3 Eylül 2023, Pazar ve 6 Eylül 2023, Çarşamba günleri, Fatih Kültür Sanat Merkezi'nde, Fatih Belediyesi tarafından tertip edilen ve benim de moderatörlüğünü ve münadiliğini deruhte ettiğim kitap müzayedeleri ve kitabiyat sohbetlerinin akabinde, Yeni Şafak Gazetesi'nden Ayşe Olgun'la kitap tutkusu, koleksiyonerlik ve müzayedelerle ilgili husûsata dair bir röportaj yapmıştık. Cevaplarım oldukça ayrıntılı ve uzundu; lafzımın içeriğine ve ruhuna halel getirmeden, beyanatımı ustaca kısaltarak edit eden Ayşe Hanım, mezkûr röportajın Yeni Şafak'ın 5 kasım 2023 nüshasının Pazar ilâvesinde yayınlanmasını sağladı. Ülkemizdeki kitap müzayedeleri tarihiyle, hakir müellifin buna yaptığı, ummanda bir katre mesabesindeki katkılara dair olan bu mübâhasenin iki versiyonunu birlikte paylaşıyorum:
I) Tam metin:
Kiraz Ayşe Olgun: Çok geniş bir kütüphaneniz var. İlk aldığınız kitabı hatırlıyor musunuz? O kitap halâ kütüphanenizde mi?
Ziyaver Şencan: An itibarıyla 10,000 kadar kitap, süreli yayın, albüm, portfolyo, efemera, belge, orijinal desen, orijinal illüstrasyon, ebru, hat, afiş, poster, harita ve gravür gibi selüloz temelli kültür varlığından müteşekkil olan bir arşivim var; öte yandan, kütüphanemin verili aktüel hali, onun en zengin olduğu 2007 - 2009 dönemindeki haliyle kıyaslandığında, hem genişlik (içerdiği ilgi alanları, türler, alt kırılımlar...) ve hem de derinlik (her bir türe/ ilgi alanına tekabül eden alt cümlenin kalitatif ve kantitatif bakımdan kondisyonu) itibarıyla pek mütevazi kalmakta. Mezkûr dönemde, 2007 - 2009'da, arşivimin niceliksel / kantitatif skoru 50,000'in üzerindeydi ve şu andakinden çok daha fazla ilgi alanını ve alt türü kucaklamaktaydı.
İlk aldığım kitabı unutmam mümkün değil; zîrâ o, okul öncesinde, 5 yaşımda iken, kendi gayretimle öğrendiğim o okuma ve yazma sürecinde, 1963 yılından bahis ediyorum, rahmetli anneciğimin elimden tutarak götürdüğü Adana'nın Küçük Saat semtindeki Yolgeçen Kitapevi ve Kırtasiye'den aldığım İki Sene Mektep Tatili idi; Ferid Namık Hansoy'un çevirdiği ve İnkılâp Kitabevi'nin 1948'de 2 cilt halinde yayımladığı eseri, ilkokula başlamadan önceki yaz mevsiminde, bir solukta okumuştum. Jules Verne muhayyilemi ve mutasavverimi öyle derinden etkilemişti ki (modern bilim kurgunun kurucu babası sayılan bu dâhî Fransız, âdetâ hayalhanemi 'kolonize etmişti' demeliydim belki de), ilkokul üçe başladığımda, yazarın yine aynı mütercim tarafından tercüme edilmiş ve yine aynı yayımcının marifeti olarak kitapçı raflarındaki yerlerini almış çok sayıda diğer romanını da okumuştum.
Hayır, ne yazık ki bu eser an itibarıyla arşivimin parçası değildir. İlk kitabını 5 yaşında alan ben (61 yıldır kitap alıyorum), 8 yaşında iken ilk kitap satışını, yine Adana'da, evimize çok yakın olan Ziya Paşa açık sineması önünde, ikinci el kitap satışı ve takası yapan semtin abilerinin tezgâhında, bana ayırılan bölümde, yapmış idim; demek ki, 58 yıldır da çeşitli metotlarla (kitap takası, satış...) kitaplarımı elden çıkarmaktayım. İlk aldığım bu kitap ne zaman kütüphanemden ayrıldı (takas mı ettim, sattım mı, hediye mi verdim, yoksa çaldırdım mı?) doğrusu hatırlayamıyorum.
KAO: Kitaplarınız için İstanbul'da ev tuttuğunuzu duymuştum. Kaç yıldır biriktiriyorsunuz? Ne kadar kitabınız var?
ZŞ: Ben kitap biriktiricisi ya da toplayıcısı kavramlarını kendim için kullanmamayı tercih ediyorum, biriktirici ya da toplayıcı değil okuyucu, araştırıcı, arşivci ve koleksiyonerim.
Toplayıcı ve biriktiriciler çoğu zaman önlerine ne çıkarsa içeriğine bakmadan, incelemeden, mahiyetini bilmeden, âdetâ körlemesine, alır, onları tasnif etmez, raflara muntazam olarak dizmez; hatta bu eşhasın bazısı, aldıklarını kolilerden ve poşetlerden bile çıkarmadan yıllarca bir yerlere tıkıştırır ve sonra da ne aldıklarını unutuverirler. Bense seçerek, inceleyerek ve bilerek alıyorum, akabinde de, titizlikle tasnif edip arşivimdeki ilgili bölümlerde yerleştiriyorum.Bu noktadaki tutumumu, bir seferde en çok kitap aldığım vak'a üzerinden somutlayacağım: tek seferde aldığım en büyük parti, toplamı 3,000 kitaba erişen bir frankofon (Fransızca) kütüphane idi. 2008 Temmuzuydu, bir yurt dışı gezimden henüz dönmüş, Atatürk Havalimanı otoparkındaki aracıma ayağımın tozuyla binmiştim ki Bayram Koç (Kırkambar Sahaf, Üsküdar) aradı, 'abi, tam senlik, bol illüstrasyonlu kitaplardan oluşan büyük bir frankofon kitaplık aldım; önce sen gör istedim, gelsen iyi olur' dedi. Beş dakika ötede, Ataköy 5. kısımdaki evimi pas geçip direksiyonu Üsküdar'a kırdım. Bayram Koç'un bana önerdiği kütüphane, 1980'lerin ilk yarısının finans alanındaki etkili isimlerinden, (Banker Kastelli diye bilinen) Abidin Cevher Özden'in (2 Haziran 2008'de, yâni, o günden yaklaşık 6 hafta önce intihar etmişti) oğullarından Ahmet Deha Özden'e aitti. Bu müthiş partiyi Bayram'la hiç pazarlık etmeden, dediği bedeli defaten ve nakden ödeyerek aldım. Dükkândaki herkesle birlikte 3,000 kitabı poşetledik, Bayram tanıdığı bir kamyoneti çağırdı, yükledik. Ben önde, kamyonet arkada, o sırada Strateji Direktörü pozisyonunu / postunu işgal ederek İcra Kurulu Üyeliğini yaptığım ve yanı sıra da, kurumun büyük hissedarı ve Yönetim Kurulu Başkanı olan Ethem Sancak'ın Strateji Danışmanı olarak görev ifâ ettiğim, ilaç dağıtım ve lojistiğinin o günlerde ülkemizdeki lider kurumu olan Hedef Alliance Holding AŞ'nin Yeni Bosna'daki merkezine vardık.
Ciddi bir bibliyofil olan Ethem Sancak'ın isteği üzerine, on binlerce selüloz temelli kültürel varlık içeren arşivimi 2003 başından itibaren peyderpey holding merkezindeki ofisime taşımıştım. Ethem Sancak, 2003 - 2008 periyodunda, başta bakanlar ve milletvekilleri olmak üzere önemli politikacılar, banka ya da holding yöneticileri, ülke dışından hatırlı misafirler, popüler sanatçılar ya da önemli gazeteci ve televizyoncular onu ziyarete geldiğinde, muhakkak surette onlarla birlikte benim ofisime de uğrar, misafirlerine beni tanıtır, arşivimi gösterir ve buna dair bilgi vermemi isterdi. Kütüphanem Ethem Sancak için bir övünç kaynağı, şirketimizi benzerlerinden ayıran niş bir zenginlik ve kurumun vitrininde olması gereken bir asset'ti anlayacağınız. İşte arşivime kattığım o mezkûr frankofon parti, böylesi bir ortamın parçası oldu. Kitapları, onları yerleştirdiğimiz ve her birine yetişkin bir insanın rahatlıkla sığabileceği battal boyda olan yüzden fazla poşetten çıkararak tasnif etmem 5 saatimi almış, uluslararası bir seyahatten dönmenin yorgunluğunu bedenimde ve zihnimde taşımama karşın, olağanüstü bir tempoyla çalışarak eve ancak sabahın ilk ışıkları beni ayrınlattığında dönebilmiştim. Takip eden 4 gün boyunca benzer bir tempoyla çalışmış, bahse konu 3,000 kitapla, her birini tek tek incelemek suretiyle, (bir bibliyofilin, arşivinin bütün unsurları hakkında sahip olması gereken asgari bilgi düzeyine erişmek manasında) 'tanışmış' ve ait oldukları raflara yerleştirmiştim. Benim kitaplara, arşivime, kütüphaneme, koleksiyonuma yaklaşımım işte bu mahiyettedir.
2008 Ekim ayında Hedef Alliance Holding'le yollarım ayrılınca, ister istemez ofisimdeki kütüphanemi de taşımak zarureti hasıl olmuştu. Onlar için, oturduğum eve yürüyüş mesafesinde olması hasebiyle, Bakırköy, Zuhuratbaba'da büyükçe bir daire kiraladım, yaklaşık 40,000 parçalık arşivimi de oraya taşıdım. Kitap müzayedelerime başladığım 2009 ilk baharından, 31 Aralık 2012'ye kadar geçen yaklaşık 4 yıllık süreçte, arşivimin 35,000 parçasını düzenlediğim kitap müzayedelerinde elden çıkartmış ve o daireyi boşaltmıştım.
Yukarıda da altını çizdiğim üzere, 1963'ten beri kitap alıyorum, an itibarıyla da kütüphanemde 10,000 civarında selüloz temelli kültürel varlık mevcuttur.
KAO: Siz bir süre önce Antalya'ya taşındınız. Kitaplarınız da sizinle birlikte şehir değiştirdi mi?
ZŞ: 12 Temmuz 2020 tarihinden bu yana, yânî, 38 aya mütecaviz bir müddettir Antalya'dayım. Pek tabii ki kitaplarımla, arşivimle birlikteyim. Allah beni sağlığımdan, evlâtlarımdan, torunlarımdan ve kitaplarımdan ayırmasın en temel niyazımdır diyebilirim.
KAO: Peşinden uzun süre gittiğiniz, aradığınız bir kitap oldu mu? Bir hikâyesi var mı? Kütüphanenizde sizin için manevi ve aynı zamanda maddi değeri en yüksek kitap nedir? Nasıl bir şartla bu kitaplardan vaz geçersiniz?
ZŞ: Peşinden yıllarca koştuğum çok kitap, çok süreli yayın vb kültürel varlık oldu hiç kuşkusuz; her birinin bana göre orijinal, değerli ve hatta yer yer de ibretlik hikâyeleri vardır elbette. Bunlardan en eski ve köklü olanını paylaşayım.
1962 yılında Karaca Yayınevi tarafından haftalık olarak yayımlanan ve hafızam şayet beni yanıltmıyorsa toplam 44 sayı çıkan Arkadaş Çizgi Roman Mecmuası'nı ben ilkokula başladığım 1964 senesinde keşfetmiş ve tutkulu bir iz sürmeyle kısa sürede de takımını tamamlamıştım. O zaman kadar son derece kalitesiz olmak kaydıyla korsan / telifsiz / kopya baskılarına erişebildiğimiz Tintin, Red Kit, Marc Dacier, Jerry Spring, Valhardi gibi dönemin küresel ölçekte meşhur frankofon çizgi romanlarını ülkemizde ilk defa telifli olarak ve o güne değin görülmemiş bir kalitede basan Arkadaş Yayınevinin bu olağanüstü nadir dergi takımını, maalesef ve maalesef, İTÜ Maden Fakültesi'nin Petrol Mühendisliği bölümüne kaydımı yaptırdığım 1976 senesinde elden çıkarmış ve anında da pişman olmuştum. O günden beri, yânî, 47 yıldır peşindeyim o takımın. Bir türlü içime sinen, yüksek kondisyonda ve finanse edebileceğim ederde olan bir takımına rastlayamadım ne yazık ki.
Bahse konu çizgi roman mecmuası takımının peşinden yaptığım bu fevkalâde ısrarcı stalker'lık hakkında düşündüğümde, sorarım kendime: 'nedir bu tutkulu arayışın niçini?!?' Psikolojizmin tehlikeli bataklıklarına saplanmanın bir sonraki adımı olan teorik bir sefaletin, entelektüel kapasiteyi paralize edişine teslim olmamaya gayret ederek, bu sorgulamaya dair bir şahsi analiz yapmama müsaade buyurun lütfen. Biliyorum, işitince / okuyunca mezkûr müteakip analizimi 'aa, bu ne klişe söz böyle, müellifinden daha orijinal bir tespit beklerdik doğrusu!' diye dudak bükeceksiniz ama, ne yazık ki eşiğinde durduğumuz hali(mi) tarife, tasnife ve tasvire en ziyâde ehil ve mümezyiz olan argüman budur; Aslında, peşinde olduğum, kaybettiğim Cennetim, çocukluğum, Lost Paradise'ımdı, mezkûr dergi takımı değil. Anlayacağınız, o kudretli ve muhteris his, NOSTALJİA'nın, davranış 'tercihlerimiz' üzerindeki muktedir, emperyal ve dominant tesiri hükmünü icra etmekte bu vak'ada da.
Hiç şaşırtıcı değil, öyle değil mi?!?
Kütüphanemde maddi değeri çok yüksek ve manevi anlam ve kıymetleri de çok özel olan çok sayıda eser var hiç kuşkusuz. Öte yandan, arşivimin maddeten değeri yüksek parçalarından / unsurlarından bahsetmeyi, 'cemiyetimizin makbul simalarından Falanca, cemiyet aleminin bir başka sosyetik ve aristokratik ailesi Filancaların nişanında fevkalâde şıktı; bilhassa milyon avroluk takılarıyla göz kamaştıran Falanca, geçen hafta da Paris'teki bir defilede ramp ışıklarının altında arzı endam etmiş ve dostlarının takdirini ve düşmanlarının ise haset hislerini beslemiş ve derlemişti.' kıvamındaki görgüsüzlük abidesi sosyete haberiyle bir tutar, nevzuhur 'mavi kanlılar' ve onların abukluklarıyla bu şekilde 'pişti olmayı' zul kabul ederim, ar addederim. Bu bakımdan da, çok reca ederim, bu maddiyat bahsini, o hususta daha fazla ilerlemeden kapatalım burada.
Manevi kıymete gelince... Rahmetli anneciğime ait olan ve onun ortaokulda okuduğu döneme, 1940 - 1944 yıllarına ait olan ve ortaokul ve liselerde teşekkür ve iftihar belgeleri kazanmış başarılı talebeleri, onların vesikalık bir fotoğrafları ve kısa künye bilgileriyle veren, dönemin reisi cumhuru İsmet Paşa ile maarif vekili Hasan Âlî Yücel'den imzalı İFTİHAR KİTAPLARI bunların başındadır; mezkûr eserleri hiç bir maddi bedelle çıkarmam, çıkaramam elden.
KAO: Kitap mezatları bugün başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirde kitapevleri, kafe vs. mekânlarda yapılıyor. Bu mezatların bu kadar yaygınlaşmasını neye bağlıyorsunuz? Kitaba ilgi en çok hangi kesimde, hangi yaş grubunda?
ZŞ: Bu soruya cevap verirken, ister istemez, kitap müzayedeciliğinin 40 yıllık tarihine, şöyle kuş bakışı da olsa bir nazar atmakta, bir 'theoria yapmakta, bir temâşâ etmekte' faide görüyorum.
Ben haftalık kitap müzayedelerime başladığımda, Erken 2009'da, ne İstanbul'da ve ne de bir başka şehrimizde her hafta düzenli olarak yapılan kitap müzayedeleri yoktu. Ayda - yılda bir yapılan düzensiz etkinliklerdi kitap müzayedeleri. Burada akla hemen Librairie de Pera kitapevinin sahibi ve Librairie de Pera Müzayede Evi'nin müessisi ve sahibi üstadım, Allah Gani gani rahmet eylesin, Uğur Güraçar'ın çok kaliteli mekânlarda 1985 Kasım - 2016 Ekim döneminde gerçekleştirdiği (yanlış hatırlamıyorsam şayet, toplamı 76 olacak) müzayedeler geliyor aklıma. Mezkûr etkinliklerden haftalar önce dağıtılan ve bizzat Uğur Güraçar'ın hazırladığı, çok faydalı kitabiyat bilgilerini içeren ve Dünya'daki en kaliteli muadilleri düzeyinde olan müzayede katalogları, benim gibi bibliyofillerin, sektör paydaşlarının ve bu alanın profesyonellerinin halâ da başvuru kaynağıdır. Öte yandan bu müzayedeler yılda maksimum 2 kere yapılırdı ve etkinliğe konu kitap vb malzemeler de çok kaliteli olduğundan fiyatları da ister istemez o nispette yüksek olurdu. Bu yüzden de katılımcıları ülkenin 'creme de la creme'i diyebileceğimiz yüksek gelir grubundan kişiler olurdu; bu da mezkûr etkinlikleri elitist bir mood'a sokar, aristokratik bir level'a taşırdı.
Oysa ben, Şişman'ın (Mehmet Çelik) ve Kaptan'ın (Turgay Erol) birkaç yıldır yaptıkları gibi, müzayedelerimi, dar gelirli insanların da alabilecekleri uygun fiyatlı çok sayıda ürünü içerecek şekilde tasarlayarak demokratize etmek peşindeydim. Bir diğer deyişle, Librairie de Pera'nın elitist / aristokratik tarzına karşı bir çeşit 'narodnik / halkçı' bir itirazdı benim 'herkese, her keseye' şiarı üzerine temellendirdiğim müzayedelerim. Bu benzerliğin yanı sıra, müzayedelerimi Şişman'ın ve Kaptan'ınkilerden ayıran çok fundamental ve ehemmiyetli iki de fark vardı:
1 - Onlar kitabın yanı sıra objeler, numismatik ürünleri, filateli ürünleri gibi diğer bir çok varlık alanından unsurları da müzayede ederlerdi ve kitap çoğu zaman azınlıkta kalırdı, bende ise kitap daima protagonist unsurdu, her zaman 'esas oğlan'dı, şeksiz - şüphesiz - tereddütsüz 'asıl kız'dı;
2 - Şişman ve Kaptan, ürünlerini tanıtırken lâfı uzatmaz, ayrıntılı tarife ve içerik bilgisine girmez, yanı sıra da işin sahne sanatları yanını, teatral boyutunu büyük ölçüde es geçerlerdi; bense yaptığım işin (hayat dediğimiz o büyük , o meçhul, o harikulâde maceranın diğer bütün sekansları, plânları gibi) özünde, immortal Shakespeare'in işaret ettiği üzere 'bir sahne sanatı' olduğu hakikatinden hareketle, müzayedelerimi keyif alınması gereken seyirlik bir performans, bir çeşit talk show ve stand up gösterisi havasında realize etmeye gayret ederim. Müzayedeye konu unsurların tanıtımına gelince, onları da, 60 yıla varan bir süredir düzenli olarak her gün saatlerce okumanın ve araştırmanın bana kazandırdığı kültürel birikimin beslediği bir zeminde, kitabiyat sohbeti ve kültür muhabbeti muhtevasıyla ve formatıyla hayata geçiririm.
Bu zaruri, hayati ve zannımca faideli girizgâhtan sonra sorunuza şöyle cevaplıyorum: Evet, halen İstanbul'da en az 20 farklı mekânda ve bunun haricinde de Türkiye'nin pek çok yerinde düzenli kitap müzayedeleri yapılmakta. Bu faaliyetin böylesine çeşitlenmesi, zenginleşmesi ve yaygınlaşmasını ben etkinliklere katılanların sosyalleşme ihtiyacına ve kendilerini gündelik hayatın rutininden, sıkıntılarından, sorunlarından kısa bir süreliğine de olsa uzaklaştıracak olan bir tecrübeye sığınma gereksinimlerine bağlıyorum. Başka bir deyişle, atalarımızın, kıraathane ehli için söyledikleri 'gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane!' argümanını ben, izninizle şöyle (ç)eviriyorum: 'müdavimi ne kitap ister ne müzayede, onlar sosyalleşmek ister gerisi bahane'.
Kitaba ilginin en çok hangi mesleklere sârî olduğuna gelince, 15 yıldır binlerce kitapseverin katılımıyla gerçekleştirdiğim ve 1,000,000 (bir milyon)'dan fazla kitap vb. selüloz temelli kültürel varlığın meraklısıyla buluşup el değiştirdiği 1,200'den fazla salon müzayedesine dayanarak söyleyebilirim ki, bunlar öğrenciler, öğretmenler, akademisyenler, araştırmacılar, yazarlar, sanatçılar, sahhaflar, yayımcılar, haberciler, doktor - avukat - reklamcı - bilgi işlemci - turizimci gibi serbest meslek erbabı eşhas ve emeklilerdir.
Yaş gruplarına gelince, bu konuda kesin bir şey söylemenin zor olduğuna bilmekle birlikte, şunu da eklemeden geçemeyeceğim: kitapseverler hemen her yaş grubundan olabiliyorlar. Özellikle üniversite kampüsü ve yurtların civarındaki müzayedeler gibi lokasyonlarda, gençler, diğer bazılarında ise orta yaşlılar ve yaşlılar fazla olabiliyor. Genelde ise, dediğim gibi, müzayede salonlarında yaş grupları bakımından heterojen kompozisyonları gözlemlemek mümkündür.
KAO: Sizin mezatlarınızda elinize aldığınız her kitapla ilgili yazarı, çizeri, yayınevi, ya da içeriğiyle ilgili aynı zamanda pek bir yerde yazmayan sıra dışı bilgiler de veriyorsunuz. Bu okuma ve kitap tutkusu ötesinde bir ilgi ve merak nasıl oluştu? Mezatlarda belirlenen sürede hem kitabı anlatmak, hem kitabın değerini korumak, hem de kitabı hak eden kişiye ulaştırmak için çaba sarf ediyorsunuz. Bir kitabı mezatta satarken önceliğiniz nedir? Mezatlardan kitap alan ya da koleksiyon yapmak isteyenlere, özellikle de gençlere tavsiyeniz ne olur? Siz kitaplarınızı sizden sonra kime emanet edeceksiniz?
ZŞ: Bana eskiden 'ayaklı kütüphane', 'bedenlenmiş encyclopedia' derdi tanıyanlar beni; internet, akıllı telefon ve Google çağında ise 'tecessüm etmiş Wikipedia', 'vücut bulmuş Google' felan demekte birçokları tanıyanlarımın. Bunun esbab-ı mucibesini dört cepheden cevaplayacağım:
1 - Dünyevi - fizikal pencereden baktığınızda görülen resim muhtasaren şöyledir: müzayedelerime katılanlar toplum ortalamasının üstünde bir kültüre, eğitime, zekâya sahipler, Onlarlar birlikte olduğumuz her etkinlikte saatlerce konuştuğum bir vakıa; tekrara düşmemek ve yanlış şeyler söylememek için sürekli okumak, öğrenmek, gelişmek zorundayım. Bu hakikat, yaptığım işin, 15 yıldır ilmek ilmek ördüğüm profesyonelliğimin conditio sine qua non'udur;
2 - Psikolojik ve de pedagojik nokta-ı nazardan baktığınızda durum şudur: mutsuz denilebilecek bir çocukluğum oldu, röportajımızın başında da dillendirdiğim üzere, okul öncesi çağımda, 5 yaşımda iken, kendi gayretimle okuma - yazma öğrenmiştim, Şimdi geriye baktığımda, okumaya ve yazmaya erken bir evremde tutkuyla sarılmamın niçininin bu mutsuzluğum olabileceğini düşünüyorum (aman Allahım, yine mi psikolojim Ziyaver Şencan?!?). Ezcümle, ve dolayısıyla da, çocukluğumun travmalarını tedavi için okumaya, öğrenmeye ve hayatımı anlamlandırmaya ve bütün bu süreçlerin hasılasını da kamuyla paylaşmaya sığındığım söylendiğinde, hakikatle gayrı-mutabık bir argümantasyon yapılmadığını varsayabilirsiniz;
3 - Esoterik - spiritüalist - tasavvufi pencerelerden baktığınızda manzara şöylesi bir keyfiyete doğru evrilir: 'Coğrafya insanın / cemiyetin kaderidir.' şeklinde formüle edilen görüş ne çok dillendirilmekte, öyle değil mi? Bunu serdedenler, mezkûr iddianın İbni Haldun'un Mukaddime'sinde yer aldığını da eklerle sözlerine çoğunlukla. Her ne kadar İbni Haldun söz konusu eserinde bu lâfı doğrudan bu şekilde söylememişse de, mezkûr eserin muhtevasıyla bu motto / aforizma çelişmez.
İmdi buradan 'herkonudakonuşabiliyorolmamınniçini'ni teşrih masasına yatırıp diseksiyona tâbî tutmanın neticesinde ortaya çıkıveren 4 sebepten üçüncüsünün kalbine, yâni 'the hart of the matter'a yürüyebiliriz sanırım; olduğumuz gibi olmaklığımızın niçinini genetik malzememizle, sosyal çevremize bağlayan bilimselci görüşle kavga etmeden, bunu, bir de ismimizin mana ve mahiyetine bağlamanın yerinde olduğunu düşünenlerdenim.
İnsanlığın Ay'a ayak basmasından 11 sene, 27 Mayıs darbesinden 2 sene önceydi ve Agrigentum'lu Empedokles'in 'Etna Yanardağı'na atlarsam acaba nasıl bir akıbete muhatap ve dûçâr olurum?' gibi bir merakı tatmin etmek adına, mezkûr volkana balıklama dalmasından tam 2392 sene ve nihayet, kuantum çağının başlamasından da 58 yıl sonra, 9 Temmuz sabahıydı ve ezan okunuyordu. O sıcak Süleymaniye gecesinde, lohusalığının ilk dakikalarındaki genç kadın, kucağına verilen oğluna sevgiyle bakarken, yeni doğanın büyükbabası, Üsküp eşrafından ve Kadiri meşrebinden Salih Aga, torununu yavaşça aldı annesinin koynundan ve müezzinin makamına uygun olarak ve gayet melodik ve harmonik bir uyum içerisinde okuduğu ezanı bütün netliği ve güzelliğiyle odaya taşıyan açık pencereye doğru tuttu bebeyi. Kulağına eğildi ardından ve önce bir kere ve sonra üç kere ve sonra beş kere ve sonra yedi kere ve sonra dokuz kere ve sonra on iki kere ve sonra kırk kere ve nihayet doksan dokuz kere fısıldadı: 'ZİYA'VER' Annesinin kucağına iade etmeden onu, bir kez daha eğildi kulağına bebenin ve mırıldandı son kere:
'İSMİNİN SIFAT MANASIYLA ZİYA'VER, MÜSEMMA OLASIN VE O ŞEKİLDE YAŞAYASIN İNŞA'ALLAH!'
En çok da belki bu niyaz yüzünden okudum ve oldum, her ne okudum ve her ne oldumsa ben;
4 - Holistik perspektiften bakıldığında ise, 'ilk üç sebebin kombinezonudur beni onlarca yıla sârî bir süreçte, mütemadiyen insanların karşısına çıkarak konuşamaya, anlatmaya, paylaşmaya sevk eden dürtü, mekanizma, amil, faktör!' demiş olayım vesselam.
Ben mezat yerine aynı anlamdaki müzayede tabirini kullanmayı tercih edenlerdenim; müzayedelerimde hem münadilik ve hem de moderatörlük yaptığım doğrudur.
Temelde bakıldığında, müzayedeye konu bir eseri kimin alacağı, kapitalizmin rasyonalitesi ve pazar ekonomisinin dinamikleri çerçevesinde belirlenir: en yüksek fiyatı veren müzayedeye konu nesnenin sahibi olur. Öte yandan müzayedelerimde ben kapitalist çarkların dışına çıkarım zaman zaman. Örneğin, müzayedeye katılan kızlara, kadınlara, gençlere, çocuklara olabildiğince pozitif ayrımcılık yaparım ve talip oldukları bazı şeyleri alabilmeleri için müzayede kurallarını esnetirim, katılımcılara, bahsettiğim kesimlerin almak istediklerini alabilsinler diye ricada bile bulunurum.
Bir de şu var: bir konuyu araştıran ve o alanda yayın yapacak olan bir kültür insanı ile bir koleksiyoner ya da esnaf bir eserde kapıştıklarında, toplumun ve insanlığın ve gezegenimizin entelektüel kozmosuna katkı yapacak olan kültür insanının emeline nail olması adına, onunla fiyat yarışına giren katılımcıya, onu da kırmamaya özen göstererek, eseri kültür insanına bırakması doğrultusunda telkinde bulunurum.
15 yıldır müzayedelerime ve kitabiyat sohbetlerime ve kültür muhabbetlerime katılan binlerce kitapseverle tanıştım; onlarla bu süreçte (son zamanlarda TRT Radyo'da yaptığım kitabiyat sohbetlerimde de) paylaştığım bazı temel ve demirbaş önerilerim oldu; bunlar:
1 - Arşiv / kütüphane / koleksiyon inşaa ederken ilgi alanlarınızı sınırlayın, alâkanızı çok dağıtmayın, maddi ve manevi kaynak ve imkânlarınızı partikülarize etmeyin; bunu ben gerçekleştiremedim, siz muhakkak surette yapın ama;
2 - Bir Batı lisanını, bir doğu lisanını ve kat'i suretle de ESKİ YAZI'yı, hiç olmazsa okuduğunuzu anlayacak kadar, öğrenin. Bu bakımlardan da ben arzu ettiğim noktanın bir miktar uzağında kaldım ne yazık ki, fekat siz gerçekleştirin bunu mutlaka;
3 - Bütün bu süreçte koleksiyonunuz, arşiviniz, kütüphaneniz direksiyonu ele almaya, sizi sevk ve idare etmeye, kendisini, hiç düşünmediğiniz temalarda ve sahalarda genişletmeye, zenginleştirmeye ve derinleştirmeye sizi icbar etmeye çalışacaktır. Bu vaziyet, sizin de iradi ve bilinçli olarak sürece katılmaya gayret etmeniz durumunda çoğunlukla olumlu neticelenir. Lâkin, böylesi bir gayret içerisinde değilseniz, 'ARŞİVİN, KENDİSİNİ GELİŞTİRMEYE MEMUR ETTİĞİ ARŞİVCİ' misali, bir 'etkisiz eleman' olup çıkarsınız, ki, bu da çok sevimli ve verimli bir hal olmasa gerektir. Sevimli ve verimli değildir, zîrâ, bu halin sonunda, kütüphanenizle kurduğunuz ilişki sizi, katıldığı düğün töreninde, kız tarafının erkek tarafına ve erkek tarafının da kız tarafına ait bir davetli olduğunu sandığı meçhul misafirin yaşadığı o derin yalnızlığa ve o vahim yabancılaşmaya benzer bir halet-i ruhiyeye sokabilir.
Benden sonra arşivimin, kütüphanemin çocuklarım ve torunlarım tarafından değerlendirilmesi en büyük dileğimdir hiç kuşkusuz. Öte yandan, bu gerçekleşmezse şayet, bu durumda da onun Balıkesir Millet Kütüphanesi Ahmet Kot Kitaplığı envanterine dahil olmasını isterim ve beklerim doğrusu.
Ezcümle, böyledir işte benim müzayede pratiklerim, okuma gayretlerim ve kitabiyat mübâhaselerim muhterem kârîm.
II) Yeni Şafak'ta yayınlanan versiyon:
https://www.yenisafak.com/hayat/mezatta-kadinlara-ve-genclere-pozitif-ayrim-4572293
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder