01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 27 Mayıs - 31 Mayıs döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
106) Halide Edip Adıvar
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği,
Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Halide Edip Adıvar.
1884’de İstanbul’da doğan İstiklâl Harbi’nin
Halide Onbaşı’sı Halide
Edip Adıvar; Türkiye Toplumsal Formasyonu’nun imparatorluk sosyolojisinden ulus
devlet antitesine doğru istibdat – meşrutiyet – cumhuriyet – demokrasi hattı
üzerinden yaptığı meşakkatli ve muhataralı yolculuğun 1908 – 1964 döneminde yazar,
çevirmen, öğretmen, gazeteci, siyasetçi, akademisyen, düşünür olarak etkili olmuştur.
Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nin ilk Müslüman mezunu olan Adıvar, 1908’de 2. Meşrutiyetle birlikte kadın meseleleriyle ilgili liberal yazılar yayımlanmaya başlamış, 31 Mart 1909 kalkışmasında öldürüleceği korkusuyla 2 oğlunu alıp Mısır’a, ardından da İngiltere’ye gitmiştir. Orada Bertrand Russell gibi önemli kanaat önderleriyle tanışan Müslüman Türk kadınının boşanma hakkının savunucusu Adıvar, ilk eşi ünlü matematikçi Salih Zeki, üzerine evlenmek isteyince çocuklarını alıp ondan ayrılmış, Balkan Savaş sırasında Teali-i Nisvan Cemiyetinin kurucularından olmuştur. 1916'da Adnan Adıvar'la evlenen Halide Hanım, ABD Başkanı Woodrow Wilson’un Cihan Harbi sonrasında açıkladığı, Milletler Cemiyeti’nin anayasası sayılan Wilson Prensipleri'ni, ‘Osmanlı imparatorluğunda Türklerin oturdukları, çoğunluk sağladıkları bölgelerin bağımsızlığı sağlanmalıdır’ şeklindeki 12. maddesinin ülkemizin işgalini önleyeceğine inandığından, savunmuş; bu tutumu Amerikan mandacısı olmakla eleştirilmiştir. İzmir’in işgali üzerine yapılan Sultanahmet Mitinginin coşkulu ve cerbezeli konuşmacılarından, ‘milletler dostumuz, hükümetler düşmanımızdır’ deyip, akabinde 1920’de Mustafa Kemal Paşa ile birlikte idama mahkûm edilen ilk kişilerden biri olmasına yol açan o müthiş ‘Türkiye’nin istiklal ve hayat hakkını alacağı güne kadar hiçbir korku, hiçbir meşakkat önünden kaçmayacağız. Yedi yüz senelik tarihin ağlayan minareleri altında yemin ediniz: Bayrağımıza, ecdadımızın namusuna hıyanet etmeyeceğiz’ yeminini alanı dolduran 150,000 katılımcıya ettirerek milli hafızamıza nakşolan Halide Edip, kadınlarımızın sorunları, modernleşme problematiklerimiz, vicdan ve düşünce hürriyeti gibi alt metinlere sahip roman, hikâye, piyes, anı, deneme türündeki otuzdan fazla eseriyle realist anlatı literatürümüzün de kurucu annesi / founding mother'ı olmuştur. 1920’de Anadolu’ya geçip Milli Mücadeleyi destekleyen, kurucularından olduğu Anadolu Ajansı vasıtasıyla Gazi’nin basın danışmanı, tercümanı, İstiklâl Harbi’nin küresel propagandisti olan Adıvar, Cihan Harbi öncesinde savunduğu Türkçü – Turancı görüşleri daha sonra terk edecektir. Kendisi Ankara’nın otoriter uygulamalarını tenkit ettiği, eşiyse rejim muhalifi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularından olduğundan, personae non gratae muamelesi görünce, Adıvar ailesinin İngiltere, Fransa, ABD ve Hindistan’da geçen 14 yıllık gönüllü sürgün hayatı başladı. Bu süreçte İngilizce yazdığı makale ve kitaplar ve kalabalık salonlara yaptığı konuşmalarla dış alemde şöhret sahibi olan Adıvar, İstanbul'a dönüşünde 1940’da İÜ’nde kurduğu İngiliz Filolojisi'nin 10 yıl başkanlığını yaptı. Nutuk'ta 'mandacı' olarak nitelenip eleştirilmesine cevaben 'Gâzi haklıydı' diyerek özeleştiri yapan Halide Hanım, 1950’de seçildiği meclisten 1954’de istifa etmiş, bir ömre sığdırdığı birçok hayatın ardından da, 9 Ocak 1964’de İstanbul’da vefat etmiştir. Şedit bir antikomünist olmasına karşın, McCarthyciliği demokrasi ve hürriyetler konusunda ciddi tehdit gören, ‘hürriyet – müsavat – uhuvvet’ ilkelerini benimsediği Fransız İnkılabının laisizm umdesinin muhalifi ve 250 yıllık modernleşme - asrileşme – westernizasyon sürecimizin de önemli bir halkası olan Halide Edip, kültürel olarak muhafazakâr - modernist, ideolojik olarak liberal İngiliz sekülerizmi taraftarıydı.
Ülkemizin önemli biyografistlerinden İpek Çalışlar’ın yazdığı, referanslarımızdan Halide Edib
- Biyografisine Sığmayan Kadın, konuya dair en önemli eser olup meraklısı için vazgeçilmezdir. Adıvar’ın
İngilizce yazıp yayımladığı 2 ciltlik otobiyografisinin
Türkçesi Türk’ün Ateşle İmtihanı, orijinalinden farklı, hatta, yer yer zıt
ifadeler içeren bir oto-sansür numunesidir. 2024 Mayıs sonunda eriştiğimiz
sosyolojik olgunluk ve fikri gelişmişlik düzeyimiz, bu eserin orijinal haliyle
basılmasını hak etmektedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve
muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
107) Yalanların Efendisi Münchhausen
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Yalanların Efendisi Münchhausen.
Tam adı Hieronymus Carl Friedrich Freiherr von Münchhausen
olmasına karşın Yalanların Efendisi
Münchhausen olarak tanınan 1720, Bodenwerder doğumlu Germen asilzadesi Baron Von Münchhausen’in hayatı
hakkında uydurduklarının, hakikatlerin fersah fersah ötesinde bir külliyata
erişmesi, onu yaşarken efsaneleştirmiş, erken modern çağın en egzantrik ve
sempatik sîmâlarından yapmıştır. Gençliğinde Brunswick Prensi Anton Ulrich'in
hizmetinde bulunan, ordusuna katıldığı yıllarda Çarlık Rusyası’nın
Osmanlı İmparatorluğu ve İsveç Krallığına karşı yürüttüğü savaşlara katılan
Baronun hayatının asli faaliyetleri, 20 yaşından önce başlayıp, 1797’de
ölümünden kısa bir süre önceye değin devam ettiği av partileriyle; av, askerlik
ve seyahat hayatına dair uydurduğu âdeta serebral
korteks yakan cinsten olan aşırı abartılı hikâyelerini insanlarla
paylaştığı kalabalık sohbet seansları olmuştur. Münchhausen’ın uydurduğu
hikâyelerin en meşhurlarından olan ‘bir top güllesi üzerinde gökyüzünde dolaştığı’ anlatısı, Osmanlı kalesi Otchakov’un Ruslar tarafından
kuşatılmasına katıldığı sırada yaşadıklarından mülhemdir. 1740’ların sonlarında katıldığı Rusya – İsveç savaşı
sırasında ve sonrasında zenginleştirdiği içeriği ve geliştirdiği yeni ifade
teknikleriyle ‘bunu da yaşadım!’ diyerek anlattığı aşırı abartılı
hikâyelerinin paylaşım mekânları soyluların konakları, hanlar, meyhaneler, kafeler,
kent meydanları gibi kalabalıkların olduğu hemen her ortam olabiliyordu. Ünü
artık Almanya dışına taşmış, akıl almaz hikâyelerini dinlemek için
meclisine Avrupa’nın çeşitli kentlerinden insanlar gelmeye başlamıştı. 16. asır İspanya'sında yazılmış, vagabond karakterlerin yaşadıklarını konu alan pikareks romanlarla, 20.
asrın gerilim ve polisiye türündeki ‘ucuz roman’larını andırmasının yanı sıra, 1960 sonrasının gonzo gazeteciliğinin
ve magazinel bulvar basınının asparagas haberciliğinin de atası sayılabilecek Münchhausen
külliyatı; olumlanmak, saygı görmek, sevilmek gibi temel beşeri
ihtiyaçların had safhada güdülediği mitomanik
karakterli borderline bir kişilik olan Baron'un anlattığı âdeta ‘hakikate zerrece borcum yok, benim
söylediklerimle gerçekler arasında sıfır mutabakat varsa, yazıklar olsun o
hakikate, veyl o gerçekliğe!’ diye haykıran bir hikâyeler toplamının, çeşitli
sınıf, yaş, cins ve anlayıştan insanların, gündelik hayatın ezici rutininden,
katı realitelerden, baskılardan kaçarak dingin bir sanal limanda geçici bir süreliğine de olsa dinlenme ihtiyaçlarının buluşmasından
oluşan diyalektik, kaotik, katastrofik, spektaküler, alâimisemâ görünümlü, çok
katmanlı bir antitedir. Mezkûr fenomen, sadece yaşandığı 18. asırda değil; günümüzde de
edebiyat ve psikolojide Münchhausen janrını
doğurarak; epistemolojide Münchhausen Trilemma’sına ilham vererek; 1765 –
2024 döneminde onlarca dilde basılarak milyonlarca satmış sayısız kitaba
kaynak olarak; filmlere, dizlere, animasyonlara, çizgi romanlara konu olarak; Münchhausen
Sayısı’na ismini
vererek; tıpta sahte rahatsızlıkları kendisine yakıştırma anomalisi olan Munchausen Sendromuyla, fake hastalıkları bir başkasına reflekte
etmek şeklinde tezahür eden Münchhausen
By Proxy Sendromuna çıkış noktası oluşturarak etkisini sürdürmektedir.
Germen sanatçıların başarılı işbirliklerinin ürünü olan, Almanya’dan Flix’in yazdığı ve Bernd Kissel’in resimlediği grafik roman formatındaki Münchhausen – Yalanların Efendisi, ‘bazen bazı insanlar, gerçekte olandan fazlasını iddia edebilirler. Ancak dürüstlüğümden şüphe ediyorsanız, inançsızlığınız için size derinden acır ve uzaklaşmanızı rica ederim’ deyişini hayatının mottosu kılmış olan; 1913 – 1998 döneminde yaşayan palavracılar şahı, mavracılar kralı Erzurumlu Teyyo Pehlivan’ın ruh ikizi diyebileceğimiz Baron Münchhausen’in hayatını 20. asra taşıyıp yolunu Sigmund Freud'la kesiştiren enteresan bir çizgi roman olup, konunun ilgilisi bakımından okunulası bir çalışmadır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
108) Asal Sayılar
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Asal Sayılar.
1'den büyük
olup kendisinden küçük iki pozitif, yânî doğal sayının çarpımı şeklinde
ifade edilemeyen her pozitif, yânî doğal sayı ASAL SAYIdır. Buna mukabil, 1'den büyük olan ve fakat asal olmayan,
yânî, 2 doğal sayının çarpımı şeklinde yazılabilen sayılara ise bileşik
sayı denir. Sayı teorisyenleri, kuarklar nasıl parçacık temelli Standart
Kuramın asli unsurlarıysa, asal sayıların da matematiğin temel elementleri,
kuarkları olduğu savunurlar. Asal sayılar, sayılar teoreminin merkezi
konularından olup, matematiğin sayılarla ilgilenen alt disiplini olan
aritmetiğin de en önemli bahislerindendir. Günümüzden 4,000 yıl önce
Mezopotamya’da ve Mısır’da varlıklarından haberdar olunan, ancak, bugün ele
alındıkları haliyle ilk olarak antik Grek’de mercek altına alınan Asal sayılar
hakkındaki çalışmaların önemli dönüm noktaları şöyledir: MÖ 300’de Öklit, modern matematiğin kurucu metinlerinden, kanonik
eserlerinden olan Elemanlar’da asal sayıların sayısının sonsuz olduğunu
ispatladı; MÖ 230’da, Kirene’li
Eratosten, asal sayıları bileşik sayılardan ayıran ve kendi ismiyle anılan
Eratosten Eleği’ni icat etti; 1640’larda
Pierre de Fermat asal sayılarla ilgili önemli formüller geliştirdi; 1742’de Goldbach, 2’den büyük her çift
sayının iki asal sayının toplamı olarak yazılabileceğini ileri sürdü, ancak
bunu ispatlayamadı; 1792’de, o
sırada henüz 15 yaşında olan Carl
Friedricj Gauss, belirli bir n sayısından küçük asal sayıların adedini
tahmin etmek için, sonradan Asal Sayı Teoremi denecek olan, bir formül önerdi; 1800’lerin ilk çeyreği dolarken, yine Gauss,
ezber bozan bir yaklaşımla, bazı asal sayıların Gauss Tamsayısı olarak isimlendirilen 2 kompleks sayının çarpımı
şeklinde yazılabileceğini gösterdi; 1896’da,
asalların dağılımıyla ilgili olan asal sayı teorisi ispatlandı; 1966’da Chen Jingrun, Goldbach sanısını
ispatlamaya çok yaklaştı; 7 Aralık 2018’de
Patrick Laroche, 24,862,048 basamaklı olan devasa bir Mersenne Asal Sayısını buldu. Hayatımızı değiştiren bütün teknolojilerin
özü doğa bilimleri; doğa bilimlerinin tamamının alfabesi ve grameri matematik;
matematiğin temeli aritmetik; aritmetiğin merkezi ögesi sayılar teorisi;
sayılar teorisinin kalbi ise, az önce ‘matematiğin kuarkları’ dediğimiz, ASAL SAYILARdır. Bir diğer deyişle ASAL SAYILAR, Şeyh Galib’in ‘Hoşça
bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen’
dizelerinde dillendirdiği üzere varoluşun / Mevcudat’ın, Kâinat’ın,
CÜMLEVARLIKCÜMLESİ’nin zübde-i Âlemi’dir / özüdür / özetidir. Asal sayılar hayatın çok farklı alanlarında
tatbik sahası bulmakta, buluşlara yol açmakta, problemleri çözmektedir. Bunların
bazıları: Freeman Dyson’la
Hugh Montgomery’nin kuantum dalga mekaniğinde yaptıkları çalışmaların,
Riemann’ın zeta fonksiyonunun
kökleri ile kuantum sistemlerinin enerji düzeyleri
arasındaki bağlantıya işaret etmesi; kuantum
kuramı temelli epistemolojideki sağduyumuza aykırı bazı antitelerin asal
sayılar üzerinden rasyonalize edilebilmeleri; biyolojinin alt kırılımlarından olan entomoloji, yânî böcekbiliminin
ve bitkibilimi olan botaniğin mercek
altına aldıkları birçok döngüsel sürecin asal sayılarla irtibatlı olmaları;
müziğin ametrik müzik denen spesifik
türünün ritimleri ile asal sayılar arasındaki korelasyon; edebiyatın bilimkurgu türünün bazı yapıtlarıyla, bunların sinemaya
ve tv dizilerine uyarlanan örneklerinin asal sayılarla ilgili olgu, olay ve
süreçlere dayanıyor oluşudur.
Matematiğin çok sayıdaki alt disiplininden derlenmiş 50 önemli problematiği kolay anlaşılır bir dille ve görseller eşliğinde muhatabına sunan referans kitabımız Tony Crilly’nin yazdığı Gerçekten Bilmeniz Gereken 50 Matematik Fikri, asal sayıları birkaç sayfada özetleyerek, hem yeni başlayan meraklılara, hem de konuyla daha yakından ilgili olanlara komprime bilgiler sunmakta, yanı sıra da başarılı bir popüler bilim kitabının mimarisi ve muhtevası konusunda da örnek teşkil etmektedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
109) Radyo
Radyo 1'in değerli dinleyicileri,
merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Radyo.
‘Alo alo, muhterem samiin, burası İstanbul Telsiz Telefonu, 1200 metre tûl-u mevç,
250 kilosikl… Bugünkü neşriyatımıza başlıyoruz” Üstat Eşref Şefik’in bu
unutulmaz, tarihi ve ikonik anonsuyla tam 97 yıl önce 6 Mayıs 1927’de başlayan
radyo yayımcılığımız vesilesiyle, radyoculuğu alacağız bugün mercek altına. Yakaladığı ses dalgalarını önce
elektromanyetik dalgalara dönüştürerek atmosferdeki ya da uzay
boşluğundaki bir uzay-zaman koordinatlar dizgesinden bir diğerine aktarılmalarını
sağlayan; bilâhare bu elektromanyetik
dalgaları tekrar yakalayarak yeniden ses dalgalarına ve anlamlı sonik mesajlara
dönüştüren, bu suretle de onların işitilip anlaşılmalarını gerçekleştiren
elektronik, ya da elektromanyetik ekipman düzeneğine RADYO denir. Radyonun
mucidi, bu yüzden 1909 Nobel Fizik Ödülü’nü paylaşan, 1874 – 1937 döneminde yaşamış
İtalyan mühendis, mucit, girişimci ve iş adamı Guglielmo Marconi’dir. Marconi,
Alman bilimci Heinrich Rudolf Hertz’in 1888’de kanıtladığı elektromanyetik
dalgaların üretilip nakledilebileceği merkezindeki buluşuna yoğunlaşarak
onu bir adım öteye taşımış; 1896 – 1899 döneminde yaptığı çok sayıda deneyde,
bugün bizim radyo, onunsa ‘Telsiz
Telgraf’ dediği bir düzenekle elektro manyetik sinyalleri
nakletmiş, böylelikle radyo’nun ilkel versiyonlarını hayata geçirmiştir.
İtalyan mucit, kablosuz / telsiz bir elektromanyetik düzenekle ilk anlamlı
sonik mesaj naklini ise 1902’de gerçekleştirerek radyo yayıncılığının milâdını
oluşturmuştur. İlk programlı radyo yayını ABD’de Kasım 1920’de yapılmış, süreli
ve programlı radyo yayıncılığını ilk gerçekleştiren ise 1922’de Birleşik
Krallık’ın kamu yayıncısı BBC olmuştur. Radyo yayıncılığının hukuki mevzuatını
ilk oluşturan ülke ABD’dir; 1912’de gerçekleşen bu kanuni düzenlemeyi İngiltere
ve Kıta Avrupası’ndaki belli başlı ülkelerin regülasyon faaliyetleri
izlemiştir. FM bandının keşfedilerek 1935’de kullanıma sokulmasıyla birlikte,
ses nakli sırasında oluşan parazitler ortadan kaldırılmış, bu suretle yayın
kalitesinde niteliksel bir sıçrama yaşanmıştır. 1920’lerin başından, tv yayıncılığının
küresel ölçekte kitleselleşmeye başladığı 1960’ların ortalarına
değin altın dönemini yaşayan radyo yayıncılığı, UNESCO’nun yayımladığı
raporlara göre, günümüzde ABD’de yetişkin nüfusun %90’ına erişirken, Afrika
kıtasındaki hane penetrasyonu %90’la tv yayıncılığının önünde gitmektedir. Aynı
kaynak, Avrupa’daki nüfusun %47’sinin radyo dinlediğini, gençlerin ise %30’unun akıllı telefonlar üzerinden radyo
yayınlarına eriştiklerini koymakta ortaya. Kamuoyu ve Pazar araştırması şirketi
ACNielsen’ın aktüel bir çalışmasında, ülkemizdeki iktisaden faal nüfusun %60’ının
en az bir radyoyu düzenli izlediği raporlanmakta. Aynı kaynak, yaş
skalasındaki 45 + nüfusumuzun ağırlıkla konvansiyonel radyo alıcıları üzerinden
eriştikleri yayınlara, gençlerin akıllı telefonları üzerinden online olarak
ulaştıklarını aktarmakta.
6 Mayıs 1927’de, İstanbul’da Büyük Postane’nin mütevazı bir odasında başlayan ve oldukça cılız ve parazitli bir ses olarak alıcılarda yankılanan ilk radyo yayınımız, 1 Mayıs 1964’te, devlet adına radyo ve televizyon yayınlarını gerçekleştirmek amacıyla, özerk tüzel bir kişiliğine sahip olarak kurulan Türkiye Radyo Televizyon Kurumu TRT’nin faaliyete geçmesiyle ivme, kuvvet ve kalite kazanmıştır. Halen RTÜK tarafından denetlenen 32 ulusal, 76 bölgesel ve 750 yerel radyonun yayın yaptığı ülkemizde, nüfusun tamamını kapsayan çok sayıda ulusal radyo mecrası arasında açık ara en çok dinlenme oranına sahip olanları TRT bünyesindeki radyolardır. |
Ocak 2020’de TRT Akademi’de ANALİZ / DEĞERLENDİRME bölümünde yayımlanan, TRT Radyo Dairesi
Başkanı ve Müzik Dairesi Başkan Vekili Ahmet
Akçakaya’nın ‘ağyarını mani, efradını câmi’ bir anlayışla kaleme aldığı DÜNDEN YARINA TÜRKİYE RADYOLARI başlıklı
akademik çalışma, referans kaynağımız olmasının yanı sıra, bu programda mercek
altına aldığımız mevzuyu detaylı olarak incelemek isteyen herkes için de
güvenilir, özenli, ilmi ve muhtasar bir etüttür. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça
kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
110) Empedokles
Radyo
1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan
Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların
Dilinden programının bugünkü konusu Empedokles.
Bazı kaynaklara göre MÖ 492 - 432 döneminde, bazılarına göreyse MÖ 494 – 434’de yaşayan Empedokles, bir Grek kolonisi olan Sicilya'nın Akragas, yânî, şimdiki Agrigento kentinde, birçok alanda başarılı olmuş bireyleri çıkarmış köklü ve soylu bir ailenin evlâdı olarak doğdu. Tiranlık karşıtı ve demokrasi yanlısı olan babası, mezkûr kentin baskıcı yöneticisinin devrilmesine önderlik etmiş, bu makamın ‘gel, yöneticimiz ol!’ denilerek teklif edildiği Empedokles ise bu öneriyi reddetmiştir. Parmenides’in ardından fikirlerini manzum formlar halinde dillendirdiği bilinen ikinci meşhur düşünür olan Empedokles, gereken bilgiye sahip olmamız halinde meteorolojik ve klimatolojik olay ve süreçleri kontrol edebileceğimizi, veba dahil bütün hastalıkları önleyebileceğimizi, insanların sağlıklı ve uzun ömürler sürmelerinin sağlanmasının ötesinde, ölülerin bile diriltilebileceğini söyleyecek kadar bilgiyi, bilmeyi, bilgeliği öne çıkarmış, bununla birlikte, dönemin ruhuna da uygun olarak, düşüncelerini mistik bir şal ile sarmalamayı ve okültist – obskürantist – sihirli tema ve yöntemleri sistematiğine ve müktesebatına dahil etmeyi ihmal etmemiş, hatta, kendisinde Grek tanrılarına özgü kuvvetler olduğunu bile vehmetmiştir.
Önceki Grek menşeyli Pre-Sokratik doğa
felsefecileri Evren'i / Mevcudatı oluşturan her şeyin üç
temel elementten hava, su ve ateşten oluştuğunu söylerken,
Empedokles bunlara dördüncü bir temel unsuru, toprak'ı da
ekleyerek 'Dört Element' teorisini kurmuş, bununla da
yetinmeyerek mezkûr bu dört temel elemente, yânî, Anasır-ı Erbâ'ya
Çekici Kuvvet olan Sevgi ve İtici
Kuvvet olan Nefret’i ekleyerek kozmogoni ve kozmolojisini geliştirmiştir. Empedokles’in kozmolojisindeki mezkûr dört element daha
küçük, daha basit, daha temel parçacıklara ayrıştırılamayan asal / asil / esas
unsurlar olup öncesiz ve sonrasızdırlar, zamanda ve mekânda sonsuzdurlar,
bozulmazlar, çürümezler, yaşlanmazlar, eksilmezler ve ölmezler. Bunlar,
birleştiren ve ayıran Temel Kuvvetler olan Sevgi ve Nefret tarafından belirli
oranlarda bir araya getirilerek ya da tefrik edilip ayrıştırılarak, Evren’de
var olup da algıladığımız, henüz algılayamadığımız ya da muhtemelen hiçbir
zaman algılayamayacağımız mevcudatın tamamını oluştururlar. Empedokles,
antik Grek düşüncesinin bir kutbunu Herakleitosçu ‘her
şey hareket halindedir, bütün şeyler sürekli değişir; duyu organlarımızın
marifetleriyle edindiğimiz duyularımıza ve bu temelde inşâ ettiğimiz
algılarımıza işte bu yüzden güvenebiliriz’ hipotezinin; bir diğer
kutbunu ise Parmenidesçi ‘şeylerin değiştiği aslında
yanılgıdır, Evren’de değişen bir şey yoktur; bu bakımdan da ne duyu
organlarımızın marifeti olan duyularımız ve ne de onların üzerine binâ
ettiğimiz algılarımız güvenilebilirdir’ iddiasının oluşturdukları o antagonist
dikotomiyi aynı potada eriterek meczetmesini bilmiş ve fikir şiirlerinin
birimleri olan dizelerinde ‘bazı şeyler değişir, bazı şeyler değişmez; duyu
organlarımızın duyular şeklindeki ürünlerine ihtiyatlı yaklaşmamız gerektiği
doğrudur, ancak, bunların bizi her durumda ve mutlaka yanıltacaklarını savunmak
şüpheciliğin kör kuyunda kaybolmakla eşdeğerdir, bundan da kaçınmak gerekir’ demiş;
böylelikle rasyonalist bir denge üzerinde kurmuştur teorisini. ‘Tanrıların yuvası olduğuna inanılan Etna
Yanardağı’na atlamanın, kişiye ilahi güçler kazandıracağına inanan Empedokles, öleceğini
anladığında tereddüt etmeden kendini mezkûr volkanın içine bırakmıştır’
şeklindeki anlatı, filozofun ölümü hakkındaki çok sayıda rivayetin en popüler olanı ve ona en yakışanıdır.
Editörlüğünü Ahmet Cevizci’nin yaptığı Felsefe Ansiklopedisi’nin 5. Cildindeki Ali Utku’nun yazdığı kapsamlı Empedokles maddesi başvuru kaynağımız olup, Ahmet Cevizci Hoca vefat edene değin 7 cildi yayınlanabilen mezkûr eser, felsefe meraklılarının muhakkak surette ellerinin altında olması gereken çok faydalı bir başvuru kaynağıdır. Mezkûr kapsamlı eserin yeni baskısının yapılmasını dileyerek itmam ediyoruz efendim. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
---------------------------------------------------------------------
Önceki 105 metne erişmek için bknz. ltfn.: https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/05/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-metinler.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder