Alfred North Whitehead, Bertrand Russell ve Principia Mathematica






α - prologue - bidayet - takdim


15 Şubat, İngiliz matematikçi, filozof, Mantıksal Pozitivizmin ve Viyana Çevresi'nin önemli üyelerinden, Süreç Felsefesi ile Organizma Felsefesinin 20. asırdaki en önemli temsilcilerinden, Cambridge Platonistlerinin pîri, (Şimdilerde Oxford Platonistlerinin önde gelen sîmâsı ve 2020 Nobel Fizik Ödülü sahibi olan) Roger Penrose başta olmak üzere, son 100 yılın çok sayıda düşünce insanını derinden etkileyen bir fikir mimarı, 1+1= 2'nin kanıtlamasının, 300 sayfadan fazla süren bir akıl yürütmeler zinciri sonucunda gerçekleştirildiği ve de tamamı büyük ölçüde matematik simgelerden oluşmuş üç ciltlik abidevi Principia Mathematica'nın Bertrand Russell'la birlikte eş-yazarı olan Alfred North Whitehead'in (1861 – 1947) doğum günüydü, kutlu olsun(0),
(1), (2).

Üç cildinin ilk baskıları 1910, 1912 ve 1913 yıllarında yapılan Principia Mathematica'nın(3), üzerinden 110 yıl geçmesine karşın, henüz Türkçe'ye çevrilememiş olduğunu da hatırlatmış olayım(4). Neden olduğu sonuçları bakımından matematik, mantık, bilimin hemen her disiplini, teoloji ve metafizik için değerli olan; bu niteliğiyle de insan aklının büyük bir utkusuna işaret eden bu eserin
 en kısa zamanda dilimize kazandırılması gerekiyor. 'Bu gerçekten 'demir leblebi' işi kim lâyığıyla yapar, kim Principia Mathematica'yı, eserin değeriyle örtüşen bir kalitede, basar?' diye sorguladığımda, aklıma ilk etapta sektörün lideri olan Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları geliyor haliyle. İş Bankası'nın yayımcılık sektöründeki liderliğine dair sektör bileşenlerinden epeyce bilgi geliyordu; ancak, mezkûr kurumun 2020 sonunda sosyal medya mecralarında yaptığı aşağıdaki paylaşımı, bu konudaki tartışmalara noktayı koyan hamle oldu(5).



1 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarına yakışır

Doğrusu ben, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan bu matematik - mantık - felsefe - bilim şaheserinin çevirisini yapmasını bekleyenlerdenim.

Türkiye yayımcılık piyasasının lideri olarak bu önemli misyon onlara aittir bence. Çevirmeninin, Yapı Kredi Yayınları'nın Ulysses'inin çeviri sürecinde gerçekleştirdiği üzere, bir yarışma ile belirlemesinin mezkûr eserin ruhuna fevkalâde yakışacağını düşünüyorum. Öte yandan, eserin İngilizcede ya da başka ciltlerde basılmış nüshalarını da fiziken elime alıp tetkik edemedim. Aslında bunu yakın zaman kadar gerçekleştirmem mümkündü, zirâ, haftada iki gün müzayede yaptığımız Gezegen Sahaf'ta bu eserin bir takımı bulunmaktaydı. O süreçte, yâni, pandemi öncesinde, maalesef, herhalde basiretim bağlandığından olacak, onu elime alıp dünya
gözüyle tetkik edememiştim. Şu sıralarda da mezkûr sahafın olduğu Galatasaray'a az biraz uzakta olduğumdan, bu zevkli işi an itibarıyla yerine getiremiyorum. İstanbul'da olan, ya da yolu bir şekilde İstanbul'a düşen kitapseverler, satılmadan Principia Mathematica'yı mutlaka incelesinler derim. Şu sıralarda teselliyi, değerli dostum Murat Haser'in paylaştığı esere ait pdf linklerini incelemede buluyorum, ne diyeyim, bu kadarına da şükür. Ya bu linkler de olmasaydı?!? 2 - Kurt Gödel'in yanlışlaması!

Kitapla ilgili bir bilgi notu daha:

Matematikçiler, mantıkçılar, çeşitli disiplinlerden bilim insanları gibi alanının profesyonelleri (yarı şaka, yarı ciddi tonda) bir asırdan fazla bir zamandır şunu söylerler: Bu eseri, yazarlarından başka, sadece Kurt Gödel, Alan Turing, John Von Neumann gibi sayıları iki elin parmağına ancak erişebilen dahi statüsündeki eşhas tam manasıyla anlayabilmiştir.
Kurt Gödel
Anlayanların başında gelen Kurt Gödel (
28 Nisan 1906 - 14 Ocak 1978) ise, geliştirdiği 'Eksiklik Kuramı' ile Russell & Whitehead'in bu eserleriyle giriştikleri 'tamamen mantıksal argümantasyon zincirlerine dayanan eksiksiz, yanlışsız, ikirciksiz, flu alan bırakmayan bir matematik inşâ etme' çabasının beyhude ve yanlış olduğunu, (çok büyük bir emeğin, insanüstü bir eforun, beşeri idrakin sınırlarını zorlayan bir konsantrasyon gösterisinin ve Kozmos'un anlamlandırılması bağlamındaki dahice bir meydan okumanın bu kanıtlama sonucu refüze edilmesi yüzünden kullanıyorum takip eden üzüntü ve teessüf bildiren iki kelimeyi) MAALESEF ve MAA'TTESÜF, kanıtlamıştır(6).
Bana göre burada o amansız 'Cosmic Law of Karma' hükmünü icra etmiş (halk arasında çok yaygın olan o Arap atasözündeki gibi 'men dakka dukka'ya; veya, bir yazımda tafsilatıyla anlattığım bir meselin savsözü olan 'kim ne eder kendine, yine kendi kendine'ye(7); ya da, İbrahimi gelenekte yeri olan 'kişi, en çok korktuğu / sakındığı şeyle imtihan edilir' argümanına denk bir antitedir bu) ve Russell 1903'te Frege'ye fahiş hatasını göstererek nasıl eziyet ettiyse, bundan sadece iki on yıl sonra, Kurt Gödel de, aynı entelektüel eziyeti, bilimsel zalımlığı, üstelik de misliyle olmak kaydıyla, yapmıştır Lord Bertrand Russell'a. Yeri gelmişken ve önemine binaen, Russell'ın hayatının en büyük entelektüel sıkıntısını yaşamasına yol açacak olan Frege'nin o mezkûr müdahalesinin ne olduğunu, daha önce ona dair yazdığım bir yazıdan alıntı yaparak, paylaşıyorum .

3 - Russell vs. Frege

''Modern mantığın başlangıcı Gottlob Frege'nin 1879'da yayınlanan 'Begriffsschrift' kitabıdır (iv). Begriffsschrift (İngilizcesi ideography) 'fikirlerin simgelerle / sembollerle ifade edilmesi demektir. Bu kitabıyla Frege, Leibniz'in 'Kanıt Teorisi' temelinde inşaa ettiği bir önermeler mantığı teklif eder. 

Ancak Frege'nin bir sıkıntısı vardır: sayıları teklif ettiği bu önermeler mantığına uygun olarak formüle (sembolize) edemiyordu. İmdadına, dönemin bir başka anıtsal matematikçisi, mantıkçısı ve felsefecisi olan Cantor'un Kümeler Kuramı yetişti. Frege, 'kümeler kuramı temelinde eksiksiz ve çelişkisiz bir aritmetik kurmak adına' yazdığı Aritmetiğin Temelleri (1. cilt: 1893, 2. cilt. 1903) isimli çığır açan eserini borçlu olduğu Cantor'un Kümeler Kuramını şöyle selâmlamıştı: 'kümeler akla gelebilecek en temel matematiksel şeylerdir. 

Frege'nin 1893'de Jena'da Hermann Pole Yayınevi tarafından basılan 'Aritmetiğin Temelleri' eserini adeta didik didik ederek okuyan Bertrand Russell, 1901'de onda çok önemli bir çelişki olduğunu gördü. Russell (Berber ya da Katalog Kitap) Paradoksu işte bu çelişkiye dayanır.

Frege, hem yayınladığı ilk cildi istediği ilgiyi görmediğinden, hem de özelde
aritmetiği, genelde ise matematiği çelişkisiz ve eksiksiz bir bilim haline getirmek hedefi bir insanın (o ne denli deha sahibi olursa olsun) kapasitesini çok aşan bir ülkü olduğu için, Aritmetiğin Temelleri'nin 2. cildini ancak 1902'de matbaaya teslim edebilmişti.
Kitap matbaaya verildiğinde, ismi bilim çevrelerinde yeni yeni duyulmaya başlamış olan 30 yaşındaki 'çaylak' Russel, Frege'ye bir mektup gönderdi (16 Haziran 1902). Bu, bilim tarihinin en dramatik gelişmelerinden birisinin fitilini ateşleyen tarihi bir olaydı. Genç Russell mektubunda, eserin ilk cildini çok yararlanarak okuduğuna, onu çok sevdiğine ve ikinci cildi dört gözle beklediğine işaret ederek yazarını göklere çıkarır.
Övgülerle ilerleyen mektubun ortalarında patlatır bombayı Russell: 'Kümeler, tanımları gereği, kendi kendilerinin elemanıdırlar. Bu durumda, 'kendilerinin elemanı olmayan kümelerin kümesi'nin de kendisinin elemanı olması gerekir. Bu açık bir çelişkidir!'

Russell, ünlü meslektaşının 'aritmetiği kümeler kuramı temelinde çelişkisiz ve eksiksiz olarak yeniden inşâsı' ülküsünü, yazdığı bir kaç satırlık bir mektupla 'alnının tam ortasından' vurmuştur. Bu mektubu 6 gün sonra, 22 Haziran'da cevaplayan Frege'nin satırlarında, yaşadığı derin psikolojik yıkımın ve amansız depresyonun izleri hakimdir. Aynı psikolojinin, bu mektuplaşmadan birkaç ay sonra, 1903'ün başlarında, yine Jena'daki Hermann Pole yayınevi tarafından basılan eserin 2. cildine eklenen sonsöz'e de damgasını bastığı görülür.''(8)

Temel savının Gödel tarafından çürütülmesine karşın, eser, matematiksel mantık, teorik matematik, mantık ve felsefe disiplinleri bakımından önemini halâ da muhafaza etmektedir.
Ω - epilogue / exeunt omnes / q.e.d. / nihayet / vesselâm

Aşağıdaki iddiasını ve ona dair yaptığım çeviriyi, bahse konu ifade Alfred North Whitehead'in holistik ve idealist tahayyülünün adeta bir özeti olması bakımından, ekliyorum satırlarıma ve bu şekilde itmam ediyorum bu blogun ana gövdesini.

''Müstakil varoluş fikri, çağlar boyunca felsefi literatüre musallat olmuş bir yanlış anlamadır. Her bir varlığın, Evren'in geri kalanıyla mecz olduğu bir yolun kavramlarıyla anlaşılmasından başka bir varoluş hali yoktur''(9).
q.e.d.(10).


dipnotlar ve bibliyografya:

(0): İlkin, daha önce de muhatap olduğum 'hiç '0' numaralı bölüm ya da dipnot mu olurmuş?!?' merkezindeki olası eleştirileri cevaplamak adına, bu minvaldeki hesaba çekmelere karşı geliştirdiğim ve müktesebatımın buna benzer halleri bakımından artık klişe ya da stereotip olarak nitelenebilecek cevabımı tekraren emisyona sokuveriyorum: 'Bu nicelleştirmeye itirazı olan, iki hususa dair düşünsün: 1)- '0'ın var olanları nicelleştirme - aritmetize etme bakımından fonksiyonu nedir?, 2)- Termodinamiğin Sıfırıncı Yasası'na bu sıra numarası ne için ve hangi amaçla iliştirilmiştir?'
Bir muhtemel fikri taarruza karşı müdafaamı böylece tahkim ettikten sonra, 'dipnotlar ve bibliyografya'mın mantığı, içeriği ve metodolojisi hakkında özetle lâkırdı istimal etmeye geldi sıra.

Takip eden satırlarda, çoğunlukla, yukarıdaki ana gövdeye dair açıklamaları, onun dayandığı referansları ve söz konusu metni besleyen yan temaları bulacaksınız. Bunlardan (1) ve (6) numaralı olanlar ise, okunulan satırların müellifinin, 'yaw, bunları buraya eklesem mi, yoksa eklemesem mi; bilemedim valla...Hadi, oldu olacak ekleyivereyim de, zihnimde durup beni meşgul edeceğine, blogumda durup, okuru meşgul etsin...' bağlamındaki hesaplaşmasının sonucunda yer bulmuşlardır bu metnin mimarisinde ve uzay-zaman sürekliliğinde kendilerine. Onlar, müellifin şahsi Kozmos'unun izdüşümü ve ifadesi olan entelektüel patterninin, bu metinle irtibatı daha çok 'bir şey (ya da her şey) diğer her şeyle bir şekilde iltisaklıdır' anlayışı çerçevesinde kurulabilecek olan, unsurlarıdır. Öte yandan okur da hak verecektir ki, bu gibi şahsi motiflerin böylesi bir bilim ve felsefe tarihi metninde yer almaları, 'müellifi tanımak, bir bakıma, telifini tanımanın, metnin ruhuna daha ziyade nüfuz edebilmenin ve ona içkin anlam kalelerini daha rahat ve de kalıcı tarzda fethedebilmenin yollarından, imkânlarından ve katalizörlerindendir'.

(1): Bu platformdaki bir çok metin, şu güzergâhı izleyen bir hazırlık sürecinin ardından hayat bulmakta:
a- bir 'X' konuda, platformun izin verdiği karakterlerin tamamını kullanmaya dikkat ederek, bir tivit atıyorum. Bu tiviti mutlaka ona dair görsellerle de besliyorum (bknz. https://twitter.com/ziyaversencan/status/1361615194078785539);
b- tivitteki ifadeyi, karakter sınırlaması olmadığından, genişletip zenginleştirerek, çoğunlukla Twitter'da kullandığım görsellerle birlikte, Facebook'taki sayfama / duvarıma ekliyorum;
c- üçüncü adımda, bu paylaşımlardan, bana göre, sosyal medya mecralarında kaybolup gitmesine göz yumamayacağım denli önemli olanlarını, bloguma eklemek üzere mercek altına alıyorum. Bu, onu yan temalarla zenginleştirmek, yeni görsellerle süslemek demek. Böylelikle çıkıyor blogum Dünya sahnesine; bir diğer deyişle o, artık sadece benim muhayyelem ve mutasavveremdeki bir 'VARLIK' olmaktan, maddi Dünya'da nefes alıp veren bir 'VAR OLAN'a terfi etmiş oluyor.
Şunu da eklemeliyim: bu haliyle mezkûr metin, çoğunlukla, onun başlangıç ve hareket noktası olan ve ana fikrini de oluşturan tivitimdeki ifadeden çok farklı bir içerik ve bağlama sahip olmuş oluyor. Öte yandan, bir metni bloguma koymam, onun tamamlandığı anlamına gelmiyor. Daha önce bazı metinlerimde de işaret ettiğim üzere, buradaki bir çok metnin yazımı yıllardır devam etmektedir. Daha genel olarak konuşacak olursam: blogumdaki hiç bir metnimin tamamlandığını düşünmüyorum, buna dair bir kabulüm ve inancım yok. Bu yüzden de, onların basılması için son yıllarda yapılan birkaç teklifi, aslında onların kitaplaştırılması fikri bana çok cazip gelse de, metinlerimin 'nâ-tamam - kusurlu - sıradan' olarak
algılanabileceklerini düşünerek, geri çevirdim.
İnsanların kitabımı ellerine alıp karıştırdıklarında, 'işte yine selüloz israfına ve gereksiz ağaç kesime yol açmış tırışkadan bir kitap bozuntusu!?!' diye yaklaşabilme ihtimalleri benim karabasanlarımdandır. Kitabımı okumanın zaman kaybı ve gözleri gereksiz yere yorma olarak değerlendirilmesini işiteceğime, onun çok yüksek iskontolarla satılmaya çalışıldığı 'fırsat reyonları'na düştüğünü göreceğime, hiç basılmamış olmasını milyon kerre, zilyon kerre ve dahi Googolplex, () kerre tercih ederim doğrusu. Zaten metinlerim bu platformdan meraklısına erişiyorlar, öyle değil mi?!? Yoksa, yoksa öyle değil mi?!?

Bir de şu var tabii: basılan metin yazarının kontrolünden çıkmıştır, mülkiyetinden düşmüştür; o artık kendisini, birikimi muvacehesinde yorumlayacak ve değerlendirecek olan okuruna aittir. Telifim üzerindeki kontrolümü sona erdirecek, müktesebatımı akan zaman içinde geliştirmemi, derinleştirmemi, mükemmelleştirmemi engelleyecek olan basılma haline karşı sergilediğim defansif tutumu; kaynağını erken çocukluk dönemimdeki travma ve yoksunluklarıma bağlayacak psikolojist yorumlarla, verili kapitalist sistemin mülkiyet arzusuyla sahip olma hırsının, zihnimi, patolojik tesirler de yaratacak düzeyde, kolonize etmesine bağlayacak siyasi ve ideolojik eleştirilere ve yorumlara muhatap olmak riskini göğüsleyerek yaptım bu samimi muhasebeyi.

Ezcümle, metinlerimi basılmaya değer bulan bir yayımcının ya da bir editörün, yukarıda özetleyerek izaha çalıştığım haller yüzünden, onların gerçekten de basılmaya değer olduklarına beni ikna etmesi gerekiyor anlayacağınız (bu bahsin, çeşitli kanallarla bana 'yazdıklarını kitaplaştırsana, daha ne bekliyorsun!' ya da, 'kitap yaz artık!' merkezinde telkinler ve tazyikler yapan dostlara, ne kadar tatminkâr olduğundan çok da emin olamadığım, bir cevap olduğunu düşünüyorum).

(2): A. N. W. hayatına dair popüler linkler:

(3): Principia Mathematica'dan daha da temel ve önemli olan bir bilimsel metin de ,
maalesef henüz
çok ama çok küçük bir kısmı dilimize kazandırılan, Sir Isac Newton'ın başyapıtı Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica'dır. Bunun da, Principia Mathematica gibi, kendisine yakışan bir mükemmelikte olmak kaydıyla, bir an önce dilimize çevrilmesi, ülkemizin fikir hayatı bakımından elzemdir, önemlidir. Eserle ilgili ayrıntılı bilgiye ve onun Türkçe edisyonuna erişmek için bknz.


(4): Konuya dair popüler kaynaklar:

(5): Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'nın yaptığı bahse konu paylaşımlardan benim erişebildiğime dair olan link: https://www.facebook.com/photo?fbid=3667470876646442&set=a.1351038301623056
(6): Eksiklik Kuramı / Gödel's Completeness Theory, ''Kurt Gödel, 1931 yılında doktorasında verdiği "Principia Mathematica Gibi Dizgelerin Biçimsel Olarak Karar Verilemeyen Önermeleri Üzerine" başlıklı makalesinde 4. önerme olarak geçer. Sezgisel olarak matematikte belitlere (aksiyom) dayanan her sistemin tutarlı olması dahilinde eksik olması gerektiğini bildirir.'' Konuya dair popüler linkler: 

















(7): Ananemin repertuarında yer alan masallardan birisi vardı ki, onu dinlemelere
doyamazdım. Hayranlıkla, adeta kendimden geçercesine ve mest olarak dinlediğim (ona ilk muhatap oluşumun 4 ya da 5 yaşıma tekabül ettiğini hatırlıyorum) her seferinde farklı bir lezzet aldığım bu anlatı, sanki ilk kez dinlemişçesine, beni, yeni ve farklı hayallere ve öncekilerden değişik ve egsantrik alemlere götürürdü. 'Kim ne eder kendine, yine kendi kendine!' idi ismi. Ondan aklımda kalanları gönlümce süsleyerek ve dilediğimce detaylandırarak yazdım - arzu eden bu ara başlığın devamını 'blogger'ın kalem teşebbüsü' parantezine alarak okuyabilir. İşte o hikmetli masalın ziyavercesi:

Vaktiyle, öyle böyle değil ama, siz deyin 100, ben diyeyim 300 sene falan önce, yaşlı bir derviş dolaşırmış, yoksulluğunu bütün çıplaklığıyla ele veren partal urbalarıyla, bir beldenin tozlu ve çamurlu sokaklarında. Yılların, fakirliğin ve yolların yıprattığı bedenini taşımakta zorlanan ayaklarını sürüyerek yürüyen, bu sırada da görkemli asasını, zemine çarpmasının doğurduğu 'tok!', 'tok!' seslerinin ritmik devinimi içinde yere vurup sürekli olarak 'kim ne eder kendine, yine kendi kendine!' cümlesini tekrarlayan derviş, sustuğunda önce bir lâhza soluklanır, ardından da kapıları çalar, beliren hane sakinine sessizce keşkül-ü fukarasını uzatırmış. Fakir çanağına konanlardan sadece kendisi rızıklanmazmış yaşlı adam; nevalesini sokak hayvanlarıyla ve diğer yoksullarla da paylaşırmış. Böylece çıkarırmış gündelik nafakasını. Yörenin ileri gelen zengin bir ailesinin hanımı, yaşlı adamın istisnasız her gün tekrarladığı bu rutininden öyle rahatsızmış ki, bu sorunu kökünden çözmeye karar vermiş. O gün, kapısını çalan dervişin uzattığı Keşkül-ü fukara'sına, biricik oğlunun da çok sevdiği bıldırcınlı pirinç pilavından silme doldurmasını istemiş kâhya kadından. Sonra da, kâhyaya ve dervişe fark ettirmeksizin, önlüğünün cebine sakladığı fare zehirini el çabukluğuyla boca edip, geri vermiş sahibine keşkülü fukarayı. Oğulcuğu ise, ancak akşama yiyebileceği mis gibi kokular saçan etli pilav ikramına (dervişin de dikkatinden kaçmayacak şekilde) imrenerek, hatta ağzı sulanarak bakakalmış. 10 yaşlarındaki oğlan, kendisine seslenen arkadaşlarının davetine icabet ederek, oynamak için beldenin meydanına doğru koşarken, konağın hanımı da 'pilavı midene indirdikten sonra, kim kime ne etmiş, işte o zaman anlayacaksın derviş efendi' diye düşünüyormuş. Menfur plânını kolaylıkla gerçekleştirmenin ve sinirlerini ayağa kaldıran o cümleyi bir daha duymayacak oluşunun yol açtığı bir memnuniyet halinin yüzüne hakim kıldığı sinsi ve hain gülümsemenin belli belirsiz ele verdiği zafer hissinin esrikliği içinde, dönmüş konağın gündelik rutinine kadın. Aradan birkaç saat geçmiş, güneş yükselmiş, mutfak işleri bitmiş, kâhyası haneyi temizlerken pazara giden konağın hanımı, yol üzerindeki oyun alanında telaşlı bir kalabalık toplandığını görüp merakla o yana doğru seğirtmiş. İnsanlar onu görünce endişe ve çaresizliğin teslim aldığı gözlerini kaçırmış ve kenara çekilmişler. İşte o anda hakikat bütün çıplaklığıyla belirivermiş: kadının biricik oğlu yerde iki büklüm kıvranıyor, ağzından burnundan ve kulaklarından kanlı köpükler fışkırıyormuş. Önce idrakı dumura uğrayan kadın hiçbir şey anlayamamış; öylece kalakalmış. Meselenin kısmen de olsa farkına vardığında ise, olayın şokunu kaldıramayacağını anlayan beyni, bedenine bayılma emrini çoktan vermiş bile; kadın olduğu yere külçe gibi yığılıvermiş. Telaşın ve çaresizliğin ne yapacağını bilememe halleri ahaliyi teslim alırken, 'Hekimi bulun!', 'Eşine, Bey'e haber verin!' bağırışları birbirine karışıyor, göğe yükselen ve olumlu bir sonuca tahvil edilemeyeceği aşikâr olan bir adrenalin bulutunun zerreleri, ikindi güneşinin görünür kıldığı toz moleküllerine yapışıp havada asılı kalıyormuş. Can çekişen çocuğun yere düşürdüğü fukara tasını, kirli ve yırtık mintanın yeniyle silen yaşlı derviş ise, onu zerrece umursamayan insanlara fısıltıyı andırır bir tonda dil döküyormuş mütemadiyen: '....hayırsever hanımın verdiği etli pilavı yemek için şuraya oturmuştum. Annesi bana verirken sabinin gözü takılmıştı zaten, oyun oynarken de yine tasımdaki pilavdaydı gözleri. Besbelliydi imrendiği, hem de çok..... bu yüzden bir lokma bile tatmadan keşkülü ona verdiydim. İştahla yedi yavrucak, ancak kısa süre sonra kâseyi düşürdü ve o sırada da olduğu yere kapaklanıverdi... niye böyle oldu, anlayamadım, belki illetlidir yavrucak, bilemiyorum....bilemiyorum...'

Ahalinin paniğinin ve debelenmesinin oluşturduğu yüksek basınç, dervişin rindliği ve zühtlüğüyle şekillenen alçak basınçla karşılaştığında, dillendirilmesi mümkün olmayan, ancak tecrübe edenlerin, benliklerinin tâ derinlerinde hissedebileceği bir atmosferik olay vukû bulmuş: mevcudatın teninden ziyade ruhuna tesir eden spiritüel bir rüzgârmış bu ve sanki belli belirsiz şöyle fısıldıyormuş: 'kim ne eder kendine, yine kendi kendine!''

(8): Metnin tamamını için bknz.: 

(10): exeunt omnes, ''Hepsi çıkar, bütün oyuncular (sahneyi) terk eder'' anlamındaki Grekçe tiyatro tabiri. 
q.e.d.: quod erat demonstrandum, 'Söylemek istediğim buydu - gösterilmek / ispatlanmak istenen buydu' anlamındaki Latince ifade.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder