Şunu peşinen söylemeliyim ki, ben koyu bir GS'lıyım.
Bu anahtar niteliğindeki açıklamamdan sonra, lâfımın bakiyesini gönül rahatlığıyla dile getirebileceğime inanıyorum.
Herşeyden önce, şikeden tiksindiğimi ve bunu her kim yaparsa yapsın, şiddetle cezalandırılması gerektiğini dilendirerek devam ediyorum lâkırdıma.
Ve meselâ GS şike yapmışsa, 47 yıldır taraftarı olduğum takımımın da en ağır biçimde cezalandırılması gerekliliğini canı yürekten teslim etmekteyim.
Bu konuda çok samimiyim, çok netim, çok objektifim ve çok da müsterihim.
Anlayacağınız, temiz bir toplum, temiz bir ülke, temiz bir spor, temiz bir futbol isteyenlerin arasına ve hizasına yazılmasını isterim adımın.
Bu bakımdan da, aşağıdaki iddialarımın, yukarıda sıralamadığım argümanlarımın ışığında okunup değerlendirileceğini ümit etmekteyim.
TFF, UEFA'nın telkinleri ve 'şayet dediğimi yapmazsan milli takımların da dahil olmak üzere Türk takımlarına 8 yıla kadar hak mahrumiyeti cezası verebilirim' tehditleri üzerine, FB'yi Şampiyonlar Liginden men etti.
Bahse konu süreçte, Lig TV'nin de, bu merkezde bir karar çıkması için aktif katkı verdiği, gelişmeleri yakından izleyen bazı çevrelerce ileri sürülmektedir.
FB'nin yerine Şampiyonlar Ligine UEFA'nın açıklama ve talebi doğrultusunda, Trabzonspor gitti.
Öte yandan, inancım odur ki, TFF, FB'nin şampiyonluğunu elinden almadan onu Şampiyonlar Liginden men etmesi çifte standarttır.
Şayet TFF, FB'nin şike yaptığına dair kanaate sahipse onu neden küme düşürmüyor?
Yok, TFF bu merkezde bir kanaate sahip değilse, o zaman da neden UEFA'nın şantajına ve tehdidine boyun eğiyor.
Bu konuda birçok kişi gibi ben de,TFF'nin bu süreci hiç ama hiç iyi yönetemediğine inananlardanım.
Bütün bu olanlardan sonra, TFF'nin yaptığı hataların altında kalan, bana göre, sadece futbol endüstrisi değildir. TFF'nin şike soruşturması sürecini yönetememesinin, toplumsal barışı zedeleyecek kuvvetli etkilerinin olabileceğinden korkanlardanım.
Öte yandan, Aziz Yıldırım, bu olaylar patlayana değin kendisine çok da hayırhah yaklaştığım birisi değildi.
Onu despot, aşırı hırslı, mütehakkim, hedefine erişmek için her yolu deneyebilecek birisi olarak görür ve bu yüzden de 'benden uzak, şeytana yakın!' anlayışıyla değerlendirirdim yapıp ettiklerini.
Ancak, 3 Temmuz 2011'den beri yaşananlardan sonra bende çok kuvvetli bir kuşku peydah oluverdi.
Kendimi, operasyon adım adım ilerledikçe 'bütün bu olup bitenler temiz spor - temiz futbol endüstrisi yaratmak için değil, Aziz Yıldırım'ı etkisizleştirmek, giderek de yok etmek amacıyla yapılmaktadır' diyen cenahın dediklerine daha çok kulak verir halde bulmaya başladım.
TFF'nin UEFA'ya başka, iç kamuoyumuza başka tavır sergilediği bir dizi eyleminden sonra ise, yukarıdaki komplo teorisini dillendirenlerin dillendirdikleri eleştiri ve kuşkularla, bu olaya verdiğim tepki arasındaki mesafenin giderek daha fazla kapandığını gördüm.
TFF'nin aldığı son kararın bendeki izlerini böylece ifade ettikten sonra, bazı köşeli ve hatta provakatif iddialarımı paylaşmanın zamanının geldiğine inanıyorum.
Koyu, hatta kimi FB'li arkadaşlarıma göre de fanatik addedilebilecek bir gs'lı olarak diyorum ki:
Yapıp ettiklerini, iş görme tarzını tasvip etmediğimi belirttiğim Aziz yıldırım, Allah aşkına, hedefe erişmek için her yolu mübah gören yegâne iş adamı mıdır bu memlekette?!?
Dolayısıyla, Aziz Yıldırım'ı günah keçisi yapmaktan, ona şike sürecinin 'Veli Göçer'i muamelesi çekmekten vaz geçmeliyiz. Tek başına Veli Göçer'i 10 yıldan fazla cezaevinde alıkoyduk da ne oldu?!
Yaptığı kalitesiz binalar çok sayıda insana mezar olduğu için sadece ve yalnızca Veli Göçer'i 12 yıl cezaevinde tutmamızın; meslektaşlarının, bunu takiben yaptıkları bütün binlarda deprem şartnamesine uygun davranmalarını sağladığını savunabilecek bir makul insan var mıdır acaba?
Hepimiz biliyoruz ki, şark toplumlarına özgü bir yaklaşımla, sadece günah keçilerini cezalandırarak çözemiyoruz problemlerimizi ne yazık ki!
Günah keçisi kılınan bir Veli Göçer'in, ama sadece ve yalnızca onun, hapse atılması, bu memleketteki bütün binaların depreme dayanıklı olarak yapılmasını sağlayamayacağı gibi; kirli futbolumuzu da bir tek Aziz Yıldırım'ın üzerinde tepinerek ve onu hapiste çürüterek temizleyemeyeceğimiz gün gibi aşikârdır.
Öte taraftan, şu hassasiyetimi ve ruh halimi teslim etmeyi bir borç bilirim: FB'yi yenmeden alınabilecek bir şampiyonluğun benim için hiç bir kıymeti yoktur!
FB'yi, 1911'de, 11'e karşı 7 kişi oynamamıza karşın yendiğimiz gibi, yeniden 7 - 0 yendiğimiz bir ligde alınacak 11.lik, fb'siz bir ligde kazanacağımız bir şampiyonluktan daha değerlidir benim gözümde.
Bu lâkırdımla anlamlı, uyumlu ve organik bir bütün oluşturacağına inandığım ve 21 Temmuz 2011'de yazdığım yazımın bir kısmını buraya eklemenin doğru olacağına inanıyorum.
İşte, okumakta olduğunuz satırların tamamlayıcı parçası olan 21 Temmuz 2011 tarihli söz konusu su o yazımın giriş kısmı:
Önce şunu söyleyeyim: öyle böyle değil, tam 47 yıldır GS'lıyım.
Yani, anlayacağınız, dünkü takımdaş değilim.
Bu zaman zarfında takımım çok sportif başarıya imza attı, beni ve camiamızı çok ama pek çok sevindirdi.
Lâkin meselenin bir başka veçhesi, madalyonun bir başka yüzü daha var.
O da şudur:
Aziz Yıldırım'ın Türkiye sporu ve sporcuları için yaptıklarının, dillendirdiğim 47 yıl zarfında görev yapan GS başkanlarının ve yönetimlerinin tamamının yaptığı icraatların, hizmetlerin toplamından daha önemli, daha faydalı, daha kalıcı, daha hayati olduğuna can-ı yürekten inanmaktayım.
Fikirlerime katılmayan dostlar, özellikle de iflah olmaz FB ve Aziz Yıldırım düşmanları, bu iddiamdan, dile getirdiğim bu argümandan dolayı n'olur kusura bakmasınlar.
Ancak dillendirdiğim mesele benim baktığım yerden böyle görülmekte, bu şekilde algılanmaktadır.
Peki, Aziz Başkan'ın yaptığı hatalar, yanlışlar yok mu?
Vardır tabii, olmaz olur mu!?
Ama, kimin hatası yok ki zaten?!
Hele de Aziz Yıldırım gibi çok icraatçi ve de çok iddialı birisi söz konusu olduğunda, yapılan bazı hatalar da bayağı göze batan cinsten olabiliyor doğrusu.
İşte ben, lâkırdımın burasında, bu toplumun bir vatandaşı olarak diyorum ki:
Sevapların günahlarından, doğruların yanlışlarından, artıların eksilerinden kat be kat fazladır Aziz Başkan.
Şimdi sen, kritik ve çok zorlu bir yolda ilerliyorsun. Yaşadığımız coğrafyada, parçası olduğumuz kültürde, bu gibi kritik dönemlerindeki kişinin, önce kendi nefsi, ardından da etrafındakilerle hesaplaşması adettendir.
İşte bu anlayış çerçevesinde diyorum ki sana Aziz Başkan; şayet geçmişse, hakkımı sana helâl ediyorum, helâl ediyorum, helâl ediyorum!
Sen de n'olur hakkında yaptığım gıybetten, yargısız infazdan ve ölçüsüz, mesnetsiz konuşmalarımdan dolayı sırtımda, boynumda, vicdanımda ve şuurumda binlerce mega tonluk bir haç gibi taşıdığım o beşeri hakkını helâl et bana ey büyük başkan!
Bu yazıyı FB'nin resmi sitesindeki Aziz Başkan'ın mektubunu okuyunca yazdım.Yazmasam çektiği azaptan dolayı korkarım vicdanım infilak edecekti.
Anlayacağınız, okumakta olduğunuz satırları yazmamak benim için makul bir devam yolu olamazdı.
Şayet yukarıdaki satırları paylaşmasaydım; duramazdım yerimde, rahat olamazdım kendimle, nefes alamazdım gönlümce.Vicdanım, izânım, insafım, ahlâkım, adabım, haddim, hududum el vermezdi buna.
Fanatik bir GS'lı olarak, Aziz Yıldırım'a olan borcumu bu yazıyı yazarak ödediğime inanıyorum.
Anlayacağınız, yazdım, hesaplaştım, hesaplaştım, öz eleştiri yaptım ve rahatladım.'
Fanatik bir GS'lı olarak, Aziz Yıldırım'a olan borcumu bu yazıyı yazarak ödediğime inanıyorum.
Anlayacağınız, yazdım, hesaplaştım, hesaplaştım, öz eleştiri yaptım ve rahatladım.'
Beni, içiçe geçmiş bu iki yazıyı yazmaya adeta mecbur eden Aziz Yıldırım'ın söz konusu o mektubu için tıklayabileceğiniz link:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder