Hızla değişen ülke gündemi, bize, vicdani reddi de 2 günde unutturdu
Vicdanî ret meselesi geçtiğimiz günlerde ülkemizin ‘sıcak’ tartışma konusuydu. Gündemin çok hızlı değiştiği, ‘önemli olaylar’ın, tabiri caizse, ışık hızıyla tüketildiği Türkiye bu konuda da şaşırtmadı bizleri ve söz konusu tartışma, tekrar gündemi işgal edeceği gelecekti o belirsiz ana değin, terk ediverdi ilgi alanımızı.
İnsanlarının ağırlıklı olarak duyguları temelinde davrandıkları, 30 yıldır da ciddi bir çatışma ortamının yaşandığı Türkiye, esasen dünyanın diğer birçok ülkesinde de tartışılmasının problemli bir saha yarattığı vicdani ret konusunun kolaylıkla müzakere edilebildiği bir coğrafya değildir. Öte taraftan, bahse konu nedenler, vicdani reddin ülkemizde oldukça muhataralı bir alan olmasını anlaşılabilir kılmaktadır.
Vicdani ret nedir?
Söz konusu olgunun, üzerinde umumiyetle hemfikir olunan tarifi ‘bir şahsın dini, ahlâki ya da siyasi rezervleri yüzünden askere gitmeyi kabul etmemesi’dir. Bu tür kişiler, umumiyetle kendilerini pasifist ya da anti-militarist olarak adlandırmayı tercih ederler.
Vicdani retçilerin silah altına alınmaya karşı çıkarken dayandığı temel argümanları ‘insan öldürmeye esastan karşı olmak; silahlanmayı ve silahlanmış şahıslarla aynı yapı içinde olmayı temel kabullerine ters bulmak ve her ne sebeple olursa olsun; konum, pozisyon, statü, sorumluluk ve görevlerin net olarak belirlendiği hiyerarşik yapılarda bulunmayı içlerine sindirememek’tir.
Bugün Birleşmiş Milletler ve Avrupa Parlamentosu tarafından temel insani haklar arasında tanımlanan vicdani ret, yönetici elitlerimizin 2 asırdan uzun bir süredir ‘Kızıl Elma’sı halini alan ‘Batı Medeniyeti’ni yakalama ülküsü’nün de zaruri bir sonucu gibi durmaktadır. Zira, Batı Alemi içinde sayılan birçok ülkede, yaklaşık olarak 100 yıldı, bu hak anayasal güvence altına alınmış durumdadır. Bu ülkelerin bazılarında, vicdani retçilere şart koşulan zorunlu kamu hizmeti diğer bazılarında yasal bir zorunluluk haline getirilmemiştir. Şayet vicdani retçi, zorunlu kamu hizmetini de kabul etmiyorsa, bu durumda o kişi ‘toptan retçi’ olarak tanımlanmaktadır.
Tarihsel gelişim seyri içinde vicdani ret
Fikri temelleri binlerce yıl öncesine kadar uzanmasına karşın; felsefesinin kristalize olması, etkin bir şekilde dillendirilmesi ve geniş kitlelerle buluşması ancak 1850’lere kadar inebilen vicdani ret, savaş hali gibi kimi tarihsel konjonktürlerde anayasal güvenceye sahip olduğu ülkelerde bile askıya alınabilmektedir.
Tarihsel gelişimini özetlemeye çalıştığım vicdani ret olgusunun, gerek son 25 yılda tartışılmaya başlandığı Türkiye’de ve gerekse de anayasal güvence altına alındığı ülkelerde geleceğinin çok da parlak olmadığını düşünüyorum. Bunun nedeni, dünyanın yaşadığı ve derinleşme istidadı taşıyan ekonomik krizin provoke ettiği iktisadi, jeo-politik, jeo-stratejik, ideolojik, ahlâki, sosyolojik sonuçların; sistemin eski (ya da aktüel) yönetici elitiyle, yükselen ve dünyayı yönetmeye aday olan yeni elitini sıcak bir global çatışma çıkarmaya, bir diğer deyişle 3. Dünya Savaşı’nın tarafları olmaya neredeyse mecbur etmesidir.
Vicdani ret tercihi, ancak demokratik bir iklimde hayat bulabilir
Gerek verili kapitalist sisteme hayırhah ve muvafık yaklaşan kanaat önderlerinin ve gerekse de ona mesafeli, eleştirel ve hatta inkârcı yaklaşan her tandansdan sistem muhalifi aydınların hemfikir oldukları husus, piyasa ekonomisinin; kaçınılmaz ve devrevi olan krizlerinin yol açtığı yapısal anomalilerini, ilk etapta düzeltici krizle (correcting crisis), onunla olamıyorsa bu kez de düzeltici savaşla (correcting war) tamire kalkıştığıdır.
Kapitalist sistem, 1960’ların sonunda girdiği, en bariz emaresini ise Bretton Woods’un temellerinden olan Dolar – altın irtibatının kopuşunun oluşturduğu krizini, 1980’lerin başında Teacher – Reagan eliyle devreye soktuğu ve anayasası ‘Washington Consensus’ olan ‘neo-liberal atak’la 2000’lerin başına değin öteleyebilmişti. Bu süreçte oluşan iktisadi anomalilerin çözümü için çıkarılan ve 15 Eylül 2008’de Lehman Brothers’ın iflası ile zirve yapan düzeltici kriz, onu sahneleyenlerin arzu ettiği sonuçları oluşturmadı. Bunun üzerine, sistemin elitleri (Atlantik İttifakı, ya da Washington – Londra – Berlin – Paris aksı) ister istemez eskisinden oldukça farklı bir devam yolunu tercih etmek zorunda kaldılar.
Verili kapitalist sistemin yaklaşık 3.5 yıldır tercihi haline gelen bu yeni çözüm, esasen sistemin provoke ettiği düzeltici krizlerin işe yaramadığı her durumda devreye soktuğu düzeltici savaştır. İşte bu yüzden, yaşadığımız global krizin ilk ciddi emarelerinin belirdiği 2008 ilkbaharından beri bu satırların yazarı, nükleer silahların da kullanıldığı bir küresel savaşı, yani yeni bir düzeltici savaşı, olası devam yollarının en muhtemeli olarak görmektedir.
Yakın gelecek, vicdani retçilere, küresel anlamda zor bir dönem vaat etmekte
Yukarıdaki analizler, bu satırların yazarını, ister istemez şu tahminleri de tartışma arenasına atmaya zorlamaktadır.
Önümüzdeki süreçte, krize karşı yükselen kitlesel tepkilere sistemin cevabı, kuvvetle muhtemeldir ki, önce küresel otoriterizm, bunun yetersiz kaldığı koşullarda da küresel totaliterizm şeklinde olacaktır. Jeo-politik ve jeo-stratejik güç kaymalarının da derinleştirdiği küresel krizin, yönetici elitleri küresel totaliterizmden sonra küresel savaşa zorlaması kuvvetli bir seçenektir.
Küresel totaliterizmin ve 3. Dünya Savaşının söz konusu olduğu bir dünyada, vicdani reddin gündemde olamayacağı açıktır.
Vicdani ret, ancak demokratik ve barışçıl ortamlarda kendisine yaşama şansı tanınan bir kişisel haktır.
Vicdani reddin sorun olmaktan çıkması için zorunlu askerliği ortadan kaldıracak ‘robot savaşçılar’ tarzında radikal teknolojik dönüşümlerin hayata geçirilmesi elzemdir.
AİHM içtihatına rağmen, Türkiye bunu yasalaştırmaya çok uzak
Avrupa Konseyine üye 47 ülkeden sadece ikisinde, Türkiye ve Azerbaycan'da vicdani ret temel insan hakkı olarak kabul edilmemekte. Öte yandan, Temmuz 2011'de, Yehova Şahidi inancından olan iki TC vatandaşının, vicdani retçi tercihleri yüzünden askerlikten muaf tutulmaları talebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne açtığı dava da Türkiye Devleti aleyhine sonuçlandı. Konunun uzmanları, bunun bir içtihat oluşturduğuna, bundan böyle bu merkezde yapılacak diğer başvurularda da Türkiye'nin mahkûm edilmesinin hakim ihtimal olduğuna işaret ederek, 'Türkiye'nin vicdanı reddi kabul etmekten başka bir çaresi kalmadı' şeklinde bir yargıyla noktalamaktalar yorumlarını.
Yazımın önceki bölümlerinde paylaştığım küresel analizlerden sonra, uzmanların söz konusu varsayımının gerçekleşmesinin çok küçük olasılık olacağını iddia etmem, kendi içinde tutarlı ve anlaşılabilir bir yaklaşım olacaktır.
AİHM'nin, uzmanlarca, Türkiye'yi vicdani reddi kabule mecbur edecek bir içtihat olarak sunulan Temmuz 2011 tarihli 'Vahan Bayatyan - Yunus Erçep Davası' kararına rağmen; Türkiye, hem küresel bazda esen bahse konu olumsuz rüzgârlar, hem ortalama insanının zihniyet dünyasına hakim olan fikri paradigma ve hem de sosyolojik olarak barındırdığı çok ciddi toplumsal çatışma ve fay hatları yüzünden vicdani reddi uygulamaya en uzak ülkelerden birisi olarak temayüz etmektedir.
Vicdani reddin, bana göre, daha uzunca bir süre, kendisine gündemimizde yer bulamayacak olması, yukarıda paylaştığım nedenler yüzündendir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder