α - medhal / prologue (i):
Akıl (sinir, ruh ?) hastalıkları ve bunların tedavi yolları, derinden etkilendiğim konulardandır. Bunlara dair olan okumalarım / izlenimlerim / tecrübelerim sayesinde,
mezkûr alan hakkındaki bazı sorular(ım)a (kuşatıcı ve tatminkâr olmayan kısmi) cevaplar bulabildiğimi itiraf etmeliyim (ii). Bu esnada, bazı başka (enteresan / derin / deli?) soruları(mı)n alametifarikası olan istifham işaretlerinin zihnimde yeşermesine, yer etmesine ve giderek de yerleşmesine engel olamadığım ise diğer bir itirafım olmuş olsun.
İtiraflar (Confessiones) ile başladı bu kapsamlı tıp tarihi merkezli deneme. Ki, bu bir tesadüf, ya da, yazarının bilinçsiz bir tercihi olmasa gerektir. Öyle ya; 'aklın kendisine, kendisinin hastalıklarına ve bunların tedavilerine dair konuşması', özü itibarıyla bir (örtük / dolaylı / gizli) itiraf hamlesi değildir de nedir ki?
Böylesi bir ilgi alanı olanın, bahse konu 'problemle (akıl hastalıkları) onun çözüm (tedavi) mantığına / metoduna işaret eden problematiğin nispet ettiği anlam dairesi'nin Türkiye'deki izdüşümleriyle yakından ilgilenmesi beklenir. Türkiye'de, 20. asrın başından bu yana geçen 110 yıla mütecaviz bir süredir, mezkûr alanda gerçekleştirilen praksislere dair yaptığım aşağıdaki 'kuş bakışı' rasat, işte bu beklentiyi teyit eder mahiyettedir.
|
|
|
(i): Bir metnin giriş (medhal / prologue) bölümünün sıra numarasının '0 (sıfır)' olmasına yapılabilecek olası / potansiyel bir itiraz ne denli makul, mantıklı, meşru ve muvafık ise; buna verilecek ''Termodinamiğin 0. Yasası' oluyorsa, itiraza konu olan husus da pekalâ olabilir!' mealindeki olası / potansiyel bir ofansif mukabele / kontratak da aynı derecede makul, mantıklı, meşru ve muvafıktır' diye düşünüyorum.
(ii): Mazhar Osman Uzman'ı mercek altına alan bir etüde, onun arkeolojisini yaptığı sahaya dair bir terminoloji sorununa işaret ederek başlamanın; meselenin kurucu unsurları arasında yuvalanmış kadim / köklü /ehemmiyetli bir problem alanına el atılmış olması bakımından, anlamlı / isabetli bir tercih olacağını düşünüyorum. 'Sinir' ve (bilim çevrelerinde) onun fonksiyonu olduğu kabul edilen 'akıl' canlı bedeninin, dolayısıyla da maddi evrenin parçası olup bilimin iştigal sahasına girer. Buna karşın maddi dünyaya, duyu organlarına, gözlem, deney ve tecrübelere dışsal, aşkın (müteal, transandan) olan 'ruh' ise bilimin ilgi alanı dışındadır. Ruh diye tarif ve tavsif edilen mezkûr fenomen, metafizik ve teoloji'nin yetki ve ilgi alanındadır.
Gerek bir 'Yaratıcı' idesi üzerine temellendirilmiş olan semavi dinlerin, gerekse de diğer kâdim inanç dairelerinin prizmasından Kozmos'a bakıldığında; Yaradan'dan bir parça olduğuna inanılan 'Ruh'un hastalanmayacağını veri alarak argümantasyon yapmak mantıklı ve tutarlı olan akıl yürütme yoludur. Bu noktayı nazardan bakıldığında, 'ruh hastalıkları' doğrudan; öznesinin hastalanabileceğine dair imalar içeren 'ruh sağlığı' ise dolaylı olarak problemli olan tanımlar ve tabirlerdir. Teoloji ve metafizik varlık küreleriyle; bunların kabul , telif ve tekliflerini merkezine alan diğer fikri kozmosların giriştikleri teorizasyon gayretlerinin, 'ruh sağlığı ve sinir hastalıkları' deyişi yerine, 'akıl sağlığı ve sinir hastalıkları' ifadesini kullanmaları / önermeleri, içsel / sistematik tutarlılıkları bakımından zaruridir.
(iii): Mazhar Osman'ın 'Deli değil ruh hastası, tımarhane değil akıl hastanesi' mottosu üzerinden 1920'lerin ortasında yürüttüğü o öncü ve devrimci kampanyanın modern bir sürümünü, Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi olduğu sırada (1960 - 1977) gerçekleştiren Dr. Faruk Bayülkem (1912 - 2009), akıl ve sinir hastalıklarının tedavisinde uyguladığı liberal ve liberter metotlarla, o sırada bütün dünyada esmekte olan (1961 - 1973 küresel devrimci kalkışmasının ürünü olan) özgürlükçü rüzgârları mesleki alanına taşımış; bu sayede de, reformist kavramının ihata etmekte ve tarifte yetersiz / dar kaldığı; devrimci nitelemesinin ise kuşatmaya çalıştığı meseleye oldukça geniş / büyük geldiği bir praksisler silsilesinin faili olmuştu. Dr. Bayülkem'in hayatı için bknz.
http://www.psikiyatri.org.tr/news.aspx?notice=467
(iv): Mazhar Osman Uzman Bibliyografyası için bknz. http://www.mikrobeta.com.tr/wp-content/uploads/bsk-files-manager/211_275.pdf
(v): Mazhar Osman, Kapalı kutudaki fırtına, Liz Behmoaras, 2001, Remzi Kitabevi.
(vi): Mazhar Osman, Sefa Saygılı, TÜRDAV Yayınları, 1998.
(vii): Mazhar Osman ve Türkiye'de Nöroşürürjinin Doğuşu, Sait Naderi, 9 Eylül Üniversitesi Yayınları, 2004.
(viii): Maviş: Mongeri'den Mazhar Osman'a Türkiye'de Psikiyatri, belgesel film.
(ix):Mazhar Osman Uzman 1884 - 1951, 1972, İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsü Yayını, 1972.
(x): Mazhar Osman ve Dönemi - Mecnunları, Mekânları, Dostları, haz: Şahap Erkoç, Olcay Yazıcı, Lunbeck İlaç, 2006.
(xi): Mazhar Osman'dan Günümüze Bakırköy, belgesel film.
(xii): Delilik, siyaset ve toplum: Toptaşı Bimarhanesi 1873 - 1927, Fatih Artvinli, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2013.
(xiii): 'Aldatıcı Şafak' ve 'Bengi Dönüş' kavramlarının referans verdiği anlam dairelerine, metnin 16. ve 17. bölümleriyle 47. dipnotunda değinilecektir.
(xiv): 1934'de Soyadı kanunu çıktığında, akıl sağlığını yitirenlere yaptığı tıbbi yardımlar yüzünden us'la (akılla) ilgili bir soyadı almak istedi ve Usman'ı tercih etti. Ölümünden sonra ise Uzman soyadıyla anılmaya başladı. Bir ismin (kavramın / kelimenin) galatı çıktığında, onun, ne yapıp edip doğrusunun yerine geçeceği şeklindeki yazılı olmayan kural Mazhar Osman özelinde de hükmünü icra etmişi ve Usman unutulmuş, Uzman kullanılır olmuştur.
(xv): Türkiye'nin bugünden geriye doğru 110 yıla mütecaviz olan modern akıl / sinir / ruh hastalıkları ve tedavisi fenomen ve proseslerine baktığımızda, şu olası / olumsal argümantasyon 'hakikatle mutabık' gibi durmaktadır: 'Besim Ömer Paşa iyi ki Mazhar Osman'ın kadın doğumcu olmasını reddetmiş. Bu sayede, tıp küremizin akıl sağlığı ve asabiye branşı, global standartlara göre çalışan bir kurucu figür / baba kazanmıştır. Bu olmasaydı 'deliden akıl hastasına, tımarhaneden akıl hastanesine geçiş' kim bilir ne zaman gerçekleşirdi?!?'
(xvi): Tababet-i Ruhiye, Mazhar Osman - İhsan Şükrü Aksel, 1909; eserin nette satışa sunulan ve ilk cildinin birinci baskısından tam 32 yıl sonra yapılmış yeni basımını içeren takımı için bknz.
https://www.nadirkitap.com/tababeti-ruhiye-psikoslarin-anatomisi-3-cilt-takim-mazhar-osman-uzman-ihsan-sukru-aksel-kitap1653344.html
(xvii): Arka arkaya patlak veren Türk - İtalyan (Trablusgarp) Harbi (Eylül 1911 - Ekim 1912) ve Balkan Savaşları'nda (Ekim 1912 - Ağustos 1913) istenilen sonuçların alınamaması, askerin yorgun düşmesi, (silah, cephane, tayın, erzak, giysi, barınak, ulaştırma, medikal destek, maaş vb.) maddi imkânların kısıtlı olması ve özellikle de komuta kademesine giren 'ittihatçı - itilafçı dikotomisi' şeklinde tezahür eden 'fırkacılık' virüsü yüzünden, Osmanlı ordusunun morali bozuktu. Bu büyük resim içindeki bir desen olarak ortaya çıkan ve çeşitli lokasyonlardaki birlikleri etkisi altına alan dağınıklık ve itaatsizlik iklimi ise, Osmanlı Erkânı Harbi'ni düşündüren en önemli problemlerdendi.
Batılı manada muallem (talimli, eğitimli) askerin aksine; sahradan / pratikten gelerek yükselmiş 'âlaylı' tabir edilen kumandanlar; savaştan kaçmaya meyyal erat ve zabiti aklamaya, onlara verilecek cezaları engellemeye ya da hafifletmeye yaradığına inandıkları akliye ve asabiye mütehassıslarının birliklerdeki / ordugâhlardaki faaliyetlerinden çok rahatsızdılar. Mazhar Osman'ın istifa tepkisi vermesine neden olan mezkûr hadiseyi bu şekilde deşifre etmenin, bu minvalde okumanın mümkün olduğunu düşünüyorum.
Bahse konu meselenin ironik, 'trajedik' ve ama her durumda düşündürücü olan veçhesi; bu gelişmeden çok değil iki sene sonra; Alman Genelkurmayının Osmanlı Genelkurmayını, bütün stratejik meselelerde, devre dışı bırakarak Osmanlı Ordularının komuta merkezine yerleşmesine müteakip; (bir sonraki bölümde değinileceği üzere) başta Mazhar Osman olmak üzere, dönemin bütün önemli akliye ve asabiye uzmanlarının, yeniden (karargâh ve sahradaki) askeri birimlerde icra-ı sanat eylemeye başlamalarıdır.
'Akli ve asabi arazlar' gösteren askerden hangisinin numara yaptığını, hangisinin sahici ve samimi olduğunu ortaya çıkarmaya yarayan 'psikolojik profil tespiti' yapan Mazhar Osman ve meslektaşları, bu suretle; azımsanmayacak sayıdaki insanın idam mangası karşısına çıkarılmasına yol açan bir faaliyetin eyleyicisi olmuşlardır.
Hem bunların ve hem de, 1960'larda verdiği bir mülâkatta, İstiklâl Harbi sırasında, sabah askere alınan bazı köylülerin, silahını bırakarak, akşam kaçtığına işaret eden İsmet Paşa'nın değindiği olayların arkasında yatan ferdi ve toplumsal dramları ve dinamikleri irdeleyen akademik eserlerle; bunları baz alan film, tv dizisi, roman, şiir, piyes, resim, hikâye ilnh... formundaki sanat eserlerinin neredeyse 'yok mesabesinde' olması, ülkemizin entelektüel birikimi ve toplumsal hafızası adına üzücü ve düşündürücüdür.
(xviii): Osmanlı İmparatorluğu'nun Fransa ile savaş halinde olduğu bir süreçte, Mazhar Osman, sorumluluğu altındaki Fransız rahibelere hayırhah davrandı ve onları işten atmadı diye eleştirilmeli midir? Mazhar Osman'ın işine son vermekten imtina ettiği rahibelerin aslında hemşirelik eğitimi almış medikal kadrolar olduğu ve onların, süren savaş boyunca, Osmanlı Ordusuna da hizmet ettikleri göz önünde bulundurulduğunda, bu temelde yapılacak bir tenkidin hakkaniyetle bağdaşmayacağını düşünenlerdenim.
(xix): İhsan Şükrü Aksel (1899 - 1987), bu metnin takip eden akışında mercek altına alınacak bir 'kötülüğe', hayvanseverlerce nefretle anılmasına neden olacak bir vicdansız faaliyete imza atmış bir klinisyendi. Akıl hastalıkları alanında Cumhuriyetin önemli uzman doktorlarından olan Aksel hakkında muhtasar bilgi için bknz.
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0hsan_%C5%9E%C3%BCkr%C3%BC_Aksel
(xx): 1949 - 1957 dönemindeki İstanbul valiliği ve belediye başkanlığı sırasında, halkın 'mini mini valimiz ne olacak halimiz' tekerlemesiyle andığı Fahrettin Kerim Gökay (1900 - 1987), Mazhar Osman'ın çok önemsediği ve sevdiği, bu yüzden de adeta veliahtı gözüyle baktığı öğrencisi ve asistanıydı. Gökay'ın, kendisine onca hayırhah davranmasına rağmen, Mazhar Osman'a karşı sergilediği ibretlik kadirbilmezliği yansıtan çok manidar bir anekdot 14. bölümün bir dipnotunda tartışılacaktır. F. K. Gökay'ın kısa hal tercümesi için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Fahrettin_Kerim_G%C3%B6kay
(xxi): Mazhar Osman'ın liderliğinde; İhsan Şükrü Aksel ve Fahrettin Kerim Gökay ile birlikte, bir mezbelelik ve harabeye dönüşmüş olan Reşadiye Kışlası'ndan Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin yaratılmasında baş rolde olan bir avuç idealist ve genç doktor arasında yer alan Ahmet Şükrü Emet, erken dönem Cumhuriyet'in önemli psikiyatristlerindendir. Google'da adı üzerinden yapılan bir aramada, A. Ş. Emet'e dair doğru düzgün biyografik bilgi içeren bir tane bile referansa rastlanılmaması, mezkûr bilim insanının, nisyanın o acımasız zulmetiyle sarılıp sarmalanmasından ve toplumsal bilinçaltının dokularından kazınmasından kaynaklanmış olsa gerektir.
(xxii): Sıhhat almanağı, editör Mazhar Osman, İstanbul, Kader Matbaası, 1136 s. + 8 s. metin dışı fotoğraflı planş, 1933. Eserin internette olan nüshalarından birisi için bknz. http://www.nadirkitap.com/sihhat-almanaki-cumhuriyetin-onuncu-senesini-kutlarken-hekimlerimizin-halkimiza-armagani-mazhar-osman-uzman-kitap373897.html
(xxiii): Psikiyatri profesörü Arif Verimli, Twitter'da paylaştığı bir iddiasında, bunun aslında bir istifa değil, 'Bakırköy Hastahanesi'nin bahçesindeki üzümleri hastalara yedirdiği için, bir görevden alma' olduğuna işaret etmişti. Bknz.
https://twitter.com/arifverimli/status/413678945620725761
(xxiv): Bu plâk öylesine nadirdir ki, bazı özel koleksiyonerlerle, ilaç firmalarının bünyesinde kurulmuş kimi müze ve arşivlerin, onun için çok ciddi ödeme yapabileceği hakkındaki şaiyalar, müzayedecilik sektörünün kulislerinde yıllardır dillendirilir durur.
(xxv): Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun çifte standarda olan yatkınlığı ve
argumentum ad hominem metoduna (bir fikri, içeriğiyle değil, söyleyenin bir kişilik özelliği ya da aidiyeti üzerinden okuyup değerlendirme) olan tutkulu bağlılığı, Mazhar Osman Usman mercek altına alınarak tartışıldığında da çıkıyor karşımıza. Sabetaycı
kökenlerine karşın (Annesi Atiye Hanım, Sabetaycıların en meşhur kabristanı olan Üsküdar Bülbül Deresi mezarlığında medfun iken, Mazhar Osman, Zincirlikuyu Kabristanı'na defnedilmiştir) ailede, özellikle babasından kaynaklanan bir dünyevi yaşam tarzı hakimdi. Bu yüzden de Mazhar Osman, Tıbbiyeye gidene değin neredeyse laik - ladini - profan - dünyevi bir atmosferde yaşamıştır denilebilir. Tıbbiye ise, askeri tabip yetiştiren bir maarif müessesesi olması hasebiyle, zaten büyük ölçüde profan ve pozitivist temelli bir eğitim vermekteydi.
Her çeşit teolojik geleneğe ve tercihe mesafeli duran Osmanlı Tıbbiye eğitim müfredatının ve eğitim bürokrasisinin, mezkûr karakteristik özellikleri yüzünden, Sabetaycılığa da hayırhah yaklaşmamış olduğuna hükmetmemiz yerinde olacaktır. Mazhar Osman’ın hayatının ilerleyen dönemlerine ait olan desenlerde Sabetaycı emareler - motifler olmamasının kökeninde bunlar yatıyor olsa gerektir. 13 yaşındayken annesini kaybeden Mazhar Osman, bu olaya sık sık 'hayatımın en büyük acısı' diye referans verecektir. Bu durum, onun annesine duyduğu sevginin aşırı ve hatta biraz da patolojik olduğuna ne nispette işaret eder, orası meçhuldür doğrusu. Öte yandan, ona karşı duyduğu onca güçlü, sarsılmaz ve zayıflamaz sevgi ve hürmete binaen, Mazhar Osman'ın, hiç olmazsa annesinin yanına defnedilmesini vasiyet etmesi beklenirdi, öyle değil mi? Oysa, yukarıda da paylaşıldığı üzere, öyle olmadı. 'Bu pek de umulmadık / beklenmedik tercihte, Mazhar Osman'ın Sabetaycılarla arasına mesafe koyma kaygısı / tercihi ne derecede etkili olmuştur?' sorusunu hakikatle mutabık olarak cevaplayabilmek, elimizdeki câri veri seti göz önünde bulundurulduğunda, çok da kolay olmasa gerektir.
Öte yandan, alkole ölümüne düşman olması, kurmak için çok uğraştığı Hilâl-i Adrar Cemiyeti'nin (Yeşilay) 1920'deki ilk toplantısında verdiği konferansta dile getirdiği 'Efendiler, hedef alkolün azaltılması değil, hiç ağza alınmamasıdır' merkezindeki görüşlerini hayatının sonuna kadar her fırsatta ve forumda bıkmadan usanmadan dillendirmesi, Mazhar Osman'ın Sabetaycılığı aktif olarak yaşamadığına işaret eden en karakteristik emarelerden olsa gerektir.
İlerleyen satırlarda (xxxvi numaralı dipnotta) değinilecek olan 'Fahrettin Kerim Gökay vs. Mazhar Osman Usman Dikotomisi' ise, bir yanıyla Freudyen yorumlara kapı aralama istidadı ve potansiyeli taşırken; aynı zamanda da, tarafların masonizm ve 'kripto Yahudilik' gibi kritik ve muhataralı antiteler karşısındaki pozisyon ve tercihlerine dair ipuçları saklıyor olabilir pekalâ. Sabetaycılık mevzusu, onun hayatının karanlıkta kalan (bir çeşit esrar perdesiyle örtülü ?) 'metafizik alanı'nı kuşatan ayrıntılı bir akademik monografide, ya da, Liz Behmoaras'ınkinden daha derinlikli ve sorgulayıcı olan popüler bir biyografide ele alınmayı hak edecek ehemmiyette bir husustur. Argumentum ad hominem için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Ad_hominem
(xxvi): Eğitimci Hasan Hüseyin Koşar'ın bu metnin bir önceki versiyonunda yer alan ve şu an okuduğunuz dipnotun kendisine şerh edildiği 10 numaralı ve 'İnsanı kâmil eden harcadığı emektir, saydır' ara başlıklı bölümünün mütekabili olan 'Hayır, Sabetaycı değildi!' ara başlıklı bölümün içerdiği kuvvetli yargılara (şedid hükümler) ve kesin ifadelere dair (mezkûr edisyonun altına dercettiği) yorumu; tam da Mazhar Osman Usman hakkında yeni ve kapsamlı okumalar yaptığım bir sürece denk düştü. Bahse konu süreç, ilk edisyonu 2007 yılında Hedef Sağlık Dergisi için yazılan bu metnin, genişletilerek yeniden yazılması ve şu andaki verili haline getirilmesiyle sonuçlandı.
Yukarıda bahsettiğim okumalarımın bir sıklet merkezi de masonizm ve Sabetaycılık'tı. Bunun sonucunda da, 'haricilerle birlikteyken gerçek inancını saklamaya; sadece kendi cemaatinden olanlarla birlikteyken hakiki düşüncelerini ve samimi yaklaşımlarını dışa vurmaya koşullanmış bir 'kripto inanç müntesibi'nin, bir tür 'takiye ehli'nin, sahip olduğu imani prensipleri ve itikadi umdeleri, 'bir dışarıdan bakan'ın lâyığıyla deşifre ederek doğru anlamlandırabilmesinin çok zor olduğu'na kuvvetle kanaat getirdim.
Bu hakikat ve keyfiyetten hareketle, okunmakta olan metni; başta 'Hayır, Sabetaycı değildi!' ara başlığı olmak üzere, mezkûr bölümdeki bütün 'şedid hükümler'le 'kesin ifadeler'in tasallut, tahakküm ve hacrinden kurtarmaya karar verdim. Bu anlayışlar dairesinde gerçekleştirilecek bir yeniden yazımın, ele aldığım meseleyi görece objektif kuşatabilmeme hizmet edeceğini düşündüğümden almıştım bu kararı. Sadece mezkûr bölümün değil, yazının tamamının yeni baştan yazılmasıyla oluşan okunulan denemenin, önceki versiyonlarıyla kıyaslandığında, bahse konu niteliği kuşanmaya daha ehil olduğunu umuyorum.
Hasan Hüseyin Koşar'ın mezkûr notu için bknz. http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2014/10/mazhar-osman-turkiyede-deliye-akl.html
(xxvii): Kadını bir taraftan 'şehvetle dolu ve güvenilmez' bulurken, diğer taraftan da onu '....soysuz ve hasta ruhlu olanlar haricindeki ....kadınlar ise monogamiktir' şeklinde tarif ve tavsif ettiğine bakılırsa, Mazhar Osman'ın kafası 'cins-i latif' konusunda bir hayli karışıkmış. Buna dair bir metnin faksimilesi için bknz.
http://24.media.tumblr.com/tumblr_m6xqbvgvBO1qzh02oo1_1280.jpg
(xxviii): Kemalist Rejim'in göz bebeği olan Mazhar Osman'ın kadınlara bakış açısının, son zamanlardaki açıklamalarıyla Kemalist - lâikçi - Batıcı - modernist çevrelerin günah keçisi haline gelen Tuğrul İnançer'inkilerle adeta karbon kopya ve ruh ikizi oluşu, ister istemez, Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun çifte standarda olan yatkınlığını ve argumentum ad hominem metoduna (bir fikri, içeriğiyle değil, söyleyenin bir kişilik özelliği ya da aidiyeti üzerinden okuyup değerlendirme) olan tutkulu bağlılığını akla getirmektedir.Tuğrul İnançer'in son röportajı için bknz.
http://www.gazetevatan.com/tugrul-inancer-den-yine-cok-tartisilacak-sozler--706759-gundem/
(xxix): Öjenik için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96jenik
(xxx): Yapılan deneylerin teorisyeni ve azmettiricisi olması bakımından Mazhar Osman ve mezkûr praksisi eyleyen kişi olması bakımından da İhsan Şükrü Aksel hakkında (maksadını aşan ifadeler içerdiğini düşündüğüm) oldukça ağır bir metin için bknz.
http://novakozmikova.blogspot.com.tr/
Politikanın, toplumsal dokunun bütün hücrelerine sirayet ettiği böylesi bir ortamda, Mazhar Osman da bundan payını almıştı. Üsküdar İdadisinde okurken, arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları okul gazetesinin muhalif tonu yüzünden başı belaya giren Mazhar Osman; yetkililerin önünde bundan böyle siyasete bulaşmayacağına dair ‘Musaf’a el basarak yemin etmişti. Mazhar Osman'ın hayatının geri kalan 55 yılı, Kur'an üzerine içilen o yemini bozmamak adına gösterilen titiz bir gayretin çeşitli tezahürlerinin zengin bir koleksiyonudur adeta.
Mesleğinde bu denli başarılı ve kamuoyu nezdindeki itibarı ve kredibilitesi de hakiki manada zirvede olan bir figürün, politikaya girmesi için neredeyse hemen her siyasal damardan ciddi teklifler almasına ve bu doğrultuda tazyikler görmesine karşın, hiçbirisine
itibar etmeyerek, neredeyse 'siyaseten apolitik’ bir duruş sergilemesinin esbab-ı mucibesi
bu olsa gerektir diye düşünüyorum.
(xxxii): Mazhar Osman'la ilgili muhtasar ama mufassal ve tam manasıyla da 'ağyarını mani, efradını câmi' bir metin için Türkiye Diyanet Vakfi İslâm Ansikopedisi, Usman, Mazhar Osman, yazan: Nuran Yıldırım, cilt 42, s. 189 - 191. Bknz.
http://www.islamansiklopedisi.info/index.php?klme=usman
(xxxiii): Konuya dair bir metin için bknz.
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2011/12/turkan-saylan-gecti-bu-dunyadan.html
(ii): Mazhar Osman Uzman'ı mercek altına alan bir etüde, onun arkeolojisini yaptığı sahaya dair bir terminoloji sorununa işaret ederek başlamanın; meselenin kurucu unsurları arasında yuvalanmış kadim / köklü /ehemmiyetli bir problem alanına el atılmış olması bakımından, anlamlı / isabetli bir tercih olacağını düşünüyorum. 'Sinir' ve (bilim çevrelerinde) onun fonksiyonu olduğu kabul edilen 'akıl' canlı bedeninin, dolayısıyla da maddi evrenin parçası olup bilimin iştigal sahasına girer. Buna karşın maddi dünyaya, duyu organlarına, gözlem, deney ve tecrübelere dışsal, aşkın (müteal, transandan) olan 'ruh' ise bilimin ilgi alanı dışındadır. Ruh diye tarif ve tavsif edilen mezkûr fenomen, metafizik ve teoloji'nin yetki ve ilgi alanındadır.
Gerek bir 'Yaratıcı' idesi üzerine temellendirilmiş olan semavi dinlerin, gerekse de diğer kâdim inanç dairelerinin prizmasından Kozmos'a bakıldığında; Yaradan'dan bir parça olduğuna inanılan 'Ruh'un hastalanmayacağını veri alarak argümantasyon yapmak mantıklı ve tutarlı olan akıl yürütme yoludur. Bu noktayı nazardan bakıldığında, 'ruh hastalıkları' doğrudan; öznesinin hastalanabileceğine dair imalar içeren 'ruh sağlığı' ise dolaylı olarak problemli olan tanımlar ve tabirlerdir. Teoloji ve metafizik varlık küreleriyle; bunların kabul , telif ve tekliflerini merkezine alan diğer fikri kozmosların giriştikleri teorizasyon gayretlerinin, 'ruh sağlığı ve sinir hastalıkları' deyişi yerine, 'akıl sağlığı ve sinir hastalıkları' ifadesini kullanmaları / önermeleri, içsel / sistematik tutarlılıkları bakımından zaruridir.
(iii): Mazhar Osman'ın 'Deli değil ruh hastası, tımarhane değil akıl hastanesi' mottosu üzerinden 1920'lerin ortasında yürüttüğü o öncü ve devrimci kampanyanın modern bir sürümünü, Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi olduğu sırada (1960 - 1977) gerçekleştiren Dr. Faruk Bayülkem (1912 - 2009), akıl ve sinir hastalıklarının tedavisinde uyguladığı liberal ve liberter metotlarla, o sırada bütün dünyada esmekte olan (1961 - 1973 küresel devrimci kalkışmasının ürünü olan) özgürlükçü rüzgârları mesleki alanına taşımış; bu sayede de, reformist kavramının ihata etmekte ve tarifte yetersiz / dar kaldığı; devrimci nitelemesinin ise kuşatmaya çalıştığı meseleye oldukça geniş / büyük geldiği bir praksisler silsilesinin faili olmuştu. Dr. Bayülkem'in hayatı için bknz.
http://www.psikiyatri.org.tr/news.aspx?notice=467
(iv): Mazhar Osman Uzman Bibliyografyası için bknz. http://www.mikrobeta.com.tr/wp-content/uploads/bsk-files-manager/211_275.pdf
(v): Mazhar Osman, Kapalı kutudaki fırtına, Liz Behmoaras, 2001, Remzi Kitabevi.
(vi): Mazhar Osman, Sefa Saygılı, TÜRDAV Yayınları, 1998.
(vii): Mazhar Osman ve Türkiye'de Nöroşürürjinin Doğuşu, Sait Naderi, 9 Eylül Üniversitesi Yayınları, 2004.
(viii): Maviş: Mongeri'den Mazhar Osman'a Türkiye'de Psikiyatri, belgesel film.
(ix):Mazhar Osman Uzman 1884 - 1951, 1972, İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsü Yayını, 1972.
(x): Mazhar Osman ve Dönemi - Mecnunları, Mekânları, Dostları, haz: Şahap Erkoç, Olcay Yazıcı, Lunbeck İlaç, 2006.
(xi): Mazhar Osman'dan Günümüze Bakırköy, belgesel film.
(xii): Delilik, siyaset ve toplum: Toptaşı Bimarhanesi 1873 - 1927, Fatih Artvinli, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2013.
(xiii): 'Aldatıcı Şafak' ve 'Bengi Dönüş' kavramlarının referans verdiği anlam dairelerine, metnin 16. ve 17. bölümleriyle 47. dipnotunda değinilecektir.
(xiv): 1934'de Soyadı kanunu çıktığında, akıl sağlığını yitirenlere yaptığı tıbbi yardımlar yüzünden us'la (akılla) ilgili bir soyadı almak istedi ve Usman'ı tercih etti. Ölümünden sonra ise Uzman soyadıyla anılmaya başladı. Bir ismin (kavramın / kelimenin) galatı çıktığında, onun, ne yapıp edip doğrusunun yerine geçeceği şeklindeki yazılı olmayan kural Mazhar Osman özelinde de hükmünü icra etmişi ve Usman unutulmuş, Uzman kullanılır olmuştur.
(xv): Türkiye'nin bugünden geriye doğru 110 yıla mütecaviz olan modern akıl / sinir / ruh hastalıkları ve tedavisi fenomen ve proseslerine baktığımızda, şu olası / olumsal argümantasyon 'hakikatle mutabık' gibi durmaktadır: 'Besim Ömer Paşa iyi ki Mazhar Osman'ın kadın doğumcu olmasını reddetmiş. Bu sayede, tıp küremizin akıl sağlığı ve asabiye branşı, global standartlara göre çalışan bir kurucu figür / baba kazanmıştır. Bu olmasaydı 'deliden akıl hastasına, tımarhaneden akıl hastanesine geçiş' kim bilir ne zaman gerçekleşirdi?!?'
(xvi): Tababet-i Ruhiye, Mazhar Osman - İhsan Şükrü Aksel, 1909; eserin nette satışa sunulan ve ilk cildinin birinci baskısından tam 32 yıl sonra yapılmış yeni basımını içeren takımı için bknz.
https://www.nadirkitap.com/tababeti-ruhiye-psikoslarin-anatomisi-3-cilt-takim-mazhar-osman-uzman-ihsan-sukru-aksel-kitap1653344.html
(xvii): Arka arkaya patlak veren Türk - İtalyan (Trablusgarp) Harbi (Eylül 1911 - Ekim 1912) ve Balkan Savaşları'nda (Ekim 1912 - Ağustos 1913) istenilen sonuçların alınamaması, askerin yorgun düşmesi, (silah, cephane, tayın, erzak, giysi, barınak, ulaştırma, medikal destek, maaş vb.) maddi imkânların kısıtlı olması ve özellikle de komuta kademesine giren 'ittihatçı - itilafçı dikotomisi' şeklinde tezahür eden 'fırkacılık' virüsü yüzünden, Osmanlı ordusunun morali bozuktu. Bu büyük resim içindeki bir desen olarak ortaya çıkan ve çeşitli lokasyonlardaki birlikleri etkisi altına alan dağınıklık ve itaatsizlik iklimi ise, Osmanlı Erkânı Harbi'ni düşündüren en önemli problemlerdendi.
Batılı manada muallem (talimli, eğitimli) askerin aksine; sahradan / pratikten gelerek yükselmiş 'âlaylı' tabir edilen kumandanlar; savaştan kaçmaya meyyal erat ve zabiti aklamaya, onlara verilecek cezaları engellemeye ya da hafifletmeye yaradığına inandıkları akliye ve asabiye mütehassıslarının birliklerdeki / ordugâhlardaki faaliyetlerinden çok rahatsızdılar. Mazhar Osman'ın istifa tepkisi vermesine neden olan mezkûr hadiseyi bu şekilde deşifre etmenin, bu minvalde okumanın mümkün olduğunu düşünüyorum.
Bahse konu meselenin ironik, 'trajedik' ve ama her durumda düşündürücü olan veçhesi; bu gelişmeden çok değil iki sene sonra; Alman Genelkurmayının Osmanlı Genelkurmayını, bütün stratejik meselelerde, devre dışı bırakarak Osmanlı Ordularının komuta merkezine yerleşmesine müteakip; (bir sonraki bölümde değinileceği üzere) başta Mazhar Osman olmak üzere, dönemin bütün önemli akliye ve asabiye uzmanlarının, yeniden (karargâh ve sahradaki) askeri birimlerde icra-ı sanat eylemeye başlamalarıdır.
'Akli ve asabi arazlar' gösteren askerden hangisinin numara yaptığını, hangisinin sahici ve samimi olduğunu ortaya çıkarmaya yarayan 'psikolojik profil tespiti' yapan Mazhar Osman ve meslektaşları, bu suretle; azımsanmayacak sayıdaki insanın idam mangası karşısına çıkarılmasına yol açan bir faaliyetin eyleyicisi olmuşlardır.
Hem bunların ve hem de, 1960'larda verdiği bir mülâkatta, İstiklâl Harbi sırasında, sabah askere alınan bazı köylülerin, silahını bırakarak, akşam kaçtığına işaret eden İsmet Paşa'nın değindiği olayların arkasında yatan ferdi ve toplumsal dramları ve dinamikleri irdeleyen akademik eserlerle; bunları baz alan film, tv dizisi, roman, şiir, piyes, resim, hikâye ilnh... formundaki sanat eserlerinin neredeyse 'yok mesabesinde' olması, ülkemizin entelektüel birikimi ve toplumsal hafızası adına üzücü ve düşündürücüdür.
(xviii): Osmanlı İmparatorluğu'nun Fransa ile savaş halinde olduğu bir süreçte, Mazhar Osman, sorumluluğu altındaki Fransız rahibelere hayırhah davrandı ve onları işten atmadı diye eleştirilmeli midir? Mazhar Osman'ın işine son vermekten imtina ettiği rahibelerin aslında hemşirelik eğitimi almış medikal kadrolar olduğu ve onların, süren savaş boyunca, Osmanlı Ordusuna da hizmet ettikleri göz önünde bulundurulduğunda, bu temelde yapılacak bir tenkidin hakkaniyetle bağdaşmayacağını düşünenlerdenim.
(xix): İhsan Şükrü Aksel (1899 - 1987), bu metnin takip eden akışında mercek altına alınacak bir 'kötülüğe', hayvanseverlerce nefretle anılmasına neden olacak bir vicdansız faaliyete imza atmış bir klinisyendi. Akıl hastalıkları alanında Cumhuriyetin önemli uzman doktorlarından olan Aksel hakkında muhtasar bilgi için bknz.
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0hsan_%C5%9E%C3%BCkr%C3%BC_Aksel
(xx): 1949 - 1957 dönemindeki İstanbul valiliği ve belediye başkanlığı sırasında, halkın 'mini mini valimiz ne olacak halimiz' tekerlemesiyle andığı Fahrettin Kerim Gökay (1900 - 1987), Mazhar Osman'ın çok önemsediği ve sevdiği, bu yüzden de adeta veliahtı gözüyle baktığı öğrencisi ve asistanıydı. Gökay'ın, kendisine onca hayırhah davranmasına rağmen, Mazhar Osman'a karşı sergilediği ibretlik kadirbilmezliği yansıtan çok manidar bir anekdot 14. bölümün bir dipnotunda tartışılacaktır. F. K. Gökay'ın kısa hal tercümesi için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Fahrettin_Kerim_G%C3%B6kay
(xxi): Mazhar Osman'ın liderliğinde; İhsan Şükrü Aksel ve Fahrettin Kerim Gökay ile birlikte, bir mezbelelik ve harabeye dönüşmüş olan Reşadiye Kışlası'ndan Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin yaratılmasında baş rolde olan bir avuç idealist ve genç doktor arasında yer alan Ahmet Şükrü Emet, erken dönem Cumhuriyet'in önemli psikiyatristlerindendir. Google'da adı üzerinden yapılan bir aramada, A. Ş. Emet'e dair doğru düzgün biyografik bilgi içeren bir tane bile referansa rastlanılmaması, mezkûr bilim insanının, nisyanın o acımasız zulmetiyle sarılıp sarmalanmasından ve toplumsal bilinçaltının dokularından kazınmasından kaynaklanmış olsa gerektir.
(xxii): Sıhhat almanağı, editör Mazhar Osman, İstanbul, Kader Matbaası, 1136 s. + 8 s. metin dışı fotoğraflı planş, 1933. Eserin internette olan nüshalarından birisi için bknz. http://www.nadirkitap.com/sihhat-almanaki-cumhuriyetin-onuncu-senesini-kutlarken-hekimlerimizin-halkimiza-armagani-mazhar-osman-uzman-kitap373897.html
(xxiii): Psikiyatri profesörü Arif Verimli, Twitter'da paylaştığı bir iddiasında, bunun aslında bir istifa değil, 'Bakırköy Hastahanesi'nin bahçesindeki üzümleri hastalara yedirdiği için, bir görevden alma' olduğuna işaret etmişti. Bknz.
https://twitter.com/arifverimli/status/413678945620725761
(xxiv): Bu plâk öylesine nadirdir ki, bazı özel koleksiyonerlerle, ilaç firmalarının bünyesinde kurulmuş kimi müze ve arşivlerin, onun için çok ciddi ödeme yapabileceği hakkındaki şaiyalar, müzayedecilik sektörünün kulislerinde yıllardır dillendirilir durur.
(xxv): Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun çifte standarda olan yatkınlığı ve
argumentum ad hominem metoduna (bir fikri, içeriğiyle değil, söyleyenin bir kişilik özelliği ya da aidiyeti üzerinden okuyup değerlendirme) olan tutkulu bağlılığı, Mazhar Osman Usman mercek altına alınarak tartışıldığında da çıkıyor karşımıza. Sabetaycı
kökenlerine karşın (Annesi Atiye Hanım, Sabetaycıların en meşhur kabristanı olan Üsküdar Bülbül Deresi mezarlığında medfun iken, Mazhar Osman, Zincirlikuyu Kabristanı'na defnedilmiştir) ailede, özellikle babasından kaynaklanan bir dünyevi yaşam tarzı hakimdi. Bu yüzden de Mazhar Osman, Tıbbiyeye gidene değin neredeyse laik - ladini - profan - dünyevi bir atmosferde yaşamıştır denilebilir. Tıbbiye ise, askeri tabip yetiştiren bir maarif müessesesi olması hasebiyle, zaten büyük ölçüde profan ve pozitivist temelli bir eğitim vermekteydi.
Her çeşit teolojik geleneğe ve tercihe mesafeli duran Osmanlı Tıbbiye eğitim müfredatının ve eğitim bürokrasisinin, mezkûr karakteristik özellikleri yüzünden, Sabetaycılığa da hayırhah yaklaşmamış olduğuna hükmetmemiz yerinde olacaktır. Mazhar Osman’ın hayatının ilerleyen dönemlerine ait olan desenlerde Sabetaycı emareler - motifler olmamasının kökeninde bunlar yatıyor olsa gerektir. 13 yaşındayken annesini kaybeden Mazhar Osman, bu olaya sık sık 'hayatımın en büyük acısı' diye referans verecektir. Bu durum, onun annesine duyduğu sevginin aşırı ve hatta biraz da patolojik olduğuna ne nispette işaret eder, orası meçhuldür doğrusu. Öte yandan, ona karşı duyduğu onca güçlü, sarsılmaz ve zayıflamaz sevgi ve hürmete binaen, Mazhar Osman'ın, hiç olmazsa annesinin yanına defnedilmesini vasiyet etmesi beklenirdi, öyle değil mi? Oysa, yukarıda da paylaşıldığı üzere, öyle olmadı. 'Bu pek de umulmadık / beklenmedik tercihte, Mazhar Osman'ın Sabetaycılarla arasına mesafe koyma kaygısı / tercihi ne derecede etkili olmuştur?' sorusunu hakikatle mutabık olarak cevaplayabilmek, elimizdeki câri veri seti göz önünde bulundurulduğunda, çok da kolay olmasa gerektir.
Öte yandan, alkole ölümüne düşman olması, kurmak için çok uğraştığı Hilâl-i Adrar Cemiyeti'nin (Yeşilay) 1920'deki ilk toplantısında verdiği konferansta dile getirdiği 'Efendiler, hedef alkolün azaltılması değil, hiç ağza alınmamasıdır' merkezindeki görüşlerini hayatının sonuna kadar her fırsatta ve forumda bıkmadan usanmadan dillendirmesi, Mazhar Osman'ın Sabetaycılığı aktif olarak yaşamadığına işaret eden en karakteristik emarelerden olsa gerektir.
İlerleyen satırlarda (xxxvi numaralı dipnotta) değinilecek olan 'Fahrettin Kerim Gökay vs. Mazhar Osman Usman Dikotomisi' ise, bir yanıyla Freudyen yorumlara kapı aralama istidadı ve potansiyeli taşırken; aynı zamanda da, tarafların masonizm ve 'kripto Yahudilik' gibi kritik ve muhataralı antiteler karşısındaki pozisyon ve tercihlerine dair ipuçları saklıyor olabilir pekalâ. Sabetaycılık mevzusu, onun hayatının karanlıkta kalan (bir çeşit esrar perdesiyle örtülü ?) 'metafizik alanı'nı kuşatan ayrıntılı bir akademik monografide, ya da, Liz Behmoaras'ınkinden daha derinlikli ve sorgulayıcı olan popüler bir biyografide ele alınmayı hak edecek ehemmiyette bir husustur. Argumentum ad hominem için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Ad_hominem
(xxvi): Eğitimci Hasan Hüseyin Koşar'ın bu metnin bir önceki versiyonunda yer alan ve şu an okuduğunuz dipnotun kendisine şerh edildiği 10 numaralı ve 'İnsanı kâmil eden harcadığı emektir, saydır' ara başlıklı bölümünün mütekabili olan 'Hayır, Sabetaycı değildi!' ara başlıklı bölümün içerdiği kuvvetli yargılara (şedid hükümler) ve kesin ifadelere dair (mezkûr edisyonun altına dercettiği) yorumu; tam da Mazhar Osman Usman hakkında yeni ve kapsamlı okumalar yaptığım bir sürece denk düştü. Bahse konu süreç, ilk edisyonu 2007 yılında Hedef Sağlık Dergisi için yazılan bu metnin, genişletilerek yeniden yazılması ve şu andaki verili haline getirilmesiyle sonuçlandı.
Yukarıda bahsettiğim okumalarımın bir sıklet merkezi de masonizm ve Sabetaycılık'tı. Bunun sonucunda da, 'haricilerle birlikteyken gerçek inancını saklamaya; sadece kendi cemaatinden olanlarla birlikteyken hakiki düşüncelerini ve samimi yaklaşımlarını dışa vurmaya koşullanmış bir 'kripto inanç müntesibi'nin, bir tür 'takiye ehli'nin, sahip olduğu imani prensipleri ve itikadi umdeleri, 'bir dışarıdan bakan'ın lâyığıyla deşifre ederek doğru anlamlandırabilmesinin çok zor olduğu'na kuvvetle kanaat getirdim.
Bu hakikat ve keyfiyetten hareketle, okunmakta olan metni; başta 'Hayır, Sabetaycı değildi!' ara başlığı olmak üzere, mezkûr bölümdeki bütün 'şedid hükümler'le 'kesin ifadeler'in tasallut, tahakküm ve hacrinden kurtarmaya karar verdim. Bu anlayışlar dairesinde gerçekleştirilecek bir yeniden yazımın, ele aldığım meseleyi görece objektif kuşatabilmeme hizmet edeceğini düşündüğümden almıştım bu kararı. Sadece mezkûr bölümün değil, yazının tamamının yeni baştan yazılmasıyla oluşan okunulan denemenin, önceki versiyonlarıyla kıyaslandığında, bahse konu niteliği kuşanmaya daha ehil olduğunu umuyorum.
Hasan Hüseyin Koşar'ın mezkûr notu için bknz. http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2014/10/mazhar-osman-turkiyede-deliye-akl.html
(xxvii): Kadını bir taraftan 'şehvetle dolu ve güvenilmez' bulurken, diğer taraftan da onu '....soysuz ve hasta ruhlu olanlar haricindeki ....kadınlar ise monogamiktir' şeklinde tarif ve tavsif ettiğine bakılırsa, Mazhar Osman'ın kafası 'cins-i latif' konusunda bir hayli karışıkmış. Buna dair bir metnin faksimilesi için bknz.
http://24.media.tumblr.com/tumblr_m6xqbvgvBO1qzh02oo1_1280.jpg
(xxviii): Kemalist Rejim'in göz bebeği olan Mazhar Osman'ın kadınlara bakış açısının, son zamanlardaki açıklamalarıyla Kemalist - lâikçi - Batıcı - modernist çevrelerin günah keçisi haline gelen Tuğrul İnançer'inkilerle adeta karbon kopya ve ruh ikizi oluşu, ister istemez, Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun çifte standarda olan yatkınlığını ve argumentum ad hominem metoduna (bir fikri, içeriğiyle değil, söyleyenin bir kişilik özelliği ya da aidiyeti üzerinden okuyup değerlendirme) olan tutkulu bağlılığını akla getirmektedir.Tuğrul İnançer'in son röportajı için bknz.
http://www.gazetevatan.com/tugrul-inancer-den-yine-cok-tartisilacak-sozler--706759-gundem/
(xxix): Öjenik için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96jenik
(xxx): Yapılan deneylerin teorisyeni ve azmettiricisi olması bakımından Mazhar Osman ve mezkûr praksisi eyleyen kişi olması bakımından da İhsan Şükrü Aksel hakkında (maksadını aşan ifadeler içerdiğini düşündüğüm) oldukça ağır bir metin için bknz.
http://novakozmikova.blogspot.com.tr/
(xxxi): Mazhar Osman'ın, 2015'in prizmalarından bakıldığında zor anlaşılır (belki de anlaşılmaz ve enigmatik) bulunabilecek olan bu tutumunu doğru konumlandırmak için, Osmanlı – Türk modernleşme hareketinin tarihçesinin bir döneminin bir tarihi momentine (aktüel uğrak) bakmamız faydalı olacaktır. Mezkûr modernleşme hamlesinde 1827’de kurulan Askeri Tıbbiyenin önemi büyüktür. 2. Mahmut’un reform sürecinde kilit rol oynayan mektep Batılı usullerle eğitim yapıyor; Batı değerlerini, kurumlarını, anlayışlarını, çeşitli buhranlar ve sıkıntılar içindeki Osmanlıya aktarıyordu (dayatıyordu). Tıbbiye daha kurulduğu andan itibaren Fransız İhtilalinin hürriyet, müsavat, uhuvvet prensiplerini ve terakki ile vatanseverlik ideallerini, henüz rüşeym halindeki
Osmanlı münevverlerine taşımakta ciddi bir ‘aktarma organı’ vazifesi görmüştür. Özelde Osmanlının, genel olarak da Doğu’nun Batı karşısında, başta askeri olmak üzere, neredeyse hemen her alanda gerilemesi ‘Batı’ya açılan kapı’ hüviyetindeki Askeri Tıbbiyenin sağladığı imkanlar üzerinden tartışıldı. Okulun bu hüviyeti statükoyu sürekli olarak rahatsız etmiş, sansür ve baskılar askeri tıbbiye üzerinden eksik olmamıştır.
Osmanlı münevverlerine taşımakta ciddi bir ‘aktarma organı’ vazifesi görmüştür. Özelde Osmanlının, genel olarak da Doğu’nun Batı karşısında, başta askeri olmak üzere, neredeyse hemen her alanda gerilemesi ‘Batı’ya açılan kapı’ hüviyetindeki Askeri Tıbbiyenin sağladığı imkanlar üzerinden tartışıldı. Okulun bu hüviyeti statükoyu sürekli olarak rahatsız etmiş, sansür ve baskılar askeri tıbbiye üzerinden eksik olmamıştır.
Politikanın, toplumsal dokunun bütün hücrelerine sirayet ettiği böylesi bir ortamda, Mazhar Osman da bundan payını almıştı. Üsküdar İdadisinde okurken, arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları okul gazetesinin muhalif tonu yüzünden başı belaya giren Mazhar Osman; yetkililerin önünde bundan böyle siyasete bulaşmayacağına dair ‘Musaf’a el basarak yemin etmişti. Mazhar Osman'ın hayatının geri kalan 55 yılı, Kur'an üzerine içilen o yemini bozmamak adına gösterilen titiz bir gayretin çeşitli tezahürlerinin zengin bir koleksiyonudur adeta.
Mesleğinde bu denli başarılı ve kamuoyu nezdindeki itibarı ve kredibilitesi de hakiki manada zirvede olan bir figürün, politikaya girmesi için neredeyse hemen her siyasal damardan ciddi teklifler almasına ve bu doğrultuda tazyikler görmesine karşın, hiçbirisine
itibar etmeyerek, neredeyse 'siyaseten apolitik’ bir duruş sergilemesinin esbab-ı mucibesi
bu olsa gerektir diye düşünüyorum.
(xxxii): Mazhar Osman'la ilgili muhtasar ama mufassal ve tam manasıyla da 'ağyarını mani, efradını câmi' bir metin için Türkiye Diyanet Vakfi İslâm Ansikopedisi, Usman, Mazhar Osman, yazan: Nuran Yıldırım, cilt 42, s. 189 - 191. Bknz.
http://www.islamansiklopedisi.info/index.php?klme=usman
(xxxiii): Konuya dair bir metin için bknz.
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2011/12/turkan-saylan-gecti-bu-dunyadan.html
(xxxiv): Mazhar Osman'ın popüler olduğu 1930 - 1970 periyodunda, halkın ona yakıştırdığı çok sayıda uydurma anekdot vardı. Bunlardan bazıları, çeşitli ülkelerde, değişik tarihlerde yaşamış olan meşhur ruh hastalıkları uzmanlarına nispet edilen anonim - evrensel öykülerdendi. Gelin şimdi bunlardan en meşhur olan iki tanesini hatırlayalım:
Mazhar Osman, Bakırköy'de gündelik vizitini yaptığı sırada, ağır ve tehlikeli hastaların olduğu bir koğuşun bütün sakinlerinin duvardaki bir noktaya baktıklarını görerek meraklanır ve aynı yere bakmaya başlar. Birkaç dakikalık rasattan sonra 'bir şey göremiyorum' şeklindeki yakınması koğuşun kıdemlilerinden birisinin tatlı sert çıkışına neden olur: 'hocam, biz günlerdir bakmamıza rağmen henüz bir şey göremedik. Sen bir kaç dakikada ne görmeyi ummuştun Allah aşkına?!?'.
Mazhar Osman Bakırköy'ün bahçesinde dolaşırken, sokaktan bir vatandaş, onu tanıyarak 'içeride kaç kişiniz?' diye bağırır. Aldığı cevap tam bir 'mukabele-i bilmisil' kıvamındadır: 'dışarıda kaç kişisiniz?'
(xxxv): Bu anekdotun, F. K.Gökay'ın yerini toplumun çeşitli popüler simalarına terk ettiği birkaç farklı versiyonu daha vardır.
(xxxvi): Mazhar Osman Usman'ın (MOU) en parlak talebesi ve 'veliahtı' olan Fahrettin Kerim Gökay'ın (FKG), hocasına karşı sergilediği akı almaz kadirbilmezliği yansıtan bahse konu manidar anekdot, teşrih masasına yatırılması, bu suretle de ayrıntılı olarak diseksiyona tabi tutularak analiz edilmesi gereken beklenmedik / a-tipik bir davranıştır.
'FKG vs. MOU' şeklinde formüle edilebilecek olan bu 'dikotomi', Freudyen bakış açısının dominant olduğu psikiyatrik anlamlandırma dairesinde 'babaya baş kaldırarak, onu öldürerek ya da kastre ederek iktidarına / hayat alanına / hazinesine / haremine / otoritesine el koyma teşebbüsü' şeklinde yorumlanabilir.
Buna, fiziksel halini (kısadan da daha kısa olma durumu) hocasının normalden iri olan cüssesiyle karşılaştırdığında duyabileceği bastırılmış memnuniyetsizlik (utanç, eziklik) de eklendiğinde, halefin selefine besleyebileceği menfi duyguların ve geliştirebileceği olumsuz tutumların altı da dolmuş olabilir pekalâ.
'FKG vs. MOU dikotomisi'ni (yukarıda, xxv. ve xxvi. dipnotlarda değindiğimiz) masonizm ve Sabetaycılık üzerinden okumaya çalışarak, bu bahsi tamamlayacağız. Üst düzey mason olan FKG, mason olması merkezindeki bütün teklifleri elinin tersiyle iterek reddeden hocasının, üstüne üstlük bir de anne tarafından olan Sabetaycılığını da yaşamamasına duyduğu tepkiyi bilinç altına itmiş; DP'den ezici bir çoğunlukla İstanbul Belediye Başkanı ve Valisi seçilerek muktedir olduğunda ise, bütün bu karmaşık duygusal tepkileri, adeta zincirlerinden boşalarak su yüzüne, bilinç üstüne çıkmış olabilir. Oldukça spekülatif olan bu analizin, FKG ile MOU arasındaki gerilime dair olan (henüz nâ-mevcut) külliyata bir medhal olmasını diliyorum.
(xxxvii): Bu anekdotun İbrahim Çallı ve Mehmet Akif Ersoy'a nispet edilen iki farlı edisyonu vardır. İbrahim Çallı (1882 - 1960), alkole olan düşkünlüğüyle maruftu. Gençliğinde alkol alan, bu arada Neyzen Tevfik'e de eşlik eden Mehmet Akif Ersoy (1873 - 1936), daha sonra tövbe ederek alkolü bırakmış; bununla da yetinmeyerek, tanıdıklarının da alkolü bırakmaları için ciddi bir mücadele içine girişmişti. Mehmet Akif - Neyzen Tevfik ilişkisinin son zamanları, M. Akif'in N. Tevfik'i içmemeye, N. Tevfik'in ise M. Akif'i içmeye ikna etme çabalarına / zorlamalarına sahne olmuşsa da; taraflar birbirlerinin davranışlarını değiştirmeye muvaffak olamamışlardır.
(xxxviii): Bu anekdotu hatırlatarak metnimin zenginleşmesine katkı veren değerli dostum Elif Turgay'a çok teşekkür ederim.
(xxxix): Alkol içilmesine ölümüne karşı bir tıp insanın, çok hürmet ettiği bir dostuna ve hastasına alkol almasını önermesi çelişik (paradoksal) gibi gözükse de, aslında, mesele biraz kurcalandığında, öyle olmadığı anlaşılacaktır. Çelişki gibi duran bu karşıtlık; toplum mühendisliğine kalkışan her kurucu babanın, havass'a (creme de la creme, seçkinler, oligarşik elit zümre, toplumun % 1'i) ve avam'a (en geniş halk yığınları, sokaktaki adam, ortalama insan, toplumun % 99'u) yönelik mesajlarının arasındaki (bazen dereceye, bazen de mahiyete dair olan) farklılıktan ibarettir. Mazhar Osman'ının praksisini sergilediği bu anlayışa göre havass, her konuda ne yapacağını mükemmelen bilen kişilerden mürekkeptir. Bunlar, diğer her şey gibi, alkollü içecekleri nasıl tüketmeleri gerektiğine de vakıf olduğundan, onlara bu konuda yol göstermenin, öneride bulunmanın, hele de bir tahdit getirmenin manası yoktur. Öte yandan avam ise, sürekli olarak mürebbiye ve mümeyyize ihtiyaç hisseden toplumun kahir ekseriyeti olduğundan, bırakın az ya da çok kullanmalarını, bunların alkollü içeceklere yanaşmalarında bile sakınca vardır. Halka açık Yeşilay Cemiyeti konferanslarında 'alkole zinhar el sürülmeyecek ve bir damla bile içilmeyecek!' diyen Mazhar Osman'ın, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamit Tarhan, İbrahim Çallı ve Neyzen Tevfik gibi seçkin şahsiyetler söz konusu olduğunda, 'ölçülü alınması kaydıyla alkol yararlıdır' demesinin arka plânında çalışan dinamik işte böyle bir şey olsa gerektir.
(xl): Mazhar Osman'la ilgili anekdotlardan enteresan bir test çıkaran Ahmet Turhan Altıner'in yazısı için bknz. http://www.milliyet.com.tr/2004/09/12/pazar/yazalt.html
(xli): Hasan Pulur'un konuya dair bir metni için bknz.
http://www.milliyet.com.tr/2001/08/24/yazar/pulur.html
(xlii): Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi tarihçesi ve müzesiyle ilgili bir metin için bknz. http://www.bianet.org/biamag/saglik/110154-bakirkoy-ruh-ve-sinir-hastaliklari-hastanesi-muzesi-acildi
(xliii): Genelde tıp, özelde Nöropsikiyatri tarihimiz ve Mazhar Osman etütleri ile ilgili bir belge için bknz. http://www.turknoropsikiyatri.org/bilgidosyalari/kurulus_ilkcelse.pdf
(xliv): Tarihçi, biyografist Abdülhamit Kırmızı için bknz. http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2015/01/abdulhamit-krmz-turkiye-yazarlar.html
(xlv): Bu metnin tematik göndermede bulunduğu 'kendi üzerine kapanmış, kendisine dair konuşan bir hiperbolik metin' için bknz.
http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2013/10/argmentum-ad-gastroenterum.html
(xlviii): Mazhar Osman'ın asarı için: Nuran Yıldırım, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 42, s. 191, İstanbul, 2012.
(xxxv): Bu anekdotun, F. K.Gökay'ın yerini toplumun çeşitli popüler simalarına terk ettiği birkaç farklı versiyonu daha vardır.
(xxxvi): Mazhar Osman Usman'ın (MOU) en parlak talebesi ve 'veliahtı' olan Fahrettin Kerim Gökay'ın (FKG), hocasına karşı sergilediği akı almaz kadirbilmezliği yansıtan bahse konu manidar anekdot, teşrih masasına yatırılması, bu suretle de ayrıntılı olarak diseksiyona tabi tutularak analiz edilmesi gereken beklenmedik / a-tipik bir davranıştır.
'FKG vs. MOU' şeklinde formüle edilebilecek olan bu 'dikotomi', Freudyen bakış açısının dominant olduğu psikiyatrik anlamlandırma dairesinde 'babaya baş kaldırarak, onu öldürerek ya da kastre ederek iktidarına / hayat alanına / hazinesine / haremine / otoritesine el koyma teşebbüsü' şeklinde yorumlanabilir.
Buna, fiziksel halini (kısadan da daha kısa olma durumu) hocasının normalden iri olan cüssesiyle karşılaştırdığında duyabileceği bastırılmış memnuniyetsizlik (utanç, eziklik) de eklendiğinde, halefin selefine besleyebileceği menfi duyguların ve geliştirebileceği olumsuz tutumların altı da dolmuş olabilir pekalâ.
'FKG vs. MOU dikotomisi'ni (yukarıda, xxv. ve xxvi. dipnotlarda değindiğimiz) masonizm ve Sabetaycılık üzerinden okumaya çalışarak, bu bahsi tamamlayacağız. Üst düzey mason olan FKG, mason olması merkezindeki bütün teklifleri elinin tersiyle iterek reddeden hocasının, üstüne üstlük bir de anne tarafından olan Sabetaycılığını da yaşamamasına duyduğu tepkiyi bilinç altına itmiş; DP'den ezici bir çoğunlukla İstanbul Belediye Başkanı ve Valisi seçilerek muktedir olduğunda ise, bütün bu karmaşık duygusal tepkileri, adeta zincirlerinden boşalarak su yüzüne, bilinç üstüne çıkmış olabilir. Oldukça spekülatif olan bu analizin, FKG ile MOU arasındaki gerilime dair olan (henüz nâ-mevcut) külliyata bir medhal olmasını diliyorum.
(xxxvii): Bu anekdotun İbrahim Çallı ve Mehmet Akif Ersoy'a nispet edilen iki farlı edisyonu vardır. İbrahim Çallı (1882 - 1960), alkole olan düşkünlüğüyle maruftu. Gençliğinde alkol alan, bu arada Neyzen Tevfik'e de eşlik eden Mehmet Akif Ersoy (1873 - 1936), daha sonra tövbe ederek alkolü bırakmış; bununla da yetinmeyerek, tanıdıklarının da alkolü bırakmaları için ciddi bir mücadele içine girişmişti. Mehmet Akif - Neyzen Tevfik ilişkisinin son zamanları, M. Akif'in N. Tevfik'i içmemeye, N. Tevfik'in ise M. Akif'i içmeye ikna etme çabalarına / zorlamalarına sahne olmuşsa da; taraflar birbirlerinin davranışlarını değiştirmeye muvaffak olamamışlardır.
(xxxviii): Bu anekdotu hatırlatarak metnimin zenginleşmesine katkı veren değerli dostum Elif Turgay'a çok teşekkür ederim.
(xxxix): Alkol içilmesine ölümüne karşı bir tıp insanın, çok hürmet ettiği bir dostuna ve hastasına alkol almasını önermesi çelişik (paradoksal) gibi gözükse de, aslında, mesele biraz kurcalandığında, öyle olmadığı anlaşılacaktır. Çelişki gibi duran bu karşıtlık; toplum mühendisliğine kalkışan her kurucu babanın, havass'a (creme de la creme, seçkinler, oligarşik elit zümre, toplumun % 1'i) ve avam'a (en geniş halk yığınları, sokaktaki adam, ortalama insan, toplumun % 99'u) yönelik mesajlarının arasındaki (bazen dereceye, bazen de mahiyete dair olan) farklılıktan ibarettir. Mazhar Osman'ının praksisini sergilediği bu anlayışa göre havass, her konuda ne yapacağını mükemmelen bilen kişilerden mürekkeptir. Bunlar, diğer her şey gibi, alkollü içecekleri nasıl tüketmeleri gerektiğine de vakıf olduğundan, onlara bu konuda yol göstermenin, öneride bulunmanın, hele de bir tahdit getirmenin manası yoktur. Öte yandan avam ise, sürekli olarak mürebbiye ve mümeyyize ihtiyaç hisseden toplumun kahir ekseriyeti olduğundan, bırakın az ya da çok kullanmalarını, bunların alkollü içeceklere yanaşmalarında bile sakınca vardır. Halka açık Yeşilay Cemiyeti konferanslarında 'alkole zinhar el sürülmeyecek ve bir damla bile içilmeyecek!' diyen Mazhar Osman'ın, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamit Tarhan, İbrahim Çallı ve Neyzen Tevfik gibi seçkin şahsiyetler söz konusu olduğunda, 'ölçülü alınması kaydıyla alkol yararlıdır' demesinin arka plânında çalışan dinamik işte böyle bir şey olsa gerektir.
(xl): Mazhar Osman'la ilgili anekdotlardan enteresan bir test çıkaran Ahmet Turhan Altıner'in yazısı için bknz. http://www.milliyet.com.tr/2004/09/12/pazar/yazalt.html
(xli): Hasan Pulur'un konuya dair bir metni için bknz.
http://www.milliyet.com.tr/2001/08/24/yazar/pulur.html
(xlii): Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi tarihçesi ve müzesiyle ilgili bir metin için bknz. http://www.bianet.org/biamag/saglik/110154-bakirkoy-ruh-ve-sinir-hastaliklari-hastanesi-muzesi-acildi
(xliii): Genelde tıp, özelde Nöropsikiyatri tarihimiz ve Mazhar Osman etütleri ile ilgili bir belge için bknz. http://www.turknoropsikiyatri.org/bilgidosyalari/kurulus_ilkcelse.pdf
(xliv): Tarihçi, biyografist Abdülhamit Kırmızı için bknz. http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2015/01/abdulhamit-krmz-turkiye-yazarlar.html
(xlv): Bu metnin tematik göndermede bulunduğu 'kendi üzerine kapanmış, kendisine dair konuşan bir hiperbolik metin' için bknz.
(xlvi): Okunulan metin popüler bir tıp tarihi makalesi değildir. Akademik / ilmi / teknik bir metin ise HİÇ değildir! O, olsa olsa, ancak (yukarıda da işaret edildiği üzere) tıp tarihi bazlı bir deneme olarak nitelenebilir. Bazı yorumlarının içerdiği ‘overdose subjektivizm’in, daha önce referans verildiği gibi, kendisini konumlandırdığı yazınsal uzay ve düşünsel koordinatlar göz önünde bulundurulduğunda, makul karşılanabilecek, mazur görülebilecek bir husus olduğunu düşünüyorum. Öyle ya, deneme için üstat denemeciler ‘denemede her şey mubah, her yol mümkün, her tarz makbuldür’ demiyorlar mı? Okunulan satırlara dair yapılabilecek olası / potansiyel eleştirilerin bir ‘everything goes Cosmos’u hakkında konuşulduğunun bilinciyle dillendirilmesini beklemem, onun bahse konu bu mahiyeti yüzündendir.
Her ne kadar bunu söylesem de; ‘'yazar İshal-i femmi (ağız ishali; dur durak bilmeksizin saçma sapan konuşan manik psikoz) olmuş galiba, yoksa nasıl yazardı bu akıllara zarar pehlivan tefrikasını!’ diyen acımasızından; 'müellif, müktesebatındaki kelime hazinesine balotaj, vokabülerine resmi geçit yaptırmak; memleketi / varoluş uzayı / sılası bildiği dilinin ifade imkânlarını sınamak ve karmaşık cümlelerine aletli jimnastik yaptırmak için yazmış olmalı bu denemeyi!' diyen sarkastiğine; 'tarihi hakikatlere hoyrat ve entrümantalist yaklaşan, onları, kimi pasajları karşısında 'Narkissos Sendromu' ve 'orgazmik bir memnuniyet' yaşadığını hissettiğimiz metnine özensiz bir dekor olarak kullanmaktan çekinmeyen, bu bitmek tükenmek bilmeyen lâf salatasını, sanki sadece o (kendisini bahtiyar eden) mezkûr birkaç cümleyi yazabilmesine vesile / arka plân / artalan / zemin / temel oluştursun diye yazan kişi ile; çalışmak, hobilerle uğraşmak, yemek yemek, sohbet etmek ve sevişmek gibi hayatta yaptığı diğer her işi sadece ve yalnızca sigara altlığı olsun diye gerçekleştiren nikotinmania'ya dûçar olmuş iflah olmaz bir tütünperest ruh ikizi olsa gerektir' diyen müdanâsızından; 'ne diyon lan sen karışık!?!' diyen 'atarlı ergen tepkisi'ne kadar, her çeşit eleştiriyi / katkıyı beklemekte, hatta özlemekte bu metin' demekten de imtina etmiyorum.
(xlvii): 'Öteki (Mazhar Osman) de ben de İtiraf ettik!' itirafıyla birlikte; öyleyse,
ejderha / dragon ısırmış demektir kuyruğunu ve (kısır döngü / vicious (virtious) circle değil!) 'Bengi Dönüş' de öylece devam etmektedir o bitimsiz mecrasındaki / seyahatindeki ebedi macerasına!
Bu denemenin ve Kozmos'un hülâsası: Aldatıcı şafak ve Bengi Dönüş...
Her ne kadar bunu söylesem de; ‘'yazar İshal-i femmi (ağız ishali; dur durak bilmeksizin saçma sapan konuşan manik psikoz) olmuş galiba, yoksa nasıl yazardı bu akıllara zarar pehlivan tefrikasını!’ diyen acımasızından; 'müellif, müktesebatındaki kelime hazinesine balotaj, vokabülerine resmi geçit yaptırmak; memleketi / varoluş uzayı / sılası bildiği dilinin ifade imkânlarını sınamak ve karmaşık cümlelerine aletli jimnastik yaptırmak için yazmış olmalı bu denemeyi!' diyen sarkastiğine; 'tarihi hakikatlere hoyrat ve entrümantalist yaklaşan, onları, kimi pasajları karşısında 'Narkissos Sendromu' ve 'orgazmik bir memnuniyet' yaşadığını hissettiğimiz metnine özensiz bir dekor olarak kullanmaktan çekinmeyen, bu bitmek tükenmek bilmeyen lâf salatasını, sanki sadece o (kendisini bahtiyar eden) mezkûr birkaç cümleyi yazabilmesine vesile / arka plân / artalan / zemin / temel oluştursun diye yazan kişi ile; çalışmak, hobilerle uğraşmak, yemek yemek, sohbet etmek ve sevişmek gibi hayatta yaptığı diğer her işi sadece ve yalnızca sigara altlığı olsun diye gerçekleştiren nikotinmania'ya dûçar olmuş iflah olmaz bir tütünperest ruh ikizi olsa gerektir' diyen müdanâsızından; 'ne diyon lan sen karışık!?!' diyen 'atarlı ergen tepkisi'ne kadar, her çeşit eleştiriyi / katkıyı beklemekte, hatta özlemekte bu metin' demekten de imtina etmiyorum.
(xlvii): 'Öteki (Mazhar Osman) de ben de İtiraf ettik!' itirafıyla birlikte; öyleyse,
ejderha / dragon ısırmış demektir kuyruğunu ve (kısır döngü / vicious (virtious) circle değil!) 'Bengi Dönüş' de öylece devam etmektedir o bitimsiz mecrasındaki / seyahatindeki ebedi macerasına!
Bu denemenin ve Kozmos'un hülâsası: Aldatıcı şafak ve Bengi Dönüş...
Mazhar Osman öjenik konusunda ne derse desin tehdit edildiğini yazmış (Yücel Yanıkdağ'ın "Millete Deva Olmak" kitabına göre). O zamanlar Peyami Safa ile arasında polemikler olduğunu biliyorum. Kimler tehdit etmiş olabilirlerki onu acaba?
YanıtlaSilİnançer'in onun ruh ikizi olduğu doğrudur fkat unutmamız gereken şey birinin o tür fikirlere 1930larda diğerinin ise 2014'de sahip olduğudur. Yani bir yerde 2014 AKPsi güya nefret ettiği 1930 CHP'si için "büyük öteki" diye bir söylem yaratsada aslında bir çok yönden bir ayna yansımasından bahis ediyor gibiyiz.
peyami safa polemiğini ve bahsettiğiniz tehdit hadisesini araştıracağım. .katkınızdan dolayı çok teşekkür ederim değerli dostum....
YanıtlaSilçok şükür, nihayet tamamlayabildim)))
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı kaleminize sağlık sevgili Ziyaver bey...:)
YanıtlaSilteşekkürler elif turgay :) :) :)
YanıtlaSil