25 nisan; 01.38: Tele-dünyada hızlı bir sörf yaptıktan sonra, tv’yi kapatıp Erdal Küçükyalçın’ın ‘Turna’nın Kalbi, Yeniçeri Yoldaşlığı ve Bektaşilik’i bıraktığım yerden okumaya başladım.
03.06: 40 sayfa okuyunca, bu kadar tarih-i yeniçeriyan iktifa eder deyû,
yattım.
07.00: Mutat olduğu üzre, ortalama 4 saatlik bir uykuya müteakip kalktım.
07.02 - 07.30: Tuvalete gittim ve def-i hacet ederken, adetim olduğu
veçhile, büyük abdes kıraatına başladım. Menüde ise, 4 saat önce elimde olan
eser, yani, Erdal Küçükyalçın’ın ‘Turna’nın Kalbi, Yeniçeri Yoldaşlığı ve Bektaşilik'
kitabı vardı.
07.30 - 07.43: Oğlumun giyinmesine ve hazırlanmasına yardım ettim, onu
servisine bindirip netteki gündelik medya turuma başladım.
09.17: 25 Civarında Türkçe, İngilizce ve 'Kuş Dili'yle neşredilen gazete ve
haber sitesini tarayıp, akabinde de kahvaltı yaptım.
09.17 – 11.43: Neredeyse 3 yıldır üzerinde çalıştığım ve fekat, bir türlü
tamamlayamadığım ‘Müşir Arif Mehmet Paşa mı, Osman Hamdi Bey mi: Batılı
Figüratif Türk Resminin Kurucu Babası Kimdir?’ etüdümün 3. ve son bölümü için
çalıştım.
11.45: Sahhaf – yayıncı dostum İlker Özer’i arayıp ‘geliyorum’ işmarı
çaktım.
11.50 – 12.45: Ev işlerinde doktor hanıma (kayınvaldem, 84) yardım ettim.
12.47: Pera Mezat’ın 5 Mayıs’ta Antalya Mardan Palace Hotel’de yapacağı
karma eserler müzayedesinin katalogu kargo ile geldi. Köpeğimiz Furno’nın
gösterdiği abartılı alâka yüzünden kargocu paketi kucağıma atıp, adeta
kaçarcasına merdivenlerden indi. Bu arada, Furno'nun, kapıyı çalan yabancılara
ve ama özellikle de kargo şirketlerinden gelen görevlilere olan bu sımsıcacık
afinitesine ailecek bir anlam veremediğimizi yeri gelmişken şerh düşmeyi manalı
bir bilgilendirme addetmekteyim.
Pera Mezat'ın müessislerinden ve ortaklarından değerli dostum Samet Tekin'in,
bahse konu müzayede kataloğunda anons edildiği üzere, çok zengin bir rus ve osmanlı
eserleri koleksiyonunu koleksiyoner ve meraklıların huzuruna çıkaracağını
sevinerek müşahade ettim. üstelik, Pera Mezat'ın, bu sefer, Antalya’da mukim ya
da konuk zengin Rusları da hedef müşteri kitlesi içine almasını, başarılı bir
ticari atak olarak değerlendirdim.
12.50 – 13.06: Haftada üç öğle yemeğinde yaptığım üzere, domates, çarliston
ve ton balığından mürekkep mütevazı nevalemi hazırlayıp yedim.
13.07 – 13.24: Işık hızıyla giyinip, Ataköy 4. kısımdaki evden koçar
adımlarla çıkarak, Şirinevler metrobüs durağına vasıl oldum. Akbil'ime,
tedbiren, 10 liralık kontör daha yükledim.
13.26 – 13.48: Zincirlikuyu’da aktarma yapıp yeniden metrobüse bindim.
14.00 14.11: Söğütlüçeşme’de inip, önce Altıyol’daki Boğa heykeline, oradan
da, Bahariye Caddesini kısmen kat etmek suretiyle, Kadıköy Postanesi
karşısındaki Kadıköy Çarşısına vasıl oldum ve esasen bu seyahatimin 'kızıl
elma'sı ve 'holy grail'ı olan, orada lokalize ve konsantre olmuş çizgi roman
sahaflarını tavaf operasyonunun düğmesine bastım.
14.12 – 14.15: Mezkûr operasyonun ilk adımında, kıdemli sahaf (isteyenin
bunu sahhaf diye okuması halinde, bunun bir mahzuru olmayacaktır) Hasan Kabakçı’yla
hoş-beş ettim, akabinde de, orijinal bir ‘parça’, koleksiyonluk bir şeyler var
mı araştırmasına giriştim. Ne yazık ki bu araştırmam olumlu sonuçlanmadı. Zirâ,
Hasan Kabakçı’da, benim ilgi alanıma giren eski, nadir, değerli çizgiroman pek
kalmamıştı. Kulağıma gelen kimi dedikodulara bakılacak olursa, bahse konu
esnaf, koleksiyonerlere bekledikleri bedelleri ödemeye pek yanaşmadığından olsa
gerek, nadir çizgi roman bulmakta zorlanıyor imiş. Bu iddianın vebali, bunu
kulaklarıma fısıldayanların boynuna deyip kapatıyorum bu bahsi.
14.16 – 16.39: Çizgiroman sahaflar safarimin mütekaip ayağında, sevgili
dostum, güzel insan, tonton kardeş, gönül insanı, çizgi roman sahafı ve
yayıncısı İlker Özer’in dükkânına gittim. İlker Özer ve can dostu ve
co-operatörü, janti'nin önde gideni, charisma man, çizgi roman
ordinaryüslerinden Murat Alpgüven’le çizgi roman kozmosuna dair olan neredeyse
bütün konuların belinin kırıldığı hararetli bir muhabbete giriştik.
Bir ara dükkana gelen en önemli çizgi roman sahaflardan; Türkiye’de çizgi
romanı en iyi bilen birkaç kişiden birisi, belki de birincisi olan;
koleksiyonuyla da, alanında dünya çapında temayüz eden çizgi roman aleminin
wise man'i Tayfun Alemdağ’ın da (meraklı çizgi roman sahaf'ın müessisi ve
sahibi) renkli ve değerli katkılarıyla sohbet bayağı bir irtifa kazandı.
16.40 – 17.05: Sohbete müteakip, hadi biraz da ticaret dedik. Zevkli bir
alış-veriş süreci sonunda, İlker Özer’i son ziyaretimden (12 Nisan) sonra çıkan
çizgi romanlardan henüz koleksiyonuma dahil etmediğim ‘Zona X, cilt 1, Çizgi
DüşlerYyayıncılık (ÇDY)’; ‘Brendon, cilt 9, ÇDY’; ‘Maxy Dampyr, cilt 3, ÇDY';
'Efsanevi Martin Mystere Maceraları - Maceraperest Çizgiler, cilt 8, Oğlak
Yayınları'; 'Red Kit – İmparator, sayı 66, Yapı Kredi Yayınları (YKY)'; 'Uzun
Kuyruk Marsupilami – Dünyanın Öbür Ucundan Gelen Bebek, sayı 2, YKY’nı aldım.
Yeni çıkanlar bahsinde işim bitince, her zaman yaptığım üzere, ikinci faza
geçerek, sahafiye değeri olan nadir çizgi romanlara bodoslama daldım. Bu arada,
bunlara dair olan sayısız sorumla İlker Özer'i azıcık bunalttığımı da teslim
etmek durumundayım. Bu operatif adımımın meyvaları olarak, ‘Üniversiteli
Mahmut, İlban Ertem, İletişim Yayınları’; ‘Korkma, Ben Hümanist Değilim, Behiç
Ak, Afa Yayınları’; 'Asya Kaplanı Karaoğlan, Suat Yalaz, Tay Yayınları, cilt
10’ ve ‘Halid bin Velid – Allah’ın Kılıcı, Suat Yalaz, Güneş Kültür Dizisi’ni
çizgi roman ve karikatür albümleri arşivime dahil ettim.
17.10 – 17.39: Kadıköy Sahaflar Çarşısındaki işimi ikmal edince, hemen
akabinde, epeydir ziyaret etmediğim İmge Sahaf’a uğradım ve çizgi roman –
karikatür albümü reyonlarını tarayarak ‘Globanatolization, Nezih Danyal, T.C.
Ziraat Bankası (T.C.’nin artık geçmişte kaldığını hatırlatayım) Yayını’nı
aldım. Bu kitabın bir de artısı (bonusu) vardı ki, o da benim için günün
‘çileği’ydi doğrusu. Bu nadir ve renkli karikatür albümü, illüstratöründen,
Nezih Danyal'dan imzalı ve ithaflıydı.
17.23 – 18.32: Sevgili dostum, önemli çizgi roman eksperi ve sahaflarından
Altan’ın dükkânına, kAan Comics’e gittim. Orada da epeyce bir çizgi roman
muhabbeti patlattıktan sonra, çoktandır aradığım Harakiri dergisinin 1.
sayısını (hani şu müstehcen bulunduğu için toplatılan ve böylelikle başlayan
süreç sonunda da, 'halkın ar ve haya duygularını rencide eden yayınlar yaptığı'
ithamına maruz kalıp, takip eden sayılarının, ilgili kamu otoritesince 'poşete
girmesi'nin talep edildiği ve üstüne üstlük bir de ağır para cezasına
çarptırılan, nihayet bütün bu baskılara dayanamayarak 3. sayıda yayın hayatına
son vermek zorunda kalan derginin o 'meşhur' ve belâlı sayısı) aldım.
18.36 – 19.30: Bahariye Caddesine yürüdüm. Süreyya Operası'nın önünden
geçerken, bu eski binanın yıkılıp AVM yapılmamasına hayıflandım. Ali Ağaoğlu,
Erdoğan Demirören, Aziz Torunlar ya da o familyadan herhangi birinin şimdiye
kadar bu işe soyunmamış olmasını esefle karşılayan bir halet-i ruhiyeyi
temellük ettim ve o hırsla 'müteahhit milleti uyuma, solcu artığı dinozorların
bize tarihi yapı diye yutturmaya kalktığı cümle mezbelelikleri yık, yerine gıcır
gıcır kapitalist mabedler inşa et!' diye bağırmaktan kendimi zor alıkoydum.
Bu tertemiz girişimci ve safiyane kapitalist hislerle ruhumu yıkadıktan
sonra, bu sefer de Kafkas Pasajındaki sahaflara daldım . Önce, üstad Abdülbaki
Gölpınarlı’nın oğlu Yüksel Gölpınarlı'nın sahaf dükkanına, ardından da, değerli
karikatürist ve illüstratör Zafer Temoçin’in eşinin işlettiği sahafa gittim ve
çizgili ne var , ne yok bi soruverdim. Ancak, bu son ziyaretlerimi, bahse konu
pasajın kapanmasına ramak kalmışken gerçekleştirdiğimden, sahhaf safarimin bu
etabından umduğum ve istediğim verimi ve lezzeti alamadım.
19.40 – 19.50: Bahariye Caddesini dik olarak kesen sokakların birindeki bir
dürümcüde, ayran & döner marifetiyle açlığımı yatıştırdım. Bu arada,
dönerin çok lezzetli olduğunu itiraf etmek zorundayım. Mekânın ismi 'Dürüm',
alternatif tadlar arayanlara burasını şiddetle tavsiye ederim.
19. 53 – 20.08: Söğütlüçeşme’deki metrobüs durağına gittim. Tokyo Metrosunu
aratmayan bir kalabalık içinde, adeta ayaklarım yerden kesilmiş bir vaziyette
ve fevkalâde zor belâ koşullarda araca binebilebildim.
Benfica maçı öncesi, her yerin sarı ve lacivert olduğu, memleketin dört bir
tarafından gelen on binlerce fanatik fenerlinin ortama yayıldığı bir günde Kadıköy
seyahati yapmanın, koyu bir Galatasaray taraftarı olan bendenize pek iyi tesir
etmediğini; bunun, psikolojimi ve kimyamı da azıcık bozduğunu itiraf etmenin;
en başta kendime ve bilâhare de, sırasıyla satırları arasında gezinilmekte olan
günceme, parçası olduğum cemiyete, dünyaya ve de kosmosa olan mükellefiyet ve
mes'uliyetlerimin bir parçası olduğunun bilinmesini ister, bunu bu şekilde
kaydederek de tarihe not düşmüş olduğumu dermeyan ederim.
Öte yandan, bana koyacağını bile bile,yukarıdaki haltı yemiş olmamı da,
oto-Freudyen (Allah belânı versin senin Ertuğrul Özkök! Ne boktan bir kavram bu
be!?!) Bir yaklaşımla ve yüksek izinlerinizle, bir çeşit mazoşist olduğuma
yorduğumu da eklemeden geçemeyeceğim.
20.09 – 20.26: Eve dönüş seyahatimin ilk ayağı umduğumdan çok daha kısa
sürdü. Son durakta, Zincirlikuyu’da indim, mahşeri bir kalabalık içinde, diğer
herkes gibi, adeta yüzercesine yaptığım koreografi ve figürler eşliğinde, Avcılar
istikametine doğru seyreden bir metrobüse bedenimi transfer etmeyi
becerebildim.
20.27 – 20.56: Şirinevler durağına gelince indim. Araç öylesine kalabalıktı
ki, çok istememe karşın, bir şey okuyamadım.
20.57 – 21.13: Koştura koştura, Ataköy 4. kısımdaki evime döndüm.
21.15 – 21.25: Üstümü değiştirip, ayağımı, elimi, yüzümü ve gözlüğümü
yıkadım.
21.27: Akmina’nın limonlu maden suyundan giant size bir bardak doldurup,
net’in başına çöktüm.
21.28 – 00.40: Bir taraftan nette okumalarımı yaparken, diğer taraftan TV kanallarında
(başta oğlum olmak üzere ev halkının izin verdiği nispette) sörf yapmaya çalıştım.
Bu arada, FB – Benfica maçını Star’ın verdiğini görüp, kanalı ona fixledim.
Maçı izlerken, ‘Her yaptığı b.ku, her yediği haltı, sanki bir marifetmişçesine,
kemali ciddiyetle ve dakikası dakikasına kaydeden adamın azmi, sıçarak taşı
delenin azim ve iradesiyle yarışır’ başlıklı güncemin bugünkü kısmını yazdım.
00.43: Aniden verdiğim bir kararla; ‘Her yaptığı b.ku, her yediği haltı,
sanki bir marifetmişçesine, kemali ciddiyetle ve dakikası dakikasına kaydeden
adamın azmi, sıçarak taşı delenin azim ve iradesiyle yarışır’ başlıklı güncemin
25 Nisan’a ve azıcık da 26 Nisan’a ait olan kısımlarını, Ekşi Sözlük camiasıyla
paylaşmaya, bu suretle onların da yapıp ettiklerimden feyz almalarını ve
istifade etmelerini temin cihetine gitmeye karar verdim.
00.51: Bahse konu günce parçamı Ekşi’ye koydum. Attığım, bu, benim için
küçük ve fekat Ekşi (aahhh, ah, eskiden biz onu ‘Kutsal Bilgi Kaynağı’ deyû
bilir idik!) için büyük olan adımın camiamıza hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah’tan
niyaz edip, memişhaneye küçüksu dökmeye gittim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder