Dün Bitlis’te yaşanan o üzücü hadiseden sonra, bugüne de 26 şehit haberiyle başladı Türkiye. Hakikaten zor bir dönemden geçiyoruz. Sokaklardan, okullardan, kahvelerden, dost meclislerinden , internetteki forumlardan ve özellikle de sosyal medyadan büyük bir öfke seli yükselmekte.
Yaşadığımız savaşı bitirecek doğru, isabetli hamlelerin ne olabileceğine dair herkes siyaseten durduğu yer ve aldığı sosyal pozisyon çerçevesinde cevaplar veriyor.
Ülkemizde kalıcı barışın tesis edilebilmesi için bana göre neler yapılması gerektiğini, aklımın erdiğince ve dilimin döndüğünce başlıklar halinde sıralamaya çalıştım:
1 – Hepimiz, ama istisnasız hepimiz, kullandığımız dile azami özen göstermeliyiz. Çatışmacı, nefret suçu işleyen, şiddete özendiren söylemlerden sakınmalıyız.
2 – Çatışmacı dili, savaş söylemini; özellikle toplumun her alanında faaliyet gösteren kanaat önderlerinin, politikacıların ve devlet görevlilerin süratle terk etmeleri elzemdir.
3 – Demokratik, özgürlükçü ve sivil anayasa çalışmaları sekteye uğratılmadan sürdürülmeli ve mümkün olan en kısa zamanda tamamlanmalıdır. Bu anayasa, toplumun bütün kesimlerinin katkılarıyla yapılan katılımcı bir anayasa olmalıdır.4 – Güvenlik güçlerinin PKK’ye karşı yürüttükleri operasyonlar sırasında, teröre karışmamış ve özenle terörle arasına mesafe koymasını bilmiş Kürtlere terörist muamelesi yapılmamalıdır.
5 – Kürt Siyasetinin seçilmiş aktörleri, siyasal şiddeti asli mücadele metodu olarak gören PKK ve HPG gibi para-militer yapılarla olan organik ilişkilerini terk etmeye yönlendirilmelidir. Böyle yapılmadığı takdirde, ETA, BASK ve İRA süreçlerine referans verilerek, bunun politik, toplumsal ve hukuki sonuçlarına katlanılması gerekliliği açıkça dillendirilmelidir.
6 - PKK’nın, Kürt siyaseti diye tarif edilen BDP – KCK hattının dominant aktörü olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’de yaşanan Kürtlerin azımsanmayacak bir kesimi, bunu biz beğenelim ya da beğenmeyelim, öyle yada böyle, söz konusu Kürt siyasetine destek vermektedir. Kalıcı barışın kurulması için yapılacak çalışmalarda bu gerçek dikkatlerden kaçırılmamalıdır.
7 – Başta Hakkâri olmak üzere, bazı yörelerde PKK’nın ciddi tabanı olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden de ‘Kuzey Irak’tan geldiler’ açıklaması cereyan eden olayları doğru anlamlandırmakta yetersiz kalmaktadır. Çatışmanın sonlandırılması için yapılacak çalışmalarda bu gerçeğin de göz önünde bulundurulmasında fayda vardır.
8 – Sorunun çözümü için yapılacak bir kapsamlı plân içinde, muhalefetin önerdiği ‘TBMM’de özel oturumlar, özel komisyon, akil adamlar heyeti’ gibi hususların da kendilerine yer bulmasında yarar vardır.
9 – Söz konusu hayati problemin içinde bulunduğumuz aktüel evresinde, ‘olağanüstü hal’, ‘bölgesel sıkı yönetim’ gibi tedbirler, ülkemizi ve insanımızı kalıcı barışa değil, daha da derin çatışmalara sürükleme potansiyeli taşımaktadır. Unutulmasın ki, PKK ilk büyük eylemleri olan Eruh ve Şemdinli baskınlarını, 12 Eylül askeri vesayet rejiminin ülkeyi ‘kadife eldiven içine gizli demir yumrukla’ halâ kontrol altında tuttuğu 1984’de yapmıştı. Bu problemi, özgürlükleri kısarak ve demokratik iklimi boğarak çözmek mümkün gözükmemektedir.
10 – TSK’nin, mevcut haliyle, terörle mücadele yetersiz kaldığı görülmektedir. Sadece istihbarat toplama ve değerlendirmede değil, arazide yaşanan bütün sıcak temas türlerinde, bir önceki Genelkurmay Başkanının itiraf ettiği üzere, birçok sıkıntı yaşanmaktadır. Profesyonel, teknolojik, daha küçük ve daha etkili bir kuvvetin şimdiki yapılanmanın yerini biran önce alması şart gözükmektedir.
11 - Toplumsal barışı tesis etmek adına; sadece Türk – Kürt ekseninde değil, diğer bazı kutuplaşmalar hakkında da atılması gereken adımlar vardır. Kalıcı, derin, bütün tarafları tatmin eden gerçek bir barışın kurulması için; toplumun milliyetçi, ulusalcı, lâikçi, solcu ve sosyalist yarısıyla, geriye kalan mütedeyyin, muhafazakâr, cemaatçi diğer yarısı arasında güçlü diyalog kanalları ve güven köprüleri kurulmalıdır. Bu ilişkiler sayesinde; AKP ve Fetullah Gülen Cemaati, karşı cenahın artık kendilerini imha düşüncesi taşımadığına; milliyetçi, ulusalcı, lâik, solcu, sosyalist kesimler de, iktidar bloğunun dinci, totaliter bir baskı rejimi kurup kendilerini paralize edeceği düşüncesini terk edebileceklerdir.
12 – İktidar bloğuyla ulusalcı, milliyetçi, solcu, Kemalist blok arasındaki olası bir barış için, halen sürmekte olan Ergenekon, Balyoz vb. davaların daha özenli sürdürülmesi, tutuksuz yargılamaların esas alınması, sanıkların lehine olan delillerin de değerlendirilmesi gibi uygulamalar süratle hayata geçirilmelidir.
13 – Kimse kimsenin inancına saygısızlık etmemelidir. Kemalistler, lâikler ve laikçiler Sünnilere; iktidardaki Sünni bloğu da Alevi, Zerdüşti, lâik ve ateistlere aynı özen ve saygıyı göstermelidir.
14 – Örgütlenmek, görüşlerini o örgütlülükler içinde dile getirmek demokrasinin abc’sidir. Devletin, örgütlü muhalefetin eylemlerine, demokrasinin evrensel ilkeleri çerçevesinde, bunlar ‘a-piriori’ potansiyel suçluymuş gibi değil, bu etkinlikler demokratik hayatın olmazsa olmazı imişler gibi yaklaşması gerekir.
15 – Çok tekrarlanmasına karşın, meselenin önemine binaen burada da zikredilmesinde fayda var: 2011’in Türkiye’si, artık, halkın oylarıyla seçilmiş olan hükümete karşı darbe, tertip, kumpas, komplo, suikast gibi demokratik teamüller dışında kalan uygulamaların yapılamayacağı bir ülke haline gelmiştir. Bu hakikati, ülkemizdeki bütün sosyal ve siyasal aktörlerin içselleştirmelerinde toplumsal barış adına büyük yarar vardır.
16 – Demokratik ve yasal örgütlülükler içerisinde, tamamıyla meşru bir zeminde eleştiri ve tepkilerini toplumla paylaşan muhalif kesimler, bu muhalefet eylemleri sırasında asla şiddete başvurmamalı, talep, eleştiri ve önerilerini kanunla belirlenmiş, çerçevelenmiş hadler içinde dillendirmeye özen göstermelidirler.
17 – Her çeşit muhalif etkinlikte, tepkilerini demokratik teamülleri aşan bir üslûpla ve şiddet temelinde hayat geçirenlerle araya özenli bir ayrım çizgisi konulmalıdır.
18 – Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakan Bağış gibi iktidarın önemli simalarının, başta AB, ABD, BM, Almanya, Fransa, İsrail, Suriye ve İran olmak üzere, çeşitli aktörlere karşı özellikle son 2 yıldır takındıkları tavırlar, kullandıkları söylemler, bu söylemlere muhatap olan muarızlarınca büyük bir rahatsızlıkla karşılanmaya başlamıştır. ‘Komşularla sıfır sorun’ diye yola çıkan AKP iktidarı, uluslar arası arenada sürdürdüğü bu üst perdeden, yüksek profilli söylem yüzünden, henüz açıkça olmasa da, satır aralarında, perde gerisinde, arka plânda, ciddi olarak eleştirilmeye başlanmıştır. Bu durum, aramızda problem olmayan komşumuzun neredeyse kalmamasına neden olmuştur. Hal böyle olunca,Türkiye, mevcut sorunlarının çözümünde özlenen, istenen uluslar arası desteği görmek bir yana, bu bakımdan kösteklerle bile karşılaşabilmektedir. Uluslar arası ilişkilerin bu bağlamda yeniden gözden geçirilmesinde fayda vardır.
19 – Çok değil, en fazla 15 – 20 yıl içerisinde global liderliği ABD’nin elinden alacağı üzerinde neredeyse küresel bir mutabakat olan Çin, bütün mevcut gücüne, imkânına ve kudretine karşın, uluslar arası politikada alabildiğine mütevazi, basiretli, sakin, soğukkanlı davranırken; Türkiye’nin özellikle son 2 yıldır, çok güçlü bir emperyal kuvvet ve küresel bir oyuncu gibi davranması, dünyaya çeki düzen vermeye kalkışması hiçbir uluslararası aktörün dikkatinden kaçmamakta ve bu durum hem bölgesel ve hem de küresel sıkıntılara neden olmaktadır. Nükleer silâhı, uçak gemisi, uzay sanayi olmayan, başta savaş uçağı olmak üzere pek çok stratejik alanda da dışa bağımlı olan Türkiye’nin daha mütevazi davranmasında, daha alçak perdeden konuşmasında, özellikle uluslararası arenada mevcut imkânlarıyla ve gücüyle orantılı bir profil vermesinde büyük fayda vardır.
20 – Yukarıda sıraladığım hususların hayata geçirilmeleri sırasında; bütün toplumsal aktörlerin, faaliyetlerini sürekli olarak vicdan, izân, ahlâk gibi moral değerlerin terazisine vurabilmeleri halinde, bu müşkül durumdan, tüm tarafları tatmin edebilecek asgari bir çözümle çıkabilmemiz mümkün olabilecektir.
Yazımı, metnimin başlığına gönderme yaparak tamamlıyorum: Hiç kimse merak etmesin, Türkiye bu zor günleri de evelallah, elbette ve mutlaka atlatacaktır.
Kaybettiğimiz gencecik evlâtlarımıza, şehitlerimize Allah'tan rahmet; ailelerine, yakınlarına, sevenlerine ve milletimize ise sabır, metanet ve başsağlığı diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder