Ahmet Hakan, Ertuğrul Özkök'ün dinle ilgili yazılarını yayınlanmadan önce mutlaka okusun!


Bilmem sizin de dikkatinizi çekti mi, ‘Ertuğrul Özkök’ü okumuyorum’ demek son zamanlarda çok yaygınlaştı, adeta sosyolojik bir ritüel, entelektüel bir tarz halini aldı. Bu beyanın, esasen, hakikatle mutabık olmadığına inananlardanım. Aklı başında insanların, böylesi bir konuda hilaf-i hakiki beyanda bulunma ihtiyacını neden hissettikleri mevzuuna, konunun oldukça çetrefilli olması hasebiyle, burada girecek değilim. Lâkin, şu kadarını söylemeden de geçemeyeceğim: ben Ertuğrul Özkök’ü okuyorum, hem de, onu genel manada müstekbir ve birçok konuda da gayri samimi bulmama karşın, altını çizerek okuyorum.

Yazımın devamında kullanacağım 1. Cumhuriyet / Eski Türkiye ve 2. Cumhuriyet / Yeni Türkiye kavram çiftlerini, kendilerine olumlu ya da olumsuz kıymet hükümleri atfetmeden, sadece fikirlerimin daha net dillendirilmesine dair sağladıkları operatif pratiklik bakımından tercih ettiğime işaret ederek devam ediyorum satırlarıma. 1. Cumhuriyetin / Eski Türkiye’nin, bir diğer deyişle, AKP’nin, kelimenin hakiki manasıyla ‘iktidar’ olamadığı 2008 yılı öncesinde Türkiye’yi yöneten hakim sınıfların en önemli kanaat önderlerinden olan Özkök; özellikle 12 Haziran 2011 seçiminden sonra yoğunlaştırdığı gayretlerine karşın, AKP’nin inşa ettiği 2. Cumhuriyetin / Yeni Türkiye’nin hakim sınıflar bloğuna sızmayı başaramadı henüz. Sızamadı ama, küresel anlamda bakıldığında, onun, onlarca yıl boyunca adeta kanaviçe işler gibi kurduğu ilişkileri sayesinde, başta Rupert Murdock ve onun üst düzey profesyonelleri olmak üzere, medyanın global aktörleriyle sıkı fıkı olmayı başardığını da teslim etmek zorundayız. İşte, sadece bu nedenden dolayı bile, Özkök’ü takip etmenin, salt ülkemizdeki değil, bölgemizdeki ve hatta dünyadaki yeni küresel medya düzeninin şifrelerinin çözülmesine hizmet edeceğine inananlardanım.

Özkök’ün (diğer bazı kanat önderleriyle ile birlikte); zengin bir entervale yayılan beşeri, sosyal, psikolojik, politik ve entelektüel atakları kombine bir şekilde gerçekleştirerek bugüne değin ertelenmesine katkı verdiği (cari olmasını temenni ettiğimin dahi düşünülmesinden rahatsız olacağım ve hicap duyacağım) ‘Ergenekon Dava sürecine sanık olarak dahil edilmesi’ için düğmeye basılması halinde, bunun, önemli bir kırılma noktası olacağını sananlardanım. Kırılma noktası dedim, zirâ; sezgim odur ki; Ertuğrul Özkök’ün 28 Şubat sürecinde ve 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde izlediği yayın politikaları gerekçe gösterilerek mezkûr adli sürece dahil edilmesi durumunda, bu, söz konusu dava içi bir nevi ‘eşik atlama’ işlevi görebilecektir. Öyle ki; bu hamlenin akabinde oluşabilecek toplumsal rezistans ve sosyal psikolojiye göre; bürokrat, iş adamı, politikacı, gazeteci, sanatçı vd pozisyonlardan ve mesleklerden bazı medyatik ‘Beyaz Türkler’e de operasyon yapılabilecektir.

Benim nokta-ı nazarımdan Ertuğrul Özkök, ‘Eski Rejim’in işte bu derece merkezi figürlerinden birisidir. Hâl böyle olunca, pek tabiidir ki, onu izlememek gibi bir lüksüm de yoktur .
Özkök, hafta içi siyasal yazılar yazmak, hafta sonu ise gayrı-siyasi olgulara, umumiyetle de kadın – erkek ilişkileri gibi ‘light’ konulara dair kalem oynatmak şeklindeki ‘köşecilik’ ekolünün sadık uygulayıcılarındandır. Onun, 19 Şubat 2012, Pazar günü ‘Bu Kâinatın en bağışlanamaz günahı sevişmek mi’ * başlıklı yazısı bu anlayışa bir tipik örnektir.

Mezkûr yazısında Özkök, retrospektifinin çok sayıdaki diğer türdeş metninde de yaptığı üzere; kâh (farkında olmadığını üzülerek müşahade ettiğim) dini konulardaki cehaletinin, kâh iyi niyet hudutlarının epeyce dışarısında dolaşan yargılarının, kâh İslâm’ı (bu konudaki anormal yetersizliğine karşın) kafasındaki kadın – erkek ilişkileriyle tevil gayretlerinin ve kâh bu inanca ‘dışarıdan’ bakıyormuş intibaını vermeye çalışan (Taha Kıvanc’ı taklitten kaçındığım için kullanmaktan olabildiğince imtina ettiğim ‘pop sosyolog’vari) ‘ilmi’ ve çakma ‘oryantalist’ duruşunun domine ettiği ve asal bileşenleri olduğu ‘ibretlik’ bir 'fikirler manzumesi'ni bu sefer de ikmal etmeyi ve ramp ışıklarının altına, ateş hattına, okurlarının huzuruna fırlatmayı başarmıştır.

Bu ‘antolojilik’ve ibretlik yazısında Özkök; Adem’in, İslâm dinince peygamber addedilmemesinin nedeninin, onun, Havva ile sevişmesi olduğunu öne sürmüştür. Oysa ki, ilköğretim çağındaki bebelere din ve ahlâk bilgisi derslerinde de öğretildiği üzere, peygamberler, dinen caiz olmayan pratikleri eyleyen cemaatleri doğru yola davet için gönderilir. Adem ile Havva’nın, cemaat olarak tavsif edilebilecek bir sosyolojik toplam oluşturamadıkları ortadayken (cemaatten bahsedebilmek için, en azından iki elin parmakları mertebesinde bir popülasyonun söz konusu olması gerektiği ‘sosyolojiye giriş 101’ dersinin demirbaş önermelerindendir) ‘Eski Türkiye’nin dominant kanaat önderi Özkök, Adem’in İslâm dinince nübüvvet ehlinden sayılmaması keyfiyetini, tarihsel ve teolojik bağlamlarından kopararak ve epistemik içeriğinden soyutlayarak, kendi meşrebine uygun bir şekilde yorumlamıştır. Bu ‘bel altı’ yorum, okuruna, en iyimser yaklaşımla, yazarının, ‘din kültürüne giriş 101’ dersinin , yukarıda zikrettiğim en basit, en temel ve en hayati argümanlarından birisinin bilgisinden bile bihaber olduğunun kuvvetli emarelerini sunmaktadır. Öte yandan, Ertuğrul Özkök, meselâ şaraba, meselâ şov dünyasının starlarına, meselâ sekse ve meselâ markaları ve tüketimi yücelttiği vahşi liberal ideolojisinin envai çeşit görüngüsüne dair yazdığında asla yapmadı hataları, asla düşmediği çelişkileri de cömertçe sergilemektedir dine – diyanete dair olan metinlerinde. Mercek altına aldığım yazısı da bu fasileden olan, dolayısıyla da, ontolojik ve epistomolojik duruş ve tahlil zafiyetleriyle malûl addedilebilecek bir metindir.

Ertuğrul Özkök, aşağıdaki link üzerinden tamamına erişebileceğiniz yazısında, ilâhiyatçı Mustafa Sağ’ın ‘Kur’an’a göre Adem peygamber mi?’ kitabından yaptığı alıntılarda ve buna dair yorumlarında öylesine fahiş bir hataya imza atmıştır ki, onun dini konulardaki eski sabıklarına vakıf olmasına karşın, bu satırların yazarına bile ‘yok artık Ertuğrul Özkök, daha neler!’ dedirtmeyi başarmıştır.
Tamamı, neredeyse bütünüyle problemli ve çelişik iddialarla dolu olan bu yazının, sadece söz konusu ettiğim hatasına işaret ederek tamamlıyorum satırlarımı.

Ertuğrul Özkök; ‘Mustafa Sağ, ‘Hayır, Adem peygamber değildir’ diyor. Ona göre Kur’an’da kimlerin peygamber olduğu açıkça yazılmıştır. Bu isimler arasında Adem yoktur.’ dedikten çok değil birkaç satır sonra bakın yazısına nasıl devam ediyor: ‘Mustafa Sağ, Kur’an’da ismi geçen peygamberlerin hepsinin adlarını çıkarmış. Kur’an’da adı açıkça yazılmış 25 peygamber şunlarmış: ‘Adem, İdris, Nuh,……’. Özkök’ün yaptığı alıntılara bakılacak olursa (referans verdiği kitap elimde olmadığı için sağlamasını yapmadan paylaşıyorum), ya ilâhiyatçı Mustafa Sağ hoca ne dediğini bilmeyen, çelişki ve fahiş hatalarla dolu bir kitaba imza atmış bir akademisyendir; ya da , Ertuğrul Özkök, dini bir kitabı okuyup anlayabilecek ve ondan doğru düzgün alıntı yapabilecek kapasite ve basiretten dahi yoksundur.

Evet, Özkök, İslâm dinine ve diyanetine dair olan mevzularda, her nedense, işte böyle (lâkırdımın tam da burasında, söyler misiniz lütfen, bu yazdıklarından sonra ona çakmayayım da ne yapayım) çuvallamakta beis görmeyen bir performansın eyleyicisidir ne yazık ki.

Bu konuda, halefi Enis Berberoğlu’na; Hürriyet Gazetesi ve Özkök için hayırlı olacağını sandığım bir önerim olacak. Berberoğlu, selefinin, dine - diyanete dair yazılarını Ahmet Hakan’a okutsun. Bu suretle, hiç olmazsa, yukarıdaki türden ‘anormal ve fahiş’ hataların önüne geçilmiş olur.

Bu metnin muradı, merkez medyanın halâ da en önemli gazetesi olan Hürriyet’teki marazi bir görüngüyü teşhir ve tenkit etmektir. Öte yandan; okumayı, daha beş yaşındayken, kendi kendisine, eve alınan Hürriyet gazetesinin manşetleri üzerinden söken bu satırların yazarının, mevkute bağlamındaki ilk göz ağrısına bir nevi hizmeti ya da ‘kıyağı’ olarak okunursa bu yazım, bundan da gocunmam doğrusu.

Ancak, ‘Ziyaver Şencan, kendisinden bahsettirmek için, basının en önemli kalemlerinden birisine çakmaya çalışmış’ şeklindeki yorumlara da gönül koyar, itiraz ederim. Bu da böylece bilinsin isterim.

*http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19951453.asp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder