3 ölümcül hatamız: o elmayı yemek, Habil’i öldürmek, toprağı çitle çevirmek


Kozmik Yumurta




Cennet'ten kovulma




'İnsanoğlunun milyonlarca yıllık macerasında yaptığı en ölümcül, en önemli, en vahim hataları nedir?' diye sorulsa, bu yazının başlığını, yani ‘cennetten kovulmasına yol açan o elmayı yemesini; Kabil’in kardeşi Habil’i, kıskançlık yüzünden, öldürmesini ve tarım devriminin gerçekleştiği 12,000 yıl önce, kimliği meçhul malperest bir çiftçinin ektiği toprağı ilk defa çitle çevirerek ‘burası benim!’ diye sahiplenmesi demek mümkündür bana kalırsa. 



Habil ve Kabil

İlki teolojinin, ikincisi sosyolojinin, sonuncusu ise ekonomi-politik ve tarih disiplinlerinin ilgi alanına giren bu üç ölümcül hata, bugün insanlığın yaşadığı bütün sıkıntıların asli müsebbibidirler.

Aşağıdaki satırlar, bu argümanlarımın altını doldurmaya yönelik olan bir entelektüel gayretin mahsulüdürler.

Bir şeyi anlamak için her şeyi anlamak ve bir şeyi anlatmak için her şeyi anlatmak şart mıdır?

Evet, bazı durumlarda bu şarttır.

İnsanoğlunun Temmuz 2015 itibarıyla hal-i pür melâlini anlayabilmek için, kozmik varoluşumuzun en başından bu yana, yânî, ‘gaz ve toz bulutu’ndan beri ne olmuş olabileceğine dair tefekkür etmek zorunda oluşumuz, işte bu çeşit bir gerekliliğin sonucudur.

Asırlarca ve asırlarca süren din, mezhep ve etnik milliyetçilik temelli savaşlarda yapılan akıl almaz zulümleri; Hiroshima ve Nagazaki’yi; toplama kamplarını; dünya gelir dağılımının giderek bozulan ve artık iyice ahlâksız bir manzara arz ederek pornografik bir mahiyet arz etmeye başlayan aktüel dengesizliğini; finans, otomotiv, petro-kimya, nükleer enerji, sigara ve silah endüstrileri başta olmak üzere, küresel ekonominin neredeyse bütün bileşenlerinin, çevreye ve insanlığa zarar vermesinin, ekonomik krizlerin önüne geçilememesinin nedenlerini lâyığıyla anlayabilmek için öykümüzü başa, taaaaaaaaaa en başa kadar geriye doğru sarmak zorundayız. Bir diğer deyişle, insanoğlunun öyküsünü, içinden doğduğu evrenin rahmine doğru bir regresyon fazına sokmamız, onu Big Bang’e kadar geri götürmemiz şarttır.


Tarihteki ilk toprak çevirme ve mülk edinme ilk ciddi gasptır.
Varoluşun kozmik rahmine doğru yapacağımız bu regresif zaman yolcuğunun referans verdiği o mezkûr öykü kabaca 14 milyar yıl önce başladı.

İnsanoğlunun mahiyetine dair hiçbir şey bilemediği ‘fizik ötesi (metafizik) bir varlık’ın sonsuz küçük bir parçacığında (Kozmik Yumurta, Cozmic Egg) yoğunlaşmış olan sonsuz yoğun, sonsuz enerjik, sonsuz bilgi / mesaj yüklü bir ‘Kozmik Yumurta’, sonsuz bir enerji saçarak patladı.

Buna kozmologlar, astronomlar, teorik fizikçiler Büyük Patlama (Big Bang) dediler.

İlkin, atom altı parçacıklar, mahiyetini bilmek için milyarlarca dolarlık araştırmalar yapmayı göze aldığımız ‘Başlangıç’tan, Büyük Patlama’dan önce de var olan o ‘fizik ötesi şey’in içinde ışık hızı ile yayılmaya başladı.

Atom altı parçacıklar atomları, atomlar molekülleri, moleküller elementleri, elementler gaz ve toz bulutlarını, gaz ve toz bulutları ilk yıldızları, ilk yıldızlar ilk galaksileri, ilk galaksiler, ilk galaktik kümeleri oluşturdu.

Varoluşun ilk 9 milyar senesinin aşağı yukarı böyle cereyan ettiği tahmin edilmekte.

5 milyar yıl önce, bir ateş topu kıvamında olan dünyamız, sonradan güneş diye isimlendirilecek olan çok genç bir yıldızın çekim gücüne kapıldı.

Dünya döndükçe soğudu, soğudukça döndü.
Soğudukça, etrafındaki gazlar yoğunlaşıp yağdılar üzerine.
Okyanuslar oluştu ve ardından onun derinliklerinde tek hücreli canlılar oluştu.
Çok hücreli canlılar geldi ardından. Bunu, gelişmiş bitki ve hayvanların ortaya çıkışının izlediği sanılmakta.

İnsanoğlunun ilk atalarının ortaya çıkışı 5 – 7 milyon yıl; modern insanın (homo sapiens  = düşünen insan) ortaya çıkışı 180,000 – 160,000 yıl, düşünsel kapasite bakımından günümüz insanına en yakın insanın (homo sapien sapiens = düşündüğüne dair düşünebilen insan) ortaya çıkışı ise 80,000 – 60,000 yıl öncesine tarihlenmektedir.

İnsanoğlunun, yaşadığı dünyanın ötesinde bir dünyanın da, fizik / maddi alemden farklı bir ortamın da var olduğuna dair düşünce sahibi olması ise en az 30,000 yıllık bir evveliyata sahiptir. Bu kanaate, antropo-arkeolojinin, atalarımızın ölen yakınlarını gömerek ikinci hayatına hazırladıklarına dair olan buluntuların tarihlendirilmesiyle erişilmiştir.

Medeniyet tarihinin bir diğer dönüm noktası kabaca 12,000 yıl öncesine tarihlenen tarım toplumuna geçiştir. Ailenin, özel mülkiyetin, sınıfsal farklılıkların ve devletin temelleri tarım toplumuyla birlikte atılmıştır. İnsanoğlunun, ektiği toprakları çitle çevirerek ‘bu toprak benim!’ demesi, tarım toplumunu, ondan önceki avcı-toplayıcı-göçebe medeniyetten ayıran en önemli kriterlerdendir.

Tarih öncesini tarihten, karanlık-bilinmeyen çağları bilinen çağlardan ayıran kriter yazının icadıdır. Mezopotamya’daki Sümer Medeniyeti, MÖ 3,500 dolaylarına tarihlenmiş bilinen ilk yazılı kayıtların yaratıcısıdır. Bu yüzden de Sümerler, yazı öncesi ‘karanlık çağlar’ı bitiren ve tarihi çağları başlatan uygarlık olarak bilinirler. Bir diğer ifadeyle, efsanevi Asur bilimci ve Sümerolog Noah Cramer’in veciz ifadesiyle ‘Tarih Sümer’le başlar’.

Medeniyetin bir diğer önemli dönemeci çok tanrıcılıktan tek Tanrı düşüncesine ve inanışına geçiştir. Maddi yaşam koşullarının, üretim biçiminin ve üretim tarzının yanı sıra, insanoğlunun tasavvur ve tahayyül aleminin de etkisiyle şekillenen medeniyet, tek Tanrı inancıyla yepyeni faza geçmiş, çok tanrıcılık ve paganizmin vaat ettiğinden farklı bir gelişim çizgisinde ilerlemeye başlamıştır. Bu faz değişimi, İbrani peygamberi Avraham (Abraham, İbrahim) sayesinde MÖ 2,000 dolaylarında gerçekleşmişti.

Son 4,000 yılda yaşadıklarımız, medeniyeti, insanlığı ve hatta dünyadaki bütün hayatiyeti koşar adım yok oluşa doğru sürükleyebilecek vahamettedir. Savaşlar, toplama kampları, dünyayı yüzlerce defa yok etme potansiyeline sahip olan termo-nükleer  silahlar, sistematik aşağılama ve zulümler, soykırımlar, küresel servetin giderek çok daha az kişinin elinde yoğunlaşması, ekolojik felâketler, ekonomik krizler bu 4,000 yıllık periyota öne çıkan olumsuzluklardır.

Adem ile Havva’nın, yılan görünümlü İblis’in aldatmasına sonucu, Tanrı’nın buyruğunu çiğneyerek ‘İyilik ve Kötülüğü Bilme Ağacı’nın meyvesini yemesi ve Kabil’in, kıskançlık yüzünden kardeşi Habil’i öldürmesi gibi teolojinin ilgi alanına giren iki çok önemli fenomen hakkında ayrıntılı analiz yapmak bu yazının hudutları dışındadır. Bu metinde, inanca dair olan bu iki olayın, insanlığın müşterek şuur altında çok temellice bir yere sahip olduğuna, bu yüzden de, insanoğlunun sosyal pratiklerinin çok önemlice bir bölümünün dip sularında tesirlerini hissettirdiğine vurgu yapmakla yetineceğim.

Yaklaşık olarak 12,000 yıl önce, ekip biçtiği araziyi çevirerek sahiplenen ve bu eylemini de ‘hudutlarını belirleyerek etrafını çevirdiğim bu topraklar benimdir. Bu topraklar bana kutsal bir kaynak tarafından vaat edildi, sunuldu. Bu toprakların benden sonraki sahiplerini de bu çerçevede ben tayin edeceğim’ diyerek dünyaya ilân eden insan, kendisinden sonra yaşanan ve yukarıda zikredilen bütün olumsuzluklarda ciddi manada sorumluluk payına sahiptir.

Becer(ebil)dim mi bilemiyorum doğrusu; lâkin, bir şeyi anlamak için her şeyi anlamak ve bir şeyi anlatmak için her şeyi anlatmak gibi bir anlayışla kaleme aldığım okunmakta olunan satırların hitamı şöyle yapmanın anlamlı ve yerinde olacağını düşünüyorum: Yaşadığımız ve gün geçtikçe de derinleşme istidadı yaşayan aktüel küresel ekonomik krizin ve onun bir parçası (komponenti, boyutu, fazı) olduğu medeniyet buhranının, global ölçekteki otoriterleşme eğilimleriyle termonükleer bir dünya savaşı ihtimalini giderek maksimize ettiğine inanan karamsarlardanım. Bu oldukça karanlık ve pesimist projeksiyon kazındığında, altındaki alt metinlerin en belli başlılarının yukarıda bahsettiğim o teolojik (Adem ile Havva'nın Cennet'ten kovulmalarına yol açan itaatsizlikleri), sosyolojik (iktisadi, beşeri ve psikolojik dinamikler yüzünden kardeşini öldürme cürmü) ve ekonomi-politik (kabaca 12,000 yıl önce gerçekleştirilen o ilk araziyi çevirerek özel mülkü haline getirme tercihi) temelli antiteler olduğu görülecektir. 

Yaşadığımız bütün sıkıntıların nedenlerini, 14 milyar yıl önceki Big Bang’e kadar sorguladığımızda, bana göre ortaya çıkan ‘olağan şüpheliler’ bunlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder