Knidoslu Aphrodit vesilesiyle Türk Düşünce Hayatı bakımından Ekrem Akurgal, Attila İlhan ve Hilmi Yavuz meselesine bir prolegomena teşebbüsü*





medhal / prologue:

Sosyal medyada yaptığım bazı paylaşımlarımı, içerikleri itibarıyla salt orada kalmalarına gönlüm razı olmadığından, revize edip geliştirdikten sonra, bloguma da taşıdığım, bu platforma aşina okur bakımından, bilinen bir husustur. Aşağıdaki metin de o fasiledendir:

Epeydir Ekrem Akurgal ile ilgili bu paylaşımı yapmayı düşünüyordum. Kısmet bugüne imiş...


'Knidoslu Aphrodite, Ekrem Akurgal ile Türk Düşünce Hayatı Üzerine Konuşma'yı bitirince şöyle düşünmüştüm: Gerçekten de EA'ın bu coğrafyada yetişmiş küresel ölçekte öneme sahip bir arkeolog ve sanat tarihçisi olduğu konusunda zerrece bir şüpheye malik değilim. Atatürk tarafından Avrupa'ya okumaya gönderilen ilk talebelerdendir o. Bu bakımdan da ben ondan, (bahse konu kitabın mercek altına almaya çalıştığı) Türk düşünce hayatına dair çok derinlikli, çok ufuk açıcı, çok ilham veren tespitler ve analizler bekliyordum.

Samimi itirafımdır: kitap bitince söz konusu beklentilerimin hiç ama hiç karşılanmadığını görerek, derin bir bir hayal kırıklığına uğradım. Ekrem Akurgal'ın, profesyonel uğraşı dışındaki alanlara dair görüşleri, az önce de işaret ettiğim üzere, çok sathi ve genel geçer mahiyette idi; derde deva ve sadra şifa fasilesine dahil edilebilecek çok az unsur vardı maalesef kitapta. O ırmak söyleşide beklentilerime dair zerre miskal mertebesinde dahi bir fikre rastlayamayınca, başka kültür - sanat insanlarımız geldi aklıma ister istemez.

Meselâ, Attila İlhan ve Hilmi Yavuz'un mezkûr sahaya, düşünme

tarihimize dair telif ve müktesebatlarını düşünün bir an için derim. Doğrusu ben bu kıyası yaptığımda, bu iki kültür insanımızın, Attila İlhan ve Hilmi Yavuz'un değerini bir kez daha teslim etmeye mecbur hissettim kendimi.

Kırmızı Kedi Yayınevi'nin bastığı eser, Murat Katoğlu'nun 1983 sonu, 1984 başında (30 - 31 Aralık 1983, 1 -3 Ocak 1984) yaptığı bir nehir söyleşinin semeresi. Hilmi Yavuz ve Önay Sözer'in çıkardıkları Felsefe Dergisi'nde yayımlanacakmış,


lâkin bu gerçekleşmemiş.
Öte yandan, burada ana hatlarıyla işarete ettiğim bütün o eleştirilere açık yanlarına karşın, bu paylaşımda altını çizdiğim hususata ilgi duyanların mutlaka edinmesinde, okumasında ve hakkında tefekkür etmesinde faide olan bir eser bu vesselâm.

*hâmiş:

Bir okurum, sosyal medya marifetiyle paylaştığı bir dm üzerinden 'metnin başlığı çok şey vaat ederken, blog, içeriği bakımından çok cılız kalmış. Daha önce okuduğum kapsamlı yazılarınızın bir yenisiyle karşılaşmayı ummuştum doğrusu' diyerek sitemlerini paylaştı. Ona verdiğim cevabı, benzer hayal kırıklıklarını yaşaması olası diğer dostlarla da paylaşmış olayım: 'başlıkta da işaret ettiğim üzere, bu bir prolegomena (önsöz, giriş, mukaddime, dibace, medhal, prologue, introducing,...) teşebbüsü; ayrıca benden her yazımda, sırf onun o ölümsüz eserinin, Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Bir Bilim İçin Prolegomena'nın isminden bir kavramı ödünç aldı diye, bir Kant performansı da beklemeyiniz lütfen :-)...'


hamişe hamiş:

'Yukarıdaki lâkırdının müellifi, hamiş bahsinde, dikkatli okurun derhal teşhis etmekte hiç de zorlanmayacağı üzere, 'benden her yazımda, ... bla bla bla ..., bir Kant Performansı beklemeyiniz lütfen' derken, esasen bazı yazılarının Kant'ın müktesebatıyla eş değerde olduğunu mu imâ etmiştir?!? Şayet böyleyse bu ne küstahlıktır, bu ne hadsiz bir kibirdir, Ziyaver Şencan ne yapmak istemektedir, nerelere savrulmaktadır?!?' diyen çıkar mı acaba? Çıkarsa, o tenkide de cevap yetiştirmeye çalışırım diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder