1 - Kısa haltercümesi. Eşari kelamcısı, Şafii fakihi, mutasavvıf, İslam filozofu, İslam’ın en büyük mütefekkirlerinden. Tus, 1058 – Tus, 1111 Fars asıllı olduğu sanılmaktadır. Bir iddiaya göre iplikçi (gazal) babası yüzünden; bir başkasına göre ise doğduğu yere (Gazele köyü) nispetle Gazzali (ya da Gazali, yazı boyunca 2.si kullanılacak) adını aldı. Babası tasavvufa ve ilme meraklıydı. 2 oğlunu da, imkanları nispetinde eğitmeye çalıştı. Ölümünden sonra oğullarını emanet ettiği bir ahbabı Gazali ve kardeşi Abu’l –Futuh Ahmet’in ilim ve tasavvuf camiasına katılmasına vesile oldu. Her ikisi de döneminin en önemli ulemasının meclislerinde bulundular. Gazali ‘bilgilerinin doğruluğundan emin olmak’ merkezli ilk şüphecilik buhranına 15-17 yaşlarında kapıldı. Şüpheden kesin bilgiye (yakin, yakıyn) seyahat hayatının esasını teşkil eder. Gazali Çağın ünlü bilginlerinden, özellikle fıkıh konusunda, dersler gördü. Sonra Cürcan’da ve Nişapur’daki Nizamiye medresesinde dönemin önemli alimleriyle oldu, feyz aldı. Zamanın en önemli alimlerinden el – Haremeyn’nin ilgisin çekti gözdesi ve özel talebesi oldu. Ardından Nizamülmülk’ün özel meclislerine, sohbetlerine katıldı. Bağdat Nizamiye medresesine müderris olarak gönderildi (1091). 1095’de, birkaç yıl önce içine düştüğü 2. derin şüphecilik buhranı yüzünden medreseyi terk etti. Bir süre dünyadan el-etek çekti, dervişçe yaşadı (zühd/çile/inziva dönemi). Aynı süreçte (midesinden) hastalandı, dili tutuldu. O derin belagatini (retorik, konuşma kabiliyeti) ve diyalektik metodunu (cedel) kaybetti. O zamana değin kitaplardan okuyup sadece lakırdısını ettiği tasavvufu bizzat yaşamaya başlamıştı (kal (laf) aleminden, hal (tasavvuf pratiğinin ilk mertebesi) alemine ‘yolculuk’). Bu sırada ‘halvet’ (Allah’la sohbet) ve ‘uzlet’ (sufi bir pratik olarak yalnızlık)ten başka şey düşünemez olmuştu. Makamını kardeşine, ailesini dostlarına ve diğer her şeyini (ün, saygınlık, sosyal çevre, ilmi muhit, öğrenciler) de öylece bırakarak Şam’a gitti. Emeviye camiinde kimseyle görüşmeden kendisini gündüzleri minareye kapattı. Sufiliğin bütün pratiklerini bizzat tecrübeye devam etti. Şam’dan Kudüs’e giderek aynı istiğrak (kalbinden, gönlünden dünyevi her şeyi atmak, Hak’tan başka şey düşünmemek, giderek Hak ile tevhide/bir olmaya yönelmek) ve halvet hayatını bir müddette Sahra’da sürdürdü. Kendi ifadesiyle ‘gayb alemini (gizli/saklı olup bitenler; sadece Allah ve seçilmiş kullarına görünenler) seyre daldı’. Mekke’ye, ardından da Bağdat’a gitti. Ders vermeye başladı. Baş yapıtlarından ‘İhya-ı Ulumu’d Din’i okutmaya başladı. Derslerine rağbet çok artmıştı. Ancak, kabaran sufilik damarı yüzünden Tus’a gitti. 10 yıl münzevi bir hayat yaşadı. Nizamülmülk’ün Haşhaşinlerce öldürülmesinden sonra yerine gelen Fahr-ül mülk’ün daveti üzerine Bağdat’a döndü (1105) ve Nizamiye’de derslerine yeniden başladı. Zira, halkın dini duyguları zayıflamış ve bidat ehli güçlenmişti. Gazali, ulema ile yaptığı istişarelerden sonra, bu şartlar altında halvet ve inzivanın caiz olamayacağına hükmetmişti. Lakin bu dönemi kısa sürdü. Ardından, Tus’a döndü ve evinin yanında inşa ettiği tekke ve medresede talibanı irşad, telkin, zikr ve ibadet ile kuşattı (ihata etti). Muarızları boş durmuyordu. O’nu Sultan Sencer’e şikayet ettiler. Konu, Hanefi olan Sencer’i alarme etti. Şikayetde, Gazali’nin Hanefi mezhebi ve Ebu Hanefi aleyhine ve Şafi fıkhı ve muamelatı lehine partizanca, mutaassıpça çalıştığı iddia edilmekteydi. Sultan Sencer Gazali’yi orduğahına çağırdı. Alim, Sultan’a yazdı bir mektupta terceme-i halini paylaştı ve hükümdarların huzuruna çıkmamaya ahdi olduğunu, kendisini bunu bozmak zorunda bırakmamasını rica ile meramını tamamladı. Muarızlarının güçlü ayak diremeleri ve Gazali’ yi Hanefilik için bir tehdit olarak sunmaktaki başarıları; Sultan’ın da görüşlerini Gazali’nin kendisinde dinlemek istemesi yüzünden yeminini çiğnemek zorunda kaldı. Sultan O’na büyük hürmet gösterdi, kendi tahtına oturttu. Gazali ’nin huzurda verdiği ders Sencer’i ve hazır bulunanları derinden sarstı. Alimi izzet-ü ikram ile Tus’a yolcu ettiler. Gazali, kentine dönüşünden kısa bir süre sonra vefat etti. 2 - Külliyatı. Çok verimli bir alimdi. Öyle ki, asarının tamamını okuyup anlamak için bir ömür yetmeyebilir. Öğrenciliğine müteakip, hocalarından tuttuğu notlar dışında, yazdığı orijinal eserlerinin toplamının yüzlerle olduğu kayıt altına alınmıştır. Bunların bir kısmı elimize geçmemiştir. Bazı araştırmacılar Gazali külliyatının ancak 30 yıl boyunca her gün, üst üste 50 sayfa yazılmasıyla oluşabileceğine işaret ederler. Bunun daha mütevazı (günde 20 sayfa civarında) olduğuna hükmedenler de vardır. Gazali’nin dünyasına girmek isteyenlerin mutlak surette okumaları gereken eserler: Makasıd - el - Felasife, Tehafüt - ül – Felasife, El – munkız – ı min ed – delal, İhya – i ulum’id din ve Kimya-ı saadet’tir. 3 - İbret dolu bir anekdot. Cürcan’dan Tus’a giderken Gazali’nin yolunu eşkıya keser. Heybesine el koyarlar. Gazali şakiye ‘aman, heybemdeki notlarımı geri verin. Ben bilginim, onlarda hocamın ilmi zapt edilmiştir, Cürcan’a sırf bunlar için gittim, sizin işinize yaramaz’ mealinde ricada bulunur. Şakiden birisi, ‘bildiğini söylediğin şeyler elimizdeki heybede iseler sana nasıl ait oluyorlar ve sen nasıl bilginim dersin?’ der ve aldıklarını bu alaycı, küçümseyici yaklaşım eşliğinde geri verir. Bu olay Gazali’ ye büyük ders olur. Şakinin bu tenkidini Allah’ın bir işareti sayar. Böylece, önce hocasının notlarını ezberler, ardından da incelemeye giriştiği bütün meseleleri en detayına, en derine değin vakıf olmadan bırakmaz. 4 - Akıl ve Gazali. Gazali hayatı boyunca ‘akıl’la uğraşmış, hesaplaşmıştır. Daha çocuk denilecek çağında, 15-16’sında iken aklından, akılla eriştiği bilgisinden ve nakilden şüphelenmiştir. Taklitle, duyularla elde ettiği bilgiyi makbul saymamış; akılla erişilen 2 + 2 = 4 mahiyetindeki zorunlu bilgileri esas almış; matematik kesinliğe sahip olmayan akıl mahsulünün de insanı yanıltacağına hükmetmiştir. Akla ve akli bilgiye inanç zemininde boy veren 2. krizini 35-38 yaşlarında geçirmiş; müteakiben her şeyini (aile, servet, mevki, ün, soysal ve ilmi muhit, nüfuz) terk ederek tasavvuf yoluna girmiştir. Ölene değin de, sultanın yeniden müderrisliğe dönmesi için yaptığı büyük baskıyı takip eden kısa bir dönem hariç, sufi tarz-ı hayatından taviz vermemiştir. O, içine düştüğü derin teorik/epistemik, hatta kimine göre varlığını sorgulamaya dair (ontik) buhrandan ancak bu suretle kurtulabilmiştir. Akılla mücadelesi Gazali’nin bütün hayatını ve külliyatını tayin etmiştir. O, muarızlarının tamamını çok eleştirdiği akl (mantık, diyalektik/cedel) ile alt etmeye çalışmıştır. Gazali külliyatında sırasıyla İsmaililere (batıniyye / hermenötik), Hıristiyanlara, hür düşüncelilere (ibahiyye) ve feylesoflara (felasife, ehl-i hikmet) hücum etmiştir. Bütün bu mücadelesi (cehd) ile O, biraz önce değindiğim üzre, mantık ve akılcı cedel (diyalektik rasyonel) metotlarını kullanmıştır. Külliyatında, sayısız kereler vurgu yaptığı, Tehafüt-ül-Felasife (Filozofların tutarsızlıkları (kendilerini yıkışları))’yi ise üzerine temellendirdiği ‘aklın ve mantığın hakikate erişmekten aciz olduğu’ perspektifini, yine kesin(yakin)/eşya ile mutabık bilgiye erişmekte yetersiz olmakla tenkit ettiği akıl ve mantıkla ispata kalkışması çok eleştirilmiştir. Özellikle de İbn-i Rüşt’ün Tehafüt’e cevaben yazdığı Tehafüt-üt- tehafüt (kendini yıkışın kendini yıkışı) alanında anıtsal bir eser olarak boy göstermiş ve Gazali’nin akla dair çelişkilerini (aklı yine akılla, akli metotlarla mahkum etmesini) çok güçlü argümanlarla ortaya koymuştur. Tehafüt’te Yeni Eflatuncu (neo-Platonist) Farabi ile Aristocu İbn-i Sina’yı 20 noktada eleştiren Gazali, 3 noktada onları tekfir etmiş (kafir ilan etmiş), 17 hususta ise sapkınlıkla suçlamıştır. Enteresandır; kendisiyle aynı ekolden, Eş’arilikten gelen kimi düşünür ve ulema O’nu, Grek düşüncesini / felsefe ve mantığı Kelam ve Tasavvufa sokarak bu alanların kutsallığını/uluhiyetini aklın süfli zafiyetleriyle malul kılmakla suçlayacaklar, hatta tekfir edeceklerdir. Gazali akılla problemini sufi/zühd tarzı yaşamının parçası olan mükaşefe (keşfetmek), ilham, sezgi, vahy, istiğrak, zikr ve çilenin sunduğu imkanlarla aşmış; imanını böylelikle güçlendirmiş ve kesin/şüphe götürmez/zorunlu bilgiye eriştiğine inanmıştır. 5 - Gazali İslam felsefe ve ilmini dondurdu mu? Gazali umumiyetle ‘İslam Aleminin Batı Alemi karşısındaki gerilemesinin baş müsebbibidir. Bab-ı İçtihat’ı (yenilik kapısını) kapatmıştır. Akla, kritikçi düşünceye, felsefeye karşı aldığı düşmanca tutumla ilim ve felsefenin İslam’daki parlak atılımına (İslami Rönesans) son vermiştir. ‘İmam’,felsefecileri ‘tekfir ederek’ (kafir ilan ederek) yarattığı entelektüel terörle, felsefe ve ilimi İslam coğrafyasının doğusuna, Endülüs’e sürmüştür. İslam Alemi’ nin bağrında oluşan her çeşit ‘gericilik’in, bağnazlığın, radikalizmin müsebbibi Gazzali’idir. Gazali, akılcı Maturidiliği mahkum etmiş, ‘yobaz’ Eş’ariliği ihya etmiştir. Selefilik ve Vahabilik, Seyit Kutup ve Müslüman Kardeşler, İran İslam Devrimi, Taliban, Hizbullah ve nihayet el Kaide gibi ‘muarızıyla ile şiddet temelinde hesaplaşmak’ anlayışlarının en önemli fikri mimarıdır, müellifidir.’ şeklinde eleştirilir. Peki, bunlar gerçekle mutabık mıdırlar? 6- Nasıl bir çağda yaşadı? Her şeyden önce Gazali’nin yetiştiği muhiti, döneminin şartlarını iyi tahlil etmek gerekir. Batı İslam’ı boğmak için mevcut bütün imkanlarıyla 1096’da 1. Haçlı Seferini başlamıştı. Kudüs Gazali döneminde düştü. Bu İslam Aleminde, maddi manevi sıkıntılara yol açtı. Bu sırada İslam kendi içinde de büyük problemlerle, mezhep ve tarikat savaşlarıyla boğuşmaktadır. Bidat ehli (dinde yenilik yapanlar) iş başındadır. İsmailiye ekolünden bazı Batıni tarikatlar, özellikle de Hasan Sabbah’ın Haşhaşinleri, terörü dalga dalga yaymakta, her sahadaki istikrarı, güven duygusunu ve ilerleme hevesini yerle bir etmektedirler. Birçok önemli simanın yanı sıra Gazali’nin dostu ve Nizamiye medreselerinin kurucusu olan Nizamülmülk de suikastler zincirine kurban olur. Bu ortam sosyal yapının tahribine, ahlaki çürümeye, yozlaşma yol açar. Yenilik adı altında ortaya çıkan Bidat ehli önce Sünneti, ardından da adım adım vahyi, Kur’anı iptale kalkışırlar. Sünni ulemanın yorumlarına göre ‘İslam’ın tevhidi özünü, vahyi temelini kaybetmesine ve diğer semavi dinlerle aynı akıbeti paylaşmasına doğru ilerlenilmektedir’. Akla açtıkları sınırsız krediyle teorik dünyalarını kuran başta Farabi ve İbn-i Sina olmak üzere birçok rasyonalist Müslüman düşünür eliyle Yunan felsefi mirası ve kültürel kodları, Mutezile’nin büyük tercüme hamlesinden itibaren peyderpey İslam Düşünce dünyasına nüfuz etmeyd. İslam düşüncesi bu sırada kabaca üçe ayrılıyordu: 1 – Batı Havzası / Endülüs ve Kuzey Afrika: İslam felsefesi, akılcılık, İbn-i Rüştçülük (averoizm) 2 – Merkezi Havzası / Arap kıtası: Gazali ve Sünni/Arap kelamcılığı 3 – Doğu havzası / İran ve doğusu: 12 imam inancı, Şia ve Suhreverdi Bunlar arasındaki fikri alışveriş ve etkileşim güçlü değildi. Bu yüzden de Gazali ve muarızlarının görüşlerinin bütün ümmete yayılması ve tesiri çok uzun zamanlar almıştır. Arka plan buydu. Bu fonda Gazali’ nin tesirine gelince, O, bırakınız akla karşı olmasını; tenkitçi aklı, mantığı, diyalektiği ve felsefi yaklaşımları en ziyade kullanan Müslüman düşünürdü. İslam hikmetini, kelamı, (Şafii) fıkhını ve tasavvufu akılla ve felsefeyle birleştiren/mezceden Gazali’dir. O’nun tesirine umumi manada bakarsak felsefede akılcığın bir miktar sempati ve prestij yitirmesi; öte yandan Sünni İslam’ın akide ve muamelat kodlarının konsolide edilmesine ise ciddi katkı verdiğini görürüz. Bu keyfiyet, Sünni akidenin tahrifatına ve belki de yok olmasına mani olan dinamiklere güç katmıştır. Gazali’den sonra, şayet sadece Sünni daireden bakılmazsa, kritikçi düşünce ve felsefe akamete uğramamış, bu sahalarda çok parlak simalar gerçekten çok önemli verimler ortaya koymuşlardır. Hemen akla gelenler Nasiruddin-i Tusi, Suhreverdi, İbn-i Arabi, Sadruddin-i Konevi, Curcani, Mevlana, Kaazzi Adud-i İci, Allame Devvani, Alaüddin-i Kuşçu, Molla Sadra, Ali Kuşçu, Hocazade, Alaüddin Ali-el Tusi, Molla Lütfi, İsmail-i Maşuki, Hamza Bali, Beşir Ağa, Şeyh Vefa, Şanizade, Gelenbevi ve Arif Efendi’dir. 7 - Gerilemenin sebebi otokratların kontrol gayreti ve sözde/sahte alimlerdir. İslam düşüncesinin gelişmesini engelleyen asli faktör Gazali ekolünün tesirleri değilse nedir peki? Bu, hiç kuşkusuz sultanların, iyi niyetle dahi olsa, düşünce, hikmet, felsefe ve bilim üzerinde kurmaya çalıştıkları kontrol mekanizmaları ile onların etraflarını kuşatan çapsız, derinliksiz ‘düzmece/sahte alimler’in sebep oldukları fikri kuraklık, felsefi çoraklık idi. Fatih’in İstanbul’u fethine müteakip yürürlüğe koyduğu dünyanın, bilhassa da İslam Alemi’nin önde gelen alim ve filozofları için payitahtı cazibe merkezi kılma projesi yarım/akim kaldı. Bu projenin merkezi figürü olan Ali Kuşçu’nun misyonunu tamamlayamadan 1474’deki terk-i dünya eylemesi bunda rol oynadı. Gerçi, Kuşçu daha uzun süreler yaşasa ve Fatih’in projesi realize olsa dahi 8. - 11 . asırlar arasında Arap kıtasında ve 9. – 14. asırlar arasında Endülüs’e yaşanan fikri canlılığı aşmanın, hatta tekrarlamanın dahi çok zor olduğunu öngörmek mümkündür. Zira, ne kadar iyi niyetli ve ne denli bilge olursa olsun, sultanın patronajında/kontrolünde özgür ve özgün felsefe ve ilim yapmak neredeyse imkansızdır. Fatih’ten sonra gelen sultanların çaplarını, kapasitelerini göz önünde bulundurursanız; buna bir de Kuşçu’dan sonraki dönemlerde ulemayı ‘temsil eden’ Cinci Hoca, Hatipzade, Halet Efendi gibi ‘sözde/sahte alimler’in yıkıcı tesirlerini eklerseniz, İslami Düşünce, felsefe ve ilimin, özellikle Sünni toplumlarda gerilemesi kolaylıkla anlaşılır. Gazali’nin ruhu azap çekiyor olsa gerektir. Zira, İslam’da akılcı düşünce ve felsefenin önünü kapatan sahte/sözde alimler ne yazık ki ezici çoğunlukla Gazali’nin mensubu olduğu ehli sünnet mensubudurlar. 8 - Gazali’nin Batı Alemi üzerindeki tesirleri. Gazali özellikle birçok bakımdan, ama özellikle de şüpheciliğiyle Batı’nın birçok önemli filozofunu etkilemiştir. Bunların arasında en belli başlıları Saint Thomas d’Aquino, Montaigne, Pascal, Descartes, Wilhelm Ockham, Nicolas d’Autrecourt, P. D’Ally ve Hume’dur. İzmirli İsmail Hakkı gibi bazı düşünürler O’nun etkisini Kant ve Bergson’a kadar sirayet ettirirlerse de buna iştirak azdır. Esasen batılı düşünür ve felsefeciler Gazali’nin külliyatına gereken önemi göstermemiş, ciddi bir çeviri faaliyetine girmemişlerdir. Buna rağmen, O’nun fikri aleminin muhkem temelleri, sağlam mantalitesi, güçlü argümanları, başta yukarıdaki eşhas olmak üzere, birçok Batılı beynin tefekkür dünyasına, ezici çoğunlukla 2., 3, elden olmak kaydıyla ve ne yazık ki kahir ekseriyetle de kaynak zikredilmeden sızmayı ve kendilerine yer açmayı bilmişlerdir. 9 - Gazali’nin önemi. İslam Alemi’nin Sünni kanadının en önemli mütefekkir, mütekellim (kelamcı), feylesof, mutasavvıf ve ilahiyatçılarından Gazali günümüzde Ortadoğu’da ‘sahneye konulan’ ve giderek de yayılma potansiyeli taşıyan bir büyük tehlikenin, Sünni – Şii savaşının aşılmasında bize imkanlar sunmakta. 4 Sünni mezhebin her biri kendi mezhep kurucularına imam derken, hepsinin isim vermeden ‘İmam’ dediklerinde akıllara gelen kişi İmam Gazali’dir. ‘İmam’ terimi, Gazali’nin özelinde cins/jenerik isim değil, O’nu hatırlatan, O’na nispet eden bir özel isme dönüşür. Zira O, mezhep hususunda asla mutaassıp olmamış; döneminde mezhep tartışmalarıyla örselenen İslam Alemi için bölücü değil birleştirici olmuştur. Bir ara Şafii mezhebi yanlısı beyanlarında, genel çizgisinin dışına çıkarak, Ebu Hanife aleyhine konuşmuşsa da bu yanlışından kısa zamanda dönmeyi bilmiştir. Bütün mezhepleri birleştiren yeni bir mezhep inşa etmesi önerilerini daima ret etmiştir. Gazali için ‘Şayet bir peygamber daha gelecek olsa, bu hiç kuşkusuz İmam olurdu’ diyenler de çıkmıştır. Bazı müsteşrikler O’nu İbn-i Rüşt ve Saint Augustin’den dahi önemli addetmişlerdir. Mesela ‘Muslim theology’de Mc Donald (1965, Beyrut) bunları ‘Gazzali’ye nispetle basit derleyiciler ve ekolcüler olarak kalır’ diye vasıflandırmıştır. Faydalanılan kaynaklar: Makasıd - el - Felasife, ç: Cemalettin Erdemci, Vadi, 2001; Tehafüt - ül – Felasife, ç: Bekir Karlığa, Çağrı, 1981; El – munkız min ed – delal, ç: H. Güngör, MEB, 1960; İhya – i ulum’id din, Huzur, ç: Sıtkı Gülle, 1998; Kimya-ı saadet, Bedir, 1979; Aristo metafiziği ile Gazali metafiziğinin karşılaştırılması, Süleyman Hayri Bolay, MEB, 1993; Gazali ve şüphecilik, İbrahim Agah Çubukçu, YKY, 2004; Gazali ve Batınilik, İbrahim Agah Çubukçu, 1964; Gazali ve Kelam Felsefesi, İbrahim Agah Çubukçu, AÜİF, 1970; Gazzali, Cağfer Karadaş, İnsan, 2004; İslam felsefesi tarihi, Henry Corbin, cilt 1, İletişim, 1986; İslam felsefesi tarihi, Henry Corbin, cilt 2, İletişim, 2002; Bir kutsal bilim ihtiyacı, Seyit Hüseyin b. Nasr, İnsan, 1995; İntroduction to the history of science, George Sarton, vol. 1, vol. 2, part 1, Carnegie İns. of Wash, 1931; İslam Ansiklopedisi, MEB, 1940 – 1986; İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, 1988 – 2006; Felsefe Ansiklopedisi, Orhan Hançerlioğlu, Remzi, 1985; Tarih boyunca ilim ve din, A. Adanan Adıvar, Remzi, 2000; Filozoflar Ansiklopedisi, Cemil Sena, Remzi, 1975; Türk – İslam düşünürleri, İ. Agah Çubukçu, TTK, 1989; Felsefe Ansiklopedisi, Ed: Ahmet Cevizci, Etik ve eBabil, 2006; Bilim Tarihi, Colin Ronan, TÜBİTAK, 2003; Tasavvuf terimleri&deyimleri sözlüğü, Ethem Cebecioğlu, Anka, 2004; Büyük Türk Sözlüğü, Ed: Yılmaz Öztuna, Hayat, 1960’ların sonu (?); Meydan Larousse, Meydan, 1969-1973 |
Olan biteni zerre miskal mertebesinde anlayabilmek adına, mütemadiyen yüksek sesle düşünüyor, benzer duyarlılıkları paylaştığını sandıklarıma, bu blog benzeri, işaret fişekleri yolluyorum. Cümle debelenmem 'Bir hakîkat kalmasın âlemde Allah’ım nihân' içindir; 'bütün bunlar niye?' içindir. 'Ah bin yâ bin fesaye!' için ezcümle bir de...
El - Gazzali, Hüccetü’l-İslam Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed Ahmed, et - Tusi *
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder