TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden programı, metinler - 6













01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerin 12 Şubat - 16 Şubat döneminde yayınlanması plânlananları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri ve eleştirilerinizi paylaşırsanız sevinirim. Malûmu ilâm etmek olacak ama, paylaşmadan edemedim: TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek söz konusu programı Dünya'nın her yerinden dinleyebilirsiniz.


31) Konu: Futbol, kitap: Futbol asla sadece futbol değildir

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Futbol, bahsedeceğimiz kitap Futbol Asla Sadece Futbol Değildir. 

'İcat ettiği oyunlar üzerinde ekonomiler inşâ etmeyi beceren varlık' bir çok tanımından biridir insanın. Futbol, icat ettiğimiz oyunların en popüleri ve en büyük ekonomik değer üreteni olduğu gibi, en çok izlenen spordur da.

MÖ 2,000'de Çin'de futbola benzer bir spor yapıldığını, 15 asır önce Orta Asya'da Türk boylarının tepük dedikleri primitif bir futbol oynadıklarını biliyoruz. Orta ve Latin Amerika'nın kadim medeniyetlerinde de insanlar, futbolun bazı özelliklerini barındıran bir oyunla değerlendiriyorlardı boş zamanlarını. Bugün oynanan modern futbolun çok sert, kaba ve kaotik halinin icadı ise 19. asrın 2. yarısında, Victoria dönemi İngiltere'sinde olmuştu. 1863'de belirlenen ilk kurallar seti, zaman içerisinde Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği / FİFA tarafından sürekli güncellenerek, halen uygulanmakta olan normlar setine evrilmiştir. Roma İmparatorluğunun atlı araba yarışıyla gladyatör döğüşü gibi seyirlik gösterileri düzenlemesiyle, sanayi devriminin beşiği olan İngiltere'de yoksul işçi sınıfının icadı futbolun devlet tarafından desteklenip geliştirilmesi aynı mantığa yönelikti: kitlelerin boş zamanının kontrolü ve düzen lehine rıza devşirilmesi. Burjuva ve aristokratlar, kriket ve tenis oynadıkları o dönemde, kent yoksullarının bu icadına olan mesafeli tutumlarını 'top büyüdükçe oynayanların statüleri küçülür!' diyerek sosyoekonomik bir zemine oturtuyordu. Politik olarak tarafsızım demenin bir yolu olarak görülen 'ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu' ifadesi gerçeklerle örtüşmemektedir. Tarih, futbol - politika iç içeliğini gösteren sayısız olayla doludur. Real Madrid, 37 yıl süren iktidarı boyunca Diktatör Franco'yu desteklemiş, Falanjist rejim de bütün gücüyle Real'in arkasında, muhalif duruşlu Barcelona'nın ise karşısında olmuştur. General Franco'nun, yapımına büyük katkı verdiği Santiago Barnebau için '150,000 kişilik uyku tulumu' deyişiyle spordan sorumlu bakanı general Mascardo'nun 'siyasi hedeflerimizi gerçekleştirmede futbol en önemli araçlarımızdandır' ifadesi, 'ben Portekiz'i 40 yıl 3 F: futbol, fado ve Fátima ile yönettim' diyen diktatör Salazar'ın zihniyetini desteklemektedir. Binlerce insanın hayatına mal olan ve 'Futbol Savaşı' olarak bilinen 1969 Honduras - El Salvador savaşı, aralarında sosyoekonomik nedenlerle uzun süredir problemler olan iki ülkenin Dünya Kupası elemelerinde yaptıkları 3. maçın sonucunda tırmanan olayların tetiklemesiyle patladı. Futbol tarihinin en trajik olaylarından Heysel faciası, 29 Mayıs 1985'de oynanan Juventus - Liverpool maçı öncesinde gerçekleşti. 39 kişinin ölümüne yol açan olayları çıkaran İngiliz holiganlar yüzünden Liverpool'a UEFA'nın verdiği 5 yıllık men, politik kayırmalarla 2 yıla düşürülecekken, başbakan Margaret Thatcher'ın şiddetle karşı çıkmasıyla, 5 yıl olarak uygulanmıştı.

Yüzlerce milyar dolarlık küresel ekonomisi; yasa dışı bahis sektörü yüzünden kılcallarına nüfuz eden şikenin yozlaştırdığı bünyesi; süper yıldızlarının 100 milyon doları bulan yıllık gelirleri; bir kısmı maalesef obezite sınırında olan milyarlarca fanatiğini, atıştırdıkları sağlıksız fast foodlar eşliğinde ekran başına kilitleyen cazibesi bir yana, futbol; kutsal metin muamelesi gören FİFA Kurallar Kitabı, taraftarların tapınak muamelesi yaptığı stadyumları, dini sektler gibi sorgusuz sualsiz desteklenen kulüpleri, ruhani ritüel ve ayinleri andıran maç atmosferleri, havari muamelesi gören yıldız futbolcuları ve ekran yorumcularıyla adeta seküler bir din, modern bir putlar manzumesi resmi vermekte günümüzde. Bu gibi konuları ustalıkla işleyen Simon Kuper'ın yazdığı Football Against the Enemy 1994'de İngiltere'de basıldı; bir deyim olarak futbol literatürümüze giren Futbol Asla Sadece Futbol Değildir ismiyle 1996'da dilimize çevrildi, alanının referans kitaplarından ve bu sohbetimizin de başvuru kaynağı oldu. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

32) Konu: Georg Cantor, kitap: Önemli Matematikçiler


Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Georg Cantor, bahsedeceğimiz kitap Önemli Matematikçiler. 

1845'de doğan insanlığın en büyük dahilerinden Georg Cantor kümeler kuramının kurucusu; sonsuz ve sonsuz ötesi kümelerle kardinal ve ordinal sayıların mucidi; çok uğraşmasına karşın, ne doğrulayabildiği, ne de yanlışlayabildiği Süreklilik Hipotezi'nin gelecek kuşaklarca çözülmesine yardımcı olacak bir müktesebatın müellifi olup, dertlerle dolu mutsuz bir yaşam sürdü. Teolog, filozof ve matematikçilerin uğraşılmasını tehlikeli gördükleri sonsuzluk meselesine odaklanması, düşünce aleminin neredeyse bütün disiplinlerinde devrimci tesirler yaratan hipotezler üretmesini sağladı. Döneminde anlaşılması çok zor şeyler savunduğundan, muteber meslektaşlarının bir kısmı tarafından küçümsendi, reddedildi, dışlandı.

Bu durum çektiği bipolar bozukluğu derinleştirdi, uzun süre sinir hastalıkları tedavisi gördü, doktorlar ve dostları sonsuzluk problemiyle uğraşmasını önlemeye çalıştı. Bu süreçte matematiğe sağladığı yeni açılımların felsefi sonuçlarına ve edebiyata odaklandı. Ancak edebiyata yönelmesi ne yazık ki patolojikti ve bunun dramatik sonuçları oldu. Dahi matematikçi, SONSUZLUĞUN ÇOBANI, komplo kuramcılarının beylik temalarından olan, Shakespeare külliyatının gerçek yazarının Francis Bacon olduğunu iddiasına tam 34 yıl yoğunlaşmış, bu konuda 2 deli saçması kitap da yayınlamıştı. Cantor, depresyon ya da mani atakları yaşamadığı nispeten sağlıklı zamanlarında matematiğe katkı vermeye devam etti; teoloji ve felsefe alanlarında sivrilmiş önemli kanaat önderleriyle, sonsuzluk ve ötesine dair buluşları konusunda sürekli yazıştı. Bu yazışmalardan yaptığı bir seçkiyi 1888'de bastırdı.

Sık sık sinir hastalıkları tedavisi görmesi, buluşlarıyla konforlarını bozduğu meslektaşlarının ona alenen 'deli' muamelesi yapmalarına bile yol açmıştı. Bunların arasında matematik, mantık, felsefe ve bilimin önemli simalarından Henri Poincaré ve Leopold Kronecker de vardı. Henri Poincaré, Cantor'un sonsuzlukla ilgili görüşleri için 'matematiği istila eden korkunç bir hastalık' derken, Leopold Kronecker meslektaşını 'Cantor şarlatandır' diye aşağılamıştı. Dönemin David Hilbert, Dedekind ve Weierstrass gibi diğer önemli matematikçileri ise Cantor'u destekliyordu. Hilbert Cantor'u şöyle savunmuştu: 'Onun yarattığı cennetten bizi kimse kovamayacaktır'.

Küçük oğlunu kaybettiği 1899 Aralığından ölümüne kadar bir türlü toparlanamayan, bu süreçte, hipotezlerinin giderek daha çok meslektaşı tarafından benimsendiği görerek az da olsa teselli bulan Cantor'un görüşleri bugün genel kabul görmekte, Alman alim, bütün çağların en önemli matematikçi ve düşünürleri arasında gösterilmekte. Cantor, sağlık problemleri ve dar kafalı meslektaşlarından çektikleri yetmiyormuş gibi, son 5 yılında ailesiyle birlikte ağır geçim sıkıntısı da yaşadı. Çileli hayatı, 6 Ocak 1918'de, 7 aydır yattığı sanatoryumda, kalp kriziyle noktalandı. İster istemez hakkında 'Mevcudatın Müellifi'nin zihninden geçenleri deşifre etmeye kalkıştığı için cezalandırılmış olabilir mi?' diye düşünülebilecek Cantor; Demirci Tanrı Hephaistos'un ocağından çaldığı kıvılcımı insanlığa armağan eden Prometheus, türümüze bilgi sağladığı için cezalandırılan bir başka mitolojik figür İkarusyenmesi yasak Bilgelik Ağacı'nın memnu meyvesini yedi diye Cennet'ten kovulan Adem ve Havva, efendilere karşı tarihin kaydettiği ilk köle ayaklanmasının lideri olan martir Spartaküs'le birlikte, hayatı boyunca peşinden koştuğu sonsuzlukla ilgili Nihai Hakikat'i keşfedeceği bir 'Mutlu Diyar'da, çileli yaşamıyla kıyaslanamayacak mesut ve sonsuz yaşamı deneyimliyor olmasın sakın?

Ian Stewart'ın yazdığı Önemli Matematikçiler, tarihin Georg Cantor da dahil, çığır açmış en önemli 25 matematikçisinin biyografilerini içeren bir başvuru kaynağı olup, bu programın içeriğini ilginç bulanlar tarafından beğeniyle okunacak bir kitaptır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.





33) Konu: Karanlık Madde - Karanlık Enerji, kitap: Evrenin Yüzde Dördü

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Karanlık Madde ve Karanlık Enerji, bahsedeceğimiz kitap Evrenin Yüzde Dördü. 

2000 yıl önce, Evren'imizi, Dünyamız ve çıplak gözle gördüğümüz Güneş, Ay, birkaç gezegen ve birkaç bin yıldızdan ibaret sanıyorduk; bin yıl önce buna dair bilgimizde henüz ciddi bir gelişme olmamıştı; 100 yıl önce, Einstein gibi milenyumun bilim insanı ilân edilen ve evrenbilimin çehresini temelden değiştirmiş bir bilimci bile, Evren'de Güneş sistemi benzeri birkaç milyar yıldız sistemi içeren tek bir galaksinin var olduğunu savunuyordu. 1923'de yaptığı gözlemlerle Edwin Hubble, parçası olduğumuz Samanyolu Galaksisinden başka galaksiler de olduğunu keşfetti. Günümüzde evrenbilimciler, her biri Güneş Sistemimiz ayarında 200 milyar yıldız sistemi içeren en az 400 milyar galaksinin varlığından söz etmekte. Daha da ileri gidip, temel parametreleri Evrenimizden, az ya da çok, farklı olan sonsuz sayıda evrenlerin oluşturduğu bir çoklu evrenler setini içeren sonsuz büyüklükte ve evrenimize göre yüksek boyutta bir meta-evrenden bahsederek, oldukça spekülatif hipotezler savunanlar da var. Yapılan gözlemlerle doğruluğu sayısız kere kanıtlanan Görelilik Kuramına göre, kütleye sahip hiç bir nesnenin, ışık hızının yanına bile yaklaşamaması gerekir. Oysa Evren çok büyük bir hızla genişliyor, bir diğer deyişle, galaksiler birbirlerinden astronomik hızlarla uzaklaşıyor; üstelik, aradaki mesafe ne kadar büyürse, bu hız da o oranda artıyor. Yanı sıra, zaman geçtikçe evrenin genişlemesi daha da hızlanıyor. Aslında Görelilik Kuramını ihlâl eden bir hal değil bu. Işık hızına yakın hızlarda, bazen de bunu aşarak hareket eden ve genişleyen evrenin dokusu, yânî, 4 boyutlu uzay - zaman sürekliliğidir. Bir diğer deyişle, hareketli olan galaksiler değil, onları taşıyan zemindir. Bu denli hızlı genişleyen evrenin, içerdiği sınırlı madde miktarı göz önünde bulundurulduğunda, dağılıp gitmesi gerekirdi. Böyle olmaması, evrendeki toplam çekme gücünün arttıran bir unsurla, evrenin, gözlemlediğimiz ve ölçümlediğimizden çok daha fazla madde içermesiyle mümkündür. Gözleyemediğimiz, ölçümleyemediğimiz ve niteliklerini bilmediğimiz bu gizemli madde karanlık maddedir. Karanlık madde evrenin dağılmasını önleyen etkendir. Evrenin dokusunun, yâni 4 boyutlu uzay - zaman sürekliliğinin ışık hızıyla genişlemesine yol açan faktör ise, karanlık maddenin çekici tesirinin aksine, itme etkisini oluşturan karanlık enerjidir. Karanlık enerji de, aynı karanlık madde gibi, gözlenemeyen, ölçülemeyen, nitelikleri meçhul bir antite, egzotik bir fenomendir. Bu olgular Albert Einstein'ın Genel Görelilik denklem setinin zorunlu sonuçlarıdır. Edwin Hubble 1920'lerde bunları matematize etmesine karşın, önemini anlayamamış; 1980'de Alan Guth ve ekibi bu kavramları ilk defa hakkıyla değerlendirerek kozmolojik argümanlarına eklemişti. Karanlık enerji kavramsallaştırmasını ilk yapanlar ise, 1998'de, bir süpernova patlamasını gözlemleyen Brian Schmidt, Saul Perlmutter ve arkadaşlarıdır. Ortaya ilk atıldığında spekülatif bir tez, metafizik bir argüman, fantastik bir bilimkurgu anlatısı olarak görülen bu egzotik argümanlar, evrenin %26'sının kara maddeden ve %70'inin ise karanlık enerjiden oluştuğunun genel kabul gördüğü günümüzde artık baskın bilimsel anlatı konumundadır.

Gazeteci ve yazar Richard Panek'in Evrenin Yüzde Dördü kitabı, mevcudatın sadece %4'ünü oluşturan deneyimlediğimiz ve bildiğimiz konvansiyonel madde ve enerji dışında kalan evrenimizin %96'sının karanlık madde ve karanlık enerjiden oluştuğunu ileri süren son 100 yıllık astronomi, kozmoloji ve kuramsal fizik gelişmelerini ortalama okurun anlayacağı şekilde özetlemekte, kozmoloji meraklılarına beni edinin ve okuyun diye göz kırpmaktadır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

34) Konu: Koleksiyon nedir, koleksiyoner kimdir, kitap: Raffi Portakal - Portakal'ın Yüzyılı



Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Koleksiyon nedir, koleksiyoner kimdir? bahsedeceğimiz kitap Raffi Portakal - Portakal'ın Yüzyılı
Nitelikleri bakımından birbirine benzeyen nesneleri bilgilenmek, öğrenmek, zevk almak, mutlu olmak, maddi kazanç temin etmek, statü elde etmek saikleriyle toplamak, bir araya getirmek, sınıflandırmak ve biriktirmek işiyle uğraşana koleksiyoner; koleksiyonerin bahse konu faaliyeti sonucu ortaya çıkan ve nitelikçe birbirine benzeyen, tasnif edilmiş, biriktirilmiş ve sahibine bilgilenmek, öğrenmek, zevk almak, mutlu olmak, maddi kazanç temin etmek, statü elde etmek hususlarında imkân sağlayan nesneler toplamına ise koleksiyon denir. Tam da bu noktada parantez açarak bir olasılığı dillendirelim: 'koleksiyonu koleksiyoner, koleksiyoneri de koleksiyon ile tanımlamak, kendisine göndermeli bir argümantasyon yaparak sonsuz bir döngüye neden olmak ve bir totoloji inşâ etmek anlamına gelmez mi?' derse kimi dinleyenimiz, bu merkezdeki bir sorgulama, Sayfaların Dilinden programının fevkalâde dikkatle dinlendiğine delâlet eder ki, bu da, programımıza emeği geçen herkesi ziyadesiyle sevindirir doğrusu. Lâkin, endişeye mahal yok, tartışmaya konu olan meseleyi yapı çözümüne uğratıp diseksiyona tâbî tuttuğumuzda, görülecektir ki, ortada mantıken totoloji sayılabilecek bir bildirim bulunmamaktadır. İmdi konumuza dönüyor ve 'nelerin koleksiyonu yapılır?' sorusuna cevap arıyoruz. Değerli dinleyenler, aklınıza gelen ve gelmeyen hemen her şeyin koleksiyonu yapılabilir, yapılmaktadır da. Tablo, desen, gravür, minyatür, hat, ebru, tezhip, katı, origami, çini, ikona, kitap, dergi, gazete, efemera, evrak, fotoğraf, kartpostal, pul, mektup, mektup zarfı, mobilya, takı, mücevher, aksesuar, para, madeni jeton, madalya, nişan, berat, elbise, ayakkabı, çanta, şapka, eldiven, makyaj malzemesi, her çeşit taşıt aracına ait parçalar, her çeşit silah ve mühimmat, başta otomobil olmak üzere her çeşit motorlu kara taşıtı, uçak, helikopter, gemi, denizaltı, her çeşit elektronik eşya, ilaç, tıbbi cihaz, tıbbi sarf malzemesi, kibrit kutusu, çakmak, saat, mutfak malzemesi, şişe, her çeşit cam ve porselen eşya ve ekipman, tabut, lâzımlık, işkence aleti, tiyatro ve sinema dekoru, mimari eserlerin çeşitli unsurları, toprak altından çıkan tarihi eser, meşhur kişilerin ölüm anını tespit eden mask, maske, heykel, kurutulmuş çiçek ve bitki, fosil, gök taşı, lâv kalıntısı, çeşitli jeolojik kayaç parçası, kurutulmuş böcek, doldurulmuş hayvan, tahnit edilmiş insan kadavrası, mezar taşı, plâk, kaset, cd, dvd, teyp bantı, film rulosu, film çekim ve gösterim ekipmanı, kamera - mikrofon gibi yayıncılık ekipmanı, her çeşit üniforma akla hemen geliveren koleksiyon nesnelerinin sadece birkaçıdır. Bu listeden de anlaşılacağı üzere mevcudatın parçası olan her şey koleksiyona konu olabilir, yeter ki birisi onu biriktirmeye karar versin. Koleksiyon bir fikirle başlar, bir hikâyeyle gelişir. Koleksiyoner için koleksiyonun her parçasının bir öyküsü vardır. Başlangıçta koleksiyonu yapan koleksiyonerken, iş ilerledikçe koleksiyon koleksiyonere kendisini geliştirmesi için yol gösterir, ilham verir, hatta baskı yapar. Psikanalizin kurucu babası Freud, koleksiyoneri 'oral dönemini takip eden 12. - 36. aylara denk düşen anal döneminde yaşadığı travmalar yüzünden feçesinden ayrılmaya tahammül edemeyen ruhen sakat bebekler benzeri, obsesif - kompülsif takıntılar geliştirmiş çöpünü bile atamayan kişi' olarak tanımlayarak büyük bir hata yapmıştır. Freud'un tespitinin aksine, koleksiyonerler, bırakınız ruhi sakatlıkla malûl olmayı, oluşturdukları koleksiyon, arşiv ve kütüphaneler sayesinde insanlığın ve tarihin maddi eserlerde cismanileşmiş hafızasını ve benliğini muhafaza eden medeniyet kurucusu ve koruyucusu kâmil ruhlu kişiler olmuştur.

Ülkemizin 4 kuşaktır müzayedecilik, antikacılık ve koleksiyonerlikle uğraşan köklü müessesesi Portakal Sanat ve Kültür Evi adına Raffi Portakal'la Enis Batur'un yaptığı nehir söyleşilerin kitaplaştırılmış hali olan Raffi Portakal - Portakal'ın Yüzyılı, bu programda dillendirdiğimiz hususları ve çok daha fazlasını, ülkemizim son 150 yıllık tarihiyle harmanlayan harika bir referans kitap. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



35) Konu: Selfie İle İmtihanımız, kitap: Selfie Tutkusu

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Selfie İle İmtihanımız bahsedeceğimiz kitap Selfie Tutkusu.

Önce etimolojik bir tanımlama ile kuşatmaya çalışalım konuyu: Bir kamera, analog ya da dijital bir fotoğraf makinesi, ya da kameralı bir akıllı cep telefonu ile bir kol boyu mesafeden, veyahut ayna karşısında, çoğunlukla sosyal medya mecralarındaki takipçilerimizle paylaşmak amacıyla çektiğimiz ya da çektirdiğimiz otoportre türüne literatürde ve gündelik yaşamda selfie denir. İlk kameralı cep telefonlarının Japonya'da 1999'da, ABD, Avrupa ülkeleri ve İngiltere'de 2003'de piyasaya verilmesine karşın, selfie çekilmesinin küresel bir insanı alışkanlık ve pandemik bir tercih halini alması 2010'ların başına denk düşer. Güncel gelişmelerin onları eyleyen ya da deneyimleyen toplumlar tarafından kavramsallaştırılarak nitelenmesine ve adlandırılmasına müteakip, bunların dilin kelime hazinesine katılmasının sıcağı sıcağına resmileştirilmesi, bahse konu isim ve sıfatların sözlüklerde yerlerini almasıyla olur. İngilizcenin en önemli geliştiricilerinden olan Oxford Üniversitesince yapılan geleneksel yılın kelimesi seçiminin 2013'deki tercihi olan selfie'nin aynı yıl Oxford Sözlüğü'ne girmesi, bahse konu bu sürecin bir semeresidir. Hemen akabinde, 2014'de, Türk Dil Kurumu, TDK Sözlüğünün dijital platformunda selfie karşılığı olarak özçekim'i önermiş, ancak bu Türkçe kavram, küresel dolaşımda ve kullanımda olan İngilizce mütekabilinin yerini henüz alamamıştır. 
Selfie çekme işinin insanlığın dijital ortam temelli sosyalleşmesinin asal eksenine oturması ve beşeri faaliyetlerin en çok tekrarlanan türü halini alması sosyolojik, antropolojik ve psikolojik etütlerin konusu olmuştur. 1976'da yayınlanan Richard Dawkins imzalı Gen Bencildir kitabında ilk kez kavramsallaştırılan ve bir toplumun kültürel değerleri ile sosyal kod ve normlarının gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayan zihni - dilsel - kültürel - gayrimaddi iletim birimi, yâni, bir nevi sosyolojik gen demek olan mem même, söz konusu selfie pandemisini doğru anlamlandırmamızı sağlayan kilit kavramdır. Bu kavram çerçevesinde yapılacak bir analize göre, selfie çekmek bir même olup, bu tutum, onu gerçekleştirene şu ya da bu biçimde bir avantaj sağlıyor olmalıdır, aksi halde insani faaliyetleri ve sosyolojik dokuyu bu denli domine edemezdi. Göle düşen görüntüsüne aşık olup gözü bundan başka bir şey göremeyen, büyülenmişçesine o görüntünün karşısında çakılı kalarak yemek yemeyi bile unutan, bu yüzden de açlıktan ölen Yunan mitolojisi figürlerinden Narkissos'un trajik hikâyesi bilinen bir kıssadır. Bulunduğumuz her ortamda ve yaptığımız her işte, kol mesafesinde tuttuğumuz akıllı telefonumuza dudaklarımızı büzüştürerek, şekilden şekile soktuğumuz yüz ifademiz ve doğal olmayan vücut jestlerimiz eşliğinde pozlar verdiğimiz malûm selfie işlemi sonrasında, tespit ettiğimiz görüntülerimizi sosyal medyada paylaştığımızda, nasıl büyük bir risk aldığımızın farkında mıyız acaba?  Şahsi deneyimlerimizin sanal ortamda bir daha silinemeyecek izler bırakmasına yol açan bu tutumumuzun, kötü niyetli kişilerce nasıl da istismar edilebileceğinin farkında olmazsak, sonumuzun, Narkissos'un başına gelen trajik akıbete rahmet okutacak denli vahim olabileceğini unutmayalım diyoruz . 

İnsanlığın selfie ile imtihanını, 2017'de yayınlanan Selfie Tutkusu kitabında mercek altına alan Will Storr, sohbetimizde ana hatlarıyla ele alabildiğimiz fırsat ve tehditleri ustaca derinleştirmekte; 'benlikle ilişkili olarak intihar, ideal benlik, mükemmeliyetçilik, kabile ve özsaygı meseleleri üzerinde'n ilerleyerek, tarih boyunca niçin kendimizle bu denli çok uğraştığımızı, muteber tanıklıklar eşliğinde sorgulamakta. Akıllı telefon kullanan ve selfie çeken herkesin okuması gereken bir eser bu. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 
-----------------------------------
Önceki 30 metne erişmek için bknz. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder