Aynı metnin, üstelik de çok karmaşık ve derin olmamasına karşın, bu derece de zıt şekilde yorumlanmış olması beni şaşırttı doğrusu.
En büyük hakem, en adil jüri, en hakiki eleştirmen (şimdi edeceğim lâkırdıyı, popülizm yaparak aferininizi devşirmek adına serdetmediğimden emin olmanızı dileyerek paylaşıyorum) hiç kuşkusuz, 'uzun vadede' olmak kaydıyla, okurdur.
Bu noktadan hareketle soruyorum okuruma: Aşağıdaki yazıda ben, bariz bir şekilde Erdoğan yandaşlığı ya da karşıtlığı mı yapmışım; yoksa, kendi düşünce ve duygularımı olabildiğince katmamaya özen göstererek, Türkiye'nin bu en önemli siyasal figürünün, onu sevenlerinin gözünden olmak kaydıyla, olabildiğince yansız bir resmini mi vermeye gayret etmişim?
Aman başlık sizi yanıltmasın!
Yukarıdaki başlığına bakıp da, Serdar Turgut'tan okumaya alışık olduğunuz o bildik penis, sperm ve erkek cinselliği takıntılı absürd yazılara öykünen bir metne maruz kalacağınızı sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. İlerleyen satırlar, sizi; Türkiye'nin ve dünyanın çok önemli bazı sorunlarının, İslâm sosyo-politiği penceresinden algılanışıyla; İslâm teolojisinin, kelâmının, fıkhının ve örfünün toplumsal ve insani ilişkilerin en önemli bileşenlerinden olan kadın - erkek ilişkilerini, bunun cinsellik boyutunu, giderek de bunların erkek sağlığı problematiğini nasıl kuşatılabileceğinin meczedilmesinin orijinal ve bir o kadar da provokatif bir sentezine davet etmektedir.
Bir çok Müslüman, 'Erdoğan olmasaydı, günümüzün dünyasında İslâm'ı yaşamak çok zorlaşırdı' inancındadır
‘Biliyor musun hacım’ dedi F.Z. bana ‘Solcu kardeşlerimiz, entel dostlarımız, lâik arkadaşlarımız; çok haksızlık ediyorlar İslâm’a, Müslümanlara ve Tayyip Bey’e. Çok zulmediyorlar, çok ama pek çok! ‘Usta’ aslında onları düşünüyor, kolluyor, koruyor, sakınıyor; yaptığı her iş, özellikle de bu hanımlar meselesindeki hassasiyeti, bizim hatunlarla ilişkimize yaklaşımı aslında komple bu koruma, esirgeme olayının parçası. Ama anlamıyorlar güzel dinimizi ve ‘Usta’yı ne yazık ki, ya da yanlış anlıyorlar!’
Yukarıdaki başlığına bakıp da, Serdar Turgut'tan okumaya alışık olduğunuz o bildik penis, sperm ve erkek cinselliği takıntılı absürd yazılara öykünen bir metne maruz kalacağınızı sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. İlerleyen satırlar, sizi; Türkiye'nin ve dünyanın çok önemli bazı sorunlarının, İslâm sosyo-politiği penceresinden algılanışıyla; İslâm teolojisinin, kelâmının, fıkhının ve örfünün toplumsal ve insani ilişkilerin en önemli bileşenlerinden olan kadın - erkek ilişkilerini, bunun cinsellik boyutunu, giderek de bunların erkek sağlığı problematiğini nasıl kuşatılabileceğinin meczedilmesinin orijinal ve bir o kadar da provokatif bir sentezine davet etmektedir.
Bir çok Müslüman, 'Erdoğan olmasaydı, günümüzün dünyasında İslâm'ı yaşamak çok zorlaşırdı' inancındadır
‘Biliyor musun hacım’ dedi F.Z. bana ‘Solcu kardeşlerimiz, entel dostlarımız, lâik arkadaşlarımız; çok haksızlık ediyorlar İslâm’a, Müslümanlara ve Tayyip Bey’e. Çok zulmediyorlar, çok ama pek çok! ‘Usta’ aslında onları düşünüyor, kolluyor, koruyor, sakınıyor; yaptığı her iş, özellikle de bu hanımlar meselesindeki hassasiyeti, bizim hatunlarla ilişkimize yaklaşımı aslında komple bu koruma, esirgeme olayının parçası. Ama anlamıyorlar güzel dinimizi ve ‘Usta’yı ne yazık ki, ya da yanlış anlıyorlar!’
Lâfa girdim: ‘Bir İslam diyorsun, bir de Usta diyerek Erdoğan’ı kastediyorsun. Neden?’
Hemen cevapladı: ‘Bak hafız’ dedi ve devam etti 'dediğin doğrudur. Yani, ben Usta dediğimde bu Erdoğan demektir, bu da aslında bir şekilde de İslâmi yaşamın imkân dahilinde olduğu anlamına gelir. Benim inancıma göre bu ülkede, bölgemizde ve hatta bütün dünyada an itibarıyla İslâmın yaşanması bir şekilde Tayyip beyin pratiklerine bağlıdır. Tabii bu benim inancımdır, bunun mutlak doğru olduğunu iddia edecek durumda değilim. Dediğim gibi, bu benim samimi ve derin inancımdır. Bana öyle geliyor ki,parti tabanında Tayyip Bey deyince anlaşılan da ağırlıkla budur. Biz, onu canı gönülden nasıl görüyoruz biliyor musun? Yürüyen, ete kemiğe bürünmüş dini imkân olarak, yaaa, işte böyle hacım’
‘Ona yönelik eleştirilere karşı parti tabanının bu derece reaksiyoner davranması, adeta infiale kapılması bu yüzden midir?’ diye sordum.
‘Evet, tam da bundandır. Dediğim gibi, en azından arasında benim de olduğum parti tabanındaki bi çok kişi böyle düşünüyor ve daha da önemlisi böyle hissediyor ve inanıyor’ dedi tekraren F.Z..
‘Bu kadınlarla ilgili söylediklerin ne demek oluyor?’ diye girdim lâfa yeniden. Bunun üzerine F.Z., İslâm ve kadın – erkek ilişkisi üzerine dini argümanlarla modern bilimin kimi iddialarını sentezleyerek elde ettiği ilginç, hatta yer yer provakatif olan görüşlerini paylaştı benimle.
Kim Allah aşkına bu F.Z.?
Paylaşmaya başladığım bu enteresan sohbetin daha ileri evrelerine geçmeden, Başbakan Erdoğan'ı yere göğe sığdıramayan, onu, alenen olmasa da, üstü örtülü bir şekilde Mehdi mertebesinde algılayan F.Z.'den, onu bu şekilde düşünmeye sevk eden zihniyet aleminden bunu oluşturan hayatının önemli kısımlarından bahsetmenin doğru olacağını sanıyorum.
İşte bu yazım üzerinden ilginç görüşlerine muhatap olacağınız kişinin hayatına ait bazı önemli bilgiler:
F.Z., şimdi 53** yaşında olmasına rağmen, halâ zıpkın gibi hızlı ve cevval bir bitirim; cıva gibi hareketli ve canlı bir mütedeyyindir.
Aslen İstanbul’ludur ve doğma büyüme de Beyoğlu’ludur F.Z.
Çok maceralı bir hayat yaşadı benim bu renkli dostum. Çok!
Şimdi okul servisi şoförlüğü yapan dostumun kariyer yolculuğuna dair benim bildiklerim onun restoranlarda komilik ve bulaşıkçılık, Yeşilçam’da figüranlık, tombalacılık, gece kulübü fedailiği, uyuşturucu satıcılığı, kurye şirketinde şoförlük, seyyar satıcılık da dahil bir sürü kanuni ve gayrı kanuni işe bulaştığı şeklindedir.
Beyoğlu’nun bu namlı ve tehlikeli bıçkını, sayısını unuttuğu defalar gözaltına alınmış, tutuklanmış, en uzunu 3 yıl olmak üzere toplamda 7.5 yıla yakın bir süre de hapishanede yatmıştır. Tanıyanları, gözaltı ve tutuklanmalarının toplamının yüzleri geçtiğini söyler.
F.Z., yaklaşık 9 yıl önce, en son hapishaneye girdiğinde radikal bir değişim geçirmiş (mişli konuşmam, onu cezaevinden çıktığı 2005’de tanıdım içindir).
Aslında, kelimeler onun yaşadığı bu derin değişimi, dönüşümü anlatmaya yetmez.
Devrim desek, bu bile az gelir.
Mapusane Üniversitesi, İnsaniyet Fakültesi, Medeniyet Kürsüsü mezunu F.Z.
Bu çok köklü dönüşümün sebebi, F.Z.’nin son yattığı cezaevinde tanıştığı radikal Müslümanlarmış. İslâmi bir örgüt davasından yargılanan 7 kişi cezaevinde öylesine tutarlı, öylesine belkemikli davranıyormuş ki, hapishane yönetimi de dahil olmak üzere, görüşlerine katılsın katılmasın, herkes onlara acaip saygı gösteriyormuş.
Mapusane Üniversitesi, İnsaniyet Fakültesi, Medeniyet Kürsüsü mezunu F.Z.
Bu çok köklü dönüşümün sebebi, F.Z.’nin son yattığı cezaevinde tanıştığı radikal Müslümanlarmış. İslâmi bir örgüt davasından yargılanan 7 kişi cezaevinde öylesine tutarlı, öylesine belkemikli davranıyormuş ki, hapishane yönetimi de dahil olmak üzere, görüşlerine katılsın katılmasın, herkes onlara acaip saygı gösteriyormuş.
Daha ilk görüşte bu ekibin cazibesine kapılan F.Z., zamanla onların mini komününün bir parçası olup çıkmış. Ardından da, onun deyişiyle, mapusane fakültesini o komünde tamamlayıp insanlık okulundaki ilk diplomasını almış. Bu arada uyuşturucu kullanmak, şiddet uygulamak, sürekli küfürlü ve yalanlı konuşmak, aşırı alkol kullanımı gibi bütün kötü huy ve davranışlarına da tövbe ederek veda etmeyi ihmal etmemiş.
Bütün bunlardan sonra, onun cezaevinde oruca ve 5 vakit namaz başladığını söylediğimde çok da şaşırmayacağınıza inanıyorum.
Ha, bir de o Müslüman aktivistlerden az buçuk eski yazı ve Arapça öğrenip Kur’an’ı orijinalinden okuması yok mu, en çok da bu hali onun eski yaşantısını bilenleri şaşırtıyor.
Cezaevinde bir de okuma alışkanlığı edinmiş ki; sormayın gitsin. Kâh eski yazısını ilerletmek, kâh komünlerine dahil olduğu genç Müslüman entellektüellerin karşısında bilgi bakımından ezilmemek ve mahcup olmamak için başladığı bu okuma süreci, okuyup öğrenmenin lezzetini aldıkça gerçek bir tutkuya dönüşüvermiş. Öyle ki, hapishanedeki 3 yılının bütün gecelerinde sabahlara kadar kör ışıkta okumuş ve cezaevi kitaplığında da okumadığı tek bir eser dahi bırakmamış.
Son 9 yılda dostumun 10,000 civarında kitap okuduğu iddia edilmekte. Ben bu rakamın bir miktar şişirildiğini sanıyorum. Ancak, onun nasıl tutkuyla, yüksek konsantrasyonla ve aşkla okuduğuna defalarca şahit olan birisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bana göre, F.Z.’nin söz konusu dönemde okuduğu kitapların sayısının 5,000 altına düşmüş olmaklığı nerdeyse % 3 olasılıktadır. Şimdilerde, özellikle dini, ilmi ve tarihi konularda ne bulursa sabahlara kadar okuyan dostum, başta TÜBİTAK olmak üzere, Türkçe’de yayınlanan bütün popüler bilim kitaplarını da, üstelik altlarını çizip notlarve şerhler düşerek 'hatmetmiş ve devirmiş' birisidir. Bu yüzden de her karşılaşmamızda, bana bolca felsefe yapar, kozmolojiden, genetikten, evrimden, zamanda yolculuktan, Müslümanların felsefeye, medeniyete ve bilimlere yaptığı katkılardan bahseder.
Onun nerelerden buraya geldiğini bilen birisi olarak bu haline sempatiyle, muhabbetle ve saygıyla yaklaşırım doğrusu.
Artık Erdoğan'dan başkasını görmüyor gözü
F.Z.’nin bir diğer özelliği de, yazımın girişinde naklettiğim görüşlerinden de anlaşılabileceği gibi, çok sıkı bir Erdoğancı oluşudur. Dostum, 'Tayyip Bey....' dedikten sonra, bunun üzerine ne bir lâf söyler ve ne de olumsuz bir şey söylenmesine müsaade eder. O derece fanatiktir anlayacağınız.
Onun, yukarıda değindiğim üzere, kadınlara (onun ifadesiyle hanımlara) ve kadın – erkek ilişkilerine dair yaklaşımları ilginçtir. Ancak bundan önce gelin kadınlar onun hayatında somut olarak ne anlam ifade ediyor, ona bakalım kısaca.
Kadın bedeninin verdiği hazza kilitlenmiş bir yaşamdan, idealize edilmiş bir 'İslâmi Hanım' anlayışına hizmete adanmış diğer bir hayata geçiş
Alkolü, uyuşturucuyu, kumarı ve her çeşit gayrı kanuni işi bırakan, sigarayı çok ama çok azaltan, kadınlarla ilişkisini ise tamamen kesen F.Z. en çok da bu yüzden Beyoğlu ahalisini şaşırtıyor.
Neden mi?
Neden olacak, bu dönüşümden önce dostumun, tamamı gece kulüplerinde, barlarda konsomasyonla geçinen toplam 5 kadınla düzenli ilişkisi varmış. Hepsi de birbirinden haberli olan bu insanlar, F.Z.'nin şerrinden, zorbalığından korktuklarından, ilişkiyi onun istediği mecrada ve düzeyde sürdürmeyi kabul ediyorlarmış.
Bu kadınlaran özellikle birisi dostuma fena halde sevdalıymış ve onunla evlenmek için yanıp tutuşuyormuş. Çevresindekiler F.Z.'yi bu evliliğe teşvik ederken, o, bu ısrarlı teklifler karşısında, cebinden eksik etmediği uyuşturucu haplardan bir avucu ağzına boca ettikten sonra '5 hatunla zaten evliyim, bi tanesine neden razı olayım ki?' deyip basarmış kahkahayı. Alkol ve uyuşturucuyu karıştırdıktan sonra bunların bazılarıyla grup yaptığını ileri sürenler de yok değilmiş ya, neyse, işin bu kısmı bahsi diğer.
İşte, kadınlarla ilişkisi, özetlemeye çalıştığım üzere, tamamen bedeni ve maddi zevk boyutunda olan F.Z., tövbekâr olduktan sonra, kendi ifadesiyle 'sonsuza kadar kapatmış hatun defterini'.
‘Gel, seni helâl süt emmiş, her şeyi sende görüp öğrenecek, dini bütün fukara bir kızla baş göz edelim, üstelik bu sünnettendir, bak böylece sevaba da girersin' diye onca ısrarcı olmasına karşın ailesinin ve semtinin büyükleri; bu kabil her teşebbüsün karşısında kaya gibi durmasını becermiş F.Z..
Her seferinde de aşağı yukarı şu lâkırdıyı etmiş bu konuyu açanlara: ‘ben hayatımın 34 yılını zaten kadınlar için, kadın bedeni için, bedeni zevk ve haz için harcadım, adeta ziyan zebil ettim. Bundan sonra benim bu işlere ayıracak ne vaktim, ne gönlüm, ne param ve ne de hevesim var. Artık ben ne yapıyorsam Allah rızası için yapıcam, gündüzleri çalışıp ekmek paramı kazanıcam ve hayredicem, geceleri de sabahlara kadar okuyucam. Durumum budur ve bundan ibarettir, düşün ağalar yakamdan, gelmeyin bana bu izdivaç konusuyla, tamam mı?’
Her seferinde de aşağı yukarı şu lâkırdıyı etmiş bu konuyu açanlara: ‘ben hayatımın 34 yılını zaten kadınlar için, kadın bedeni için, bedeni zevk ve haz için harcadım, adeta ziyan zebil ettim. Bundan sonra benim bu işlere ayıracak ne vaktim, ne gönlüm, ne param ve ne de hevesim var. Artık ben ne yapıyorsam Allah rızası için yapıcam, gündüzleri çalışıp ekmek paramı kazanıcam ve hayredicem, geceleri de sabahlara kadar okuyucam. Durumum budur ve bundan ibarettir, düşün ağalar yakamdan, gelmeyin bana bu izdivaç konusuyla, tamam mı?’
Yukarıda da söylediğim gibi, hayatını şimdi servis şoförlüğü yaparak kazanan F.Z., eskiden baş belâsı olduğu muhitinin şimdi göz bebeğidir.
F.Z., modern bilimin argümanlarıyla İslâm'ın önerilerini kendince birleştirdiğinde, bakın ortaya nasıl ilginç bir sentez çıkmakta
2002 öncesi komşularının yaka silktiği, tanıyanların temas etmekten kaçındığı, ilk görenlerin bir daha karşılaşmaktan korktuğu; yaşam tarzı kıldığı kötü ve ahlâksız davranışları yüzünden 'cehennemlik bir iblis' ifadesinin somutlaşmış karşılığı olarak temayüz eden F.Z., artık semtinin sözü geçen, muhitini koruyup kollayan ‘ağır abiler’den birisi, belki de en başta gelenlerindendir. İşte şimdi, onun kadın – erkek ilişkilerine dair olan ve İslâm ile modern bilimden devşirdiği argümanların senteziyle ortaya çıkan enteresan iddialarını paylaşmaya sıra geldi.
‘Bak hafız, bu hanımlar meselesi çok kritiktir. İslâmın kadın – erkek ilişkisine getirdiği yaklaşımla biliminki eldivenle el gibi tamamlar birbirini. Biliyorsun ben sadece tarih ve din kitaplarını değil, hatta ondan da fazla bilim kitaplarını, özellikle de insanbilimine, biyolojiye, genetiğe, psikolojiye ait olanları içer gibi okurum. Onlardan öğrendiklerime göre, biz erkeklerin hayatları testismetrelerine bağlıdır’
‘Testismetre mi, o da ne yahu?’ diye adeta haykırarak soruverdim.
‘Ne olacak hacım, bu benim uydurduğum basit bi yakıştırmadır, bak dinle. Her erkek genetik olarak belli sayıda sperm üretmeye ehil olarak doğar. Bünyemiz, bu spermleri, bizim potansiyel olarak yaşayabileceğimiz toplam hayatımızın 12 – 120 yaş arasındaki dönemine şöyle taksim eder: 15 – 45 arasına maksimum üretim, 45 – 65 arasına vasat üretim ve 65 – 120 arasında da giderek azalan sperm üretimi. Bünyemiz, genetik malzememiz, ya da ilâhi dizayn, her ne denirse densin, sağlıklı ve mümkün en uzun hayatı sürmemiz için özetlediğim bu sperm üretimi ve sarfiyatını genlerimize çok gizli biyolojik kodlarla yazarak bizi bir nevi tembihlemiş olur.
Spermler konusundaki bu hususun yanı sıra, eğer bünyemizin yaratılışının, fıtratının diğer önemli amir hükümlerine de uyarsak, değil 120 yıl 140, 150 ve hatta 200 yıl dahi yaşamamız mümkündür’
Ağzımdan ister istemez bir ‘Yok artık, daha neler! Ciddi olamazsın!’ nidaları dökülüverdi. F.Z. devam etti ‘ne sandın ya hacım, kutsal kitaplarda ve anlatılarda boşuna mı yüzlerce yıl yaşayan Nebilerden bahsedilmekte. Onlar spermlerini Yaradan’ın buyrukları doğrultusunda tasarruf ettikleri ve sağlıklı yaşamalarına hizmet edecek diğer ilâhi emir ve kısıtlara da sadıkane uydukları için o kadar uzun yaşayabildiler. Yok, sen kutsal buyrukları dinlemezsen, nefsini uyandıran her şeye anında sperm üretimi ve sarfiyatıyla yaklaşır ve karşılık verirsen, sperm deponu tez elden tüketirsin, testismetreni sonuna kadar çalıştırmış olursun ve hayatını da 120 yıl yerine 60, 70 yılda tamamlamak zorunda kalırsın. İslâm’ın kadın – erkek ilişkisine getirdiği kısıtlara bu açıdan bak. Bir de hanımların örtünmesi meselesi var ya, hani şu solcuların, lâiklerin felan fena halde kafayı taktıkları, çok tartışmalara neden olan o malûm mesele. İşte ona gelince, o, tam da bununla, yani erkeklerin tahrik olup spermlerini harcamaya icbar edilmesiyle ve bunun sonucunda da sağlıklarını kaybedip zamanından önce ölmeleriyle ilgili bir problemdir. Bunun, mütedeyyin olmayanlarca bu derece de ters ve hatta mutlak manada yanlış algılanmasının nedenini doğrusu benim gibi mütedeyyinler anlamakta zorlanıyoruz. Bu yanlış anlama durumu, üstelik de anlayanlar toplumun en eğitimli kesimlerinden olunca, ancak yanlış anlama fiilinin faillerinin maksatlı ve hatta kötü niyetli olmalarıyla açıklanabilir gibi geliyor bana. Yoksa ne Erdoğan ve ne de AK Parti örtünmeye.…’
Bir mümin, örtünmeyen bir kadına uygulanan şiddete nasıl yaklaşmalıdır?
‘Dur bi Dakka, dur bi dakka’ diye giriverdim lâfa. ‘Bu örtünme meselesine girince soramadan edemeyeceğim. Biliyorsun, 2 gündür memleket şortlu bir kızı, açık - saçık giyindiğine inandığı için döven mütedeyyin haberi ile çalkalanıyor, ona ne diyeceksin peki?'
‘Beşiktaşlı voleybolcu kızı diyorsun sanırım, hani İETT otobüsüne şortlu binmiş de darp edilmiş, kastın odur, öyle değil mi?’
‘Evet evet, o işte. Sence müslümanca bir iş mi bu, tasvip ediyor musun bunu?’
‘Ya hafız, bunu bana nasıl sorarsın? Sen ne beni, ne de İslâmı tanıyorsun derim böyle yaparsan. Bak, bir erkeğin bir kere bir bayana, bir kıza darp etmesi ayılıktır, hayvanlıktır. Bunu değil İslâmla, insanlıkla bile bağdaştırmam mümkün değildir’.
Yani, yanlış anlamadıysam, kadınlar istedikleri gibi giyinerek sokağa çıksınlar, İslâmi bakımdan bir sakıncası yoktur diyorsun, öyle mi?’
‘Yok hacım, yok. Onu da demiyorum doğrusu. Bayanlar sokağa çıktıklarında tabii ki belli bir edep dahilinde giyinmeliler. Ölçüyü kaçırıp dekolte giyinenler de kibarca uyarılmalı. Bunu da bayanların, belki bu işe memur edilmiş hanım görevlilerin yapması en şık yoldur, bilemiyorum doğrusu. Öyle yumruklu hayvanların bu işi gönüllü yapmalarındansa, eğitilmiş kamu görevlilerinin, dediğim gibi, tercihen bayan görevlilerin bu işi kibarca, nezaketle, suhuletle yapmaları evlâdır tabii’
Kadınlar hem kendilerinin ve hem de erkeklerin, yani toplumun toplamının iyiliği için örtünmeye mecburdur!
Dostum tam yeni cümlesine başlayacakken dayanamayıp yeniden giriyorum söze ‘iyi de, erkekler tahrik olmasın diye kadınlar niçin istediğince yaşamaktan, istediklerini giymekten mahrum bırakılıyorlar, bunu anlayamıyorum. Burada erkekleri kollayan, onları merkeze alan erkek egemen bir anlayış görmüyor musun? Yaradan niçin erkekleri bu kadar kollasın ki, bu adil mi sence?’
‘Sevgili hacım, kadınları bu şekilde, ikna temelinde, güzellikle zapt-u rapt altına aldığında, toplumun tamamının toplamda elde ettiği o kadar çok avantaj var ki, bunların tamamını değil de, sadece bazılarını bile paylaştığımda, inanıyorum ki sen de katılacaksın bu mütedeyyin hassasiyete. Sen de pekâla biliyorsun ki, bizim cinsimiz, fıtratı icabı, tahrik olmaya meyyaldir. Bizim, döllemeye kalkışmamız için, bir 'x' dişinin sadece kulak memesini ya da ayak baş parmağını görmemiz yeter de artar bile. Biz erkekler, senin de defalarca yaşadığından emin olduğum üzere, her hal ve şart altında, çiftleşmeye işte bu denli hazır vaziyette oluruz ömrü hayatımız boyunca. Var oluşunun bu değiştirilemez hakikati yüzündendir ki, tahrik olması için zaten ufacıcık bir vesile yeterli olan erkek, bunun üzerine bir de açık saçık giyinmiş bir kadının tahrik dolu varlığına maruz kalırsa, uyanan nefsini doyurmak için sperm istihsaline girişmekten başka bir çaresi kalmaz, öyle değil mi? Tarife çalıştığım dizayndaki bir hatun tarafından erbezleri uyandırılmış bir hemcinsimizin nefsinin doyurulmaması, fıtratına ihanet etmesi anlamına gelmez mi? Ve yine, böylesi bir vaziyet, bahse konu erkeğin ağır zulme uğraması ve hatta işkenceye tabi tutulmasıyla eş anlamlı değil midir? Acı gerçek şu ki; modern hayat ve onun 'Gösteri Toplumu' diye tarif edilen aktüel fazı; iş hayatı, okul dönemi, özel yaşam, hobi zamanı, tv programları gibi bütün bileşenleri üzerinden mütemadiyen biz erkekleri tahrik edecek uyaranlar salmaktadır üzerimize. Bu keyfiyet ise, biz erkeklerin, gerek kamusal alanda, gerekse özel hayatımızda ve gerekse de tv karşısında geçirdiğimiz zamanlarda sürekli olarak tahrik olmamıza ve ister istemez de durmaksızın sperm üretmemize neden olmaktadır. Bu manzara, biraz önce bahsettiğim üzere, alın yazımızın, ki sen istersen yakın olduğunu sandığım pozitivist ve bilimselci arka plânın yüzünden buna genetik malzememizin amir hükmü de diyebilirsin...'
'Bir dakika, bir dakika, nerden çıkardın benim pozitivist ve de bilimselci olduğumu?' diyerek kızgın bir edayla böldüm F.Z'nin lâfını. O, bana attığı taşın gediğine yerleştiğini görmenin verdiği memnuniyetle gevrek gevrek gülerek devam etti diskuruna:
Örtünmenin kozmolojik boyutu
'Takılma hacım böyle ufak tefek şeylere. Hhh, ne diyordum, ha, evet...işte, dillendirdiğim bütün o zincirleme süreçler, erkeklerin; benim testismetre şeklinde formüle ettiğim o mezkûr kişisel 'hayat çeşmesi'nin zamanından önce kurumasına, yaşam suyunun tükenmesine; dolayısıyla da, fıtratının ve genetik malzemesinin kendisine vaat etiği 120 ve hatta belki de 200 yıla kadar uzayabilecek olan o potansiyel hayatını tamamlayamadan ölmesine neden olmaktadır. İşte bu yüzdendir ki, kadınların, bizleri tahrik etmeyecekleri şekilde, yani müedep ve makul biçimde giyinmeleri durumunda, biz erkeklerin sağlıklı ve uzun yaşamaları garantiye alınmaktadır, bu biiir. Aynı zamanda bu durum, kadınların cinsel amaçlı saldırılara ve hayati tehditlere maruz kalmalarını mutlak manada önleyecektir, bu ikiiii. Kadın ve erkek, kendilerini cinsel temelli bu hayvani ve şehevi arzulardan azade ve hür kılmaya muvaffak olduklarında, ortaya müthiş bir pozitif enerji ve sinerji çıkacaktır. Bu durum ise, ister istemez, insanoğlunun rabbani boyutta dikey bir evrime muhatap olmasına ve fıtratında ruşeym halinde saklı olan uluhiyetin kendisini gerçekleştirmesine vesile teşkil edecektir, bu üüçççç! Bütün bunların dediğim şekilde olumlu rotada seyretmesi halinde, Allah, vaat ettiği Cennet'inin kapılarını o kutlu mümin ve mümineler için sonuna kadar açarak, onları mutlu, bereketli, saadetli ve kutlu bir sonsuz yaşamın kucağına atacak, bu suretle de onların mutlak kişisel kurtuluşunu ve selâmetini temin etmiş olacaktır, bu da döörrt. Gördün mü hocam, kadınların edeplice giyinmeleri, sadece kendilerinin ve erkeklerin sağlıklı yaşamasının teminatı olmakla kalmıyor; aynı zamanda, toplumun ve insanoğlunun da adeta boyutunun artmasına, derinleşmesine, yükselmesine, zenginleşmesine ve yücelmesine de yol açıyor ve nihayet onlara kişisel selâmetin de garantisini bağışlıyor. Öte taraftan, bütün bu ettiğim lâkırdıyı 14 asır öncesinin insanı anlayamayacağı için napmış Cenabı Allah, bu işi ‘şöyle yapmanı istiyorum, böyle yapmanı yasaklıyorum. İlkinde cenneti, ikincisinde de cehennemi vaat ediyorum’ diyerek özet halinde koymuş kullarının önüne. Anlayacağın, kadınların giyim kuşamı sadece dini, sosyolojik ve ahlâki veçheleri olan bir vakıa değil, aynı zamanda da sonuçları bakımından toplumsal sağlığı ve kozmik evrimi de doğrudan ilgilendiren bir olgudur’
Lâfı yeniden otobüste yumruklanan şortlu kıza getirdim
F.Z., kısa bir zaman içinde, kadınların giyimi kuşamı üzerinden erkeğin tahrik olmasına ve sperm üretimine, oradan erkeğin kişisel yaşam süresine, oradan kamu sağlığına, oradan insanoğlunun evriminin kozmolojik boyutuna ve onun da üzerinden hadisenin dini emirler veçhesine ve nihayet varoluşun ahret hayatı ile kişisel selâmete kısmına dair öylesine bir ufuk turu yapmıştı ki, başım dönmedi desem yalan olur.
Tam dostumun akıl yürütme zincirini izleyemez olmuşken, çareyi, mevzuyu bir kez daha anlayabileceğim bir noktaya taşımakta buldum:
‘O zaman’ dedim ‘şayet kendisine muhatap erkeklerin hayat süreleri ve bunun üzerinden de kamu sağlığı tehlikeye giriyorsa, otobüse şortla binen kızın darp edilmesi de pekalâ tölere edilebilir bu durumda, bunu mu savunuyorsun yani mümin bir erkek olarak?’
‘Yaw bak ne diyecem hafız, saatlerce sohbet ettikten sonra bile, zerrece anlaşamadığımızı görmeme neden olup gerçekten üzdün beni dostum. Biraz önce dediğimi ne çabuk unuttun öyle! Aslında sadece otobüste değil, evde, işte, yolda, pazarda, her nerede olursa olsun kadına darp eden, hele de onu yumruklayıp döven hayvandır ve cezalandırılması şarttır. Meselâ, benim bulunduğum bir toplu taşıma aracında böyle bir şey olsa…’
Bir an durmuş, adeta kullanacağı uygun kelime kolayca dilinin ucuna gelsin diye başını birkaç kere sallamıştı ‘…valla ben o hayvanı işte orada bi güzel benzetirim. Ağzını burnunu kırar atarım araçtan aşağıya, o derece yani..’
‘İşte bunun için diyorum ki hafız….’ diye devam etti F.Z. ‘Siz solcular, enteller, lâikler çok haksızlık ediyorsunuz İslâm’a ve Müslümanlara, çok haksızca yaklaşıyorsunuz Tayyip beyin icraatlarına. Bu aleni zulümdür aslında, yani yanlış anlamanın bu kadar yaygını, sistemlisi ve süreklisi ancak maksatlı, plânlı ve kötü niyetli olunursa mümkündür ancak. Ve bu da, tabiatıyla, muhatabına zulmetmek için yapılabilecek bi şeydir. Keşke böyle olmasa, keşke lâikler, lâikçiler azıcık anlamaya çalışsaydı biz mütedeyyinleri ve Tayyip Beyi, böylesi inan hepimiz için çok daha iyi ve hayırlı olurdu.'
10 Ağustos 2011, günlerden Çarşamba ve ben dostum F.Z. ile işte bu minvalde bir konuşma yaptım bundan birkaç saat önce.
Söyledikleri bana ilginç geldi, bilmiyorum siz nasıl karşılayacaksınız onları.
Paylaşmak istedim sadece.
* 'İçeriği bu derece 'zengin' bir metne bula bula bu başlığı mı buldun?' sorusuna hangi makul ve mantıklı cevabı verebilirim diye düşünmedim değil. Kendimle yaptığım bu hesaplaşma sonunda, aklıma gelen onlarca alternatif başlık arasından onu seçme sebebimin, 'okuyucuya cazip gelme ihtimali yüksek bir manşet sayesinde yazımı extradan birkaç kişiye daha okutmak kaygısı' olduğunu itiraf ettiğimi paylaşmak isterim. Bu tercihimin, kınanması gereken bir oportünizm mi, yoksa bir çeşit yayıncılık olan bu elektronik güncenin doğasının vazgeçilemez bir sonucu mu olduğuna okurun karar vermesi gerekir. Bu konuda ne düşündüğünüzü merak ediyorum doğrusu. Zira, bu konu, bir yanıyla yazarlık ve yayıncılık etiğine ait kritik bir sorunlu alana da gönderme yapmaktadır.
** Bu yazı ilk kez Ağustos 2011 yayınlandığına göre, dostum F.Z. şimdi 54 yaşındadır. Bu yüzden de, bundan sonra yukarıdaki yazıda gördüğünüz bütün zamanlama ve yaşlandırmaları, ona 1 yıl ekleyip güncelleyerek okumanızda fayda vardır.
* 'İçeriği bu derece 'zengin' bir metne bula bula bu başlığı mı buldun?' sorusuna hangi makul ve mantıklı cevabı verebilirim diye düşünmedim değil. Kendimle yaptığım bu hesaplaşma sonunda, aklıma gelen onlarca alternatif başlık arasından onu seçme sebebimin, 'okuyucuya cazip gelme ihtimali yüksek bir manşet sayesinde yazımı extradan birkaç kişiye daha okutmak kaygısı' olduğunu itiraf ettiğimi paylaşmak isterim. Bu tercihimin, kınanması gereken bir oportünizm mi, yoksa bir çeşit yayıncılık olan bu elektronik güncenin doğasının vazgeçilemez bir sonucu mu olduğuna okurun karar vermesi gerekir. Bu konuda ne düşündüğünüzü merak ediyorum doğrusu. Zira, bu konu, bir yanıyla yazarlık ve yayıncılık etiğine ait kritik bir sorunlu alana da gönderme yapmaktadır.
** Bu yazı ilk kez Ağustos 2011 yayınlandığına göre, dostum F.Z. şimdi 54 yaşındadır. Bu yüzden de, bundan sonra yukarıdaki yazıda gördüğünüz bütün zamanlama ve yaşlandırmaları, ona 1 yıl ekleyip güncelleyerek okumanızda fayda vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder