Uğur Mumcu’nun (22 Ağustos 1942, Kırşehir - 24 Ocak 1993, Ankara) öldürülmesinin üzerinden tam 30 yıl geçti.
Bu yıl dönümünde de Mumcu'nun hayatı, gazeteciliği ve misyonu hakkında elbette çokça şey söylenip yazılacaktır. İlerleyen satırlarda, bunlardan ziyade, esas olarak Uğur Mumcu'nun ve onunla ilintili olarak da, benzer akıbetlerle Türkiye Toplumsal Formasyonu'ndan bedenen / cismen / fiziken koparılan Gaffar Okan ve Hrant Dink'in öldürülmelerinin üzerindeki belirsizlik örtüsüne dair görüşler serdedilecektir.
Geçen onca senenin ardından, bırakın Mumcu cinayetinin azmettiricilerinin yakalanıp cezalandırılmasını, henüz daha bu menfur suikastın gerçek tetikçilerine bile erişilemediğine dair bir kamuoyu algısının toplumsal matrisimize hakim olduğunu söylemek mümkündür ne yazık ki.
Bu arada, Uğur Mumcu cinayeti sırasında iktidar olan DYP – SHP koalisyonunun önde gelen bütün önemli simalarıyla, güvenlik bürokrasisinin zirve figürlerinin, Mumcu’nun Karlı Sokak’a dökülen kanı daha soğumamışken, ‘Uğur Mumcu suikastını aydınlatmak ve suçluları, sorumluları kanun önüne çıkarmak bizim namus borcumuzdur’ demelerine karşın, daha sonra sergiledikleri icraatlarla bu konuda tam manasıyla ‘sınıfta kalan’ bir performans sergilediklerini de hatırlayıp bir kenara not etmekte fayda vardır diye düşünüyorum.
Araştırmacı gazetecilik denilen mesleki janrın Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden olan bu dürüst, samimi, çalışkan ve yurtsever habercinin gerçek katilleriyle azmettiricilerinin halâ yakalanamamış olmasının, karanlık güçleri, takip eden süreçteki benzer eylemlere girişmek noktasında cesaretlendirmiş olduğu aşikârdır. Genel geçer ve derde devâ olmayacak bir söylemden ve eyleyenine, olaya dair sorumluluğunu yerine getirdiği yanılsamasını kazandıracak olan ucu açık bir retorikten sakınarak, son dediğimi müşahhas kılmaya çalışacağım: Acı bir tesadüf olarak,Uğur Mumcu suikastıyla aynı günde, 2001'in 24 Ocak'ında, fevkalâde profesyonelce ve komplike bir saldırıya uğrayarak aramızdan ayrılan Diyarbakır Emniyet Amiri Gaffar Okkan ve 19 Ocak 2007’de öldürülen Hrant Dink’in azmettiricilerinin de, Uğur Mumcu cinayetinin gerçek faillerinin henüz yakalanamaması yüzünden, kuvvetli bir motivasyon edindiklerini bir kenara not etmemizde fayda vardır.
Uğur Mumcu, sadece Türkiye toplumsal formasyonunun parçası olan insanımıza değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz ve Orta Doğu coğrafyasının sakinlerine de ait olan çok bir temel zaafı 'bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak' şeklinde formüle ederek Türkiye kültür dairesine işlevsel, kuşatıcı, kapsayıcı ve unutulmaz bir deyim kazandırmıştır.
Öldürülmesinden sonra yapılan bir anma etkinliği sırasında, eşi Güldal Mumcu'nun, özel bir görüşmeleri sırasında, aynı zamanda yakın aile dostları olan dönemin kudretli simalarından Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'a 'Mehmet Abi, Uğur'un katillerini' bulun diye ağlayarak yalvardığı, Ağar'ın ise buna 'yapamam Güldal, bunu benden isteme, tuğlayı çekersem Türkiye Cumhuriyeti kalmaz!' mealinde cevap verdiği iddiası, toplumsal hafızamıza mal olmuş önemli ve enteresan bir anekdottur.
Uğur Mumcu'nun katledilmesinin yirmi sekizinci yılında, hem onun ve hem de Gaffar Okan'ın, Hrant Dink'in ve faili meçhul kalmış diğer politik tertiplerin gerçek eyleyicilerinin ve azmettiricilerinin bir an önce yakalanıp kanun önüne çıkarılmaları ve hak ettikleri cezaya çarptırılmaları doğrultusunda güçlü bir kamuoyu beklentisi olduğuna işaret etmek, bu konuya dair verili havayı objektif yansıtmak adına gereklidir.
Türkiye toplumsal formasyonunun dürüst, namuslu, demokrat ve yürekli kadın ve erkekleri ile, aynı niteliklere sahip vicdanlı ve izânlı bireylerin oluşturduğu ve sayılarının hiç de azımsanmayacak mertebede olduğunu düşündüğüm uluslararası camia, Uğur Mumcu’nun katillerinin ve azmettiricilerinin yakalanmasının Gaffar Okkan ve Hrant Dink gibi diğer politik cinayetleri azmettirenlere giden yolu aydınlatacağı; yanı sıra, Okan ve Dink'in mef'ulleri olduğu bahse konu politik tertiplerin gerçek azmettiricilerinin kanun önünde hesap vermesinin de, Uğur Mumcu’nun katil ve azmettiricilerinin açığa çıkarılmasına yardımcı olacağı merkezinde bir beklenti içerisindedir.
Okunulan satırlarda kullandığım argümantasyon neticesinde inşa ettiğim hipotezlerin kaçınılmaz sonucu olarak şu varsayımı da dillendirmek zorundayım: Uğur Mumcu, Gaffar Okkan ve Hrant Dink cinayetlerinin gerçek azmettiricileri kanun önüne çıkarılıp, lâyık oldukları üzere, en ağır cezalara çarptırılmazlarsa, bu durumun, gelecekte de benzer türden komplolara girişmek isteyen (istihbarat örgütleri, suç organizasyonları ve kara para baronlarının amalgamında oluşan) derin devlet aparatçıklarına cesaret vermesi kuvvetle muhtemeldir.
Üzerinde tartıştığım konuya dair insana ümit veren sevindirici bir gelişme yaşanmakta: Hrant Dink suikastı bütün cepheleriyle yeniden masaya yatırıldı ve olayın aydınlatılması bakımından gereken adımlar da atılmaya başlandı. Öyle umulur ki, Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan suikast dosyaları da raftan indirilir ve bunlara da Hrant Dink davasında şahit olduğumuz ciddiyetle yaklaşılır.
Aramızdan ayrıldıkları günün yıl dönümünde, Uğur Mumcu'yu ve Gaffar Okkan'ı rahmetle, minnetle, muhabbetle, hürmetle ve şükranla anıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder