse odur' şeklinde formüle edebileceğimiz Russell Paradoksu'nun özel bir hali olabilir mi? Bu sorunun cevaplanması, hiç kuşkusuz, kapsamlı bir müstakil yazının konusu olabilir (i).
Peki, bu paradoks 'Bir şey neyse o değildir, ne değilse odur' şeklinde formüle edebileceğimiz Russell Paradoksu'nun özel bir hali olabilir mi? Bu sorunun cevaplanması, hiç kuşkusuz, kapsamlı bir müstakil yazının konusu olabilir (i).
3 - 'Hoc unum scio
me nihil scire’ dönüp sahibine vuruyor!
Socrates'in çok çirkin olduğu rivayet edilir. |
Bu ifade, Socrates'ı Socrates yapan en önemli laflardandır. Öte
yandan, ‘bildiğim yegâne şey, hiçbir şey
bilmediğimdir’ anlamındaki bahse
konu argümantasyonun; ‘Sokratik mantık’,
‘ikili mantık’, ‘düz mantık’ diye de bilinen Helenistik Düşünce
silsilesinin temel koyucu unsurlarından olan çelişmezlik prensibiyle çeliştiği de bir gerçektir.
Bir diğer deyişle, Sokrates’çı
mantığın temellerinden olan çelişmezlik ilkesi, bizzat Sokrates tarafından
dillendirilerek, önce felsefe tarihinin, ardından da insanlığın gündelik iletişim
repertuarının önemli ve vazgeçilemez bir unsuru haline gelen ‘hoc
unum scio me nihil scire’ deyişi tarafından refüze edilmiştir, sakatlanmıştır, ihlâl edilmiştir.
4 – Söyleseydim ne
olurdu?
Bunları zihnimde evirip çevirir ve ortamın izin verdiği nispette, onunla paylaşmanın yolunu ararken, BŞK ve arkadaşı hızla metroyu terk etmişlerdi bile.
Bu sırada ben, Sokratik Düşüncenin
sistematize edilmesine Helen Düşüncesi
dışında hiçbir medeniyet dairesinin katkısının olmadığını iddia eden Avrupa merkezli yaklaşımın oryantalist tözüyle; ‘Sokratik Mantık’ın ve onun üzerine
bina edilen düşünce silsilesinin kökenlerinin başta İonia (Anadolu'nun / Küçük (Ön) Asya'nın Ege Denizi kıyılarına denk düşen Batı sahilleri), Mısır, Mezopotamya ve Hint medeniyet kürelerinin kadim veçhelerine / safhalarına ait olduğu
ileri süren Oksidantalist perpektifin birbirini yalanlayan aksi istikametteki görüşlerini BŞK ve arkadaşıyla paylaşmaya kalkmış olsaydım şayet, nasıl bir tepkiyle
karşılaşabileceğimi düşünerek, arkalarından bakakalmıştım.
Bahis konusu ettiğim bakışlarımı yakalamış olsaydınız şayet, onlarda, 'insanlığın ezici çoğunluğunun hayatı Fatih Harbiye gibi dizilerin, survivor gibi yarışmalarla evlenme programlarının, diyet rejimlerinin, burçlara (şu ya da bu düzeyde) inanmanın, doğmamış çocuğunun hakkında yapılan sonu gelmez spekülasyonların; kariyerinde başarılı olmak için, Telli Baba'ya ricacı olmakla, onu evrenden 'Secret'vari talep etmekler arasında gidip gelmelerin; markalara, pernavelerin ışığa koşuşlarındaki vecdi andıran bir adanmışlıkla yönelmelerin ve dini bir ayini eylermişçesine alışveriş etmelerin; olup bitenleri, çoğu zaman temelsiz komplo teorileriyle izah çabalarnın; böylesi boş şeylerle hayatını 'anlamlandırmak' gayretlerini Einstein, Beethoven, Marie Curie gibi insanlık tarihine damga vurmuş kişilere mesnetsizce özenmelerle birleştirmelerin; yukarıda birisine kuş bakışı işaret ettiğim
oryantalizm - oksidantalizm dikotomisi üzerinden yapılan ve sayısız varyanta sahip olan tartışmalar külliyatını 'ne diyo lan bu karışık?!?' kıvamında algılamaların ve de daha birçok şeyin bir potada eritilmesiyle oluşmuş çok katlı, çok katmanlı bir amalgam değil midir?' diyen bir sorgulama kipinin saklı olduğunu görmeniz işten bile değildi.
5 - Prologue:
Metroda, ister istemez, kulak misafiri olduğum (yukarıda ergen demiştim ama, üniversite öğrencisi olma ihtimalini de gözden ırak tutmuyorum) BŞK'nın, onca abuk sabuk ve saçma sapan lâkırdı arasında, aniden Socrates’a ait olan o popüler deyişi dillendirmesi, hayatın mucizelere gebe olduğuna inanmamız için bir işaret olarak kabul edilebilir. Öte yandan bu spesifik halin, 'hayat dediğimiz o enigmatik saga'nın, bizi şaşkına çevirecek taban taban zıt antiteleri / vak’aları / hallleri birbirinin peşi sıra deneyimleyebilmemize vesile ve neden olması umumi prensibinin de özel bir versiyonu olduğunu teslim etmek durumundayız diye düşünüyorum.
Fatih - Harbiye dizisinin esas kızıyla asıl oğlanının (Macit ile Neriman'ın) ilişkisi gibi popüler kültürün en sıradan, en derinliksiz tezahürlerinden birisi ile, ‘bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir' argümanın semantik diseksiyonu (otopsi, teşrih, anatomizasyon) gibi iddialı bir entelektüel efor neticesinde erişilen 'hiçbir şey = herşey' paradoksunun BŞK ile bu satırların yazarının müşterek meşgalesi, ortak gailesi ve paylaşılan kaygısı olması hali, '2010'lar Türkiyesi' şeklinde tarif ve tavsif edilebilecek o enigmatik puzzle'ın gözardı edilemeyecek bazı komponentlerine referans veriyor olsa gerektir.
Epeydir zihnimi kurcalayan aşağıdaki soruları dillendirip (onları okurun, en azından ve hiç olmazsa bir kısım okurun, gündemine dahil edebileceğimi var sayarak) bitiriyorum:
'Hiçbir şey = herşey' denkliği / denklemi a - 'hiçbir şey'in değerini maksimize mi eder; yoksa, b - 'herşey'in değerinin minimize mi? Bu iki şıkkın / olasılığın aynı anda doğru ya da yanlış olma halleri de masada mıdır / söz konusu mudur / cari midir?' (ii).
dipnot:
(i): Russel Paradoksu hakkında kapsamlı bir yazı için bknz.
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2011/07/berber-meselim-russell-paradoksundan.html
(ii): Dipnotuna kadar okuduğunuza göre, bu metin ilginizi çekmiş olmalı. Şayet durum gerçekten böyle ise, bir de şu metne göz atıverin derim:
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2015/06/hic-hic-sonsuz-mudur.html
oryantalizm - oksidantalizm dikotomisi üzerinden yapılan ve sayısız varyanta sahip olan tartışmalar külliyatını 'ne diyo lan bu karışık?!?' kıvamında algılamaların ve de daha birçok şeyin bir potada eritilmesiyle oluşmuş çok katlı, çok katmanlı bir amalgam değil midir?' diyen bir sorgulama kipinin saklı olduğunu görmeniz işten bile değildi.
5 - Prologue:
Metroda, ister istemez, kulak misafiri olduğum (yukarıda ergen demiştim ama, üniversite öğrencisi olma ihtimalini de gözden ırak tutmuyorum) BŞK'nın, onca abuk sabuk ve saçma sapan lâkırdı arasında, aniden Socrates’a ait olan o popüler deyişi dillendirmesi, hayatın mucizelere gebe olduğuna inanmamız için bir işaret olarak kabul edilebilir. Öte yandan bu spesifik halin, 'hayat dediğimiz o enigmatik saga'nın, bizi şaşkına çevirecek taban taban zıt antiteleri / vak’aları / hallleri birbirinin peşi sıra deneyimleyebilmemize vesile ve neden olması umumi prensibinin de özel bir versiyonu olduğunu teslim etmek durumundayız diye düşünüyorum.
Fatih - Harbiye dizisinin esas kızıyla asıl oğlanının (Macit ile Neriman'ın) ilişkisi gibi popüler kültürün en sıradan, en derinliksiz tezahürlerinden birisi ile, ‘bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir' argümanın semantik diseksiyonu (otopsi, teşrih, anatomizasyon) gibi iddialı bir entelektüel efor neticesinde erişilen 'hiçbir şey = herşey' paradoksunun BŞK ile bu satırların yazarının müşterek meşgalesi, ortak gailesi ve paylaşılan kaygısı olması hali, '2010'lar Türkiyesi' şeklinde tarif ve tavsif edilebilecek o enigmatik puzzle'ın gözardı edilemeyecek bazı komponentlerine referans veriyor olsa gerektir.
Epeydir zihnimi kurcalayan aşağıdaki soruları dillendirip (onları okurun, en azından ve hiç olmazsa bir kısım okurun, gündemine dahil edebileceğimi var sayarak) bitiriyorum:
'Hiçbir şey = herşey' denkliği / denklemi a - 'hiçbir şey'in değerini maksimize mi eder; yoksa, b - 'herşey'in değerinin minimize mi? Bu iki şıkkın / olasılığın aynı anda doğru ya da yanlış olma halleri de masada mıdır / söz konusu mudur / cari midir?' (ii).
dipnot:
(i): Russel Paradoksu hakkında kapsamlı bir yazı için bknz.
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2011/07/berber-meselim-russell-paradoksundan.html
(ii): Dipnotuna kadar okuduğunuza göre, bu metin ilginizi çekmiş olmalı. Şayet durum gerçekten böyle ise, bir de şu metne göz atıverin derim:
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2015/06/hic-hic-sonsuz-mudur.html
Helen Uygarlığının, kendisinden daha eski olan kâdim Anadolu, Mısır, Mezopotamya ve Hind Medeniyetlerinden yaptığı iktibaslar konusu, oryantalistlerle oksidantalistler arasında devam edegelen oldukça eski bir tartışmadır. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder