TRT Radyo 1'deki 'Bir Mesele, Bir Metin' programımın ilk 5 senaryosu

 A - Programın adı:

Bir Mesele, Bir Metin 

B - Programın süresi ve periyodu:

1 Ocak 2024 - 31 Aralık 2024'ü kapsayan bir yılda, hafta içi 5 gün olmak üzere 52 haftada toplam 260 program yayımlanacak.

C - Programın içeriği:

İnsanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki, hayvan, böcek, toprak, su gibi bütün bileşenleriyle birlikte eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele / problem - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin önemli fenomenlerinden / tezahürlerinden birisi mercek altına alınarak çok kısa tanımlanacak, akabinde de bu problematiğe işaret eden bir metin'e / kitaba referans verilecektir.

D - İlk 5 programın senaryoları:


i)***01 Ocak 2024, Pazartesi

TRT Radyo'nun değerli dinleyicileri, merhabalar; ben Ziyaver Şencan, programa emeği geçen ekip olarak, yeni yılın bu ilk günüyle birlikte hafta içi her gün farklı bir konuyu ele alacağımız yepyeni bir program dizisinin, Bir Mesele, Bir Metin'in ilkiyle huzurlarınızda olmanın heyecan ve mutluluğunu yaşamaktayız. Bundan böyle her hafta, Pazartesi'nden Cuma'ya beş gün boyunca sürecek olan bahse konu programlarımızda, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki, hayvan, böcek, toprak, su gibi bütün bileşenleriyle birlikte eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele / problem - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin önemli fenomenlerinden / tezahürlerinden birisi çok kısa tanımlanacak, akabinde de bu problematiğe işaret eden bir metin'e / kitaba referans verilecektir.

İlk programımızın meselesi VİCDAN, referans vereceğimiz metin ise 'Suç ve Ceza' romanı. Vicdan denildiğinde aklımıza, onunla anlamsal akrabalıkları olan empati ve merhamet olguları da gelir ister istemez. Vicdan, kişiliğimizin temellerine kök salan fıtri ve genetik bir vasfımız olup, gelişimi ve şekillenmesi sosyal çevremizden aldığımız etkileşimlere açıktır. Kişisel ahlâkın en önemli donanımlarından olan vicdan, empatiden beslenir ve merhameti yeşertir; bu suretle de söylem ve eylemlerimizde sadece kendimize değil, diğer insan kardeşlerimize, bütün canlılara, giderek de cansız doğaya ve hatta eşyaya bile ihtimam göstermemizi sağlar. Dinlerin, felsefi ekollerin, kadim düşünce geleneklerinin neredeyse tamamının çıkış noktası olan vicdan, bizi sürekli izleyen, denetleyen, hesaba çeken, yol gösteren bir iç ses, bir derûni rehberdir. Vicdanımızın uyarılarını dikkate almadığımızda ortaya çıkacak olan iç huzursuzluğumuzun, ruhsal sıkıntımızın bize ödeteceği bedel ise, bilinen 12,000 yıllık tarih boyunca uygulanmış cezalandırma teknik ve yöntemlerinin hepsinden daha katlanılmazdır. Bu yönüyle vicdan azabı edebiyatta, etikte, teolojide, psikolojide kişinin maruz kalabileceği en ağır ceza olarak nitelenir çoğunlukla.

Birçok düşünür ve kanaat önderi tarafından ete - kemiğe bürünmüş vicdan, tecessüm etmiş empati ve vücut bulmuş merhamet olarak nitelenen Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin baş yapıtı, bana soracak olursanız, Suç ve Ceza romanıdır. Mezkûr eser empati - merhamet - vicdan olgularını merkezine alan bir edebiyat klasiği, bir kurmaca şaheseridir. Değerli dinleyicilerimizden bu romanı henüz okumamış olanların onu en kısa zamanda okumalarında ısrarcıyım; yanı sıra, daha önce okumuş olanların da, onu vicdan azabı merkezli olarak tekrar okumalarını şiddetle tavsiye ediyorum. Bu gibi önemli metinleri hayatımız boyunca birkaç kere okumanın, her yaşın algılaması ve idraki farklı olduğundan, her seferinde yeni bir entelektüel tecrübe ve zihni bir farkındalık yaratarak faydalı olduğu hususunda hepimizin ittifak ettiğine inanıyorum. Sevgili izleyenler; yarın aynı saatte yayımlanacak 2. programımızda mercek altına alacağımız mesele AŞK ve kendisine referans vereceğimiz metin ise Sabahattin Ali'nin başyapıtı olan Kürk Mantolu Madonna romanıdır. Hoşça kalın, sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dostlar.

ii)***02 Ocak 2024, Salı

TRT Radyo'nun değerli dinleyicileri, merhabalar. Ben Ziyaver Şencan, Bir Mesele, Bir Metin sohbetimizin bugünkü meselesi AŞK, referans vereceğimiz metin ise 'Kürk Mantolu Madonna' romanı.

Bilimi mutlaklaştırmayı ve bilimselci söylemin tartışılamaz dominantlığını öncelemeyi tenkit eden postmodern paradigmaya rahatlıkla motto olabileceğini düşündüğüm ve sadece insanın değil canlı ve cansız bütün mevcudatın varoluşunun temelinde yattığına inandığım AŞK'ın en güzel tariflerinden biridir Fuzûlî'nin şu dizeleri: 'aşk imiş her ne var âlemde, ilm bir kıyl'ü kâl imiş ancak.' Zannımca Fuzûli, ilm derken sadece mantık, mühendislik, astronomi, matematik, tababet vb'ni kastetmemiş; felsefe, tarih, tefsir, fıkıh, kelâm gibi disiplinlere de referans vermiş olsa gerektir. Dillendirdiğim argümanın muhatabı, insanın bir başkasına, bir olguya, bir misyona duyduğu kuvvetli sevgi, derin ve tutkulu bağlılık olarak tanımlayabileceğimiz aşk olgusuna Fuzûlî'nin yüklediği mâna ile; aşkı, varoluşun, mevcudatın, Kâinat'ın temel unsurlarından olarak gösteren düşünce hayatının kadîm geleneklerinin örtüştüğünü rahatlıkla görecektir. Bu kadîm görüşlerden birisi günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce Sicilya'daki Akragas kentinde Empedokles tarafından olgunlaştırılarak dillendirilen 'Dört Element', yânî 'Anâsır-ı Erbaa' teorisidir. Kozmolojinin ve ontolojinin temellerinden olan bu teori, Kâinat'taki her şeyin Ateş, Hava, Su ve Toprak tarafından oluşturulduklarını, iki temel kuvvetten, iki kurucu enerjiden Aşk'ın, bu temel elementleri çeşitli oranlarda bir araya getirerek gördüğümüz ve görmediğimiz her şeyi oluşturduğunu ve Nefret'in ise bu unsurları birbirinden ayırarak parçaladığını ve onları yok oluşa, ölüme sürüklediğini vâz'eder. Kâdîm kavrayışlardaki Dört Element'i birleştiren ve ayıran bu iki temel kuvvet, Aşk ve Nefret, aktüel kuramsal fizik ve kozmolojinin en favori paradigmalarından parçacık eksenli Standart Teori ile, temel parçacıklar yerine sonsuz küçük sicimleri varoluşun merkezine yerleştiren Süper Sicim Teorisi'nin Kozmos'u açıklama gayretlerine, 2500 yıl önce yapılmış bir girizgâh olarak düşünülebilir pekalâ. 

Aşk ve Nefret birbirlerini besler, birbirlerini doğurur, yek diğerini varlık alanına çıkarır; biri olmazsa diğeri de yokluğun hiçliğinde ikâmet eder. Aşk'ı, var oluşun, Kozmos'un kurucu unsurlarından, Kâinat'ın temel elementlerinden olarak gören binlerce yıllık kâdim anlayışların bize kazandırdığı bu meta perspektifi kaybetmeden, aşk hissini beşeri bir antite, insani bir olgu olarak değerlendiren gündelik yaklaşımlara doğru ilerlemenin vakti geldi.

Modern romancılık ve hikâyeciliğimizin kurucu babalarından Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna romanı, bir kadın ve bir erkek, Raif ile Maria Puder arasındaki aşkı anlatırken, insanlar arasındaki iletişimin zorluğu, hatta imkânsızlığı, insanın kendisini ve başkasını tanımasının önündeki zorlu engelleri, alışkanlıklarımızın ve öğrenilmiş çaresizliklerimizin bizi nasıl hükmü altına alıp yönettiği gibi kritik konuları da başarıyla işlemekte. Yanı sıra yazar, kuru bir didaktizme ve sevimsiz bir malûmatfuruşluğa düşmeden, eserinin satır aralarına yedirdiği oldukça başarılı felsefi ve psikolojik alt metinlerle bize Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ı ve Suç ve Ceza'sı ayarında bir başyapıt sunmayı başarmış. Yarınki programımızın meselesi BAŞARI, referans vereceğimiz metin ise Çizgilerle Üstün Başarı kitabı. Hoşça kalın, sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dostlar.

iii)***03 Ocak 2024, Çarşamba

TRT Radyo'nun değerli dinleyicileri, merhabalar. Ben Ziyaver Şencan, bugünkü Bir Mesele, bir metin sohbetimizin meselesi BAŞARI, referans vereceğimiz metin ise 'Çizgilerle Üstün Başarı' kitabı.

İnsanın düşünce tarihi boyunca yapılmış bir çok tarifi vardır; benim favori insan tanınım ise şöyle: İnsan hikâyeler uyduran ve onları paylaşmaktan zevk alan varlıktır.

Homo sapiens sapiens'in yaklaşık 100,000 yıllık tarihinin son 12,000 yılı, Tarım Devrimi yapıp yerleşik hayata geçtiğimiz dönem; hikâye uydurma, bunları paylaşma ve toplumu uydurduğumuz bu hikâyelere ikna etme noktalarında çok gayretliydik. 1. Endüstri Devriminin şafağının söktüğü 18. yüzyıl ortasında bu süreç hızlandı, 20. yüzyılın ikinci yarında ise insan türünün hikâye uydurma, paylaşma ve başkalarını ikna gayretleri zirve yaptı. Bunda, hiç kuşkusuz, sürekli olarak dev adımlarla ilerleyen teknolojinin ulaşım ve iletişim alanlarında sağladığı yeni imkânlar belirleyici rol oynadı. İçinden geçtiğimiz postmodern sonrası çağda, bahse konu bu hikâyelerin, bu anlatıların bazılarının, ikna güçlerinin derecesine bağlı olarak, zihnimizi âdeta müstemlekeleştirdikleri ve bunun üzerinden de davranışlarımızı domine ettikleri bir vakıa. Bu anlatılar bu hal ve mahiyetleriyle adeta dünyevi putlar haline gelmiş ve hayatımızı hacir altına almışlardır. Başarı anlatısı, sağlıklı yaşam anlatısı, fit - yakışıklı - güzel olmak anlatısı bunlardan ilk aklıma gelenler. Başarı anlatısı bütün diğer modern putlar içinde en tehlikeli olanıdır, zîrâ, bu yaklaşım bizi, bir işi yapış süreci boyunca ortaya koyduğumuz bütün gayret ve emekleri küçümsemeye, hayatımızı sadece o iş yapış sürecinin sonundaki neticeye, sonuca, 'tabela'ya bakarak değerlendirmeye iter. Modern aklı özellikle de 21. asrın ilk çeyreğinin sonuna geldiğimiz şu aktüel uğrakta tamamen kontrolü altına alarak sevk ve idare eden başarı putu, hayatımızın merkezinde olması gereken değerler setini erozyona uğratan, kaliteyi, derûniliği ve niteliği hayatımızdan hicrete mecbur eden, bizi niceliğin, yüzeyselliğin ve sayısallaştırılmış sakilliklerin hükümranlığına ve hükümdarlığına mahkûm ve mecbur eden bir fonksiyon ifâ eder.

Dr. John Eliot'ın yazdığı, Cullen Bunn'ın uyarladığı ve Nathan Lueth'in çizdiği Çizgilerle Üstün Başarı kitabı, grafik roman formatında bir kişisel gelişim kitabı olup, eleştirdiğim başarı anlayışını yüceltmesi bakımında dikkatle ve ibretle okunması gereken bir metin. Başarılı olmanın yegâne seçenek ve mutlak amaç görüldüğü anglo-amerikan eğitim ve iş sistemlerinin içine düştüğü açmazlara cevap olarak üretilen eser, stresi alt edilmesi gereken bir belâ değil, başarının olmazsa olmazı olarak gören ve okuruna, hayat mücadelesinde aklından çok içgüdü, sezgi ve duygularına itibar etmeye davet eden bir anlatı içermekte. Muhatabında 'bir kitap okudum, hayatım değişti!' dedirtecek türden iddialı bir etki yaratmaktan uzak olsa da, söz konusu metin, söylem ve eylemlerimizin alışılmıştan farklı olmasını önererek, kendine yardım etme ve geleceğini öz potansiyeliyle inşa etmeye çalışanlara bir alternatif sunmak iddiasında. Aksini îmâ ve iddia etse de, neticeciliği, tabelacılığı, sonuççuluğu mutlaklaştıran, başarıyı putlaştıran modern aklı kutsayan bu kitap, hayatını kaliteli ve nitelikli bir zeminde ve sonuç değil emek ve süreç odaklı olarak inşaa etmeye çalışanlara söyleyecek derde devâ ve sadre şifâ mahiyette sözü olmayan bir metindir ve eleştirdiğimiz BAŞARI PUTU'nun zaafiyetleriyle malûldür. 

Yarınki programımızın meselesi HİÇLİK, referans vereceğimiz metin ise 'Hiç Yoktan Bir Evren' kitabı. Hoşça kalın, sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dostlar.


iv)***04 Ocak 2024, Perşembe 

TRT Radyo'nun değerli dinleyicileri, merhabalar. Ben Ziyaver Şencan, Bir Mesele, bir metin sohbetlerimizin biriyle daha karşınızdayız. Bu günkü meselemiz HİÇLİK, referans vereceğimiz metin ise 'Hiç Yoktan Bir Evren' kitabı. Diyelim ki durgun ve sıkıntılı bir haldesiniz ve bir dostunuzun 'neyin var, keyifsiz gibisin' demesi üzerine de cevaben 'hiçbir şeyim yok' diyerek geçiştirdiniz onun sorusunu. Bilmem farkında mısınız, bu cevabınızla felsefe yaptınız, hem de eskiden 'felsefe-i ûlâ' denilen felsefenin en üst derecesi olan metafizik disiplinine girerek gerçekleştirdiniz bunu. Deneyimlediğimiz, gözlemlediğimiz, yaşantımızın parçası olan olgu, olay ve süreçler fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, astronomi gibi tabiat bilimlerinin, 'Sonsuzluk' ve 'hiçlik' gibi algılayamayacağımız, ölçümleyemediğimiz ve deneyimleyemeyeceğimiz antiteler ise metafiziğin iştigal sahasına girer. Matematikte hiçlik, bir şeyin yokluğu olarak tanımlanır ve '0' (sıfır) sembolüyle gösterilir. Bir sayının solundaki hanede yer alarak hiçliğe / yokluğa referans veren sıfır bu türden bir matematik olgudur. Hiçlik, diğer birçok kavram gibi, zıttı olan 'sonsuzluk' ile birlikte oluşur zihin dünyamızda. Sıfır gibi metafizik bir kavram olan sonsuzluk da algılayamadığımız ve deneyimleyemediğimiz bir diğer antite, bir başka matematik enstrümandır. Fiziğe konu olan maddi dünyanın unsuru fizikî varlıklar, metafiziğin konusu olan hiçliğin izdüşümü 'yok-varlık'larla birlikte karşıtların / zıtların birliği ilkesi çerçevesinde diyalektik bir set oluştururlar. Söz konusu ikili set; 'dişil - eril', 'aydınlık - karanlık', 'iyi - kötü', 'yanlış - doğru', 'sıcak - soğuk', 'canlı - ölü' ikiliklerinde olduğu gibi birlikte var olurlar, birbirlerini anlamlı kılar, zenginleştirir, var eder ve yok oluşa taşırlar. 

Hiçlik, Kozmoloji ve parçacık fiziği disiplinlerinde hayati ve de genel kabul gören anlayışların zıttı mahiyette bir yer işgal eder. Kozmolojide Evren'in ortaya çıkışına dair genel kabul gören Big Bang Teorisi, Evren'in oluşturan her şeyin, madde ve enerjinin tamamı ile bunları barındıran 4 boyutlu uzay-zaman sürekliliğinin hiçlik, yokluk mertebesindeki sonsuz küçük ve boyutsuz bir noktadan patlayarak 13.8 milyar yılda bugünkü haline geldiğini argümante eder. Parçacık Fiziği'nin Kuantum Dalga Mekaniği Teorisi ise, Kozmolojinin 'boş uzay' dediği alanın tamamen boş olmadığını, onu neredeyse dolduran kuantum köpüğünde sürekli olarak 'madde' ve 'karşı-madde' partiküllerinin belirip yok olduklarını vaz'eder, ki, atom altı parçacıklardan galaksilere kadar gözlemlediğimiz, deneyimlediğimiz her şey de işte bu kuantum köpüğündeki dalgalanmaların neticesinde çıkmıştır ortaya. Bir diğer deyişle Kuantum Fiziği, 'HİÇ'ten, 'HİÇLİK'ten ortaya çıkıveren bir Evren anlayışının temellerini atar.

Kozmoloji ve parçacık fiziğiyle kuantum teorisindeki bahse konu hiçlikleri mükemmel surette mercek altına alarak açıklayan bir kitap öneriyorum mezkûr disiplinlerin meraklılarına: Lawrens M. Kraus'un yazdığı Hiç Yoktan Bir Evren. Şayet bu sohbetimize konu olan kozmolojik mevzular ilgi alanınızda ise, bu kitabı bir solukta okuyacağınızın garantisini veriyorum.

Yarınki programımızın meselesi SONSUZLUK, referans vereceğimiz metin ise 'Zaman Döngüleri - Kuantum Evreninin Olağanüstü Macerası' kitabı. Hoşça kalın, sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dostlar

v)***05 Ocak 2024, Cuma 

TRT Radyo'nun değerli dinleyicileri, merhabalar; ben Ziyaver Şencan, Bir Mesele, bir metin sohbetlerimizin biriyle daha karşınızdayız. Bu günkü meselemiz SONSUZLUK, referans vereceğimiz metin ise 'Zaman Döngüleri - Kuantum Evreninin Olağanüstü Macerası' kitabı. Bir önceki sohbetimizin konusu olan HİÇLİK olgusunun zıddıdır bu sohbetimizde mercek alacağımız SONSUZLUK antitesi. Sonsuzluk olgusu da, zıddı olan hiçlik gibi, algılayamadığımız, ölçümleyemediğimiz, deneyimleyemediğimiz, tanımlayamadığımız, bu yüzden de tam olarak anlayamadığımız metafizik kavramlardandır. İnsan aklı fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, astronomi ve kozmoloji gibi maddi dünyaya dair süreçleri gözleyen, izleyen, ölçen, değerlendiren tabiat bilimlerinde sonsuzlukla işlem yapamaz, zîrâ, sonsuzluk işleme sokulduğu alanlarda belirsizliklere yol açar.  Diyelim ki bu disiplinlerdeki bir operasyonumuzun herhangi bir aşamasında sonsuzluk olgusu belirdi, işte o zaman,  ortaya çıkan bu anormal ve istenmeyen durum re-normalizasyon süreci denilen bir operasyonla normalize edilir ve sonsuzluk denklemin dışına atılarak belirsizlik ortadan kaldırılır. İnsan idraki sonsuzluğu sadece soyut, uygulamasız, pür matematiksel işlemlerde operasyona sokar; müdrikemiz sadece matematik disiplinlerinin bünyesinde sonsuzlukla başa çıkabilir. Böyle diyorum ama, matematik bünyesindeki sonsuzluk temelli enstrümanlar da öylesine sıra dışıdır ki, mantığımız onları bu zihni disiplinde bile anlamlandırırken çok zorlanır. Matematiksel sonsuzlukla ilişkili süreçlerin oluşturdukları resimleri işte bu yüzden gözümüzde canlandırmakta yetersiz ve hatta âciz kalırız. 

Sayılar Kuramı üzerinden bu dediklerimi örnekleyeceğim: Eksi sonsuzdan sıfıra kadar olan negatif tam sayılar kümesinin sonsuz elemanı vardır, buna 'eksi küme' diyelim. Sıfırdan artı sonsuza kadar olan pozitif tam sayılar kümesinin de sonsuz elemanı vardır, buna 'artı küme' diyelim. Eksi sonsuzdan artı sonsuza kadar olan tam sayılar kümesinin de sonsuz elemanı vardır, buna da 'tam küme' diyelim. Matematikle ortalamanın üstünde ilgilenen az sayıda kişi dışındakilerin mantığının kabullenmekte zorlanacağı bir denklem kuruyorum: 'eksi küme' = 'artı küme' = 'tam küme'. Devam edelim: 0.1 ile 0.01 arasındaki gerçek sayılar kümesinin de sonsuz elemanı vardır, buna 'gerçek küme' diyelim. İşte size, mantığınızın asla kabul edemeyeceği bir denklem daha: 'gerçek küme' = 'tam küme'. İnanılır gibi değil, öyle değil mi? Sonsuzlukla temas ettiği olay ve süreçlerde insanın mantığı, sağ duyusunu işte böyle taca çıkar, ezberlerimizin mimarisi işte böyle parçalanır! 

Roger Penrose'un yazdığı 'Zaman Döngüleri - Kuantum Evreninin Olağanüstü Macerası', sonsuzluk olgusunu kozmoloji düzeyinde inceleyen bir monografi. Evrenin tarihine dair dominant anlatı, onun günümüzden 13.8 milyar yıl önce gerçekleşmiş Big Bang denilen bir patlama ile hiçlikten ortaya çıktığı şeklindedir. Roger Penrose, söz konusu metinde, evrenimizin sonsuz Big Bang'leri içeren her birine EON denilen bir sonsuz ve döngüsel evrenler şeklinde ezelden gelip ebediyete kadar uzanan başlangıçsız ve bitimsiz bir hayat çizgisi olduğunu savunmakta. Felsefe, fizik, matematik ve kozmoloji meraklıları için benzersiz bir hazine ve çok kıymetli bir mücevher bu kitap, demedi demeyin değerli dinleyenler.

Bir sonraki programımızın meselesi PARADOKS, referans vereceğimiz metin ise 'Paradoksun Kısa Tarihi' kitabı. Hoşça kalın, sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın sevgili dostlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder