01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevasının belirlediği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın 10 Haziran - 14 Haziran döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
116) Refik Halit Karay
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Refik Halit Karay.
Gazeteci, çevirmen, yazar, öğretmen, bürokrat, yayımcı; realist anlatı, Yeni Lisan hareketi ve dilde sadeleşmenin öncülerinden olan Refik Halit Karay 14 Mart 1888’de İstanbul’da doğdu. 6 yıl eğitim gördüğü Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ni bitiremese de, mükemmelen öğrendiği Fransızcası sayesinde Frankofon kültür kozmosunu keşfetti. Mekteb-i Hukuk’ta okurken başladığı memuriyeti, meşrutiyetin ilânıyla bırakıp, Servet-i Fünûn ve Tercümân-ı Hakîkat gazeteleriyle, dönemin dergilerinde imzalı ve imzasız yazılar yazdı. Siyasî yazıları, bilhassa da hicivleri yüzünden İttihat ve Terakkî rejiminin ‘olağan şüpheliler’ listesinde olan Refik Halit, Mahmud Şevket Paşa’nın katlinden sonra yürütülen ‘cadı avı’nda önce 1913’de Sinop’a, ardından Çorum, Ankara ve Bilecik’e sürüldü. Ziya Gökalp’in tavassutuyla sürgünlüğü sonlanan Karay, 1918’de döndüğü Payitaht’ta Robert Kolej’e Türkçe öğretmeni olarak atandı. Mütareke ve işgal dönemi olan 13 Kasım
1918 – 4 Ekim 1923 arasında Zaman, Vakit, Tasvîr-i Efkâr, Alemdar, Sabah ve Peyâm-ı Sabah gazeteleriyle, çıkardığı Aydede mizah dergisindeki siyasi yazılarında İttihat ve Terakkî’yi çok sert eleştirerek yaratılan devri sabıkı destekleyen Refik Halit üyesi olduğu Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın kurduğu hükümet tarafından Nisan 1919 – Eylül 1920 periyodunda iki kere posta ve telgraf umum müdürlüğü yaptı. Bu süreçte, Kuvayı Milliye mensuplarının posta ve telgraf hizmetlerinden yararlanmasını engellemeye çalışması, takip eden dönemde de Milli Mücadele aleyhindeki sert yazılarına devam etmesi, İstiklâl Harbi’nin milli güçlerce kazanılmasına müteakip, Ankara’nın oluşturduğu Yüzellilikler diye anılan persona non grata statüsündeki sürgün listesine dahil edilmesine neden olacaktı. 9 Ekim 1922’de, liste daha yayımlanmadan, Beyrut’un banliyösü sayılan Cünye kasabasına kaçan Karay’ın, böylece 16 yıl sürecek olan sürgün ve gurbet hayatı başlamış oldu. Bu süreçte, Türkçe yayımlanan Doğru Yol ve Vahdet gazeteleri başta olmak, çeşitli mecralarda yazdığı sayısız makaleyle yaptığı konuşmalarda, sürekli ve sistematik olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin icraatlarını, yeni rejimin inkılaplarını desteklemesi, Gâzi’nin Türk yurdu Hatay’ın Türkiye'ye katılımı için yürüttüğü kampanyaya destek vermesi Refik Halit’in Ankara tarafından affedilmesinin önünü açacaktı. Yazarın Gâzi’ye gönderdiği samimi özeleştiriler içeren mektuplarıyla, Mustafa Kemal Paşa’nın, Karay'ın müktesebatına beslediği derin sempatinin de bu özel affın çıkarılmasında etkili olduğu bilinen vakıadır. Kendisine yönelik bu jestten yararlanmayan, akabinde Yüzellilikler hakkında çıkarılan umumi affın yürürlüğe girmesiyle, Temmuz 1938’de memlekete dönen Refik Halit, vefat edeceği 18 Temmuz 1965’e değin sürecek fevkalâde hamarat bir yazma dönemine girmiş; roman, hikâye, tiyatro, mizah – hiciv, kronik, hâtıra türlerinde 40 cilde varan âsârının tam 31 cildini bahse konu bu süreçte yazarak yayımlamıştır. Mükemmelen vakıf olduğu Fransızcası ve Arapçası sayesinde, gezegenin kültür kozmosuyla, beşeri imajinasyonun Doğu ve Batı diye tarif edilen iki veçhesine de vakıf olan Refik Halit Karay, eserlerinde öne çıkan duru ve kusursuz İstanbul Türkçesiyle, lisanımızın bayraktarlığını üstlenen eser miktardaki hakiki kalem erbabındandır. Okuduğunuzda zenginleşeceğiniz Refik Halit külliyatının, bilhassa da Memleket Hikâyeleri’yle Gurbet Hikâyeleri’nin kütüphanelerimizden eksik olmamasını öneriyoruz.
Başvuru metnimiz olan Şerif Aktaş’ın yazdığı Refik Halit Karay monografisi, merceğimizin odağındaki yazarın hayatını ve âsârını, efradını câmi ve ağyarına mâni bir anlayışla inceleyen, bu sayede de muhtasar olmasına karşın mufassal olabilmeyi de becermiş bir edebiyat ve yakın tarih etüdüdür. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
117) Kavanozdaki Beyin
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver
Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza
Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Kavanozdaki Beyin.
Sevilip sayılan bir akademisyen, edindiğiniz hatırı sayılır okur sayesinde kitapları iyi satan bir yazarsınız. Her şey yolunda, öyle ki, Pazartesi bezginliği ve tükenmişlik sendromu denen muasır belâlar kıta sahanlığınıza uğrayamıyor bile. Yetiştirmeye uğraştığınız makaleniz üzerinde çalıştığınız sırada, aniden başınıza inanılmaz bir ağrı saplanıyor ve koltuğunuza yığılıveriyorsunuz. Odanızı, gözlerinizi kör edecek denli parlak bir ışık dolduruyor, mekânın boyutlarıyla tüm eşyalar kayboluyor, sınırları olmayan bir boşlukta süzüldüğünüzü hissettiğiniz sırada, hemen karşınızda beliriveren transparan bir tank içinde yüzen, kendisine bağlı çok sayıda elektrotun kablolarının, kap dışındaki bir bilgisayarla irtibatlı olduğunu gördüğünüz bir beyinden mi geldiğini, yoksa beyninizin içinde mi zonkladığını kestiremediğiniz, o yaşınıza değin duymadığınız tınıdaki bir ses yankılanıyor uzay-zaman sürekliliğinde: ‘3 gün önce beynin kafatasından çıkarılıp onu besleyen sıvıyla dolu karşındaki şeffaf fıçıya kondu. Şu anda olduğunu sandığın fiktif kişiye ait fake anılar belleğine bir çiple yüklendi, gördüğün elektrotlarla verilen uyarıcılar, 3 gündür yaşadığını sandığın şeyleri hissetmene yol açmakta.’ Hemen ardından her şey normale dönüyor ve siz, bir yanı ontolojiye, diğer boyutu epistemolojiye dair olan derin bir öz-muhasebeye girişiyorsunuz. ‘Evren’de benden, beynimden, bilincimden başka bir şey yok; diğer her şey benliğimin uydurması’ diyen, uç bir idealizm türü olan solipsizm, yânî, tekbencilik felsefesinin yanlışlığına vurgu yapmak için Hilary Putnam tarafından kurgulanmış çok meşhur bir düşünce deneyini modifiye ederek paylaştık. 1926 – 2016 yılları arasında yaşamış ABD’li filozof, matematikçi, bilim insanı, bilişim uzmanı, Harvard Üniversitesi profesörü Hilary Whitehall Putnam, analitik felsefeyle, Rudolph Carnap gibi Viyana Çevresi’nin kurucu babalarının entelektüel verimleri içinde yetişmesine, müktesebatını bir süre bu bağlam üzerinden oluşturmasına karşın, daha sonra Willard Van Orman Quine ve Ludwig Wittgenstein’ın görüşlerinden etkilenmiş, mantıkçı pozitivizmin en sert muhaliflerinden olmuştur. ‘Bilgimiz açısından, duyu verilerinin oluşturduğu temel benzeri, ayrıcalıklı hiçbir konum bulunmadığını, sabit bir doğrulanabilirlik ilkesiyle, mutlak bir olgu – değer ayrımının olmadığını, inanç ve kabullerimizin bireysel temelde değerlendirilemeyeceği’ni savunan Putnam, felsefi pozisyonlanışını ‘içsel realizm’ olarak tanımlamış, ‘metafizik realizm’ dahil, temellendirici duruşları eleştirmiş, verili bir gerçeklikten, nesnel bir olgudan söz ederken, bunun kavramlar – inançlar – değerler setimizin oluşturduğu bir zihni kozmosun içerisinde gerçekleştiğine işaret etmiştir. İlgi alanlarının genişliği ve telifinin derinliği yüzünden, çağdaşları tarafından Aristoteles’le kıyaslanan Putnam’ın, felsefe ve bilim tarihinin en provokatif ve ilham verici düşünce deneylerinden olan, başta Matrix Quadrilojisi olmak üzere çok sayıda bilimkurgu verimiyle filozof Nick Bostrom'un 'bir bilgisayar simülasyonunda yaşıyoruz!' tezinin de parçası olduğu ilmi ve felsefi devasa bir literatüre ilham veren paylaştığımız ‘Brain in a Vat’ isimli fantastik kurgusu, dilimize Kavanozdaki Beyin ya da Fıçıdaki Beyin adlarıyla çevrilmiştir. Kökleri MÖ 5. asırda yaşamış Grek sofist filozofu Gorgias’ın telifiyle Plato’nun MÖ 4. asırda dillendirdiği mağara metaforuna inen, Descartçı metodik şüpheciliğin ‘ben’ kavramıyla Berkeleyci immateryalist idealizmden de beslenen solipsist ekole dair reddiyesinde George Edward Moore’un müktesebatına yaslanan Hilary Putnam, Vietnam savaşına karşı öğrencilerini örgütleyen bir pasifist, Amerikan Komünist Parti’nin kolu olan İlerici İşçi Partisi mensubu bir anti-emperyalistti. Görüşlerine dogmatikçe sarılmaması onları sık sık revize etmesine yol açmış, bu tutumu bazı meslektaşlarınca eleştirilmiştir.
Muhammed Akbaba’nın Bijoy Boruah’tan çevirdiği ve sosyalbilimler.org’ta yayımlanan makale referans metinlerimizden olup, mezkûr plâtform ‘bilim, felsefe, sanat, kültür temelli fikir çalışmaları olay ufkumda olsun’ diyenler için şayanı tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
118) Winston Churchill
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Winston
Churchill.
İngiliz politikacı, asker, gazeteci, yazar, ressam, 1940-1945 ve 1951-1955 dönemlerinde Birleşik Krallık Başbakanlığı yapmış muhafazakâr demokrat tandanslı reformist devlet adamı, 5 Mart 1946’da ABD’de yaptığı konuşmada kullandığı, o güne değin dillendirilmemiş ‘Iron Curtain – Demir Perde’ ifadesinin de parçası olduğu söylem ve eylemler bütünüyle Soğuk Savaş döneminin ilk 20 yılının dominant aktörü, emperyalist kolonyalizmin 20. asırdaki başat figürü ve Batı Medeniyeti’nin müstekbir düşünürü Sir Winston Leonard Spencer Churchil 30 Kasım 1874’de Oxfordshire’da doğdu. Bahriye Nazırıyken yaptığı ‘Çanakkale Boğazını geçerek İstanbul’u işgal etmek ve Osmanlı İmparatorluğunun yağmasından ‘aslan payı’nı kapmak’ stratejisi, Gazi’nin de önemli rol oynadığı kanlı bir muharebeler toplamına müteakip 1915’de ağır bir hezimetle sonuçlanınca, pozisyonunu kaybeden Churchill, 1917'de Cephane Bakanlığı'na ve Harbiye Bakanlığı'na atandı. 1924 – 1929 döneminde, Muhafazakâr Parti’den ayrılarak katıldığı Liberal Parti’den istifa edip yeniden üyesi olduğu Muhafazakâr Parti saflarında Maliye Bakanı oldu. Hitlerin ve kurduğu büyük savaş makinesi 3. Reich ordularının ayak seslerinin gezegeni titrettiği 1939'da yeniden Bahriye Nazırı olan Churchil, 1940’da başbakanlığa getirildi. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilere karşı kararlı ve stratejik duruşu, müttefikleri olan Stalin ve Roosevelt’le yürüttüğü ilişkilerdeki mahareti ve geleceği kestirmek noktasındaki dehası sayesinde Batı Aleminde büyük takdir topladı, Birleşik Krallık’ın gelmiş geçmiş en önemli aktörlerinin yer aldığı immortaller panteonunda kendine yer buldu. Türkiye’yi müttefiki olarak savaşa sokmaya muvaffak olamayan Churchill, savaş sonrası kurulan yeni dünya düzeninin merkezi organları NATO ve Avrupa Konseyi’nin de fikir babalarından oldu. Ağırlaşan rahatsızlıklarıyla başa çıkmak adına 1955’de siyasetten emekli olunca, yazmak ve resim yapmakla doldurduğu huzurlu, dingin bir son 10 yıl yaşadı. Binlerce sayfalık başarılı müktesebatıyla 1953’de kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü o denli hak edilmişti ki, ardından, Al Gore’un 2007’de kazandığı Nobel Barış Ödülü’ne verilen olumsuz tepkilerin milyonda biri bile dillendirilmemiştir. ABD’den onursal vatandaşlık almasından 2 yıl sonra, 1965’de, 91 yaşında öldüğünde, sevenleri, Churchill’in vefatına yol açan o son inme sırasında bile, alameti farikası olmuş purosu eşliğinde skoçunu yudumladığını, şövalesindeki tuvale son bir fırça darbesi attıktan sonra da, sağ elinin işaret ve orta parmaklarıyla, 2. Cihan Harbi’nin simgelerinden olan o ikonik ‘Victory’, yânî, ‘Zafer işareti’ni yaptığını düşünmeyi yeğlediler. 1936 – 2015 döneminde yaşayan
İngiliz tarihçi, biyografist, oğlu Randolph Churchill’in ilk 2 cildini yazdığı 8 ciltlik resmi Churchill biyografisinin son altı cildinin müellifi, toplamda 88 esere imza atmış bir entelektüel olan Martin Gilbert’in yazdığı CHURCHİLL - Bir Hayat, 1,200 sayfayı aşan devasa hacmiyle anıtsal bir eser olup; Hitler ve Stalin’in insanlık adına oluşturabilecekleri tehdidi en net gören devlet adamı, uçaksavarları önemseyerek hava savunma sistemlerine öncülük etmiş ve havacılığı geliştirmiş bir vizyoner, tankın gelişimine katkı vermiş askeri bir tasarımcı; eğitimde fırsat eşitliğini, hapishane reformunu, işsizlik sigortasını, çalışma saatlerinin kısaltılmasını, ulusal bir sağlık sistemi kurulmasını, işyerlerinde çalışma koşullarının düzeltilmesini savunan bir reformist, müthiş bir hatip ve mükemmel bir yazar olan Churchill’in hayatını üstün bir başarıyla kuşatmaktadır. Churchill'in, 76 yıldır yaşanan kronik bir zulmün 7 Ekim 2023’den bu yana zirve yaparak soykırıma dönüşmesine yol açan siyonizme verdiği desteğe ve emperyal tutumuna eleştirel yaklaşmaması, mezkûr eserin en önemli zaafı olmasına karşın kitap, konuya ilgi duyanlar için vazgeçilemez nitelikte bir kaynaktır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
119) Çay
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Çay.
Coğrafyamızda yaşayanların hayatlarındaki yeri vazgeçilemez olan,
kültürümüzün, sosyalleşmemizin favori unsuru; Nazım Hikmet’in ‘Basit yaşayacaksın basit / Sanki bir gün
yaşamın sona erecekmiş gibi basit / Çay, simit ve peynirle’
dizelerindeki kadar sade, ama ikamesi olmayan bir antitedir çay. Ziraat literatüründe Camelia Sinensis olarak anılan, sıcak
ve bol yağış alan tropikal ve subtropikal iklim kuşaklarını seven, doğal
yollarla oluşmuş, ya da zirai metotlarla melezlenerek geliştirilmiş 1500’den
fazla türü olan,
aroması ve tadı yetiştiği yerlerin deniz seviyesinden yüksekliği arttıkça
mükemmelleşen çay bitkisinin anavatanı
Yukarı Birmanya’dır, Dünya’ya da bu coğrafyadan dağıldığı düşünülmektedir. Çayın yüksek içim zevki yaşatan tadını ve kalitesini
belirleyen bir diğer unsur, hasadında, en üstteki iki yaprakla çay
filizinin elle koparılmasıdır. Küresel ölçekte sudan sonra en çok tercih edilen
içecek olan çay, tarihsel kayıtlara göre
ilk defa 5000 yıl önce Çin’de demlenmeye başlanmıştır. Batı Medeniyetinin yeme –
içme kültürüne, 17. asırda İngiliz gemicilerin Seylan’dan getirdikleri çayın kıtaya dağılmasıyla dahil olan egzotik içecek, İngiltere'de çok sevilince ülkenin girişimcileri 18. asırda Seylan ve Assam’da çay
bahçeleri kurmuş, başta Londra olmak üzere, ülkenin bir çok kentinde çayhaneler
açılmıştır. Bizim çayla tanışmamız ise,
Japonya’dan getirilen çay tohumlarının 1888 – 1892 döneminde Bursa yöresinde
ekilmesiyle gerçekleşmiş, ancak iklim uyuşmazlığı yüzünden
başarıya ulaşamamıştır. Halkalı Ziraat
Mektebi Alisi müdür vekili ve botanikçi Ali Rıza Erten, 1917’de hazırladığı
bir raporda, çay ziraatı yapılan Batum’la
Rize’nin iklimlerinin benzediğini, Rize’nin de çay ekimine uygun
olduğunu yetkililerle paylaşmıştır. Osmanlı’da yapılan bu çalışma, genç Cumhuriyetin ilk Meclisinde 16 Şubat 1924’de
alınan bir kararla Rize’de çay ekimine başlanmasının fitilini ateşlemiş; Batum’dan
getirdiği tohumlarla kurduğu Rize Ziraat
Bahçesinde ilk ekimi yapan ve köylünün Çaybaba dediği Zihni Derin, işin milâdı olmuştur. Çay ziraatına
ahalinin çoğunun ikna edilmesinde başrol, 1938’den itibaren ev ev dolaşarak ‘çay yeşil altındır, ekimi sizi refaha
erdirecek’ diye propaganda yapan Asım
Zihnioğlu’ndadır. İlk çay fabrikasının Rize’de 1947’de kurulmasıyla üretim
artmış, ürünün ülke çapında dağıtımı ve tanıtımı daha programlı yapılmaya
başlanmış, bu durum çay tüketimini düzenli olarak arttırmıştır. Çinliler
ve Japonlar gibi Asyalı milletler bizden binlerce yıl, Avrupalılar ise 300 yıl önce
çay içmeye başlamışlarsa da; an itibarıyla biz, kişi başına yılda 3.2 kg siyah çay
tüketimiyle Dünya birincisiyiz. Sohbetlerimizin, dostluklarımızın, misafir
ağırlamalarımızın vazgeçilmez ritüeli olan ince
belli cam bardaklarda sunulan tavşan kanı kıvamında demlenmiş çaylar insana,
Cahit Zarifoğlu’nun dizelerindeki
gibi ‘ve oturdu mu bir masaya / Hakkını
verir çay içmenin’ dedirtir
gerçekten de.
Çayın ülkemizdeki serencamıyla ilgili bilgileri edindiğimiz referanslarımızdan olan Derya Bengi ve Erdir Zat’ın derleyicisi oldukları 3 ciltlik bir serinin 2. Kitabı olan 100. yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası - Belki Duyulur Sesim, mercek altına aldığımız mevzu da dahil olmak üzere, ülkemizde 1950 – 1980 döneminde yaşanan yüzlerce önemli politik, ekonomik, kültürel, sanatsal, sosyolojik, magazinel, kriminal ve sportif olayı çarpıcı görseller eşliğinde analiz etmekte; bunlarla hem sokaktaki ortalama insanın, hem de dönemin Menderes, Demirel, Ecevit gibi baskın karakterlerinin ilişkisini başarıyla serimlemektedir. Mezkûr vasıflarıyla bu eser, resmi tarih tezlerinin dışında kalan alternatif tarih okumaları yapmak isteyen için mücevher kıymetindedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
120) kriz = fırsat + tehdit (midir?)Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Kriz
= Fırsat + Tehdit (midir?)
Gerek dahili
dinamiklerle dış alemden bağımsız olarak girdiklerimiz, gerekse de küresel
ölçekteki ekonomik türbülansların coğrafyamıza izdüşümü neticesinde gelişenler olsun, son yıllarda yaşadığımız ekonomik krizlerde, iş
insanlarının, yetkililerin ve kanaat önderlerinin tekrarladıkları bir argüman vardır: ‘yaşadığımız krizi, bu kavramın Çincedeki
diğer anlamı olan fırsata çevirerek aşacağız.’ İçerdiği hakikatle
örtüşen psikososyolojik bazlı temalarına katıldığımız mezkûr iddianın, hem lengüistik
- epistemik, hem de ontik - etik açılardan problemli olan yanlarını alacağız
mercek altına. Ezici kısmı Çinli olan 1 milyar Dünyalının konuştuğu Standart Çinceyi, yânî, Standart Mandarini yazıya
çeviren Çin harfleri, logogram denilebilecek simgesel grafikler olup, Mandarin Çincesindeki karşılıkları hànzìdir. Kabaca 15 yıldır kültürümüzde basmakalıp bir ifadeye dönüşen krizin
Çincede aynı zamanda fırsat anlamına geldiği iddiası, Batılı
kaynaklarda, özellikle de İngilizce literatürde sıklıkla karşımıza çıkan ‘Çincede kriz anlamına gelen weiji kelimesi,
tehlike anlamına gelen wei ve
fırsat anlamına gelen ji kelimelerinden oluşur’ argümanına
dayanmaktadır. ABD’li filolog Benjamin Zimmer’ın Wikipedia’nın
İngilizce edisyonundaki Chinese
word for crisis maddesine
kaynak oluşturan araştırmasına göre, mezkûr iddianın kökeni, Çin’de yayımlanmış
1938 tarihli bir Amerikan misyoner dergisindeki anonim başyazıdır. Muteber
ve çok okunan ABD’li sosyolog, filozof, sanat - edebiyat kritikçisi Lewis Mumford’un 1944’de tekrar gündem
ettiği bahse konu argüman, ABD başkanlık seçimi kampanyasında, 12 Nisan 1959’da, Indianapolis’te
yaptığı bir konuşmada, Mumford tesiriyle olsa gerek, John Fitzgerald Kennedy tarafından da dillendirilmiştir. Kennedy’nin aynı kampanyadaki başka
konuşmalarında da bu tezi işlemesi, mercek altına aldığımız argümanın 65 yıldır
önce ABD’de, akabinde de bütün gezegende; iş hayatı, eğitim, politika, basın,
kişisel gelişim, uluslararası ilişkiler gibi pek çok sahada sosyo-kültürel bir mem, geçer akçe bir
klişe, her problemi çözebilen bir İsviçre Çakısı fonksiyonu görmesine neden
olmuştur. Dışişleri Bakanı olduğu 2007’deki
Orta Doğu barış görüşmeleri
sırasında Condoleezza Rice’ın; yine
aynı yıl, küresel iklim değişikliğine
dair oluşturduğu global farkındalık yüzünden aldığı Nobel Barış Ödülü konuşmasında eski
ABD başkan yardımcılarından Al Gore’un atıfları bunun ilk akla gelen
örneklerindendir. Benjamin Zimmer,
bütün bu iddiaların merkezindeki weiji ifadesinin,
aynı zamanda fırsata referans verdiğini, ‘yanlış anlamlara yol açacak bir aşırı yorum’
olarak nitelemiş, böylelikle de, bu çevirinin, son tahlilde, yanlış
olduğuna işaret ederek, tartışmanın etimolojik - epistemik boyutuna noktayı
koymuştur. Başkalarının kaybı, yıkımı, iflası, felâketi, ölümü, kederi ve yası demek
olan krizden kâr elde edilebileceğinden hareketle strateji oluşturmanın, özellikle
de bunu üst perdeden dillendirerek yapmanın, kapitalizmin emperyalist ve
sömürgeci metotlarına özgü dekadans bir tercih olduğunu bilmeli, bu ontik ayıba
ve etik çürümüşlüğe teslim olmamalıyız.
1909 – 1964 yılları arasında yaşamış, MIT, yânî, Massachusetts Institute of Technology mezunu, uzun yıllar Japonya, çeşitli Avrupa ülkeleri ve Hindistan’da hocalık, sivil toplum faaliyetleri ve dini cemaat liderliği yapmış ABD’li yazar, eğitimci Bradford Smith’in yazdığı, 1950’lerin sonlarında Biz Amerikalılar Niçin Kendimize Benzeriz adıyla, CIA tarafından fonlanan etki ajanlarından olan Nebioğlu Yayınevi’nce çok kötü bir Türkçe ve özensiz bir edisyonla dilimize kazandırılan 1957 tarihli Why We Behave Like Americans kitabı, referanslarımızdan olup, finalinde 'Çincede kriz, aynı zamanda fırsat manasındadır' tezine kuvvetli bir referans vermesinin yanı sıra, Soğuk Savaş’ın zirve yaptığı yılları ABD kültür emperyalizminin penceresinden değerlendirmesi bakımından da incelenmeye değerdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
-------------------------------------------------------------
Önceki 115 metne erişmek için bknz. ltfn.:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/05/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program_20.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder