1929 büyük depresyonu dünya ekonomisini alt üst ederken sisteme, düzene, kapitalizme muhalif yorumcular, analistler, ekonomistler ‘işte bu kriz o krizdir. İşte bu kriz bütün krizlerin babasıdır, bu kriz kapitalizmi mezara sokacak krizdir’ demişlerdi yıllarca. Yanıldılar, 1929’da başlayan kriz ‘o kriz’ değildi. Dünyayı altüst etti, çok trajedik bir dünya savaşına yol açtı bu kriz, ama kapitalizm yıkılmadı.
80 yıl sonra 2009’da dünya yeni ve büyük bir krizi daha yaşıyor. Şimdi de muhalifler ‘bu kriz o kriz, kapitalizmin sonunu getirecek, mezarını kazacak kriz’ diyorlar. Gerçekten de bu kriz o kriz mi?
kriz vites büyüttü, Lehman Brothers’ın batmasına izin verildi. 15 Eylül 2008’de dünyanın en köklü ve önemli yatırım bankası Lehman’ın batmasına izin verildi. Bu, finans sermayeye verilen bir göz dağıydı. Her biri kapitalizmin ve finans sermayenin sembolü durumunda olan sayısız finans devi kısmen ya da tamamen devletleştirildi. Bu açıkça liberal Pazar ekonomisinin, kapitalist sistemin kendisini inkar etmesi demekti.
Otomotivciler süründürüldü. Otomotiv sektörü kapitalizmin amiral gemisi olan ABD’nin 1980’lerin sonuna kadar temel sektörlerindendi. Sektör 1990’dan sonra bu vasfını yitirmiş, lider ve öncü rolünü Japon ve Koreli markalara kaptırmıştı. ABD devletinin kurtarma operasyonu sırasında otomotivin 3 dev firmasına tabiri amiyane ile ‘kök söktürmesi’ akıllara ‘ABD otomotiv sektörünü gözden mi çıkardı?’ sorularını getirdi. Finans kapitalin burnunun sürtülmesinden sonra otomotivin de böyle acımasız yollarla ‘terbiye edilmesi’ kapitalizmin yeni bir faza girdiğine işaret etmekteydi. Evet, kapitalizmin doğasında, sermayenin organik bileşenlerinde dramatik değişimler oluyor. Komplocu bir zaviyeden şunu söylememek mümkün: ‘Sistemin efendileri’ finans kapitali kontrol altına almak ve otomotiv endüstrisinin de genetiğini değiştirmek için çıkarılmış olabilir! Çok mu uçuk geldi bu tespitim? Öyleyse gelin şimdi daha realist ve ilmi yaklaşımlarla mercek altına alalım kriz olgusunu.
Krizin fazları nelerdir? Yaşadığımız küresel iktisadi krizi her şeyden önce mali kriz olarak tavsif ve tarif etmek hatalı ve sakıncalıdır. Mali kriz iktisadi krizin ilk fazıdır. Finansal piyasalardaki köpük mali krizle alındıktan ve mezkur sektörde konsolidasyon sağlandıktan sonra kriz 2. fazına geçer; yani başta imalat olmak üzere ticaret ve hizmetler fasılllarından mürekkep reel ekonomiye sirayet eder. Krizin bahsi geçen 2. fazında reel ekonomi dairesinde hasıl olan köpük alınır ve finans sahasından sonra bu sefer de reel ekonomide konsolidasyon süreci yaşanır.
Krizin temel nedenleri (fundamentals) nelerdir? Krizin öncü göstergelerinin başlamasından dibe, ardın da yukarı yönlü dönüşe kadar 3 - 5 yıl süren bu iktisadi çevrimlerin esas sebebi ise iktisadi üretim hatlarında oluşan fazla üretim kapasitesi, ya da talep yetersizliğidir. Başta ABD olmak üzere küresel kapitalist sisteminin merkez ülkeleri son 30 yılda, ama özellikle de 11 eylül 2001'den sonra uyguladıkları makro iktisadi tercihleriyle sürdürülemez ve duvara toslaması mukadder bir iktisadi politikalar bütünü uygulamışlardır. 1978 - 2002 arasinda, kapitalizmin mezkur ve kriz doğurması kaçınılmaz olan yapısal problemlerini; başta sistemin amiral gemisi ABD'nin en önemli iktisat politikası yapıcılarından olan fed ve onun guvernörü 'maestro olmak üzere politika belirleme konumundaki diğer etkili figürleri, 'hokus pokus' denilse abartı sayılamayacak bitmez tükenmez köpük yaratma tercihleriyle sürekli olarak ötelediler. 2002 - 2007 dönemi, bu karar alıcı zevatın finansal küreselleşmeyi son çare olarak ve neredeyse can havliyle geometrik ve hatta exponantiel olarak büyüterek reel ekonomiden tamamen kopardıkları ve yarattıkları sentetik türev enstrümanlarıyla duvara toslamayı bir müddet daha geciktirebildikleri dönem olarak iktisat tarihi ve literatüründeki yerini almıştır.
Kriz şu anda artık finansal değil ekonomiktir. Kriz, aktüel bir uğrak olarak 15 Ocak 2009’da artık mali değil, ekonomik olarak tavsif ve tarif edilmesi icap eden bir mahiyettedir. Krizin küresel ölçekte derin ve vahim sonuçlar doğuracı ve belki de 1929 depresyonu da aşan yıkımlara yol açacağını öngörmek kara kehanette bulunmak olmasa gerektir. Küresel iklimde, global psikolojide, soluduğumuz aktüel havada ne yazık ki 1939 eylül kıvamı, tadı ve espirisi mevcuttur.
Acaba dünya savaşı kapıda mı? Sistemin karar alıcılarının; krizin iktisadi süreçlerde hasıl olan köpükleri almak ve akabinde de konsolidasyonları sağlamak şeklindeki klasik çözümünün yeterli olamayacağına; kapitalizmin ancak küresel bir paylaşım savaşıyla kapasite fazlası gibi yapısal problemlerini aşabileceğine kanaat getirmiş olmalarından endişe edenlerdenim.
Ayrışma (decoupling) masal mı, gerçek mi? 2007 Ağustos - 2008 Eylül periyodunda finansal cambazlıkların sorumluları, cingözlüklerine devamla 'ayrışma (decoupling)' diye bir kavram icat ettiler. Sistemin, merkezden (New York, Londra) başlayarak çökeceğini hisseden bu akıldaneleri, bu kez de yükselen pazarların bu krizden etkilenmeyeceğini ileri sürerek bu ülkeler liderliğinde dünyanın büyümeye devam edeceği masalını anlatmaya başladılar. Eylül - Aralık 2008 bahsedilen tarzda bir ayrışmanın olmadığını gösterdi. Kriz küreseldi ve yükselen pazarları da hükmü altına alıyordu.
Yükselen pazarlar farklı mı? Türkiye ve diğer yükselen pazarlar, her ne kadar sentetik enstrümanlara merkez ülkeleri kadar meyletmemiş olsalar da, küreselleşmenin finansallaştırma ve özelleştirme operasyonları sonucunda vardığı boyut gelişmiş ve gelişmekte olan pazarları birbirine sayısız teğellerle ve kopçalarla, üstelik de koparılamayacak denli güçşü olarak bağlamıştı. Bu yüzden de, dolar ve euro'nun dahi çökebileceği bir yakın istikbalde, bizim gibi pazarların büyüme devam ederek krizden daha az etkileneceklerini, hatta krizin Türkiye'ye teğet geçeceğini iddia etmek hakikatle olan irtibatı bütünüyle kaybederek, tabirimi mazur görünüz, tam bir hayal aleminde yaşamak anlamına gelmektedir.
Krizin dibi görüldü mü? Krizin dibi daha görülmedi ve bu kriz ne yazık ki çok derin olacak, hiçbir şeye benzemeyecek. Sıkıntılarımız çok ama çok büyük olacak. Öyle ki, 1929 büyük depresyonundan bile daha yıkıcı bir iktisadi manzaranın oluşma olasılığı çok yüksek. ‘Krizin dibini gördük, 2009 ortasında yukarı yönlü toparlanma hareketi başlar’ diye ahkam kesen Polyanna bozuntularına sakın ha prim vermeyin. Siz siz olun hesabınızı-kitabınızı krizin gerçek tahribat gücünü ve yıkıcılığını henüz göstermediği, hatta bu bakımdan neredeyse henüz hiçbir şey yaşamadığımız; belanın esaslısının, yıkımın anasının, dertlerin babasının, ızdırabın katmerlisinin henüz ekonomik rasyoları, iktisadi süreçleri ve biz iktisadi aktörleri pençesine almamış olduğu kabullerine göre kurgulayın. Ve bir de kendinizi psikolojik olarak 6 – 9 ay içinde kopacak olan iktisadi kıyamete hazırlayın.
Olacakların boyutunuönceden kestirmek mümkün mü? Ne yazık ki hayır! Yakın istikbalde olanların ayrıntılarını şimdiden kestirmek ve dillendirmek imkansızdır. 1929 – 1935 dönemini simüle ederek sadece başımıza gelecek belaya dair bazı sezgilere erişebiliriz, o kadar. Nedir bunlar? İşsizliğin çığ gibi arttığı, çok ciddi ve yapısallaşmaya meyyal asayiş problemlerinin görüldüğü, politik depremlerin yaşandığı, iktidarların alaşağı olduğu, hiç umulmadık marjinal siyasi hareket ve politik figürlerin yığınlarla kucaklaşabildiği çok muhataralı, çok tekinsiz bir dönem olacak önümüzdeki birkaç yıl.
Yaşayacaklarımız hiçbir şeye benzemeyecek. 1929’a da benzemeyecek. Hiç ama hiç benzemeyecek. Bu yüzden de geleceğe dair ancak genel geçer şeyler söylemek makuldur. Aynen benim bu çalışmamda yaptığım gibi. Geleceğin ayrıntılı resmine dair, yani sektörel ve kurumsal risklere dair konuşanlara ise sakın inanmayın. Zira atıyorlar, uyduruyorlar demektir. Kale almayın onları! Bu kabil gevezeliklerle de vaktinizi boşa harcamayın.
Özetle, ‘yaşayacağız, ezileceğiz ve acılarımızdan ve sıkıntılarımızdan öğreneceğiz’.
İşsizlik dünyayı perişan edecek. 2009’da başta K. Amerika olmak üzere AB ülkelerinde, Rusya’da, Ortadoğu’da, Türkiye’de, Çin’de, Hind kıtasında, Orta ve Güneydoğu Asya’da, Afrika ve Latin Amerika’da makro ekonomik göstergeler, özellikle de işsizlik verisi tahammül edilemeyecek denli kötüleşecek.
Dünyayı büyük bir asayişsizlik fırtınası etkileyecek. Bahis konusu ülkelerde - ki neredeyse dünyanın tamamında, coğrafyaların kısm-ı azamisinde ve ülkelerin ezici çoğunluğunda - büyük sosyal huzursuzluklar çıkacak. Bunların ciddi bir kısmı Yunanistan’da geçen günlerde yaşadığımız spontane isyanlara benzeyen türden sosyal patlamalara dönüşecek.
ABD devleti, çıkması beklenen yaygın sosyal patlamalara ve iç savaşa karşı faşizme başvurmaya hazırlanıyor. IMF başkanı ‘ülkelerin yöneticileri toplumu değil elitleri kurtarmaya yönelirlerse, extremistler bütün dünyada güşlenecekler’ dedi. Dominique Strauss-Kahn aynı beyanatında ‘merkez ülkelerde yaygın iç isyanlar yaşanabilir’ tespitinde de bulundu. ABD’de bir süredir bu beyanatları doğrulayan vahim gelişmeler olmakta. Mesela bir süredir Afganistan ve Irak’tan dönen askerlerini ABD devleti iç güvenlikte görevlendiriyor. ABD Federal Acil Yönetim Ajansı (FEMA, Federal Emergency Management) tarihinde ilk kez silahlı kuvvetleri iç güvenlik için dizayn ediyor. Bunun için NorthCom’a, ABD Kuzey Komutanlığına bağlı ilk askeri birim kuruldu bile. İç savaşa evrilme potansiyeli taşıyan yaygın toplumsal kaos, nükleer saldırı gibi sıradışı durumlarda kullanılmak üzere FEMA’nın milyonlarca kişiyi enterne edebilecek kapasiteye sahip toplama kampları kurduğu bile speküle edilmekte.
Toplama kampı fikri iyi bana kalırsa! Evet, kategorik olarak toplama kamplarına karşı değilim, yeter ki bunlara koyacağınız kişileri doğru seçmeyi bilin. Dünyanın bütün finansçılarını, spekülatörlerini, manüplatörlerini, aç gözlü kapitalistlerini toplama kamplarına doldurmak bana bütün bu yaşadığımız iktisadi rezaletlerden sonra fevkalade doğru, ahlaki, adil ve zaruri geliyor.
Güvenlik mi özgürlük mü? Önümüzdeki süreçte güvenlik algısı ile geçim ve ekmek kaygısı özgürlük ve demokrasi taleplerinin önüne geçecek. Mevcut rejimler özetlemeye çalıştığım bu vahameti dinamik bir şekilde artan olgu ve proseslerin sıkıştırmasıyla anormal derecede zorlanacaklar, verili iktidarların büyük kısmı da toplumlarını yönetemez hale gelerek yıkılıp gidecekler.
Totaliter bir dünyaya doğru giderken. Bunlar gerçekleşirken, insanlığın algısı ve psikolojisi adım adım değişecek, bunun bir adım sonrasında ise otoriter, hatta totaliter rejimleri besleyen bir umumi resim oluşacak. ABD parçalanacak,AB ideali ve Euro çatırdayacak, büyük olasılıkla da bu entitelerin yıkılmasının yolu açılacak.
Finans kapital ezilecek. Küresel efendiler, sermayenin finansal bileşenini zapt-ü rapt altına almaya çalışacaklar. Bu keyfiyet, finansal sermaye ile reel ekonomi arasında sadece ekonomik bileşenden ibaret olmayan kapsamlı ve küresel bir savaşın çıkmasını dahi olasılıklar skalasına dahil etmektedir. Bir başka deyişle, finansçılarla reel ekonomiciler kozlarını iktisadi süreçlerin dışında da paylaşabilecekler. Bunun sonucunda da taraflardan birisinin hakimiyeti tesis olacak.
Küreselleşmenin mezarı kazılıyor. Küreselleşmeye karşı çok ciddi tepkiler gelişecek. Diğer bir ifadeyle, küreselleşmeye karşı dalga küresel bir mahiyet kazanacak.
Ulus, ulusalcılık, ulus devlet ‘in’, küreselleşme ‘out’ olacak. Ulus devlet, ulusal ekonomi, ulusal değerler, ithal ikameci yaklaşımlar gibi kamunun ekonomiye müdahalesi, giderek de kamusalcı, sol-keynesyenci tarzında politikalar itibar kazanacak ve küresel hakimiyet tesis edecekler. Küresel neo-liberal söylem büyük ölçüde itibar, sosyal zemin, güç ve meşruiyet yitimine uğrayacak.
Finans kapitalin karşı atağı ne olabilir? Küresel efendiler tarafından ‘kolu kanadı kırılan’ finans kapitalin küreselleşmeyi yaşatmak için son bir atağı, çırpınışı, debelenmesi olabilir. Hatta bunlar kendilerini zapt-u rapt altına almaya kalkan ‘reel ekonomiciler’le ittifak kurarak ‘Dünya Devleti’ kontr-atağını geliştirmeye kalkabilirler. ABD, küresel efendilerin dünya devletini kurmaya kalkabilir. Ancak bu durumda karşısında Avrasya önderliğinde neredeyse dünyanın geride kalan tamamını bulacaktır.
Krizi ne takip edecek? Resesyon fazından sonra önce depresyona, ardından da 1929’da olduğu gibi büyük-derin depresyon fazına geçecek olan küresel kriz, kapasite fazlasını yok ettikten sonra küresel karar alıcıları, sosyal patlamaları önlemek, dünyanın kaynak, pazar ve imkanlarını yeni oluşan güç dengeleri çerçevesinde yeniden dağıtmak ve tanzim etmek için küresel bir savaş açmaya icbar edecek. Bu savaş nükleer silahların yaygın olarak kullanıldığı çok yıkıcı sonuçlara sahip bir hesaplaşma olacak.
Bu ihtimalin gerçekleşmesi çok uzak bir gelecekte mi olacak? Zikrettiğim savaş için ne yazık ki çok beklemeyeceğiz. Önümüzdeki 24 – 36 ay arasında bu savaşın bütün nesnel ve öznel koşulları oluşmuş olacak.
Türkiye’nin durumu ne olacak? Türkiye, bünyesindeki çok vahim sosyolojik fay hatları yüzünden, bu krizi ne yazık ki en derin ve en dramatik tarzda yaşayan ülkelerden birisi olacak. Küreselleşmeci, liberal – demokrat politikalar, anlayışlar ve çevreler Türkiye’de büyük güç, mevzi, itibar ve meşruiyet yitirecekler. Küresel sermayenin yarattığı finansal köpük üzerinde ‘ustaca’ sörf yaparak 2002’den beri ülkeyi yöneten (ABD’nin algısı ve değerlendirmesine göre ‘ılımlı İslamist’) siyasal yapı, Atlantikçilerin ‘köktenci serbest pazarcı’ paradigmasını terketmezse, millet tarafından seçimlerde tasfiye edilecek. Bir başka ifadeyle, bir ekonomik krizin var ettiği bu siyasal hareket, başka bir ekonomik kriz tarafından tasfiye edilecek.
* 14 ocak 2009'da yaptığım kapsamlı bir çalışmadan alınan yukarıdaki metin ilk olarak 18 şubat 2009'da http://www.tahinpekmez.org'/ ta yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder