bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?!

son yazımda 'insan ne için yaşar, niçin biriktirir?' demiş ve buna dair cevabımı bilâhare paylaşacağıma işaret etmiştim.
aslında soru başlıktaki gibi, yani 'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?!' kıvamında ve formatında olduğunda hem daha şık duruyor, hem de çok daha kapsayıcı, kuşatıcı, ihata edici oluyor.
öyle değil mi?

evet, 'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına?'
soru(m) budur...
hayatın, mevcudatın, 'aşkın/transandantal/müteal/gayrimaddi/gayrimuayyen/metafizik olanın asıl kız ve oğlanlarla, figüratif unsurların bilcümlesine tevcih ettiği sual (de) sanırım budur.
sanırım dedim, zira bu konuda kesin konuşmak için kallavi büzük ister. öyle ise mevzuyu muğlak ve 'kervan nasıl olsa yolda düzülür / dizilir' mantığına istinaden bir miktar tamamlanmamış ve hatta dağınık bırakalım ve geliniz birlikte bir miktar ilerleyiverelim.
ben, kendi adıma, buna doğrudan bir cevap vermektense, öncelikle mümkün, muhtemel ve bittabii muteber imkânları / ihtimalleri gelin birlikte bir gözden geçirelim diyorum ilk adımda.
mezkûr suale verilebilecek cevaplar (bilinçli ya da bilinçsiz) alınmış ideolojik, felsefi pozisyonlara, tercihlere ve duruşlara tâbîdir.

işte çok muhtasar bir formatta olmak kaydıyla belli başlı düşünce ekolleri:
gnostikler (bilinebilirciler): bunlar kendi aralarında iki fırkaya tefrik olurlar:
özcü bilinebilirciler: bunlar hayatın/varoluşun verili bir kendinde  esası / özü / özütü / extresi / amacı / hedefi olduğunu ve bunun bilinebileceğini iddia ve vaz'ederler. kendi içlerinde ateist, deist ve teist ana şubelere ayrılırlar. bu şubelerin kırılımına baktığımızda, her birinin çok sayıda alt şubeye sahip olduklarını müşahade ederiz. meselâ, sadece teist bilinebilirciliğin bile belki yüzlerce alt şubeye sahip olduğu iddia edilebilir.
karşı - özcü bilinebilirciler: varoluşun verili bir kendinde özü ve amacı olmadığını, mezkûr amacın mevcudatın mercek altına alınan kısmının niyetine tâbî olduğu ileri sürerler. bir başka deyişle, varlığın varoluşu öncelemesi değil, sonralaması söz konusudur bunlara göre. varoluşçuluk bu bahsin karakteristik, mümeyyiz vasflarındandır.

agnostikler (bilinemezciler): mevcudatın esasının bilinemeyeceğini, bildiğimizi sandığımız şeylerın tamamının ise esasen görünüşler / fenomenler dünyasına ait zahiri / sathi / geçici ve ehemmiyetsiz mâlumat / information olduğunu iddia ederler. kendi aralarında ikiye taksim olurlar:
özcü agnostikler: bunlar hayatın/varoluşun verili bir kendinde  esası / özü / özütü / extresi / amacı / hedefi olması icap ettiğini, lâkin bunun, maddenin şuurlu formu olan tarafımızdan bilinemeyeceğini iddia ve vaz'ederler. bunlar da kendi içlerinde, aynen mevhum-u mualifleri gibi ateist, deist ve teist ana şubelere ayrılırlar. ve yine bunların kırılımına baktığımızda, bunların her birinin de çok sayıda alt şubeye sahip olduklarını müşahade ederiz.
karşı - özcü agnostikler: varoluşun verili bir kendinde özü ve amacı olmaması icap ettiğini; mezkûr ve bizim için de esası ebediyen meçhul kalmaya mahkûm olan bahis konusu amaçsızlığın mevcudatın mercek altına alınan kısmının (her ne kadar biz bunun esasına ve künhüne vakıf olamayacaksak da)niyetine tâbî olduğu ileri sürerler. özcü agnostiklerden farklı olarak bunlar, hem varoluşu sonralayan varlık'ın ve hem de varlık'ı önceleyen varoluşun esasının asla bilinemeyeceğini vaz'ederler.
şüpheciler (skeptikler): bunlar hayatın/varoluşun verili bir kendinde  esası / özü / özütü / extresi / amacı / hedefi olup olmadığından emin olunamayacağını; varoluşun asal eksenine oturmuş böylesi bir keyfiyetin hem mümkün ve makul, ve hem de imkânsız gayr-ı makul olduğunu aynı anda iddia ve vaz'ederek bizi çeşitli dumur pozisyonlarına gark ediverirler. bu felsefi tercihin kırılımına bakıldığında, onun da neredeyse sayılamayacak kadar çok alt şubesinin olduğu müşahade edilecektir.
imdiiii.......
yukarıda çok ama çok panoramik ve bir o kadar da muhtasar bir şekilde çizmeye gayret ettiğim felsefi çerçeveden sonra yeniden,.....yeniden....
...kuyruğunu yiyen ejderha....
...gözlerinin içine bakan 'Hakikat'ın etrafında halka olmuş, ilâhiler çığırarak dönen ve ama etrafında döndüğünü de bir türlü göremeyen ademoğulları....
...kâinatın mükemmel formu daire...
....varoluşun yatıştırılamaz yapısı , hareketi ve bitimsiz devinimi...
...döndüler, dönüyorlar, dönecekler...
ve o kad'im sualin beynini kemirdikleriyle semtine dahi uğramadıkları...
ve onlar, mezkur suale muhattap olanlar bile, en fazla o sualin öksüzleri kadar cevaba aşinalar...
oysa o suâl ortada, öylece, çırılçıplak, hayatımızın merkezinde, varoluşumuzun kalbinde ikâmet etmekte:
'bütün bu olup bitenlerin manası nedir Allah aşkına!?!'
benim cevabım mı?
ey okur, önce sen zâtına dön ve sor: 'eyyy benim zavallı ve kibirli benliğim, benim cevabım ne, benim cevabım ne, benim cevabım ne?'
sen kendinle yüzleştiğinde, ben dahi burada (pek tabii ki kendi zavallı ve kibirli benliğimi nazar ederek) kendi cevabımı vermeye çalışıyor olacağım...
inşallah...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder