01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevasının referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 46. haftasına denk düşen 11 Kasım - 15 Kasım döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
226) İkonoklazm / Putkırıcılık
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu İkonoklazm / putkırıcılık.
Dini bir inançla, onun domine ettiği sosyokültürel değerler manzumesini benimsemiş bir topluluğun, bir milletin, ya da, geniş bir coğrafyaya yayılmış birçok milletten oluşan bir cemaatin teolojik kodlarını temsil eden ve genel olarak ikona olarak anılan süsleme, resim, figürin, rölyef, heykel ve anıt gibi sembollerin on binlerce yıl öncesine giden bir geçmişi olmasına karşın, bu kavram, Batı merkezli din ve medeniyet tarihçileri tarafından, ilkin 3,000 yıl önce Greko-Romen Antik Çağı’ndaki politeist / pagan inanç kozmosunda beliren, ardından da 4. asırda Bizans Hristiyanlığı tarafından senkretik bir şekilde devralınarak geliştirilen bir antite olarak, dar bir içerikle tanımlanmıştır.
İkonoklazm, yânî, putkırıcılık / ikona kırıcılık / tasvir kırıcılık, ikonaların, daha önce onlara inanmış olanlar tarafından sistematik olarak gerçekleştirilen, çoğunlukla da pogromlar şeklinde tezahür eden şiddet girdabında imha edilmesidir. Tevrat’ın Yaratılış bölümünün, MÖ 5. ilâ MÖ 3. asırlar arasında, Yahudiliğin kurucu babalarından olan hahamlar tarafından yorumlanmasıyla oluşmuş Genesis Rabbah’ta yer alan ve MÖ 21. asra tarihlenen Midraş İkonoklazmında anlatılan Hz. İbrahim’in putları imhası; Yehuda Kralı Hezekiya'nın, MÖ 7. asırda Süleyman Tapınağı’ndaki dini sembolleri yok etmesi; Roma İmparatorluğu'nun önceki resmi dini olan politeist sembollerin, Hristiyanlığın devlet dini olmasının ardından, 4. asrın sonuyla, 5. asrın başlarında imha edilmesi; Hz. Muhammed önderliğindeki İslâm ordusunun Ocak 630’da Mekke’yi fethetmesine müteakip, Kabe’deki 360 putun imha edilmesi; Hristiyanlığın Ortodoks yorumunun kuruluş aşamalarını sembolize eden teolojik idollerin, 726 – 787 dönemiyle, 814 – 843 aralığında, iki dalga halinde yok edilmesi; öncülleri 14. asra kadar inmesine karşın, olgun kimliğine Martin Luther’in 1517’de ilân ettiği 95 Tez’in ateşlediği Protestan kalkışmasıyla erişen, finali, 30 Yıl Savaşlarına müteakip 1648’de aktedilen Vestfalya anlaşması olan din savaşlarında, Katolik – Protestan – Ortodoks inancından olanların gerçekleştirdiği pogromlar; Oliver Cromwell yönetimindeki İngiltere’de 1642 – 1651’de yaşanan iç savaştaki gelişmeler; Mayıs 1789’da başlayan ve General Napoléon Bonaparte’ın 18 Brumaire’in VIII. yılı olan 1799’un 9 Kasım’ında yaptığı darbeyle sonra eren Fransız İhtilâli sürecinde, dini sembollere karşı yürütülen vandallıklar; Ekim 1917’deki Bolşevik Devrimiyle başlayıp, Devlet Başkanı Gorbaçov’un istifasının adından, SSCB’nin 26 Aralık 1991’de dağılmasına değin süren din karşıtı pratikler; Mao Zedong önderliğindeki Çin Komünist Patisi’nin, 1920’lerin başlarından itibaren mücadele ettiği milliyetçi parti Kuomintang’a galebe çalmasıyla 1 Ekim 1949’da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti’nde, son 75 yıldır yapılan uygulamalar tarihteki en karakteristik ikonoklastik eylemlerdir. Putkırıcılık, modernizmin insanlığı belirlediği 1850’lerden sonra, inanç dünyasından hayatın diğer görüngülerine de sıçramış, bünyesindeki yaratıcı yıkıcılıkla yeni insanın, yeni inancın, yeni toplumun, yeni dünyanın ve yeni çağın kurucu ögesi olmuştur. Nisan 1874’deki ilk empresyonist sergi plastik sanatlardaki klasik anlayışı; 1915’de filizlenen protest bir karşı-sanat anlayışı olan Dadaizmle, onun 1920’lerin başında evrildiği aklı ve gerçeği inkâr eden sürrealizm akımları, edebiyattan sinemaya, tiyatrodan plastik sanatlara değin bütün sanat evrenlerindeki hakim anlayışları; Nazım Hikmet'in, Resimli Ay Dergisi’nde 1929 Mayıs’ında ‘Putları Yıkıyoruz’ başlığıyla başlattığı yazı dizisi, edebiyatımızdaki yerleşik sanat ve edebiyat anlayışını; 1969 tarihli DüzeninYabancılaşması – Batılılaşma kitabındaki ‘Türkiye’de sağ sol, sol da sağdır, solcularımız gerici, sağcı denilen geniş İslâmcı kitlelerse ilericidir!’ temasını işleyen İdris Küçükömer, müesses sosyopolitik kabulleri; Jean François Lyotard’ın 1979 tarihli kitabı Postmodern Durum’la kristalize olan, geçmişiyse 1950’lere giden, teoloji, mitoloji, bilim, felsefe disiplinlerine ‘gerçekliği’ farklı şekillerde kuran eş düzeyde geçerli anlatılar olarak yaklaşan, aklı, bilimi, ilerlemeyi önceleyen modernist paradigmayı inkâr eden postmodernizm, teoloji dışındaki ikonoklazmın en önemli örneklerindendir. Umberto Eco ve Riccardo Fedriga’nın editörleri olduğu, her bölümü alanın uzmanlarında yazılmış 7 ciltlik Felsefe Tarihi başvuru kaynağımız, okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.227) Kara Kemal
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Kara Kemal.
2. Meşrutiyet döneminin en önemli aktörlerinden, İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticisi, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İaşe Nazırı, devlet adamı, komitacı Ahmed Kemal Bey’in özel hayatı hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlıdır. Sanki gizli bir el, onun hayatının ilk 25 yılına ait olan kayıtları itinayla karartmış gibidir. Wikipedia.org’daki Kara Kemal maddesinde 1868 olarak verilen doğum tarihi güvenilmez bir datadır. Çeşitli teyitli tanıklıklardan hareketle, 1875 – 1879 arasında İstanbul’da dünyaya geldiğine hükmedebileceğimiz Ahmed Kemal, soyu Dulkadiroğullarına dayanan Maraş kökenli Kısakürekzâdelerden Mâbeyn Telgraf Müdürü Arif Bey’in oğlu olup, en az üç erkek kardeş sahibidir. Aile fertleri, ilgili kanunla, Kısakürek soyadını almışsa da, Necip Fazıl’la akrabalıkları belgelenememiştir. Bununla birlikte, bazı kaynaklar, Ahmet Kemal'in babası Arif Beyle, Necip Fazıl'ın babası Fazıl Beyin amca çocukları yânî, kuzen olduklarında ısrarcıdırlar. Kardeşleri, babası ve annesi gibi, kızı İsmet Tolon’la, oğlu Mehmet İrfan Kısakürek hakkında da bilgiye erişilemeyen Ahmet Kemal, II. Meşrutiyet’ten önce, babası Arif Bey gibi, Posta İdaresi’nde çalışmış; İstanbul, Edirne, İzmir, Serez ve Kastamonu’da posta memuru olarak görev yapmıştı. Gerek teninin rengi, gerekse de esrarengiz kişiliği yüzünden Kara lâkabıyla anılan Ahmed Kemal, olağanüstü tiryakiliği yüzünden Nargileci diye de bilinirdi. Ancak, hiç kuşkusuz, onu en ziyade temsile ehil olan mahlâslar, İttihat ve Terakki’nin perde önündeki sivil lideri olan Talat Bey’e Büyük Efendi denmesine nispetle ve Cemiyet’in perde gerisindeki kudretli örgütçüsü olması hasebiyle, Küçük Efendi ve Gedik Efendi nitelemeleriydi. Serez’de posta memuruyken tanıştığı amiri Talat Beyin tavassutuyla Cemiyet’e alınan, örgütçü, çalışkan ve dürüst kimliğiyle de Teşkilat’ta hızla yükselen Kara Kemal, büyük kentlerin sokaklarındaki küçük esnafı, ameleleri, yoksulları, kurduğu sosyal yardımlaşma ağlarıyla destekleyip örgütleyerek, kısa sürede Enver – Talat – Cemal troykasının dikkate almak zorunda kaldığı bir iktidar odağı olmuştu. Bu durum, onun, 1912’de Cemiyet’in beyni ve kalbi denilebilecek merkezi umumisine seçilmesine yol açacak, başta ticaret olmak üzere, ekonominin her branşına dair olan yatkınlığıyla da, partisinin milli İktisat politikası çerçevesinde, yabancı sermayeyle Osmanlının gayrimüslim unsurlarının iktisattaki etkilerini kırarak, Türk ve Müslüman bir sermayedar kesimi yaratmak adına hummalı bir mesaiye girişmesini sağlayacaktı. Mütarekede, Kara Vasıf’la Karakol Cemiyetini Kurarak İstiklâl Harbi’ne büyük destek veren Ahmet Kemal'in İttihat ve Terakki Cemiyetine bakışı 'Büyük Efendi', yânî, Talat Beyle bir aynıydı. Her ikisi de, teşkilâtın amacını, hedeflerini, temel umdelerini, bilhasa da 'RUH'unu içselleştirmiş, yaşam amacı kılmışlardı. Teşkilatın onlar gibi inanmış mensuplarının bu organizayona bakışlarıyla, kilisenin temellerini atarak Hristiyanlığı sistematize eden ve ilk papa kabul edilerek aziz unvanıyla taltif edilen Simun Petrus, yânî, havari Petrus'un kiliseye bakışı bir ve aynıydı. Petrus'a göre kilise, hem ideolojik aygıtları, hem itikada dair umdeleri ve hem de mimari bir birim olarak Hristiyanlığın özüydü, sembolüydü, ekstresiydi, RUHuydu. Bir diğer deyişle, bir kilise binası, hem dış görünüşü ve hem de iç plânı bakımından Hz. İsa'yı ve onun temsil ettiği itikadi umdelerin remzi, sembolü ve özetiydi. Kilise, anlayacağınız, Petrus bakımından, dinin ve İsa'nın tecessüm etmiş, ete kemiğe bürünmüş repkikasıydı, simülasyonuydu. Yukarıda da işaret edildiği üzere, Talat ve Ahmet Kemal Beyler bakımından da İttihat ve Terakki benzer mahiyetteydi. Bir diğer deyişle Teşkilat; vatanın, memleketin, milletin ve ümmetin özüydü, özetiydi, ekstresiydi ve ruhuydu. Şayet Teşkilat'a halel gelirse bu, referans verdiği bütün o anlam dairesinin ve değerler manzumesinin çökmesi, dağılması demekti. Hayatını mezkûr Teşkilat'ı incelemeye hasretmiş, bu organizasyona olan adanmışlığı yüzünden Murat Bardakçı tarafından 'Son İttihatçı' olarak tavsif ve tarif edilen, İttihat ve Terakki'ye dair gezegendeki en önemli arşivlerden birisine sahip olmuş tarihçi, yazar Erol Şadi Erdinç 'İttihatçılık evvelâ bir ruhtur!' derken de aslında kastettiği tam da buydu. Birçok araştırmacı gibi Erdinç de, Teşkilât'ın İstiklâl Harbi sonrasındaki tutum ve beklentisinin 'tamam, Mustafa Kemal Paşa zaferi kazandı, memleketi kurtardı, ama, bunu bizim yardımlarımızla yaptı; şimdi kenara çekilmeli ve memleketin idaresini esas sahibine, yânî, Teşkilât'a vermelidir' şeklinde özetlenebileceğine işaret eder. Bunun gerçekleşmeyeceğini anladıklarında, başını Kara Kemal'in çektiği bir İttihatçı klik, Haziran 1926’da çıktığı bir yurt gezisinin İzmir etabında, Reisicumhur’a suikast yapmayı kararlaştırmış ve bu doğrultuda hazırladıkları bir plânı da tatbik sahasına koymuştu. Gâzi'nin gezi plânının 24 saat rötarla sürmesi ve suikast plânı içindeki motorcu Giritli Şevki'nin korkup İzmir valisine olayı ihbar etmesiyle tertip açığa çıkınca Kara Kemal kaçmış, 13 Temmuz’da İstiklâl Mahkemesince gıyabında idama mahkûm edilmiştir. 27 Temmuz 1926’da, Cerrahpaşa’da kuşatılınca intihar eden, gazeteci - yazar Selahattin Duman gibi kimilerinin iddiasına göre de, olay yerinde infaz edilen Ahmet Kemal, bazılarıyla problemler yaşadığı, arasında Ahmet Emin Yalman, Burhan Felek, Ahmet Ağaoğlu, Aka Gündüz’ün de olduğu çok sayıdaki çağdaşı tarafından nezaket sahibi, terbiyeli, itidalli, derviş tabiatlı, idealist, mantıklı, dünya meselelerini yakından izleyip çok düşünen, az ve öz konuşan münevver bir stratejist, muhatabına
daima ümit ve teselli vererek moralize eden şeyh edalı bir önder, bir lokma – bir hırka – bir seccadeden oluşan maddiyatı dışlamış karakteriyle rüşvet – yolsuzluk – karaborsa düzenin azimli düşmanı, gelirini ihtiyaç sahipleriyle paylaşan merhametli bir yardımsever ve milli burjuvazi yaratarak bu temelde her bakımdan kendisine yeten bir milli ekonomi sistemini inşaaya çalışan bir idealist şeklinde tanımlanacak; rejim muhaliflerince de, Kemal Tahir’in Kurt Kanunu romanındaki alternatif tarih anlatısı çerçevesinde aklanacaktı. Tarihçi Alperen Gökçe’nin kaleme aldığı, alanının en kapsamlı monografisi olan İttihat ve Terakki’nin Küçük Efendisi Kara Kemal – Hayatı ve Milli İktisat Mücadelesi kitabı, Atatürk Ansiklopedisi’nde yer alan Tuncay Öğün imzalı Kara Kemal Maddesi, cihanharbi.com sitesinde yer alan Somer Alp tarafından yazılmış İttihatçıların Kara Kutusu: İaşe Nazırı Ahmed Kemal Bey makalesi kaynakçamız, konuda derinleşmek isteyene de okuma tavsiyelerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.228) Einstein'ın beyninden Drosophila Melanogaster'e
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Einstein'ın Beyninden Drosophila Melanogaster'e.
Bazı bilim tarihçilerine göre yüzyılın, bazılarına göreyse binyılın bilimcisi olan Albert Einstein; 76 yıl, 34 gün, 1 saat, 55 dakikalık hayatı, 1955’in 18 Nisan’ının ikinci saati dolmadan, abdominal bölgesindeki bir anevrizma yüzünden Princeton Hastanesi’nde, sonlandığında, prosedür gereği, ölüm nedenini belirlemek için otopsi yapması gereken hastanenin o geceki nöbetçi patolojisti Thomas Stoltz Harvey büyük bir açmazla karşı karşıyaydı. ‘İnsanlar fikirlerime, bilime yaptığım katkılara odaklansın, cesedim putlaştırılmasın, kabrim ziyaretgâha dönüştürülmesin’ diye düşünen, bu yüzden de yakılmasını vasiyet eden Einstein’ın son dileğini yerine getirmekle, Germen alimin kafatasını açarak çıkardığı ve ellerine aldığı beynine bakarken zihninden geçen ‘kozmos hakkındaki düşüncelerimizi kökünden değiştiren bu sıra dışı beyni yakarak imha etmek yerine, onun üzerinde uzun süre çalışırsak, belki de düşünme, anlama, öğrenme, hatırlama, zekâ, bilinç, benlik hakkında yepyeni kavrayışlara erişebiliriz’ düşüncesine uygun şekilde davranarak beyni kadavranın kafatasına geri koymayarak, bir diğer deyişle, onu cesetten çalarak, üzerinde kapsamlı araştırmalar yapmak arasında yaşadığı büyük kararsızlıktı bahsettiğimiz açmaz. Einstein’ın kadavrasını yakılmaya hazır hale getiren, beyniniyse, öğle yemeği için kullandığı boş sefer tasına koyarak evine götüren patolojist, bu hırsızlığı yüzünden kamuoyunun ayaklanmasına yol açacak, mahkemeye verilecek, işinden atılacak, ancak, bütün sıkıştırma ve baskılara karşın, beyni tetkike gönderdiği nöroloji laboratuvarını açıklamayacaktı. Einstein'ın beyninden, olağanüstü basit bir nörolojik yapıya, bir meyve sineğinin beynine sıçramaya var mısınız? Hadi, hooppp, işte geldik.
Drosophila melanogaster, yânî, meyve sineği de, aynı zebra balığı, fare kulağı teresi, escherichia bakterisi, yuvarlak solucan ve ev faresi gibi, genomu çok az sayıda genetik malzeme içerdiği için bilimsel araştırmalarda çok sık kullanılan, bu yüzden de model organizma denen canlı türlerindendir. 35 yaşında, 70 kg ağırlığında ve 175 cm boyundaki sağlıklı bir erkeğin vücudunda ortalama 100 trilyon hücre ve mikrobiyotasında da, çoğu bağırsaklarında olmak üzere, yaklaşık 130 trilyon civarında mikroorganizma vardır. Bu haliyle fevkalâde kompleks bir yapı arz eden insan üzerinde ayrıntılı genetik ve moleküler analizler yapmak uzun ve masraflı olduğundan, bu amaçla işaret ettiğimiz model organizmalar kullanılır. Öğrenmenin, hatırlamanın, zekânın, bilincin nasıl oluştuğunu anlamak için ortalama 90 milyar nöron hücresi ve bunlar arasındaki kabaca 500 trilyon sinaptik bağlantı üzerinden gitmektense, 130,000 kadar nöronuyla, kabaca 50 milyon sinaptik bağlantısının tamamının haritalaması gerçekleştirilmiş, bir diğer ifadeyle, konnektumu çıkarılmış meyve sineği üzerinden yürümek çok daha pratik ve garantici bir yoldur. Meyve sineğinin her bir nöronunun diğer nöronlarla hangi sinaptik bağlantıları kurduğunu ve bunların hangi duyusal işlevlere, hangi istemli ya da istemsiz hareketlere yol açtığını deşifre etmeyi, sadece sınırlı sayıdaki profesyonel bilimcinin mesaileriyle değil, yapay zekânın en gelişmiş imkânlarını kullanan yüzlerce gönüllünün katkılarını da alarak gerçekleştiren moleküler biyologlar ve nörologlar, insanın beyin haritalamasının tamamlanmasının ve nörolojik sisteminin konnektumunun çıkarılmasının epeyce zaman alacağını bildiklerinden, Einstein’a otopsi yapıp, akabinde de beynini çalarak, onun üzerinden türümüzün düşünce süreçlerinin esrarını çözmeyi hayal eden patolojistten çok daha mütevazı, ama bir o kadar da realist bir yol izlemekte, bu sayede de hedefe yaklaşmaktalar.
nature.com/articles’da
yer alan ve Benjamin R. Cowley, Adam J.
Calhoun, Niyedita Rangaraian, Elise Ireland, Maxwell H. Turner, Jonathan W.
Pillow ve Mala Murthy imzalarını
taşıyan yedi makaleden oluşan Mapping
model units to visual
neurons reveals population code for social behaviour, yânî, Model
birimleri görsel nöronlarla haritalamak, sosyal davranış adına nüfus kodunu
açığa çıkarmakta başlıklı 22 Mayıs 2024 tarihli dosyayla,
meyve sineğinin beyin haritalamasını üçboyutlu videolarla canlandıran görsel ve
bilimsel şölen mahiyetindeki flywire.ai sitesi, programımızın
temel kaynakları, meraklısı için de, derinleşmek adına, şayanı tavsiyedir. Bir
sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve
muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
229) Geoffrey E. Hinton
Radyo 1'in değerli
dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in
yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların
Dilinden programının bugünkü konusu Geoffrey E. Hinton.
Arama
motorlarıyla, OpenAI’ın geliştirdiği
ChatGPT benzeri çevrimiçi sohbet
robotlarının işlevlerini mümkün kılan yapay
sinir ağlarının geliştirilmesine yaptıkları katkılar yüzünden John J. Hopfield’la birlikte 2024 Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan Geoffrey Hinton, bahse konu alana
odaklandığı son 15 yıllık süreçteki çalışmalarıyla godfather of AI, yânî, yapay
zekânın büyükbabası, ya da, yapay
zekânın vaftiz babası diye anılmayı hak etmiştir. Hayatımızın
hemen her alanında ciddi değişikliklere yol açan, gelecekte, varoluşun
bütün tezahürlerini daha fazla belirleyeceği anlaşılan yapay zekâ konusunda bu denli etkili olan bir araştırmacıyı mercek
altına almanın, özellikle de, onun, ‘evlâdı’
sayılabilecek bir olgu, yânî, sentetik
akıl hakkındaki olumsuz görüşlerini değerlendirmenin
tam zamanıdır. İngiltere kökenli Kanadalı bilişsel
bilimci, bilgisayar bilimci ve bilişsel psikolog Geoffrey Everest Hinton 6
Aralık 1947’de Wimbledon, Londra’da doğdu. Programımızı dinlediğiniz bu
günden tam 21 gün sonra 78. senesinin ilk gününü yaşayacak olan Hinton, halen
Toronto Üniversitesi’nde Emeritus Profesör statüsünde tam gün süren mesaisine
ve araştırmalarına devam etmekte, bilim insanı yetiştirmektedir. Profesör
Hinton, 1 Mayıs 2023’te, 2013’ten o
güne değin, 10.5 yıldır akademisyenlik pratiğiyle birlikte sürdürdüğü Google Brain bünyesindeki yapay zekâ
merkezli çalışmalarını sona erdirdiğini açıklamış, üstelik de bunu, ‘evlâdı’ kabul edilen sentetik akla dair çok ciddi suçlamalar
yaparak gerçekleştirmişti. Şirketin, derin
makine öğrenmesi esaslı yapay zekâ projesine odaklanan söz konusu Google Brain bölümünü, açık uçlu makine öğrenmesi araştırmalarını,
daha da büyük ölçekli bilgi işlem kaynaklarıyla birleştirerek, hedeflere belirlenen
tarihten önce erişilmesini sağlamak için, kardeş şirketi DeepMind’la birleştirerek, faaliyetlerini Google DeepMind çatısı altında sürdürme kararıydı Hinton’ı isyan ettiren ve ‘hayatımın
projesi’ dediği süreçten ayrılmasına yol açan. ‘Arkadaşlar, bu işin şakası yok,
cin her an şişeden çıkabilir, telafisi mümkün olmayan problemler doğabilir,
çalışmaları yavaşlatmanın ve insanlığın ve gezegenimizin güvenliğini öncelemenin
zamanıdır!’ diye uyardığı şirket yöneticilerinin, endişelerini
önemsemedikleri gibi, yapay zekâ
çalışmalarını hızlandırmaya yönelik radikal adımlar atması
Hinton’ı, kelimenin gerçek manasıyla, dehşete düşürmüştü.
Diğer
birçok bilimsel ödülün yanı sıra, 2018’de
Yoshua Bengio ve Yann LaCun’la birlikte Bilgisayarın
Nobel Ödülü olarak anılan Turing
Ödülü’ne de lâyık görülen Profesör
Hinton’ın, ‘yapay zekânın riskleri hakkında özgürce konuşarak insanlığı uyarmak’ misyonu
adına, gezegenin en büyük ve önemli birkaç teknoloji şirketinden birindeki,
maddi ve manevi getirisi çok büyük olan, görevinden istifa etmiş olması, ona
kulak kesilmemizi zorunlu kılmaktadır. Google’ın prangalarından kurtulduğu
için, son 18 aydır yaptığı kamuya açık konuşmalarında, konferans ve mülâkatlarında çok
daha net mesajlar verebilen Hinton,
özetle: ‘kötü niyetli aktörler tarafından kasıtlı kötüye kullanımın olası olumsuz
sonuçları, ortaya çıkabilecek olağanüstü boyutlardaki işsizlik ve en vahimi de,
güçlü yapay genel zekânın homo sapiens sapiens’i, diğer canlıları, hatta Dünya’yı
tehdit eden ontolojik risklere yol açması ihtimali’ hakkındaki uyarılarına
Nobel Ödülü’nü aldıktan sonra da
devam etmiş; ‘insanlık, kendisinden çok daha akıllı olan yapay zekâ sistemlerini
nasıl kontrol edebileceğini bulmak için, acil olarak yapay zekâ
güvenliği meselesine odaklanmalıdır!’ çağrısını yapmıştır. Üstadın lâfının üzerine lâf söylememiz abes kaçsa da değerli dinleyen, konunun önemine
binaen, naçizane, Hinton'a kulak vermemiz hayatidir! diyoruz.
Wikipedia.org’un İngilizce edisyonundaki olağanüstü zengin kaynakçasıyla göz dolduran
Geoffrey Hindon maddesiyle, Haftalık Oksijen Gazetesi’nin 11 – 17 Ekim tarihli 196. sayısında yer
alan Ayşegül İldeniz imzalı Yapay
Zekânın Varoluşsal Riski Var mı? ve yazarı belirtilmemiş olan ‘Pişmanım’
Dediği Yapay Zekâ Nobel Getirdi başlıklı etütler programımızın
faydalandığı kaynaklar, meraklısı içinde incelenmesi gereken metinlerdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak
dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
230) Antalya
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Antalya.
MÖ 220 – MÖ 138 arasında yaşayan Bergama
Kralı II. Attalos’un ‘yeryüzü
cenneti’ dediği yerde 2,150 yıl önce inşaa ettiği Attalia şehrinin
merkezi olduğu Antalya ilinin kuzeydoğusundaki tarihi Pamphylia coğrafyasının
ismi Antik Grekçe kökenli olup,
çok dil konuşulan yer; birçok kabile, çok sayıda ırk ve soy barındıran ülke
anlamına gelmektedir. Bu isimlendirmeden binlerce yıl sonra, bugün; 21. asrın ilk
çeyreğinin tamamlanmak üzere olduğu 15 Kasım 2024 gününde de durum değişmedi
değerli dinleyen; an itibarıyla Antalya, gezegenin yaklaşık 70 ülkesinden gelen
yüzbinlerce konuğunu ağırlamakta ve mutlu etmekte. Falih
Rıfkı Atay’ın, 90 yıl önce: ‘bir
kasaba, bir sürgün şehridir’ diyerek ıssızlığına ve hüznüne işaret ederek
betimlediği Antalya için Ahmet Hamdi Tanpınar: ‘Sahillerin yasta, ufkun bütün sis, Deniz, bu
akşam bir matemin mi var? Sularında soldu son açan nergis, Yaza mersiye mi
ufkunda rüzgar?’ dizelerini; Memleketimde
İnsan Manzaraları’nda Üç Nokta Şehri olarak tanımladığı kent için Nazım Hikmet: ‘Artık ‘’üç nokta’’ vilayeti üzerindeler / Hava ısınıyor saattan saata./
Ve Çarşamba günü ikindi vakti / Göründü taa Karşıda, aşağıda / Gökyüzüyle
birleşerek dümdüz, tertemiz / Upuzun bir pırıltı halinde Akdeniz. / ’Üç nokta’’ şehri 45 bin nüfusludur / Giritliler,
Araplar, yerli Türkler.’ güzellemesini;
insanımızın dilinden düşürmediği Yıldızların Altında şarkısına güfte
olan ve Antalya için yazıldığını da çok az kişinin bildiği o güzelim şiirinde Ömer Bedrettin Uşaklı: ‘Benim gönlüm sarhoştur /
Yıldızların altında. / Sevişmek ah ne hoştur / Yıldızların altında! / Yanmam
gönül yansa da / Ecel beni alsa da / Gözlerim kapansa da / Yıldızların altında’
satırlarını; kadına karşı uygulanan
antik ve mitolojik bir katliam geleneğini hakkında Aziz Nesin: ‘Antalya’da kadın
yarı / Atarlar o yardan günahlı kadınları / İki bin yıldan beri yutar günahları
uçurum / Sen öyle güzelsin ki günahlım / Nasıl altın tutmazsa pas / Senin
güzelliğin de günah tutmaz’ mersiyesini;
Cahit Külebi: ‘İşte şu gördüğüm deniz / Başka toprakların da denizi, / Üstünde
şehirler kurulan / Kıyılara gemiler götürür / İşte şu gördüğüm dalga / Başka
denizlerin de dalgası / Nice kadınları yıkamış/ Okşamış rıhtımları’ mısralarını; Adnan
Yücel: ‘Sular dağıtmış köpüklü
saçlarını / Toplayıp gidiyor zaman çığlıklarını / Tarihin arka yüzü bir liman
gözlerinde yüzyılların ölümü / köleler boşalıyor kadırgalardan / zincirlerle
çalarak şarkılarını / yürüyorlar adım adım / soylulara sunmak için kanlarını.’
şiirini almıştı kaleme. Program Antalya
Radyosu yapımı olunca, metin yazarı
da Antalya’da yaşıyorsa, şehre dair anlatının şiirsel olması kaçınılmaz
oluyor sevgili dinleyen, insanını mutlu eden bir yer zîra burası. 8 Mart 1930’daki Antalya gezisinde Gâzî’nin ‘Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir’ dediği belde, nette göç alan bir sosyolojiye sahip. 2.7
milyonu aşan popülasyonu ve 20,177 km2 yüzölçümüyle iki alanda da
Türkiye’nin 5. büyük ili Antalya. Ülkemizdeki 550 mavi bayraklı plajın yarısına
barındıran; 418’i 5 yıldızlı olmak üzere 812 oteliyle, 5 ve 4 yıldızlı 46 tatil
köyünde toplamda 650,000’i aşan yatak kapasitesine sahip olan Antalya, sadece
ülkemizin değil, gezegenin de en önemli turizm destinasyonlarındandır. 2023’de
16 milyon yabancı misafiri ağırlayan il, 2024’de çıtayı 17 milyonun üzerine taşıyarak
bu alandaki iddiasına dair ipucu vermekte bize. Antalya kent merkezinin yaklaşık 30 km kuzeybatısındaki Korkuteli
yolunda, Toros Dağlarının Akdeniz’e bakan yamaçlarındaki Karain Mağarası’nda bulunan ve 500,000
yıl öncesine tarihlenen homo sapiens neandertalensis kalıntıları, bölgenin,
Anadolu’nun en eski yerleşim yeri olduğunu söylemekte bize. Anadolu Selçuklu hükümdarı 1. Gıyaseddin
Keyhüsrev tarafından 5 Mart 1207’de fethedilen şehir, o günden beri Türklerin
hakimiyetindedir. Bu anlatımızın referansı Antalya şehri ve onun mutlu ettiği insanlardır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle;
hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
----------------------------------------------------------------
Önceki 225 metne erişmek için bknz. ltfn.
https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/10/huseyin-ylmaz-einstein-curuttu-mu-ipse.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder