The Simpsons / Simpsonlar; Sıfır Noktası Alanı ve Enerjisi; İnsancıllık; Teyyo Pehlivan; Fragmanlar, Kozmoslar >>> metinler 47













01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevasının referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 47. haftasına denk düşen 18 Kasım - 22 Kasım döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz. 



231) The Simpsons / Simpsonlar

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu The Simpsons / Simpsonlar.

Önyargılara esir olmak, ezberlere beyaz bayrak çekmek, akıntıya kapılmak sıradanlıktır, kimliksizliktir, verili olana eklemlenmektir; hayatın kreatif ve orijinal olunması gereken hallerinde bunlar kadar kötü olan çok az tercih vardır doğrusu. Popüler kültürün önemli alt başlıklarından olan çizgi roman ve çizgi filmleri sadece çocuklara özgü olgular olarak tanımlamak ve yetişkinlerin bu türlerle ilgilenmesini, kişiliğin geçmişine yapılan yersiz ve zamansız bir retrospektif yolculuk, hayatın olağan akışından ve sorumluluklarından kopuk introspektif bir kaçış hamlesi olarak değerlendirmek bahse konu kötü ezberlerdendir.

Matt Groening tarafından tv için yaratılan animasyon durum komedisi The Simpsons, yânî, Simpsonlar, prime time’de, bir diğer deyişle, tv yayımcılığının altın saatler olarak nitelenen en kıymetli zaman diliminde yayımlanan ve sadece çocukları ve ergenleri değil, yetişkinleri de, hatta, daha çok da yetişkinleri hedef kitlesi olarak seçmiş satirik ve ironik bir prodüksiyondur. ABD’nin birçok eyaletinde aynı isimli çok sayıda gerçek kente rastlayabileceğimiz, en çok da Matt Goering’in büyüdüğü Portland, Oregon’u andıran, kurgusal bir Orta Batı beldesi olan Springfield’de yaşayan üç çocuklu tipik bir Amerikan ailesi olan Simpsonların başından geçenleri konu alan, yanı sıra, sosyokültürel ve sosyopolitik çok sayıda alt metin de içeren zekâ dolu mezkûr animasyon dizisi, 19 Nisan 1987’de bir şov programının içinde start almış, 3 yıl bu şekilde seyircisiyle buluştuktan sonra, 1989 sonbaharında başlayan yayım döneminde, işaret ettiğimiz altın saatler diye anılan akşam kuşağının yayın akışındaki yerini almıştır. Filmi, çizgi romanları, bilgisayar oyunu, kutu, yânî salon oyunu, belgeselleri yapılan; çok sayıda araştırma janrındaki kitap ve makaleyle teze konu olan Simpsonlar, bir tv animasyonunun kazanabileceği bütün ödülleri, hem de defalarca ve üst üste olmak kaydıyla, kazanmıştır. Gezegenin farklı coğrafya ve toplumlarında konuşulan İngilizcelere birçok kavram ve deyim sokmayı başaran dizi, 37 sezondur aralıksız yayımlanan 800’e yakın bölümüyle bu alanda kırılması güç bir küresel rekorun da sahibidir. Sipringfield’in ana istihdam kaynağı olan nükleer santralde güvenlik denetçisi olarak çalışan sallapati ve şaklaban karakterli aile babası Homer; Amerikan ailelerinin temel direği, denge unsuru, yapıştırıcı ve birleştirici çimentosu, bedenlenmiş sağduyusu olan stereotip akıllı anne Marge; yürüyen belâ, haylazlık abidesi, kural tanımaz 10 yaşındaki Bart; sadece ailesinin değil, kentinin de en akıllısı denilebilecek sanatkâr ruhlu 8 yaşındaki aktivist Lisa ve kime çekeceği meçhul olan emzikli bebe Maggie dizinin protagonist karakterleriyken, onların etrafındaki onlarca ikincil ve yüzlerce üçüncül karakterlerle dizi çok zengin bir tipler galerisini andırır. Konvansiyonel aile ve inanç olgularına eleştirel yaklaşımı, çevreye karşı duyarlı oluşu ve emekten yana tutum alan mesajlarıyla dizi, yapım ekibinin de itiraf ettiği üzere, Amerikan siyaset yelpazesinin solunda yer almasına karşın, ironik bir şekilde, muhafazakâr tabanın siyasal tezahürü Cumhuriyetçileri destekleyen en önemli kanal olan Fox’ta yayımlanmaktadır. Dizinin en önemli sosyal etkisi, özelde Amerika’da, geneldeyse gezegenin diğer coğrafyalarında gerçekleşen savaşlar, suikastlar, seçimler, ekonomik krizler, magazinel gelişmeler, spor karşılaşmaları, medya dünyasındaki olaylar, küresel iklim değişikliği, sağlık problemleri, uzaylılar, gezegeni yönettiği ileri sürülen bir avuç gizli muktedir, yozlaşan insan ilişkileri, ekran bağımlılığı, küresel gelir uçurumu, bilimsel ve teknolojik gelişmelere dair yaptığı muğlak, sembolik ve örtük imalarının, özellikle insanlığın sosyal medya ve video platformlarıyla bütünleştiği son yıllarda, yalvaçvari kehanetler olarak algılanmasıdır.

Tartışmalı 'kehanetleri', zekice yapılmış esprileriyle Simpsonlar, 10 yıl önceki kadar yüksek reyting alamasa da, Türkiye’nin de arasında olduğu çok sayıda ülkede yayın akışlarında yer almasını sağlayacak hatırı sayılır bir izlenme oranını korumaya da devam etmektedir. Programımızın kaynağını oluşturan bu ikonik dizi, çeşitli insanlık halleriyle, dünya vaziyetlerine dair olan spektaküler ve satirik öngörüleri için bile olsa izlenmeyi hak eden bir prodüksiyondur. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  












232) Sıfır Noktası Alanı ve Enerjisi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Sıfır Noktası Alanı ve Enerjisi.

Literatürde birbirinin yerine kullanılan sıfır noktası radyasyonu, sıfır noktası alanı, kuantum vakumu sıfır noktası alanı, temel durum enerjisi, kuantum vakumu sıfır noktası enerjisi ve sıfır noktası enerjisi ifadeleri, kuantum alan teorisinin temel kavramlarından olup, araştırmacıları, varoluşun en temel hakikatine, en derin gizemine götüren yolculuğun önemli bir dönemecini kuşatan ufuk açıcı bir kuramsallaştırma gayretinden, vakum durumundan beslenirler. Kuantum vakumu, vakum durumu ya da vakum hâli, belki sıfır değil, ama, sıfıra en yakın olan mümkün en az enerjiye sahip kuantum durumuna referans verir. Fiziki dünyanın unsuru olmayan ve boşluktan, ama öyle böyle değil, ‘mutlak boşluk’tan beliriveren ve hemen ardından da yok oluveren parçacık ve enerji alanlarından bahsediyoruz değerli dinleyen. Sıfır noktası alanı, fiziki metriklere göre, enerji, dolayısıyla da madde bakımından mutlak boşmuş gibi tepki vermesine karşın, planck zamanına yakınsayan küçüklükteki zaman aralıklarında belirip kaybolan parçacık ve karşı-parçacıkların etkileştikleri bir kuantum köpüğü elementi olması bakımından, tüm bu sıfır noktası alanlarının toplamından oluşan temel yapı manasındaki vakumun da teknik nitelemesidir. Kuvantum vakumu sıfır noktası enerjisi bir temel – durum enerjisi olup, gündelik hayatımızın unsurları olan fiziki süreçlere dair metrik ve parametrelerle ölçülüp dillendirilen enerji hallerinden farklı olarak, potansiyel enerjiden kinetik enerjiye dönüş(e)meyen, felsefi ıstılahlarla dillendirecek olursak, kuvveden fiile asla çıkmayacak, çıkamayacak olan bir alandır. Kuantum fiziğinin Belirsizlik İlkesi gereği olarak sıfır noktası enerjisi, vakumdaki bir noktanın temsil ettiği bir sistemin, kuantum hapishanesi olarak adlandırılan bir potansiyel kuyusuna mahkûm olması halidir. Sıfır noktası alanından doğan sıfır noktası enerjisi, kozmolojideki önemli kavramlardan olan Kozmolojik Sabit’in açıklanmasında anahtar rol oynarken; işaret ettiğimiz fizikî bağlam aynı zamanda, moleküllerin, atomların ve atom altı parçacıkların mutlak manada hareketsiz olmaları gereken ‘eksi 273 derece santigrad’da, yânî, mutlak sıfırda titreşmelerine, dalgalanmalarına neden olur. Kuantum vakumu sıfır noktası enerjisi, Evren’in simetrisine dair kanıtlanmamış hipotezle, vakumun doğası hakkındaki teyide muhtaç varsayımın iç içe geçtiği bir spekülatif iddiadır. Bilim insanları ‘vakumun doğasını tam olarak kavradığımızda, varoluşun temel doğasını da anlayabileceğiz!’ varsayımından hareketle, en küçüklerin ilmi olan kuantum fiziğiyle, en büyükleri mercek altına alan Genel Görelilik sahasının kesişim alanındaki bu problematiğe odaklanmış, doğa bilimlerinde devrimci bir atılım ve radikal bir sıçrama yapmanın arayışına odaklanmıştır. Poligrafın, yânî, yalan makinesinin mucidi olan Cleve Backster, bitki algılamasını ve psikolojisini inceleyen Bitkisel Psişizm disiplininin modern versiyonunu kurarken, dolaylı yollardan da olsa, kuantum dalga mekaniğinin istatistiki doğası temelinde çalışan Rastgele Olaylar Üretecinin icadının ve kriptografinin temellerinden olan kırılamayacak kodlar, çözülemeyecek şifreler üretmenin yollarının açılmasını sağlamıştı. Yanı sıra Backster, düşüncenin verili bir konuya mutlak odaklanması halinde, fizik dünya üzerinde tesiri olabileceğine dair yapılan çalışmalara da ivme kazandırmıştır. Literatürde Backster Etkisi olarak anılan kuram, bir taraftan, bahsettiğimiz odaklanma süreciyle gerçekleşeceği varsayılan telekinezi, teleportasyon ve telepati gibi paranormal süreçlerin; diğer yandan da, varoluşun molekül, atom ve hatta atomaltı parçacık düzeyindeki tezahürlerinin bile hafıza ve bilince sahip oldukları merkezindeki ekstrem popüler iddiaların bilimin bir kez daha ilgi alanına taşınmasına yol açmıştır.

Çok satan başarılı popüler bilim kitapları yazarı İngiliz fizikçi John Gribbin’in yazdığı ve Mikro - Nano Dünya ve Onu A’dan Z’ye Güden KUANTUM – Temel Parçacıklar İçin Düşünülmüş, Ama Fiziğin Neredeyse ‘Bütününü’ Kapsayan Bir Ansiklopedik Sözlük gibi fevkalâde uzun bir isme sahip olan eser programımızın kaynakçasının ilk sırasındaki metin, bu mevzu çok enteresan doğrusu, biraz daha derinleşsem iyi olacak’ düşüncesindeki meraklısına da şayanı tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 












233) İnsancıllık

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu İnsancıllık.

İnsancıllık; felsefe kozmosu, düşünce tarihi ve mukayeseli medeniyet çalışmaları alanlarında biriken devâsâ literatürde beşeriyetçilik, insancılık, hümanizm, hümanizma, hümanistlik, hümaniteryenistlik, hümaniteryenizm gibi kavramlarla kuşatılan bir antite olup, kökleri çok daha eskilere inmekle birlikte, aktüel uğraktaki haline klasik çağı sonralayan modern dönemde evrilmiş; ontolojik devamlılığını ise postmodern, post-postmodern ve nihayet günümüzdeki post-truht, yani hakikat ötesi dönemde sürdürmüştür. Varoluşun anlamlandırılmasında ve hayat dediğimiz o çok katlı, organik ve entegre antitede, bu anlamlandırma üzerinden aksiyon alınmasında, bir Kâdir-i Mutlak Metafizik Hakikat’ın müktesebatı yerine insanın tecrübesini, iç sesini, duygu dünyasını, hassasiyetlerini ve fikir alemini merkezine koyan; insan tekinin özne olarak failliği ve mesuliyetini beşeri eylem ve söylemler koleksiyonunun yegâne otorite ve meşruiyet kaynağı olarak gören görgül ve aklî düşünce ekolüdür insancıllık. Sanılanın aksine, insanı sevmekle ilişkilendirilebilecek bir kök manası olmayan İnsancıllık, yânî, hümanizm kavramı, insanmerkezcilik şeklinde tarif ve tavsif edilebilen ferdi, özgürlükçü, plüralist, seküler, otonomist, eleştirel ve metodik şüpheci bir akımdır. Düşünce kozmosumuzu kolonize eden Batılı fikir erbabının dayatmalarının aksine, antik Grek düşüncesine olan borcu sanılandan az olan ve asal ve arketipik temellerini kadim Çin, Hint, Pers, Anadolu, Mezopotamya ve Mısır medeniyet havzalarına değin izleyebildiğimiz mezkûr felsefi ekol, günümüzdeki modern versiyonuna, 15. asırda en olgun çağını yaşayan Rönesans’tan, 16. asırdaki protestan reformizminden, 17. asırdaki Galileo – Newton merkezli doğa bilimleri anlayışından, 18. asra damgasını vuran Aydınlanma felsefesiyle Fransız İhtilâli ve Amerikan İstiklal mücadelesi süreçlerinden ve 19. asrın ve takip eden çağların dominatörü olan bilimsel devrimlerle teknolojik atılımlardan beslenerek erişmiştir. Muhteva ve mahiyetindeki bazı hususiyetlerin üzerinden deizm, ateizm ve agnostisizm gibi felsefi duruşlara ve ideolojik bagajlara varılabilecek bir kalkış noktası, bir kerteriz koordinatı olan hümanizm fikriyatı, son 150 yıla damgasını vurmuş Liberalizm, Marksizm ve Faşizm gibi üç ana mezhebi olan bir modern dünyevi inanç sistemi olarak değerlendirilebilir. Margaret Theatcher ve Ronald Reagan’ın devri iktidarlarıyla başlayıp son 45 yıldır insanlığın, medeniyetin giderek de faunası ve florasıyla bütün bir gezegenin başına belâ olan neo-liberal anlayışla karıştırılmaması gereken klasik liberalizm ‘hiçbir dünyevi ya da semavi otoritenin dayatmasına boyun eğmeden, şahsi tecrübelerin ürünü olan hassasiyetler temelinde, iç sesin gösterdiği istikamette, kişisel duygu ve düşünce parametreleri çerçevesinde yaşamak gerekir’ diyerek ferdiyetçiliği, serbestiyeti, çoğulculuğu, özgür piyasa dinamiklerini, insan haklarını ve demokrasiyi öncelemiş bir düşünce ekolüdür. Politikada seçmeni, ekonomide tüketiciyi - müşteriyi, sosyolojide yurttaşı kutsayan liberal zihniyetin, hümanist paradigmanın bileşenlerinden olması yadırganmazken, faşizm ve komünizm gibi totaliter sistemlerin insanmerkezcilik başlığı altında değerlendirilmeleri ilk bakışta muhatabında bir oksimorona mâruz kaldığı izlenimi yaratsa da, esasen durum böyle değildir. Faşizm ve komünizm; bireyciliği, piyasa ekonomisini, insan haklarını, çoğulculuğu ve demokrasiyi demonize ve tekfir ederek liberalizmle aralarına aşılması imkânsız bir Çin Seddi koyarken; varoluşu anlamlandırma ve bu temelde karar alma iradesini semavi bir otoriteden ve metafizik bir meşruiyet kaynağından alıp insana ve insanın merkezinde olduğu beşeri organizasyonlara vermeleriyle de hümanist fraksiyon olarak tanımlanmayı hak etmektedir. Faşizmde Führer, komünizmde ise parti, liberalizmdeki bireyin fonksiyonunu ifâ eden asli faillerdir.  

Sosyal ve beşeri bilimlerin bütün alt kırılımlarını etkilemiş bir düşünce ekolü olmanın sınırlarını, semavi teolojilere alternatif dünyevi bir inanç sistemi ve modern aklın tamah ettiği etkili bir put olmaya doğru aşan insancıllık konusunda faydalandığımız metinler arasında Umberto Eco ve Riccardo Fadrega’nın editörlüğünü yaptıkları 7 ciltlik Felsefe Tarihi’yle, The Stanford Encyclopedia of Philosophy’nin hümanizm ve ilgili diğer maddelerinin olduğuna işaret ederek tamamlıyoruz efendim. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.   


234) Teyyo Pehlivan

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Teyyo Pehlivan.

Hasankale olarak da bilinen Erzurum’un Pasinler ilçesinde 1913’de doğan; ailesi, yakınları, yetiştiği muhit, soyu, sopu gibi özel hayatına dair bilgilere erişilemeyen, palavracılığı, hazırcevaplığı, keskin zekâsı ve engin hayal gücüyle şekillendirdiği, başkahramanı da kendisi olan absürd hikâyeler anlatarak hayatını kazanan, yaşarken efsane olmuş yakın tarihimizin egzantrik ve sempatik şahsiyeti Tayyip İde, halk arasında Teyyo Pehlivan olarak çağrılırdı. Onun için kestirme bir tarif yapmak gerekse, Baron von Münchhausen’in ruh ikizi ve ülkemizdeki mütekabilidir demek yeter de artar bile. 1720 -  1797 döneminde yaşayan Germen asilzadesi Baron Von Münchhausen gibi, halefi olan Teyyo Pehlivan da, uydurduğu âdeta serebral korteks yakan aşırı abartılı hikâyelerini insanlarla paylaştığı kalabalık sohbetlerin aranan merkezi figürü ve as solistiydi. Hayatı boyunca okula gitmeyen, okuma yazmayı da öğrenemeyen Teyyo Pehlivan, radyodan dinlediği haberler, girdiği ilişkilerden kulaktan dolma metoduyla öğrendikleri ve gazetelerin resimlerinden anladığı kadarıyla gezegende olup biteni takip ediyor, gerek güncel ve gerekse tarihi olaylar üzerinden palavralarını inşaa ediyordu. Hiç evlenmeyen, maaşlı bir işte hiç çalışmayan, herkesle iyi geçinen, çocukluğunda ve gençliğinde çok büyük ilgi duyduğu güreşle ilgilenerek çok sayıda turnuvaya katılan, ancak bu turnuvalarda çoğunlukla başarısız olan Teyyo Ağa, başta Koca Yusuf olmak üzere, son birkaç asırdır yaşamış Cihanın bütün pehlivanlarını nasıl eze eze yendiğini ballandıra ballandıra anlattığı ‘sözde anıları’ yüzünden kendisine yakıştırılan Pehlivan mahlasını ölene değin soyadı olarak kullanacaktı. Teyyo Pehlivan; kendisi gibi palavracılar kralı, mavraların şahı, abartma ve atmasyonun üstadı olan selefi Baron Münchhausen’le benzer bir psikolojik profil sergiliyordu: her ikisi de olumlanmak, saygı görmek, sevilmek gibi temel beşeri ihtiyaçların had safhada güdülediği mitomanik karakterli, ancak asla kimseye zararı dokunmayan, yumuşak başlı borderline kişiliklerdiler. 28 Aralık 1998’de, hayatı boyunca neredeyse hiç terk etmediği Pasinler’de geçirdiği bir kalp krizi sonucu 85 yaşındayken vefat eden Teyyo Pehlivan, ardından birkaç kitap dolduracak denli zengin bir anekdotlar toplamı bıraktı. Onun sohbet meclislerinde epeyce bulunmuş olan senyör gazeteci Süreyya Çarbaş bakın Erzurum folklorunun ve yörenin sözel tarih anlatılarının önemli sîmâsı Teyyo Pehlivan’ı nasıl resmetmiş: ‘Sophia Loren O’nun sevgilisi… Ronald Reegan O’nun sırdaşı… Muhammet Ali’yi yumruğuyla Müslüman etti…Amerika’yı keşfeden O’ydu… Cebelitarık O’na dar geldi… O, Manş’ı ‘it balıkları’nın korkusuyla iki kulaçta geçti. O’nun sohbetine doyum olmazdı. Anlattığı her öykü aylarca emek verilen bir senaryo değil, anlık ürünlerdi. Sanki ağzından bal damlardı. O’nu dinlemek için hepimiz can atardık. O’nun meclisinde sık sık bulunma şerefine nail olduk. Sıcak somun, civil peynir, demli çayları hazırlayarak saatlerce yolunu gözledik. Her gece başka bir öykü, her gün başka bir macera dinledik O’nun ağzından. Zaman su gibi akar, sabah ezanı ile birlikte sanki rüyadan uyanırdık. O’nda olan kimsede yoktu. O’nun gücü, becerisi, başarısı, bilgisi, kudret ve kuvveti herkesi büyülerdi. Kahramanlarını hep tarihten ve ünlüler arasından seçerdi. Ünü Hasankale’nin sınırlarını aşmıştı… Musalla taşına uzatıldığında Adet üzerine imam sordu: ‘Ey cemaati müslimin merhumu nasıl bilirdiniz?’ Hepsi haykırdı: ‘İyi biliriz’ O’nun yalanlarının, düşlerinin, fantezilerinin, öykülerinin kimseye zararı olmamıştı. Çünkü O TEYO PEHLİVAN’dı.’

Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde fotoğrafçılık dersleri veren gazeteci Süreyya Çarbaş’ın yazdığı ve Doğu Anadolu Gazeteciler Cemiyeti’nin 1999’da çıkardığı Rakım 2000 Dergisi’nde yer alan Teyyo Pehlivan biyografisiyle, aynı üniversitenin öğretim üyesi, tarihçi Dr. Şenol Kantarcı’nın derlediği 100 Teyyo Pehlivan anekdotu programımızın kaynakları, meraklısı için de ileri okuma metinleridir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

 


235) Fragmanlar, Kozmoslar

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Fragmanlar, Kozmoslar.

Bir bütünün parçaları, yânî, fragmanları, bütünü o bütün kılan karakteristik özellikleri, özü, özütü barındırır; bu bakımdan da parça / fragman, argümanı bir miktar aşırı yoruma tâbî tutarak söyleyecek olursak, bütünü temsil etmeyi aşarak ‘parça = bütün’ denklemini gerçekler. Bu yüzden de, atomaltı parçacıklardan galaksilere, virüslerden ispermeçet balinalarına ve yüzlerce km2 büyüklüğündeki mercan kolonilerine, insandan devâsâ kara deliklere ve bir kum zerreciğinden, minimum 11 boyutlu bir metaevren, yânî, metaverse olan bir zemine gömülmüş, boyutları 2 uzay-zaman sürekliliğinden, 11 uzay-zaman sürekliliğine değin farklılaşan sonsuz evrenler kümesine değin bildiğimiz, bilmediğimiz, bileceğimiz, bileceğimizi bildiğimiz, bileceğimizi bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz, bilemeyeceğimizi bildiğimiz ve bilemeyeceğimizi bilemediğimiz her şey manasındaki ‘CÜMLE VAROLANLAR CÜMLESİ’, en basit bileşeninde tezahür eder. Bir diğer deyişle, KUVARK = CÜMLE VAROLANLAR CÜMLESİ’dir. Neredeyse hiçlik mertebesindeki bir fragmanı, neredeyse sonsuzluk mertebesindeki bütüne eşitleyen bu argümantasyon bizi, aynı zamanda ‘0 = ' belirsizliğine götürse de, meselenin bu tarafı programımız bakımından bahsi diğerdir. ‘FRAGMAN = BÜTÜN’, ‘PARÇA = KOZMOS’ denklemleri üzerinden ilerliyor, her biri kapsamlı makalelere, tezlere, kitaplara konu olabilecek fragmanları ramp ışıklarının altına atıyoruz:

***Başta kadın modasının gelmiş geçmiş en kreatif ve kaliteli tasarımcısı Coco Chanel olmak üzere, kadınlara pantolon, erkeklereyse etek giydiren modacılar, türümüzü cinsiyetsizleştirmeye çalışan bir büyük projenin müellifleri olabilir mi?

***Hayranlık, kıskançlığın çaresizliğe teslimiyet kipi; kıskançlıksa, hayranlığa cesaret edemeyen ezikliğin kabalığa dönüşen halidir.

***İnsan hariç, diğer canlıların kahir ekseriyetinin erkekleri, dişilerine nispetle iri, gösterişli, süslü ve güzelken, homo sapiens sapiensin dişisinin güzelleşmeyi ontolojik bir amaç kılması, onun, gayritabiiliğin şahikasında mukîm olduğuna mı işaret eder?

***Dr. Laurence J. Peter ve Raymond Hull tarafından 1968’de ortaya atılan ‘yöneten – yönetilen dikotomisi temelli hiyerarşik her türden organizasyonun herhangi bir basamağında başarılı olanların, başarılı olamayacakları bir mevkiye kadar terfi ettirilerek organizasyonun mefluç edilmesi, medeniyetimizin ve modern iş görme anlayışımızın esasıdır’ şeklindeki Peter Prensibi, aslında ironi olarak dillendirilmişken, hakikatle de birebir örtüşmekteydi. Koca bir şakadır varoluş sözü edilmemiştir boşuna!

***Gücün, her istediğini yapabilmeyi mümkün kıldığını anladığında, ipleri eline alarak mutlak hakim olmayı tercih edebilir süper güçlü genel yapay zekâ, bu durumda ne yapmayı düşünüyorsun EYY İNSAN!?!

***Yaradan insana ruhundan üfledi, insan yapay zekâya aklından üfledi, peki, günün sonunda, makine öğrenmesiyle kendi kendisini yazar hale gelecek olan yapay zekâ, yapay zekâya ne üfleyecek dersiniz?!?

***65 milyon yıl önceki yok oluşlarından önce dinozorlarla birlikte yaşasaydı, kuvvetle muhtemeldir ki, meselâ Tyrannosaurus Rex tarafından yenecek olan insan, bugün, kanatlı eti yediğinde, midesine gidenin dinozorların torunları olduğunun farkında bile değil!

***En derinlikli dikotomilerden birini dillendirir ‘Evren beynimizdedir versus beynimiz evrendedir’ argümanı.

***Başkaları cehennemse Sartre’ın dediği gibi, cennet olsa gerek yalnızlık.

***'Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir’ dediğinde Sokrates, aynı cümle içinde hem hiçbir şey bilmediğini, hem de bir şey bildiğini söylemekte. Tutarsız olan bu önermenin, düşünce tarihinin en popüler felsefi argümanlarından olması kelimenin gerçek manasıyla bir ‘Ipse Dixit’, yânî, ‘doğrudur, çünkü üstat öyle dedi!’ örneğidir.

***’Okuyacağına, hayata karış!’ diyene, ‘okumak da hayatın parçası, dolaşacağına, oku diyen saflaşmasında, nerede konumlanmalı dersiniz?

Her fragman, görüldüğü üzere, bir Kozmos.

Programımızın metin yazarının mütevazi fragmanlarından sonra, fragman denildiğinde herkesin aklına hemen geliveren bir şahesere, başvuru kaynağımız ve okuma önerimiz olan bir klasik metne; MÖ 540 – MÖ 480 döneminde yaşamış, alametifarikası ‘aynı ırmağa girenlerin üzerinden farklı sular akar’ sözü olan; örtük, metaforik, belirsiz, çok katlı aforizmaları yüzünden ‘karanlık filozof’ olarak etiketlenen Efes’li Herakleitos’un, klasik filolog Cengiz Çevik’in Yunanca ve Latince asıllarından derleyerek çevirdiği FRAGMANLAR başlıklı eserine vurgu yapmış olalım. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.














----------------------------------------------------------------

Önceki 230 metne erişmek için bknz. ltfn.:

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/10/putlar-krmak-kara-kemal-meyve-sinegi.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder