Bu günler yoksa iyi günlerimiz mi?!?

Dosya:Karakullukcu.jpg
Başıbozuk Zülfikâr Ağa'nın, bütün uğraşılarıma karşın, bir tasvirini bulamayınca, onu temsilen yukarıdaki gravürü paylaşmak zorunda kaldım. Mezkûr ağa, olsa olsa, ortadaki aşırı süslü ve serâpa silahlı kişiyi andıran bir görünüme sahiptir diye düşünüyorum.



α - prologue / medhal

Dünyanın, '(Batı) medeniyeti(ni)n ve insanlığın, umumi manada bakıldığında, çok da olumlu bir halde olduğundan, ne yazık ki, bahsedemiyoruz. Öyle ki, küresel manada ağırlığı olan çok sayıda kanaat önderi, son zamanlarda, sık sık 'yeni bir dünya savaşının arefesinde olduğumuz'a vurgu yapan analizler ve yorumlar paylaştılar. 

Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun içinde bulunduğu vaziyete gelince; bunu tarife, tasvire ve tasnife ehil ve mümeyyiz olan kavram ve fikirlerin, 'kendimize gaz vermek', 'kendimizi aldatmak' kabilinden konuşmuyor isek şayet, insanlığın umumuna müteallik olan mezkûr olumsuz hallerden ziyadesiyle müteessir olduğunu teslime adeta mecbur gibiyiz.

Dünyanın, Orta Doğu'nun ve Türkiye'nin idrak etmekte oldukları bu 'zor zamanlar'ın, esasen daha da zor olanlarının habercisi, ayak sesleri, öncü göstergesi olduğuna dair olan (pek de iyimser addedilemeyecek) bazı ön görü ve tespitlerimi, bir analoji üzerinden, paylaşacağım ilerleyen satırlarımda.

1 - Başıbozuk Zülfikâr Ağa nam bir adem Osmanlı'ya kök söktürmüştü

Osmanlı İmparatorluğunun taşrada merkezi otoritesinin iyice zayıfladığı bunalım dönemlerinin birisinde, geç 18'inci asırda, büyük imparatorluk coğrafyasının gözlerden ırak bir köşesinde, eski bir yeniçeri ortası komutanı isyan edip dağa çıkmıştı. Eskinin padişah bendesi olan bu pervasız ve serdengeçti adem, bu asi ve 'başıbozuk' eşkiya, Deli Zülfikâr Ağa adıyla ortalığı kasıp kavuruyor; aklının estiğini asıyor, canının çektiğini kesiyor, istediği gibi vergi salıyor, kıza kızana musallat oluyordu. 


Şikâyetler üzerine payitahtın üzerine gönderdiği birkaç ufak müfrezeyi emrindeki hempasıyla hasbelkader bozguna uğratınca, ego patlaması, nefis şişmesi yaşayan Zülfikâr Ağanın, bu başarılarının ardından, şımarıklığı da, zulmü de katmerlenerek artmış oldu.

Sizinle paylaşacağım tarihi anekdot, işte tam da bu sıralara denk düşmektedir. Zülfikâr Ağa'nın muhtariyet ilân ettiği o yöredeki bir pazar yerinden öte beri almak isteyen genç bir köylü, heybesi sırtında pazara giderken, öküz arabasında bir miktar kayısı olan bir çiftçinin pazar yönünden kendisine doğru bağıra çağıra türkü söyleyerek yaklaştığını görmüş. Yaya köylü, neşeli kayısıcı yanından geçerken takılmadan edememiş: 'emmi, galiba kayısını çok iyi fiyattan sattın ki, böylesine neşeli türkü çığırırsın, öyle değil mi?' 

Köylü istifini ve neşesini bozmadan cevap vermiş: 'a benim başına geleceklerden bîhaber, talihsiz kardeşim, ne iyi satışı, ne kârı? Elde ne var ne yoksa eşkiyaya kaptırdım' deyivermiş. Yaya şaşırarak sormuş 'madem öyle, niye böyle bağıra çağıra türkü söylersin öyleyse, deyiversene bi zahmet'.

Kayısıcı cevaplamış 'aslında pazarda satışım fena değildi. Malın büyük kısmını eyi fiyatla elden çıkarmış, hasılatın bir kısmıyla da hanemin bir çok eksiğini satın almıştım. Dönüşte bir de ne göreyim; arabayla buradan 10 dakika beride, köprü çıkışında, Deli Zülfikâr Ağa adamlarıyla yolu kesmiş, gelenden geçenden vergi adı altında haraç topluyor, bi de üstüne olmadık eziyetler ediyor. Tabii beni de durdurdular, paramın tamamına ve satın aldıklarımla kayısımın önemli kısmına el koydular'. 

'Eee!' demiş dinleyen yaya 'ne var bunda neşelenecek?' 
Kayısıcı, cevaplamış 'be adam, zevzekliğe bi son verip lâfımın sonunu dinlesen, anlayacan neşemin sebebini. Ne diyordum, hah, Zülfikâr ağa kayısılarımdan bir avuç alıp birisini ağzına attı. Ardından da onu tükürerek 'tüüü Allah belânı versin kayısıcı, bu çürük çarık yemişi ümmete satmaya utanmıyor musun?' dedi. Başıma gelecekleri anlayıp yalvarmaya başlayınca da bir Osmanlı tokadıyla beni yere serdi ve 'bak, şimdi kayısılarından birisini küheylanıma yedirecem, o da beğenmezse vay ki ne vaylar sana!' deyip kayısıyı atına yedirdi. ah o mendebur hayvan da kayısıyı tükürmesin mi?!'

Genç köylü, gayri ihtiyari bağırmış 'deme bee!'. Onun bu abartılı tepkisine aldırmaksızın devam etmiş kayısıcı: 'ya, öyle işte, ardından eşkiyalar ağalarının emriyle şalvarımı indirdiler, reisleri olacak o mendebur, o şeytan bozuntusu da tek tek kilolarca kayısı makatımdan içeri tıkıtıkıverdi'.  Genç köylü çığlık çığlığa bağırmış 'aman Allahım, benden uzak şeytana yakın! ne diyorsun yahuu!'. 

Kayısıcı, başına gelenleri sanki yeniden yaşıyormuşcasına ter içinde sürdürmüş lâfını:
'Ne diyim, olan biteni sordun, anlatıyorum işte. Neyse, gövdem mi artık daha fazlasını almadığından, yoksa deli eşkiya kaysıları malûm yerime tıkıştırmaktan yoruldu da, ondan mıdır, bilinmez; nihayet beni öylece bırakıp pazardan dönen diğer kişilere musallat olmaya başladılar’. Bunu der demez, bir taraftan yeniden neşeyle türküye başlamış, aynı zamanda da sopasıyla öküzünü dürtüp arabayı hareketlendirmiş.

2 - Beterin de beteri vardır!

'İyi de, ben neşenin nedenini yine anlayamadım emmi, dimedin bi türlü nidenini!’ diye haykırmış arkasından genç köylü. Kayısıcı türküsüne ara verip arkaya doğru seslenmiş ‘nasıl neşelenmem yeğenim, nasıl şen şakrak türkü çığırmam!?! Pazardan arkam sıra gelen köylünün arabasında satamadığı karpuzları vardı. Düşünsene, eşkiya ve atı beğenmezse o karpuzun tadını, nice olacak o zavallı karpuzcunun hali. Beterin de beteri vardır yiğenim, beterin de beteri! Benim neşem, türkü çığırmam aslında karpuz değil de kayısı satmama vesile olduğu için Yaradan’a şükür niyetinedir’. 

Ω - epilogue / hüküm


Ol kıssadan hisse muhterem kârim; doğrusu ben 'beterin de beteri var; bu günler insanlığın, medeniyetin ve dünyanın iyi günleri olabilir' diyenlerdenim. Bu perspektiften bakıldığı, bu kabil bir algının merceğinden kırıldığı ve görüldüğü kadarıyla; insanlığın haldeki vaziyetinin Deli Zülfikâr Ağa'nın kayısıcıya reva gördüğü muameleye benzediğinin rahatlıkla söylenebileceğini düşünüyorum. İstikbaldeki halimizin ise, bahse konu başıbozuk ademin karpuzcuya reva gördüğü muameleyle örtüşmesi ihtimalinin oldukça baskın bir devam yolu olabileceğine dair çok güçlü bir inanç taşımaktayım.

Bu konuda ne düşündüğünü doğrusu merak ediyorum sevgili okur. 
Paylaştığım argümanlara dair görüş, yorum, katkı ve eleştirilerini bu blogun altındaki yorum kısmına eklemeye ne dersin?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder