18 Mart 1915 Çanakkale ve Gelibolu Savaşları



1 - Çanakkale ve Gelibolu Savaşları

Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en önemli (hayati, kritik) muharebelerinden olan Çanakkale Savaşları esas itibarıyla iki ana merhaleden oluşur. Bunlardan ilki 19 Şubat 1915 – 18 Mart 1915 arasında yapılan deniz muharebeleri, ikincisi ise 25 Nisan 1915 – 9 Ocak 1916 arasında gerçekleşen kara muharebeleridir. 


İstanbul'a ulaşmak ve işgal etmek amacıyla, ittifak kuvvetleri müşterek donanmasını bir ay boyunca Çanakkale Boğazı'ndan geçirmeye çalışan müttefik ülkeleri kurmaylığı, 18 Mart günü yapılan deniz muharebesinde, döneminin küresel anlamdaki en güçlü savaş filosuyla saldırmalarına karşın, uğradıkları beklenmedik ağırlıktaki yenilgiden sonra, deniz savaşını terk etmek ve kara savaşı opsiyonunu yürürlüğe sokmak zorunda kalmıştı. Ancak, başta piyade birlikleri olmak üzere, bütün kara savaşı unsurlarıyla 25 Nisan'dan itibaren yaptıkları büyük çıkarmanın akabinde cereyan eden o çok çetin, o çok kanlı kara muharebelerinde de umdukları başarıyı elde edemeyince, müttefik karargâhı, çareyi, İttifak devletleri ordularını, mezkûr çıkarmadan tam 8.5 ay sonra, Gelibolu Yarımadası'ndan bütünüyle çekmekte buldu.


2 - Çanakkale Zaferi İstiklâl Harbi'nin ilham kaynağıdır


Çanakkale / Gelibolu Zaferleri'nin Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına sağladığı meşruiyet halesi ve öz güven iklimi, onlara, yıkılan Osmanlı İmparatorluğu'nun enkazından bakiye kalan unsurlarla birlikte İstiklâl Harbi'ni örgütlemek ve bunu zaferle sonuçlandırmak hususunda, hiç kuşku yok ki, muazzam bir moral motivasyon kaynağı ve hareket serbestisi imkânı sunmuştur. Bir diğer deyişle, Çanakkale / Gelibolu zaferleri, bir taraftan Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, başarılı Osmanlı zabitlerinin askeri dehasının tezahür ettiği ve bunun kamusal bilinirliğinin (görünürlüğü) gerçekleştiği bir zemin olmaklığı; öte yandan da, İstiklâl Harbi'ne ilham kaynağı teşkil etmesi bakımından hayati ehemmiyete haizdir. 

Ancak şu da unutulmamalıdır: Çanakkale / Gelibolu muharebelerinde kaybettiğimiz insan kaynaklarımız, telafisi çok güç bir değerler / varlıklar toplamına işaret etmektedir. Öyle ki, genç Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 'kurucu babaları (founder fathers)' ve onların inşâ ettiği 'Yeni Türkiye Toplumsal Formasyonu', onlarca yıl boyunca, Çanakkale / Gelibolu Savaşları'nda kaybedilen insanlarının yokluğunu derinden hissetmiş ve yaşamıştır. Buna karşın, büyük resme bakıldığında, bahse konu zaferlerin, 'Yeni Türkiye'nin inşasına gidilen yoldaki en önemli ve olumlu adımlardan olduğu da su götürmez bir hakikattir.

Çanakkale ve Gelibolu Savaşlarında elde edilen sonucun büyük bir zafer olarak okunup değerlendirilmesi, verili aktüel uğrakta (cari tarihsel moment) insanımızın ortak paydasıdır diyebiliriz. Bu durum, yaşadığımız kültürel, sosyolojik, politik ve teolojik kamplaşmalar ve yarılmalar yüzünden, sevinçte ve kederde asgari müşterek üretmekte zorlandığımız 2015 Türkiye'sinde, barındırdığı (ima ettiği) 'bir arada yaşama iradesi' tezahürleri sayesinde, kuşkusuz bir umut kaynağı olmaktadır. 

3 - Konuya dair ayrıksı bir duruş

Öte yandan, yukarıda nakledilen ve bu satırların yazarının da iştirak ettiği ana akım anlayışa ters düşen ve Çanakkale / Gelibolu Savaşları'nı bir zafer olarak okumayan kimi muhalif görüşler de vardır. Bu metin, onca iddiasızlığına ve kapsayıcılık konusundaki mütevazı duruşuna karşın, taşıdığı, konuya dair hususları 'ağyarına mani, efradını cami' umdesi çerçevesinde (ve ana başlıklar halinde de olsa) kucaklamak kaygısı yüzünden, mezkûr muhalif duruşların ortak paydasına (kesişim kümesi) işaret etmeyi bir zaruret addeder. 

Bahis konusu muhalif görüşler; Fransa, İngiltere ve bağlaşıklarıyla diğer cephelerde bir ölüm kalım mücadelesi veren Alman Genelkurmayı'nın, ana yurt ile periferideki önemli ham madde kaynakları üzerindeki düşman baskısını hafifletmek adına; Osmanlının, başta insan kaynakları olmak üzere, bütün imkânlarını, Çanakkale / Gelibolu'daki mezkûr savaşlarda tüketmesine neden olacak bir askeri stratejiyi yürürlüğe koyduğunu ileri sürmüşlerdir (i). Bunlara göre, '1915'de, çok trajedik kayıplar vererek durdurabildiğimiz müttefik donanması, daha üç yıl bile geçmeden, 7 Kasım 1918'de, hiçbir mukavemetle karşılaşılmaksızın, adeta 'elini kolunu sallayarak' Çanakkale Boğazı'ndan geçmiş ve bilâhare İstanbul'a erişerek Osmanlı İmparatorluğu Payitahtı'nı işgal etmiştir'. Çanakkale (ve Gelibolu) Zaferine hayırhah yaklaşmayan bahse konu iddia sahipleri, söz konusu savaşları, 'Almanya'nın Osmanlı İmparatorluğuna attığı çok esaslı bir kazık, Alman Genelkurmayı'nın Türkiye'ye karşı oynadığı acımasız bir oyun' olarak nitelerken, tarihi bütüncül okuyamamanın; bu savaşların, yukarıda zikredildiği üzere, İstiklâl Harbi üzerindeki olumlu psikolojik ve mental etkilerini göz ardı etmenin ve kaba / mekanik bir pragmatizmin tuzağına düşerek kısa vadecilik sergilemenin ibretlik bir numunesi olarak çıkmaktadır tartışma sahnesine.

Son yıllarda bu cenahın özetlemeye çalıştığım itirazlarının kamusal bilinirliği büyük ölçüde zayıflamış olsa da, bu görüş, günümüzde de Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun kimi kılcallarındaki varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

4 - Çanakkale'de insan zayiatımız ve Osmanlı askere alma rejimi

çanakkale 1915 ile ilgili görsel sonucu

Çanakkale ve Gelibolu Savaşları'ndaki insan kayıplarımıza dair bir hüküm serdetmeden önce, konuyla olan doğrudan irtibatı yüzünden, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nın 
Osmanlı İmparatorluğu'nda asırlar boyunca uygulanan askere alma rejimine dair olan sözlerine kulak verelim: 'Herkesi askere almıyorlar. Mesela ilim talebelerini, müderrisleri, hocaları, din adamlarını askere almıyorlar. Çünkü onlar ilimle meşguldürler, Kur'an-ı Kerim, meşgul olanları cihada katılmaktan muaf tutuyor. Çünkü onlar ölürlerse ilim yok olur. Bir ailenin tek oğlunu, yetim bir kızla evleneni, hanımının ailesi uzakta olanı askere almıyorlar. Bir de bedelli askerlik var. 50 altın yatıran veya yerine bir bedel gönderen yani bir başkasını gönderen kimse askerlikten muaf oluyordu. Devlet memurları da askerlik hizmetinden muaftı.

Enteresan muafiyetler var. Kendi atını getirenlerin hizmetleri 4 yıldan 2 yıla düşürülüyor. Çok uzak yerden evlenenlerin muafiyetleri var. Özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde bu muafiyetler çokça kullanıldı. Kadılar, müderrisler, imamlar, müezzinler, tekke şeyhleri, muayyen derslerini vermek şartıyla medrese talebesi, Kabe-i Muazzama, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa hademesi, Peygamber kabirlerinin türbedarları, bizzat padişah hizmetinde on dört sene bulunanlar, mızıka-ı hümayun efradı ve hademesi, sonradan Müslüman olanlar, beş seneden çok pranga cezası alan cinayet suçluları, askerliğe yaramayacak derecede engelli ve maluller, İstanbul ahalisi ile başka yerde otursa bile İstanbul'da doğmuş olanlar askerlikten muaftı.

Yetmiş yaşını geçen veya sakat birinin başka kimsesi yoksa askerlik çağına gelmiş ve işe yarar tek oğlu askere alınmayıp tecil edilirdi. Evinde veya köyünde kendisine bakacak 15 ile 70 yaş arası, iki gözü görür, sağlam oğul, torun, peder, kardeş, damat gibi kimsesi olmayan erkek veya dul kadının tek oğlunun askerliği ertesi seneye tecil edilirdi. Başka yakını bulunsa bile, iki oğlu olup, biri askerde bulunan kimsenin ikinci oğlu, ağabeyi terhis olmadan askere alınmazdı. Müstakil evi olup, köyü içinde evinin işini görecek baba, kayınpeder, 25'ini geçmiş kayınbirader gibi yakını bulunmayan veya yakını olsa bile evinde bakmakla mükellef olduğu küçük çocuk ve yetimler bulunan gence "muinsiz" denirdi ve askerliği tecil olunurdu' (ii).
Prof Ekinci'nin işaret ettiği bu sınırları çok geniş tutulmuş askerden muafiyet şartları, 20. asrın başından itibaren büyük ölçüde uygulamadan kaldırılmıştır. Özellikle de 1. Cihan Harbi sırasında ilân edilen umumi seferlik sonrasında silah altına alınan 1 milyonu aşkın Osmanlı İmparatorluğu tebası arasında çok sayıda öğrenci, 'anasır-ı gayrimüslim' ve diğer istinai kesimlerden olan erkekler vardı. 
warship at dardanel battle 1915 ile ilgili görsel sonucu

Özellikle her meslekten zanaatkârların, gayrimüslim unsurların, başta hekimler olmak üzere sağlık personelinin; lise, medrese ve darülfünun talebelerinin çarpıştığı Çanakkale ve Gelibolu Savaşları'ndaki entelektüel niteliği yüksek olan kaybımızın (ölü, yaralı, kayıp, sakat, esir vd..) çok yüksek olması, ülkenin ihtiyaç hissettiği bir çok hizmetin uzun süre ya hiç verilememesine, ya da eksik verilmesine neden olmuştur. Genç Türkiye Cumhuriyeti, mezkûr insan kaybını ancak 1940'larda telafi edebilmiştir. 
Şayet Osmanlı İmparatorluğu bu derece yüksek nispetli ve şiddetli bir entelektüel kırıma uğramamış olsaydı; diğer birçok olumlu vasıflarının yanı sıra, hem Doğu Medeniyeti'ni ve hem de Batı Medeniyeti'ni içselleştirmiş, bu sayede de mezkûr varlık daireleri arasında köprüler kurabilme hasletine haiz insanlarının kattığı nitelikler sayesinde, Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun verili hali (olumlu anlamda) bambaşka olabilirdi.
Şu an nerede ve ne şekilde yaşıyorsak yaşayalım, bunun, şu veya bu nispette, Çanakkale ve Gelibolu Savaşları ve bunların ardılı / devamı / tamamlayıcısı olan İstiklâl Harbimizin tarihe mal olmuş vaki sonuçlarıyla irtibatlı olduğu şuurunu kuşanıyor, bu muharebelerde fedakârca savaşan, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Esat Paşa, Vehip Paşa ve Cevat Paşa olmak üzere, ecdadımızı rahmetle, minnetle, hürmetle ve muhabbetle anıyorum (iii).
dardanel battle 1915 ile ilgili görsel sonucu


dipnotlar:
(i): Bu duruşun 1960 sonrasındaki en önemli temsilcisi Çetin Altan'dır.
(ii): http://www.nsearth.com/index.php/tarih/item/2271-osmanli-da-istanbullular-askerlik-yapmazdi.html
(iii): Çanakkale Zaferi ile ilgili bir metnin olmazsa olmazı, mütemmim cüzü Çanakkale Türküsü olsa gerektir. Ruhi Su'nun olağanüstü yorumu için bknz. https://www.youtube.com/watch?v=g0Vf0pVPC_s

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder