01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevasının belirlediği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın 03 Haziran - 07 Haziran döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
111) Dil - Anlam - Varlık
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Dil - Anlam - Varlık.
‘Dinleyicilerin merhaba 1 radyo değerlileri; metnin Ziyaver Şencan'ı yazdığı, yapımcılığın
Berivan Erin'i üstlendiği, Sayfaların Dilinden’in Rıza Okur’u sunduğu bugün Dil
- Anlam – Varlık konusu programın.’
Bir önceki paragrafı dinleyince ‘hiçbir şey anlamadım!’ dediyseniz şayet, problem sizde değil; zîra, gerçekten de manasız bir bölümdü o. Programlarımızda, konu kısmı hariç, değiştirmeden paylaştığımız stereotipik bir giriş ve jenerik bir başlangıç olan ilk paragrafımızın kelimelerinin cümle içindeki sıralamalarıyla son takılarını değiştirerek kurduğumuz bu absürt bildirim, dilin anlam üretmek noktasındaki imkân ve istidatları ve bunun bilincimiz ve varoluşumuz üzerindeki etkisi hakkındaki bir dizi argümanın işaret fişeği ve rehberi olması için yer buldu burada kendisine. Dilimiz, özellikle de ana lisanımız, varlığımızın evi, varoluşumuzun uzay-zaman sürekliliği, bilincimizin yuvası ve farkındalığımızın sılasıdır. Bir dilin vokabülerini oluşturan kelimeler, o dilin kendine özgü gramer mimarisi ve sentaktik mekaniği içerisinde işleme girer, bu proses sonucunda gösteren dediğimiz birimler oluşur. Gösterenlerin, gönderme yaptıkları maddi ya da gayri-maddi antiteler ise gösterilenlerdir. Radyo gösterendir, onun işaret ettiği maddi antite gösterilendir; elma gösterendir, onun nispet ettiği faydalı yemiş gösterilendir; arkadaşlık gösterendir, onun referans verdiği psikolojik – sosyolojik - kültürel – tarihi ilişki kategorisi gösterilendir; koşmak gösterendir, onun gönderme yaptığı aksiyon gösterilendir. Gösteren ve gösterilenin diyalektik ilişkiyle oluşturduğu gösterge, bir dilin asli kurucu unsurudur. Bir diğer deyişle: gösteren + gösterilen = gösterge, anlamın atom altı parçacığı, haberleşmenin ve bilişimin kuarkı, her türden anlatının Higs Bozonu’dur. Dil felsefesi ve bilişsel bilimler açısından ne sözcüklerin, yânî, gösterenlerin ve ne de onların işaret ettikleri sonsuz sayıdaki maddi ve gayri-maddi unsurun, yânî gösterilenlerin kendinde bir anlamları vardır. Aralarında iyi – kötü, güzel – çirkin, doğru – yanlış, müspet menfi gibi değerler setimizin de olduğu anlam, parametre, mevhum ve metriklerin tamamını önce telifimiz olan gösterenlere ve ardından da, onların vasıtasıyla, sonsuz elemanlı gösterilenler kümesine yükleriz. Dillendirdiğimiz argümanların tabii ve zorunlu bir sonucu olarak şu iddia çıkmakta ontik düzleme: her türden varlıklar – eylemler – süreçler ile bunlara dair olan kavramların arasındaki ilişki ve mütekabiliyet ister istemez, nedensizdir, keyfidir, olumsaldır. Bahse konu illiyetin müellifi olan zihnimiz, bu bağlamda şu mottonun içini doldurur, zeminini tahkim eder: SÖZCÜKLER ANLAMSIZDIR, ANLAMLAR SÖZCÜKLÜDÜR! Hemen akabinde anlam, kendinde anlamı olmaMAKlığı bakımından, anlamsızdır ve dilde varsa ŞEY, vardır Evren'de de! deyip Wittgenstein’ın Tractatus Logico-Philosophicus’taki iddiasına müracaat edelim: ‘varoluş, ona ne dediğimizden bağımsız olarak, ne ise odur!’ Programa girişinde paylaştığımız ‘Dinleyicilerin merhaba 1 radyo değerlileri; metnin Ziyaver Şencan'ı yazdığı, yapımcılığın Berivan Erin'i üstlendiği, Sayfaların Dilinden’in Rıza Okur’u sunduğu bugün Dil - Anlam – Varlık konusu programın.’ bildiriminin de anlamlı olduğu bir gösteren – gösterilen diyalektiği ve gramer – sentaks bütünlüğü icat edilebilir pekalâ.
İbrahim Metin'in yazdığı, Gencer Özdamar'ın resimlediği Çocuklar
İçin Dil'in Bilgisi, kapağında küçük puntolarla ve parantez içinde yer verdiği (12 – 70) ifadesiyle, konunun her
yaştan meraklısının faydalanabileceği bir kaynak olduğuna işaret etmiş. Kolay
anlaşılır anlatımı ve gerçekten başarılı olan bol illüstrasyonlarıyla bu
vaadini rahatlıkla yerine getirebilecek nitelikte olan kitap, kaynaklarımızdan
olup, dil – yazı – anlaşma – bildirişim konularına giriş yapmak isteyenler için
de ideal bir başlangıç metnidir. Bir
sonraki programımızda birlikte
olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli
dinleyenler.
112) Boyutlar
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver
Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza
Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Boyutlar.
Matematiğin topoloji, geometri ve nazari riyaziyat dahil birçok alt disiplininin, tabiat bilimlerinin ecesi
sayılan fiziğin ve onun kırılımlarından olan kozmolojinin, kartografyanın,
teknik resmin, mimari ve şehir plânlamacılığının ve bilimle edebiyatın
izdivacının o büyülü ve ufuk açan meyvesi bilimkurgu türünün önemli elementlerinden
olan boyut antitesi; verili bir
uzay-zaman sürekliliğindeki, ya da ona gömülü olan belirli bir ‘varlık - olgu –
nesne’deki seçili bir noktanın konumunu belirlemek adına gereken asgari sabite
/ kantite / koordinat sayısının oluşturduğu, niteliği domine eden nicelik
olması bakımından, bir kantita-kalitatif
fenomendir. Boyutsuz matematik
nesneler olan NOKTAlardan iki tanesini birleştirir, ya da, bir noktayı bir
boyuta taşırsak, 2 yüzü de boyutsuz noktalar olan tek boyutlu matematik cisim DOĞRUyu; bir doğruyu kendisine paralel
olan bir diğer doğruyla birleştirir, ya da, onu kendisine dik olan bir boyuta taşırsak,
yüzleri tek boyutlu doğrular olan 2
boyutlu kareyi; 2 paralel kareyi birleştirir, ya da, bir kareyi kendisine
dik bir boyuta taşırsak yüzleri 2 boyutlu düzlemler olan 3 boyutlu küpü; paralel 2 küpü kombin edersek, ya da, bir küpü ona
dik olan bir boyuta taşırsak, yüzleri 3 boyutlu küpler olan 4 boyutlu bir hiper-küpü, yânî, TESSERACTı oluştururuz.
Parçası olduğumuz Evren, Dört Boyutlu bir uzay-zaman sürekliliğine gömülüdür. Bu boyutlardan üçü mekâna – uzaya – hacme – ‘boşluk’a – dekora – ardalana, biri ise zamana aittir. Newtonyen Klasik Mekanik’te uzay ve zaman farklı nitelikli ve mutlak mahiyetli olgularken, Albert Einstein’ın 1915’de yayımladığı Genel Görelilik Kuramı’yla birlikte, uzay ve zaman, birbirleri cinsinden ifade edilebilen izafi olgulara dönüşmüştür. Bilim insanlarınca Her şeyin Teorisi olmaya en yakın namzet olan kanıtlanmamış, ancak denklem seti şeklindeki matematize edilmiş ifadesi hem estetik ve hem de kusursuz olan Süper Sicim Teorisi, üçü Evren’imize ve onun bileşenleri olan insana, okuduğumuz kitaba, ekmeğe, evimize, kedimize, cep telefonumuza, ince belli çay bardağımıza ve tuttuğumuz takımın formasına ait olan; altısı ise, sonsuz küçük diyebileceğimiz Planck Uzunluğunda olup, kendi üzerine katlanmış olan, bu yüzden de göremediğimiz bir ardalan şeklinde uzanan hiper-uzaya ait toplam 9 ve zamanda da bir olmak üzere, kümülatifte 10 boyutlu bir kozmoloji öngörür. Bu teorinin Süper Kütleçekimi ve M Teorisi denen üst versiyonları, sonsuz küçük olup kendine katlanarak bir öz-sarmalanma gerçekleştirdiğinden, algılanamayan yedisi hiper-uzaya, dördü de evrenimizin verili konvansiyonel uzay-zaman sürekliliğine ait olan toplamda 11 boyutlu bir evreni gerektirir. İyice spekülatif olan Bozonik Sicim Teorisi denklem setinin varlık alanına davet ettiği Evren ise tam 26 boyutludur.
Ülkemizde Yıldızlararası adıyla
vizyona giren Christopher Nolan'ın yapımcılarından biri ve
yönetmeni olduğu 2014 tarihli İnterstellar filmi, Stanley
Kubrick'in senaryosunu Arthur C. Clarke'la birlikte yazdığı ve
yapımcısı ve yönetmeni olduğu epik bilim kurgu şaheseri 2001: Bir
Uzay Destanı'ndan bu yana çekilmiş en başarılı bilimkurgu filmidir.
Gişede yakaladığı hasılatın yanı sıra, eleştirmenlerce de göklere çıkarılan
Yıldızlararası filmi, bu başarısını, Nolan'ın dehasının yanı sıra, filmin ilmi
danışmanı olan nobelist fizikçi, mucidi olduğu solucan deliği hipoteziyle
ışıktan hızlı seyahatlerin olabilitesini bilimselleştiren Kip Thorne'a
borçludur. Faydalandığımız kaynaklardan olan Thorne'un yazdığı YILDIZLARARASI
BİLİMİ, mezkûr film temelinde solucan deliği, kara delikler, uzay-zamanda hiper
hızlı seyahat, zamanda yolculuk, çoklu evrenler, yüksek boyutlu hiper-uzay-zamanlar,
distopik bir Dünya istikbali, uzayın kolonizasyonu gibi konuları başarıyla ele
almakta ve meraklısının başucu kitabı olmayı ziyadesiyle hak
etmektedir. Bir sonraki programımızda
birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli
dinleyenler.
113) Simon Bolivar
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Simon Bolivar.
3 asır boyunca Güney Amerika’nın mutlak hakimi olan İspanyol sömürgeciliğini, gençliğinde ettiği ‘atalarımın tanrısının, şerefimin,
vatanımın üzerine ant içiyorum ki, İspanyol muktedirlerin bizi boyunduruk
altında tutmak için kullandıkları zincirleri kırana dek bedenimin ve ruhumun
huzura kavuşmasına izin vermeyeceğim’ yemini gereğince giriştiği savaşlarla sonlandıran, kıtanın 6 ülkesinin doğrudan, diğerlerinin ise, verdiği ilhamla, dolaylı olarak istiklâlini kazanmalarını sağlayan komutan,
siyasetçi, devlet adamı, göz alıcı bir entelektüel, bir kitap kurdu, belâgati müthiş bir hatip, kalemi çok kuvvetli bir yazar, devrimci, anayasa
yapımcısı, bugünkü Venezuela, Kolombiya, Panama, Peru ve Ekvator'u kapsayan Büyük Kolombiya Cumhuriyeti’nin kurucusu, tam adı Simón José Antonio de la Santísima
Trinidad Bolívar Ponte y Palacios Blanco olmasına
karşın, emperyalizme ve kolonyalizme karşı olan Latin Amerikalıların El
Liberdator ya da Liberator, yânî Kurtarıcı demeyi tercih ettikleri özgür Güney Amerika’nın kurucu babası, Dünya
halklarının ‘Latin Amerika’nın Napoléon Bonaparte’ı ve George Washington’ı
yakıştırmalarını yaptıkları Simon Bolivar, aristokrat
bir ailenin evlâdı olarak 24 Temmuz 1783’de, o sırada İspanyol İmparatorluğu’nun şehri olan Caracas’ta doğdu. 57 yıllık kısa ömrünün önemlice bir bölümünde İspanyol hakimiyetinin Güney Amerika’daki
bileşenleri ve müttefikleriyle savaşan; bu süreçte ihanetler, hayal
kırıklıkları, ağır yenilgiler ve sürgünlerin yanı sıra, inanılmaz zaferler ve
parlak başarılar da yaşayan Bolivar, 1821’de kurup 10 yıl boyunca başkanlığını yaptığı Büyük Kolombiya
Cumhuriyeti’nin, sadece yerel faktörlerce değil, küresel emperyalizmin katkılarıyla
da zâfiyete uğratılıp 1827’de dağılmaya başlaması üzerine, ağırlaşan bir
tüberküloz tablosu neticesinde, 17 Aralık 1830’da vefat etti.
İnsanlık
tarihine damgasını vuran birçok ikonik şahsiyet gibi onun da belirgin bir felsefesi
yoktu; siyasal tercihlerinize - bakış açınıza - ideolojik bagajınıza göre muhafazakâr,
liberal, devrimci, antiemperyalist, sosyalist, dindar, elitist, popülist,
halkçı, kölelik karşıtı bir liberter, otoriter yöntemlere meyleden bir baskıcı,
monarşist, cumhuriyetçi – demokrat olarak niteleyebileceğiniz Bolivar, kendisine
karşı sıradan tepkiler geliştirmenizin, nötr tutum almanızın zor olduğu, ‘nefret - aşk’ ve ‘hayranlık – tiksinme’ dikotomileri
üzerinden ilişki kurabileceğiniz sıra dışı bir sosyo-politik ve sosyo-kültürel
antiteydi.
Bu durum görüşlerinin tahrif ve radikalize edilerek uçlarda uygulanması ve sulandırılarak asimile edilmesi gibi aşırı yorumlara tâbî tutulmasına yol açmış; 22 yıldır Venezuela’ya hakim olan Hugo Chávez - Nicolás Maduro çizgisinin otoriter - sol popülist iktidarı gibi bir pratik ise, Bolivar dönemini bir çeşit asrı saadet olarak algılayan inançlı taraftarlarının gerçekleştirdikleri anakronik bir retro ve formel ve vulger bir taklit olarak insanlık tarihine eklemlenmiştir.
1927 – 2018 döneminde yaşamış, Latin Amerika tarihine, özellikle de onun 1750 – 1850 periyoduna vakıf olan, Londra Üniversitesi Latin Amerika Çalışmaları Enstitüsü Direktörü, İngiliz tarihçi, yazar, akademisyen John Lynch’in Simon Bolivar: Bir Hayat kitabı, konuya dair yapılan son arşiv çalışmalarına dayandığından, en aktüel, mufassal ve muteber Bolivar biyografilerindendir. Yayımcısının titiz bir editoryal emekle ve özenli bir Türkçeyle dilimize kazandırdığı eser, programımızın referans metinlerinden olup, yaşarken efsaneleşmiş, hayatı sayısız kitaba, akademik teze, belgesele, filme, diziye, bilgisayar oyununa konu olmuş; çapkınlığı, şöhrete olan zâfiyeti ve ehli keyf oluşuyla da hatırlanan bu büyük insanın hayatına merak duyanların ihtiyaçlarını her bakımdan karşılamaya namzet bir rehber kitap olarak göz kırpmaktadır potansiyel okurlarına. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
114) TesadüfRadyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Tesadüf.
Olayların sebep - sonuç silsilesi içerisinde ve istatistiki matrisler çerçevesinde değil, sebeplerden bağımsız olan indeterminist bir zeminde, önceden kestirilemez bir içerik ve gelişigüzel bir zamanlamayla gerçekleştiğini savunan anlayış, olup bitenleri tesadüf olarak açıklar. Bu anlayışa göre, tesadüflere dair yapılan bilimsel argümantasyonlar; mitoloji, astroloji, komplo teorileri, sihir ve büyü kadar hakikatle mutabıktır ancak! Bilimi temel almamıza karşın, bu programda hakkındaki ilmi tezleri paylaşmak yerine, çok sayıda tesadüfün birlikte gerçekleşmesiyle oluşan üç olayı mercek altına alarak, onlara dair birlikte düşünmeyi önereceğiz.
66 milyon yıl önce, Meksika Körfezin’deki Yucatan Yarımadası’na, zeminle 60o açı yaparak çarpan 12 km çapındaki bir asteroid, 100 km çapında, 30 km derinliğinde bir krater oluşturmuş, yöredeki kayaçlar sülfürce zengin alçıtaşı olduğundan, atmosfere karışarak neden oldukları küresel kış da çok şiddetli gerçekleşmişti. Çarpmanın zeminle açısının, oluşan küresel kışı maksimize edecek değerde oluşu, dinozorların %95’iyle tüm canlıların %75’inin birkaç yıl içerisinde yok olmasına katkı verecekti. Normalde bu büyüklükteki bir asteroidin gezegenimize çarpması, Güneş Sistemi konfigürasyonun Jüpiter gibi bileşenlerinin kütle çekim gücüyle engellenirken, hangi astronomik tesadüfler birleşti de bu kozmik kaza gerçekleşti, ne yalan söyleyelim, orası meçhuldür işte. Birçok tesadüf bu şekilde birlikte oluşup uzak atalarımızın önünü açmasa, dinozorlar yok olmayacak, milyonlarca yıl içinde çok zeki bir türe doğru gelişerek bizimkine benzer bir medeniyet kurabilecek, belki de dinlediğiniz bu radyo yayınını onlar yapacaktı.
3
aylık bir seferin sonunda Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın komutasında
Viyana önlerine gelen Osmanlı ordusu, Mustafa Paşa’nın Viyana’yı zarar vermeden
fethetmek adına nihai hücumu mütemadiyen ertelemesi ve topçu ateşini minimumda
tutma inadı, düşman ittifakını yanlış değerlendirmesi ve müttefik uyarılarını
dinlememesi gibi hatalarına eklenen meteorolojik bir tesadüf yüzünden, ağır bir
hezimete uğrayacaktı. Uzun dönemli ortalamalara bakıldığında, şiddetli sonbahar
yağışlarının Eylül sonlarında beklendiği Viyana ve çevresi, 1683 Eylül’ünün ilk 10 gününde
beklenmedik aşırı yağışlar almış, toprak sıvılaşmış, zeminde derin heyelanlar oluşmuştu.
Bu durum, tam o sırada şehrin altında tüneller açan Osmanlı lâğımcıları, yâni, istihkâm
ocağı mensuplarıyla, onları takip eden binlerce seçkin askerin diri diri toprağa gömülmesine yol açmış, Haçlıların gelen takviyelerle 12 Eylül’deki saldırıları ise
malûm hezimeti şiddetlendirmişti. O tufan benzeri zamansız yağışlar 6 – 9 Eylül
dönemine tesadüf etmese, tepeden tırnağa silahlı binlerce seçkin yeniçeri
Viyanın göbeğinde aniden yeryüzüne fırlayıverecek, tarih kökten değişecek, belki
de Sayfaların Dilinden’in yapımcısı Antalya Radyosu değil de, TRT Viyana
Radyosu olacaktı!
Astronom,
kozmolog, klimatolog, meteorolog ve Güneş fizikçileri 11 yıllık döngüler
halinde jeo-manyetik patlamaların yaşandığı yıldızımız Güneş’te 2024 boyunca
gerçekleşmesi öngörülen aktivitelerin zirvesinin Haziran ayı gibi cereyan etmesini beklemekte. Bilim insanları, sosyal medya üzerinden ‘internet çökecek, radyo ve
tv yayınları kesilecek, nükleer santral kazaları olacak, uçaklar düşecek, ameliyatlar yapılamayacak, çipli bütün araçlar stop edecek!’ diye
felâket tellallığı yapanları yalanlamakta, bunların, bir araya gelmesi
neredeyse imkânsız olan çok sayıda tesadüfün gerçekleşmesine bağlı olduğuna,
internet kesilmelerinin ise ancak yerel ve kısa süreli yaşanabileceğine işaret
etmekteler. Tesadüf başlıklı bu bölümün yayımlanacağı gün çok şiddetli bir
güneş patlaması olsa ve radyo - tv şebekeleri çökse, buna tesadüf mü,
yoksa kendisini doğrulayan kehanet mi demek gerekir, karar veremedik doğrusu. Faydalandığımız kaynaklar arasında
olan ve metin müellifimizin kendisiyle aynı ismi taşıyan blog’unun, Sayfaların
Dilinden’de mercek altına aldığımız konularla ilgilenenler için enteresan bir mecra
olduğunu düşünmekteyiz. Bir sonraki programımızda
birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli
dinleyenler.
115) Çerkez Ethem
Radyo 1'in değerli dinleyicileri,
merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Çerkez Ethem.
Çerkez asıllı Osmanlı askeri, Kuvâyı Seyyâre’nin kurucusu ve lideri, Ankara Hükümetinin örgütlediği Kuvâyı
Milliye’nin kumandanlarından Ethem Bey 1886’da doğmuştur. Çerkezlerin Şapşıh oymağına mensup Ali Beyin 5 oğlunun en
küçüğü olan Ethem’in ailesi Kafkaslardan göç ederek yerleştiği Bandırma’da ziraat
ve değirmencilikle uğraşmıştır. Ağabeyleri Reşid ve Tevfik beyler gibi subay
olmak istemesine babası karşı çıkınca İstanbul’a kaçmış, girdiği Bakırköy
Süvari Küçük Zâbit Mektebi’ni birincilikle bitirmiş, akabinde zâbit vekili
olarak çarpıştığı Bulgar cephesinde yaralanmıştır. Cihan Harbi’nde ağabeyi
Reşid Bey’le birlikte Teşkîlat-ı Mahsûsa’da görev alan, ardından Teşkilatın
düzenlediği İran-Afganistan harekâtına katılan Ethem, 1918’de Irak seferinde yaralanınca
baba ocağına dönmüştür. İzmir’in Yunanlılarca işgali üzerine, teşkilat
tarafından Ege bölgesini savunacak milis kuvvetleri oluşturmakla
vazifelendirilen Ethem, yerel çeteleri birleştirerek Kuvâyı Seyyare’nin
embriyonu olan ‘millet hattı’ cephesini kurmuş, bu suretle Ankara’ya giden
yolları güvenceye alarak ilk meclisin toplanmasına katkı vermiştir. Milli
Mücadeleyi sabote eden Anzavur, Düzce, Adapazarı ve Yozgat’taki Çapanoğulları
isyanlarını kısa sürede ve şiddetle bastıran Ethem Bey, Gazi tarafından
onurlandırılmış, prestijinin ve kudretinin zirvesine çıkmıştı. Bunlardan aldığı
güç ve cesaretle Mustafa Kemal Paşa ve Ankara Hükümetiyle iktidar mücadelesine
girişen Ethem, tam da o tarihsel momentte Ankara ile ters düşen bir başka milli
kuvvetle, emperyalist işgale karşı Sovyet Rusya’nın desteğini almak amacıyla
kurulmuş Bolşevizm yandaşı Yeşil Ordu Cemiyeti’yle ittifak kurmuştur. Hakimiyet
kurduğu Eskişehir’de kendisini ve Sovyet Rusya’yı destekleyen yayınlar yapan İslâmi Bolşevik eğilimli Seyyâre-i Yeni Dünya Gazetesi’ni çıkaran Ethem Bey, Ankara’yı
giderek daha fazla endişelendiriyor, Gazi’nin Yeşil Ordu Cemiyeti’ni
yasaklamasına aldırış etmemesiyle de artık Millicilerle yol ayrımına geldiğinin
işaretlerini veriyordu. Mezkûr gazetenin, İstiklâl Harbi’ne desteği hayati olan
Moskova’ya hoş görünmek adına kuruluşuna izin verilen Türkiye Komünist
Fırkası’nın yayın organı yapılması, matbaasının da Ankara’ya nakli Gazi ve
Ethem Bey arasındaki kısa sulha vesile olmuşsa da, hemen akabinde, Ethem ve abilerinin
Eylül 1920’de kurulan İstiklâl mahkemelerine muhalefet etmeleri ve Kuvâyı Seyyâre
birliklerinin Batı Cephesi kumandanı İsmet Paşa’nın emrine girmesine şiddetle
karşı çıkmaları, Mustafa Kemal’i zor kullanmaya icbar etmişti. Bu gelişmeye
tepkisi, 6 – 11 Ocak 1921’de cereyan eden 1. İnönü Savaşı’nda düşman saflarında
Kuvâyı Milliye’ye karşı savaşmak olan Çerkez Ethem, böylelikle milli kahramanlıktan
haini millet olarak anılacağı bir sürece dramatik bir geçiş yapmış, akabinde
birliklerini dağıtarak abileriyle birlikte Yunanlılara sığınmıştır. Ankara
İstiklâl Mahkemesi’nce 9 Mayıs 1921’de abileriyle birlikte gıyabi idam cezasına
çarptırılan Ethem, Türk ordusunun İzmir’i işgalden kurtardığı 9 Eylül 1922’nin
hemen ardından Yunanlılarca Atina’ya götürülmüş, bilâhare Suriye’ye gitmiş, 1938’de
çıkarılan affa karşın Türkiye’ye dönmeyerek gurbette, Amman’da 7 Ekim 1949’da
ölmüştür.
Karaoğlan çizgi romanıyla ünlenen Suat
Yalaz’ın baş yapıtları başvuru kaynaklarımızdan olan Çerkez Ethem gibi tarihi figürleri konu alan dokümanter mahiyetli çizgi
romanlarıdır. Mükemmel resimleri, anlatısını titiz bir araştırma zemininde, tarihi gerçekler temelinde ve bir solukta okunan akıcı bir üslûpla sunmasıyla öne çıkan Çerkez Ethem çizgi romanı, konuya
dair okuma yapmak isteyen için adeta biçilmiş kaftandır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça
kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
--------------------------------------------------------------
Önceki 110 metne erişmek için bknz. ltfn.:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/05/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder