Başbakanın hastalığı ve geçirdiği ameliyatla ilgili yeterince doyurucu açıklama yapılmaması, olayın duyulmasının hemen akabinde ortaya çıkanlar kadar olmasa bile, halen de şu veya bu oranda spekülasyonlara neden olmaya devam etmekte. Yeri gelmişken, Erdoğan’a ve AKP’ye karşı olan çeşitli çevrelerin, başbakanı ve temsil ettiği siyasal çizgiyi iktidardan uzaklaştırmak için, Recep Tayyip Erdoğan’ın beklenmedik bir biçimde, meselâ sıhhi bir nedenle siyaset dışında kalmasıyla oluşacak bir kargaşa ve hatta kaos ortamından medet ummalarını onaylamadığımı belirtmeliyim. Yazımın ilk cümlesinde, ‘yeterince doyurucu açıklama yapılmadı’ dememin nedeni, Erdoğan’ın sıhhi durumunun kamuoyuyla paylaşılması vakıasını, benzer durumlarda, ABD başkanları için uygulanan standart prosedürlerle kıyaslamamdandır.
ABD’nin bu konuda sergilediği, kamuoyu nezdinde karanlık tek bir nokta ve cevaplanmamış tek bir soru bile bırakmamak temelinde gelişen paylaşımcı ve şeffaf politika, esasen bu gibi durumlarda izlenmesi gereken en akli ve en sorunsuz yol gibi gözükmektedir. Aksi bir yol izlendiğinde ise, bu gibi sıra dışı durumlarda söylentilerle başa çıkmak da dahil olmak üzere, akla gelebilecek komplikasyonların önünü almak, dünyanın her yerinde zordur, sorunludur, sıkıntılıdır.
Başbakan’a acil şifalar dilerken, bu konuyu, ülkemiz kamuoyunu giderek daha çok meşgul edeceğe benzeyen bir diğer popüler konuyla, ‘bir sonraki cumhurbaşkanı kim olacak?’ sorusuyla irtibatlı olarak analiz etmenin anlamlı olacağını sanıyorum. Başka bir deyişle, ‘acaba başbakanın sağlık durumu hakkında biz yurttaşlardan saklanan bir şeyler mi var?’ sorusunun, devam etmekte olan Çankaya tartışmaları üzerinden ele alınmasının, bize hakikatle mutabık bir kavrayış kazandıracağını sanıyorum.
Birçokları gibi, bende de oluşan kanaat şudur: Erdoğan, yetkileri şimdikinden fazla olan bir politik figür olarak Çankaya’ya çıkmak istemektedir. ‘Yetkileri oldukça geniş bir başkan olarak köşke çıkmak Erdoğan’ın siyasal arenadaki ülküsüdür, ‘Kızlı Elma’sıdır’ dediğimde, hem meramımı tam olarak ifade etmiş ve hem de verili realiteyle de çelişmeyen bir beyanda bulunmuş olacağıma inanmaktayım. Burada anahtar olgu, önemine binaen bir daha altını çiziyorum, Erdoğan’ın, Köşk’ün haldeki yetkileriyle yetinmeyecek olmasıdır. Bu yüzden de, Erdoğan’ın gönlünde yatan model, ABD tarzı bir başkanlık sistemidir. Bunun olabilmesi için, anayasal bir düzenlemeye gidilmesi gerektiği ortadadır. Bu suretle de, parlamenter bir rejime sahip olan ülkemiz, bunu terk ederek başkanlık sistemine geçmiş olacaktır.
Erdoğan’ın muhaliflerinin, şu ana kadarki siyasi pratikleri ve başkanlık temelli emellerinden hareketle onu, ABD ya da Fransa’dakinden çok, Putin ya da Chavez tarzı otoriter bir yönetim kurmayı arzulamak ve plânlamakla suçladığını da hatırlamak gerekir. Başta Abdullah Gül ve Bülent Arınç olmak üzere, iktidarın birçok etkili isminin ise, şu ana değin başkanlık sistemine karşı duruşlar sergilemiş olduklarını da, analizlerimizin sağlıklı olması bakımından, bir kenara not edilmesinde fayda görmekteyim.
Bir sonraki cumhurbaşkanın kim olacağı sorusu, ister istemez ‘seçim ne zaman yapılacak’, ya da ‘Gül’ün görev süresi ne zaman dolacak?’ gibi konuya dair olan diğer soruları da gündeme getirmektedir.
Hatırlanacaktır, cumhurbaşkanının 2 dönem için ve 5 yıl + 5 yıl esasına göre seçileceğine dair anayasa değişikliği Gül köşkteyken yapılmıştı. Cumhurbaşkanımız, bu vazifeye seçildiğinde görev süresi 7 yıl olduğuna göre, ‘yapılan yasal değişiklikler geçmişe şamil kılınmaz’ ve ‘çelişen hukuki hükümlerden, yurttaşların lehinde olanı uygulanır’ şeklindeki temel adalet normları muvacehesinde, onun köşkten ayrılış tarihi olarak 2014 yılı şekillenmektedir.
Öte yandan, özellikle son zamanlarda, Erdoğan’a yakın bazı çevrelerin ve kimi kanaat önderlerinin, Gül’ün görev süresinin 2012’de biteceğine dair yaklaşımlara girdiği gözlenmekte. Yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığım üzere, normal şartlar altında Gül’ün kişisel hak ve hukukunun çiğnenmesi anlamına gelebilecek olan bu uygulamanın, ancak bir durumda, o da Erdoğan’ın mücbir nedenlerle 2014’ü bekleyemeyecek olması halinde, AKP içinde sorun yaratmadan çözülebileceğini öngörmek mümkündür.
O takdirde, AKP grubu, kuvvetle muhtemeldir ki MHP’nin de kısmen desteğini alarak, ülkenin parlamenter rejimden başkanlık sistemine geçişi için gereken anayasal tadilatı yapacak, akabinde de 2012’de gerçekleşecek seçim sonucunda Erdoğan ülkemizin ilk halk tarafından seçilmiş başkanı olacaktır.
Bunun olmadığı koşullarda, yani, cumhurbaşkanlığı seçiminin 2014’de yapılması halinde, Erdoğan’ın sağlık durumunda, bizden saklanan ve endişelenmemizi gerektiren herhangi bir gelişmenin olmadığına hükmetmek icap eder diye düşünüyorum.
Her durumda, sayın başbakana bir defa daha acil şifalar dilerken; bu vesileyle, politik pozisyonlarını ve geleceklerini siyasal rakiplerinin hastalıkları üzerinden şekillendirmeye çalışanlara da, etik ve vicdani bir zeminde siyaset yapmanın tercih edilmesi gerektiğini hatırlatmak isterim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder