Refik Saydam’ın zikrettiğim lâfını, şov dünyamızın, eğlence endüstrimizin aktüel durumuna uyarladığımızda ortaya çıkacak olan argümanın, bahse konu alanın verili kondisyonunu, mevcut ‘ahval ve şeraiti’ni fevkalâde iyi özetleyen kullanışlı bir iddia olduğuna inanmaktayım. Mezkûr uyarlamanın sonucu hasıl olan iddiam şudur: 'şov dünyası a’dan z’ye bozuktur; her şeyin temelden düzeltilmesi gerekir’.
Yazımın devamında, şov endüstrisindeki kimi aksaklıklarını, Cüneyt Arkın’ın (Dr. Fahrettin Cüreklibatır - Cüretlibatur, 1937) haldeki durumunun analizi üzerinden, mercek altına almaya çalışacağım.
Refik Saydam gibi tıp eğitimi alan Arkın, tabiplikte meslektaşı kadar sebatkâr olamamıştır. O, bir tesadüf sonucu tanıştığı Yeşilçam aleminde, özlemlerinin tatminini ve kişisel mutluluğu bulmuş; bu yüzden de, yaklaşık yarım asra varan bir oyunculuk kariyeri boyunca ‘yüreğinin götürdüğü yere git’ amir hükmüne tabii olmayı tercih etmiştir. İlk filmini 1963’de çeviren sanatçının, 2007’de, bir film için son kez kameranın karşısına geçmesine kadar olan oyunculuk kariyeri sırasında başrol oyunculuğu yaptığı prodüksüyonların sayısını neredeyse 300 civarındadır. Başta Kara Murat ve Malkoçoğlu serilerine dahil olanlar olmak üzere tarihi kurdeleler, örgütlü suç temelli polisiyeler, Uzakdoğu sporları ağırlıklı macera filmleri Cüneyt Arkın’ın en başarılı olduğu, bu yüzden de, seyircinin algısından ve prizmasından bakıldığında, adeta onun kimliği ve kişiliğiyle özdeşleşmiş olan beyazperde janrlarıydı. Filmlerinin gişesi de çoğunlukla iyi, hatta çok iyi olan Arkın, halen, neredeyse her gün, yüzlerce ulusal ve yerel kanalın en az birkaç tanesinde gösterilen filmleriyle, toplumsal muhayyelemize ve mutasavverimize müdahil olmaya, bunları etkilemeye ve hatta yer yer de bazı bakımlardan da belirlemeye devam etmektedir. Cüneyt Arkın, bu vasıfları sayesinde, Türkiye toplumsal formasyonunun zaviyesinden ve penceresinden, son 50 yılın en önemli popüler kültür kodları aktarıcısı olan ikonlardan birisi şeklinde algılanagelmiştir.
Bana soracak olursanız, esasen vasat bir artisttir Arkın. Küresel sinema mirasının ve muhassılasının müşterek havuzuna kattığı yüzlerce film içinde eli yüzü nispeten düzgün olanlarının sayısı ne yazık ki bir elin parmaklarını zor geçer. Ancak bu durum, yukarıda çerçevesini tespite çalıştığım büyük resmi, yani, onun Türkiye’de yaşayan ve filmlerine muhatap olan milyonlarca izleyicisinin hayalhanesiyle semboller ve kodlar evrenleri için teşkil ettiği büyük önemi zerrece değiştirmez. Hasılı kelâm, önemine binaen ve tekraren ve de altını çizerek söylemek durumundayım ki; Cüneyt Arkın, Türkiye için, bu topraklarda yaşayanlar için çok önemli bir şov ve hayal alemi figürüdür.
Şimdi, sohbetimizin tam burasında, gelin Akşam gazetesinin 18 Ekim 2011 tarihli nüshasında yayınlanan röportajında* Cüneyt Arkın'ın dillendirdiği görüşlere gidelim ve onlardan ekonomik durumuyla ilgili olanlarını hatırlayıverelim.
Oldukça kapsamlı olan bu söyleşide, Arkın, ekonomik durumunu özetlerken şu hususlara vurgu yapmıştı: "İki tane erkek evlat evlendirdim; ev dayadık, döşedik. Hastalığım iki yıl sürdü ve çok para gitti. Şu yaşımda çalışmak zorundayım. Kendi başıma kalınca diyorum ki 'Allah'ım daha fazla yaşamak istemiyorum'... Çünkü ilerleyen yıllarda param kalmamış olacak. Oturduğum eve güveniyordum. Bunu satıp, parasının yarısına başka bir ev alıp yarısıyla kalan günlerimi geçirecektim. Buraları SİT alanı ilan etmişler. Mahkemeye verdik, sonuçlanmasını bekliyoruz."
Yukarıdaki paragraf, yapısökümüne tabi tutularak deşifre edilmeyi hak eden sosyal, ekonomi-politik, sektörel, kültürel ve şahsi kodlarla mücehhezdir. Yazımın devamında, bu yapısalcı analiz metodu kullanılarak paragraf dekode edilecektir. Öncelikle, sinema ve onun parçası olduğu şov – eğlence endüstrisinin ekonomi – politiğine dair 1 – 2 zaruri tespiti paylaşmayı faydalı görmekteyim.
Başta Holywood olmak üzere, dünya eğlence ve şov endüstrisinin belli başlı ülkelerinde, (toplumsal algı bakımından) Cüneyt Arkın ayarında, ağırlığında ve önemindeki bir sanatçının elde edebileceği ortalama servete, böylesi bir kıyaslama çok da anlamlı olmayacağı için, hiç girmeyeceğim. Kıyasta rasyonel olmak adına; ekonomik durumunu ve servetini Cüneyt Arkın’la kıyaslayacağım sanatçılar yine ülkemizden çıkmış örnekler olacak. Evet, kimi tv dizilerinin bazı oyuncularının haftada 40,000 – 50,000 ve ayda da 200,000 - 250,000 liraya burun kıvırdıkları bir ülkedir Türkiye bugün. Ve yine ülkemizde, hiç de azımsanamayacak sayıda şov endüstrisi aktörünün yıllık geliri milyonlarca dolara erişebilmektedir.
Bunların toplumsal bellekte bıraktığı izlerle Cüneyt Arkın’ın toplumun kolektif hafızasında ve kıymet hükümleri manzumesinde teşkil ettiği yer mukayese edildiğinde, emektar sinema sanatçısının kefesi anormal derecede ağır basmaktadır. Peki, öyleyse, nasıl oluyor da Arkın ve benzeri çok sayıda emektar sanatçının ekonomik bakımdan durumu son derecede kötü iken, günümüzün şov dünyasının starları, gelirlerini ve servetlerini böylesine astronomik seviyelere çıkarmayı başarabilmişlerdir?
Kuşkusuz bu dengesiz durum, çok sayıda nedenin iç içe geçtiği kompleks bir sürecin ürünüdür. Bu kompleks sürecin en önemli ve yapısal komponenti; ülkemizde, son 20 yılda, özellikle de bunun son 5 yılında şov, reklâm, müzik, sinema, tv dizisi ve tv yarışmaları bazında adeta astronomik şekilde, katlanarak artan bir toplam iktisadi büyüklüğün / hacmin / cironun ortaya çıkmış olduğudur. Yukarıda dile getirilen kompleks sürecin bir diğer hayati ve yapısal bileşeni ise gelirden servete giden iktisadi tercihlerdir. Bir diğer deyişle; yeni nesil starların bu merkezdeki maharetleri, sadece sektörün bahse konu büyümesinde ve yaptıkları rasyonel ve profesyonel akitler sayesinde gelirlerini arttırmalarında değil; gelirlerini, doğru yatırım enstrümanlarına yönelterek, servet haline getirmelerinde ve bu serveti de bu minval üzerinde katlayarak istikbale taşımalarında yatmaktadır.
Buraya değin ifadeye çalıştığım argümanların doğal bir sonucu olarak; Cüneyt Arkın’ın servet biriktirmek merkezindeki talihsizliği ve / veya ‘beceriksizliği’nin, sadece ona ciro edilebilecek şahsi bir olgu olmanın çok ötesine geçtiği rahatlıkla anlaşılabilecektir. Bu ‘beceriksizlik’; Cüneyt Arkın ve onunla aynı ‘kader’i paylaşan diğer sanatçıların; Türkiye’de eğlence sektörünün çok küçük bir iktisadi bütüne tekabül ettiği yıllarda, gerçekten komik denilebilecek ücretlerle ve çok kötü (adeta sanatçıyı köle, mukaveleye taraf müteşebbisi ise efendi diyalektiği içinde tanımlayan)sözleşmelerle çalışmış / çalıştırılmış olmalarından kaynaklanmaktadır.
Yaptığım bu ekonomi - politik tespitlerden sonra, şimdi de sıra, önceki satırlarda vaat ettiğim o 'yapısökümü' temelli metin analizinin psikolojik tahlil ayağına geldi demektir. Mezkûr analiz, an itibarıyla 75 yaşında olan sanatçının, çektiği ekonomik sıkıntılar ve içine yuvarlandığı gelecek kaygısı yüzünden, kuvvetli bir 'hayatının sona ermesine bel bağlama' sendromu yaşadığını göstermektedir bize. Öyle ya, onun ‘Kendi başıma kalınca diyorum ki 'Allah'ım daha fazla yaşamak istemiyorum'... Çünkü ilerleyen yıllarda param kalmamış olacak’ sözleri başka nasıl anlamlandırılabilir ki? Cüneyt Arkın'ı, bunları dedirtecek denli karamsarlığa iten, yaşamdan soğutan ve hatta, örtük biçimde ima ettiği üzere, intiharın eşiğine sürükleyen verili psikolojik durumunun ve moral kondisyonunun ciddiye alınması gereken bir patolojik resmin asli bileşenlerinden ve kontürlerinden olduğuna inanmaktayım.
Öte taraftan, belirli ve komplike bir tarihsel süreç sonunda geldiğimiz aktüel konjonktürde, Cüneyt Arkın ve diğer şov dünyası emekçilerinin durumlarının iyileştirilmesi de pekalâ mümkündür diye düşünüyorum. Üstelik bu, 'atla deve değil'dir ve telif hakları yasasında yapılacak minicik bir düzeltmeyle gerçekleşebilecek bir husustur. Arkın ve diğer şov, eğlence, sinema ve müzik emekçilerinin; her gün tv kanallarında gösterilen filmlerinden vd programlarından elde edilen gelirlerin küçük bir yüzdesinin aktarıldığı bir havuzdan, tespit edilen kimi nesnel kriterler çerçevesinde nemalandırılması, bu sorunun çözümünde uygulanabilecek en basit ve pratik yönetemdir bana kalırsa.
Bu arada, Cüneyt Arkın gibi, popüler kültürün her bakımdan yüksek profil veren önemli simaları için yapılacak iyi hazırlanmış, yüksek katılımlı jübilelerde elde edilecek gelirlerin transferi de, bu eşhasa olan toplumsal borcumuzun ödenmesinde ilk elde akla gelebilecek olan bir diğer enstrümandır.
50 yıl boyunca bazen gerçeklikle olan bağlarımızı kopararak ve bazen de bu bağı perçinleyerek hayallerimizi süsleyen ve görüşlerimizi besleyen; bizi kâh eğlendiren ve kâh hüzünlendiren; yeri geldiğinde kafamızı boşaltmamıza, yeri geldiğinde de bazı husularda odaklanarak düşünmemize yol açan; bütün bunların neticesinde de hoşça zaman geçirmemizi sağlayarak hayatta kalmamıza ve hayata katlanmamıza yardımcı olan Cüneyt Arkın bugün 75 yaşında ve ciddi anlamda geçim sıkıntısı çekiyor. Ve, işin daha da beter ve alarme edici yanı şu ki; ölmek istediğini de açık açık söylüyor sanatçı. Bu durumu toplumsal bellek, sosyal vicdan, kamusal kadirşinaslık ve kolektif hak bilirlikle hiç ama hiç uyuşturamadığımdan yazdım bu satırları. An itibarıyla elimden gelen budur.
Metnin finaline gelip dayandığında söz, bir çağrı yapmanın da anlamlı olacağına inanmaktayım. Bu çağrı, bu metnin misyonunu ete kemiğe büründüren bir davet olarak algılanır umarım.
Sinan Çetin, Şahan Gökbakar, Okan Bayülken, Türkân Şoray, İzzet Günay, Hülya Koçyiğit, Serdar Ortaç, Metin Akpınar, Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Beyazıt Öztürk, Necati Şaşmaz, Mahsun Kırmızıgül, Fatih Aksoy, Birol Güven, Osman Sert, Sezen Aksu, Mehmet Ali Erbil, Seda Sayan, Orhan Gencebay, Mustafa Erdoğan, Gülben Ergen, Faruk Aksoy ve isimlerini burada sayamadığım eğlence, sanat ve şov aleminin diğer değerli simaları; lütfen Cüneyt Arkın’a, geliriyle rahat bir nefes alabileceği görkemli bir jübile yapılmasına katkı veriniz. Zira o, yaklaşık 50 yıldır yapıp ettikleriyle, böylesi bir jesti ve organizasyonu fazlasıyla hak etmektedir bana kalırsa.
Bunu yapalım muhterem kamuoyu, hem de hiç vakit kaybetmeden yapalım. Zira, inancım odur ki; Cüneyt Arkın, yaşadığı ekonomik sıkıntıya katlanamaz ve bu gibi durumlarda ümitsiz ve gururlu bazı insanların tercih ettiği o meşum yola tevessül ederse, bu olay, inanın bana hepimizin mutsuz olmasına neden olacaktır.
Dr. Refik Saydam'ın, yakın siyasal tarihimize mal olan 73 yıl önceki itirafının, tarafımdan sinema, tv ve eğlence dünyasına uyarlanmış hali olan 'şov dünyası a’dan z’ye bozuktur; her şeyin temelden düzeltilmesi gerekir’ önermesinin bir tezahürünün mercek altına alınmasının hasılası olan bu yazının faydalı bir pratik sonuca vesile olmasını diliyorum.
*http://www.aksam.com.tr/bu-yasta-calismak-zorundayim--73871h.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder