Doğan Avcıoğlu




1 - Jön Türklerin birikimini kuşanan bir aydın
Jön Türk hareketinin kurucu figürlerinden
Ahmet Rıza Bey (1858 - 1930).

4 Kasım 1983’de aramızdan ayrılan Doğan Avcıoğlu, (son yıllarda kendisine giderek daha az referans verilir olmasına karşın), yakın tarihimizin en önemli düşünce adamı ve siyasetçilerinden birisidir. 1960’lara ve 1970’lere damgasını vuran Avcıoğlu’nun (Jön Türkler'den, özellikle de bu akımın kurucu babalarından ve liderlerinden olan Ahmet Rıza Bey'in elitist pozitivizmi ve jakoben merkeziyetçiliğinden etkilenen) tezleri; sol, sosyalist, ulusalcı, anti-emperyalist, anti-ABD'ci, jakoben ve kısmen de milliyetçi ve muhafazakâr siyasi akımların tasavvur ve tahayyül kozmosları üzerindeki etkisini günümüze değin şu veya bu düzeyde sürdüre gelmiştir. Türkiye toplumsal formasyonunda derin kamplaşmalara ve yarılmalara yol açan, aynı zamanda da cumhuriyet tarihinin en önemli siyasal hesaplaşmalarından olan Ergenekon, Balyozi Casusluk ve KCK gibi davalar, düşünce ve zihniyet düzlemlerinde Doğan Avcıoğlu’ndan ciddi izler taşımaktadır.

2 - Yaşamının önemli dönüm noktaları

1926’da Bursa’da doğan Doğan Avcıoğlu, yüksek tahsili sırasında yurt dışına çıkmış ve Fransa’da sosyal bilimler okumuştur. 1955’de Türkiye’ye dönerek Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistan olan Avcıoğlu’nu, hemen akabinde medya alanında görüyoruz.

Demokrat Parti’ye karşı yaptıkları amansız muhalefetle sivrilen Ulus gazetesi ile Kim ve Akis dergilerinde yöneticilik ve yazarlık yapan Avcıoğlu, 27 Mayıs darbesinin ardından CHP kontenjanından seçildiği Kurucu Meclis’te anayasa çalışmalarına katıldı. Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal’ın da arasında olduğu güçlü bir kadroyla çıkardığı Yön dergisi ve Devrim gazetesiyle ‘Sol, Kemalist, Kuvvacı, Milli Kurtuluşçu, anti-emperyalist, anti-ABD'ci, jakoben’ bir yayın politikası izledi. Soğukkanlı bir nazarla mercek altına alındığında, 1961 – 1971 periyodunu domine eden düşünsel aktörlerin başında Avcıoğlu’nun geldiğini görmek mümkündür.

Ancak, teori yapmak, tezler üretmek, Türkiye akademyasının görüşlerine değer verilen seçkin bir siması olmak ve fikirlerini toplumla bir kanaat önderi olarak paylaşmak Avcıoğlu’na yetmiyordu. O, aynı zamanda, tezleri, iddiaları, projeleri doğrultusunda parçası olduğu sosyal yapıyı dizayn etmek gibi bir hırs ve arzunun da sahibiydi. Bu arzu ve hırsın da tetikleyicilerinden olduğu 12 Mart 1971 muhtırası, bir taraftan Avcıoğlu’nun hayatının son 12 yılını altüst ederken, öte yandan da bütün bir sol – sosyalist – ulusalcı - kuvvacı cephenin tarumar edilmesine neden olmuştur.

3 - 12 Mart Muhtırası onun siyasal etkisinin kırıldığı bir dönüm noktasıydı

Avcıoğlu; 27 Mayıs darbesinin de en önemli kurmaylarından olan Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun liderliğinde, 1960’ların sonuna doğru kurulmuş olan sol Kemalist, Kuvvacı, ulusalcı bir cuntanın ideolojik, siyasi, entelektüel ve moral düzlemlerde temayüz eden beyin takımı içerisindeydi. Söz konusu sol cuntanın 9 Mart’ta yapmayı plânladığı askeri darbe, mezkûr ekibin faal bir üyesi olan Korgeneral Atıf Erçıkan tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik komuta kademesine bildirilince, takip eden gelişmeler, Madanoğlu ve Sol Kemalistlerin plânladıklarının tamamen aksi istikametinde seyretmişti.

9 Mart cuntasını desteklerken saf değiştiren ve verili düzenin has adamı Sağ Kemalist zihniyetli ve Amerikancı Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'la ittifak yapan Faruk Gürler ve Muhsin Batur; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bütün üst komuta kademesinin yekpare bir tepki geliştirmesine ve 12 Mart muhtırası ile parlamenter demokrasiye müdahale edilmesine yol açmıştır. Bunun sonucunda ortaya çıkan manzara, 9 Martçılar için tam bir trajediydi. İktidara gelmeyi bekleyen Sol Kemalist cuntacılar, zindana atılmışlar ve ağır işkencelere maruz kalmışlardı. TSK’nın 12 Mart müdahalesi, Doğan Avcıoğlu’nun da cezaevine düşmesine ve siyasetteki özgül ağırlığının ve öneminin bütünüyle kaybolmasına neden olmuştur.

4 - Siyasete küsüyor

Cemal Madanoğlu liderliğindeki cuntanın ideolojik ve düşünsel beyni olan Doğan Avcıoğlu, 9 Mart Sol Kemalist Cuntası'ndaki yeri, ağırlığı ve önemi aşikârken, 1973’de ‘beraat etti(rildi). Doğan Avcıoğlu'nun, bu tür durumlarda beklenenden daha hafif bir cezayla kurtulmasında 'cuntalar savaşı'nın galibi olan 'sağcı - ABD'ci 12 Mart cuntası'nın en önemli liderlerinden (yukarıda dillendirilen) bazılarının, aynı zamanda ‘kaybeden’ 9 Mart millici - solcu cuntası'nın da elebaşı ve ister istemez Avcıoğlu'nun 'yakın mesaidaşı' olmasının pek tabii ki etkisi vardır. Öte yandan, zihinsel kodları ve ideolojik konumlanması Pentagon tarafından domine edilen Memduh Tağmaç ve TSK'nın diğer bazı komutanları, hem Cemal Madanoğlu'nu ve hem de Doğan Avcıoğlu'nu SSCB'nin (Komünizm diye de okunabilir) tesir sahasındaki unsurlar olarak değil de, Kemalizmin bir uç yorumunun taraftarları ve Atatürkçülüğün meşru yamaçlarında kontrol dışı biten yabani otlar olarak algılamış ve konumlandırmıştı. 12 Martçılar, Madanoğlu ve Avcıoğlu'nun SSCB irtibatını, ya da komünist ideolojiye yatkınlığını tespit ve teşhis etselerdi şayet, onları idamla yargılamaktan çekinmezlerdi. 

Hapisten tahliye olmasıyla birlikte Avcıoğlu'nun hayatında yeni bir sayfa açılmış oldu. Bu ‘yeni sayfa’, son 20 yılın en güçlü kanaat önderlerinden olan Avcıoğlu’nun çektiği büyük sıkıntılara sahne olmuştur.
Avcıoğlu, tahliye olduktan sonra, öleceği 1983 Kasım’ına değin siyasete bütünüyle uzak durmuş, adeta politikaya küsmüştür. Bunda, 1970’lerin dominant siyasi trendlerinden olan Ecevit'in popülist, meşruiyetçi, parlamentarist çizgisinin yanı sıra; TSK'nın 'ilerici' kanadı vasıtasıyla gerçekleştirilecek bir müdahaleyle sivil siyasetin vesayet altına alınmasına ve dizayn edilmesine soğuk bakan dönemin (ÇKP yanlısı, SBKP yanlısı, kırlardan şehirlere doğru iktidarı parça parça ele geçiren bir Halk Savaşı yanlısı ve şehir gerillacılığı ve silahlı propaganda savunucusu gibi belli başlı ana damarları olan) sosyalist paradigması da belirleyici olmuştur. Bu yıllar, aynı zamanda da, Avcıoğlu’nun fikirlerini kitaplaştırmak konusunda en verimli olduğu dönemi oluşturur.

5 - Avcıoğlu’nun eserleri

Doğan Avcıoğlu’nun kitapları, yayın sırasına göre şöyledir: Türkiye’nin Düzeni(1968, 1969 Yunus Nadi Ödülü kazandı), 31 Mart’ta Yabancı Parmağı (1969), Devrim Üzerine (1971), Milli Kurtuluş Tarihi (3 cilt, 1974 – 1975), Türklerin Tarihi (5 cilt, 1978 – 1982), Devrim ve Demokrasi (1980).

Yayınlanmış kitaplarının yanı sıra, Avcıoğlu’nun, 1956 – 1983 döneminin dergi ve gazetelerinde kendi adıyla, isimsiz olarak, ya da müstear isimlerle çıkmış olan binlerce makalesi ve incelemesi bulunmaktadır. Bunlar, üzerlerinde titizlikle çalışılmasını ve akabinde de kitaplaştırılmayı bekleyen çok büyük bir külliyat oluşturmaktadır. 2012 yılında Doğan Yurdakul tarafından Avcıoğlu'nun arşivinde yapılan araştırmalar sırasında bulunan bir defterin, Türkiye'nin Düzeni ve Türklerin Tarihi arasındaki kayıp halkayı teşkil ettiği anlaşılmıştır. Bahse konu defter, Yurdakul tarafından 'Osmanlı'nın Düzeni Türklerin Tarihi: 6. Kitap' başlığıyla kitap haline getirilmiş ve 2013 yılında basılarak kitapçı raflarındaki yerini almıştır (i), (ii).

6 - İnsan düşmeye görsün, dost bildikleri bile döner sırtını!

Tahliye olmasına müteakip geçen ilk birkaç yılda yaşadığı (zımnen de olsa) persona non grata (istenmeyen adam)’ ilân edilmesi hali; çok değil birkaç yıl öncesinin en muktedir siyasi, ideolojik ve sosyolojik figürlerinden olan Doğan Avcıoğlu'nun, böylesi bir zirveden, mahkûm edildiği toplumsal tecriti kırmak için uğraştığı bir problem alanına düşmesinin referans verdiği çok çarpıcı bir kontras ve dikotomidir. 

Avcıoğlu, söz konusu bu tecritin izlerini en belirgin olarak, çok önem verdiği Milli Kurtuluş Tarihi kitabının basım aşamasında yaşadı. Söz konusu eser tamamlandığında, bastırmak için ziyaret ettiği ve esasen çoğu da yakın dostu ve arkadaşı olan Babıali’deki yayıncılar, iyi bir satış rakamı yakalayacağını kestirmelerine karşın, onu müesseselerinin etiketiyle kamusal alana taşımaktan imtina ettiler. Mezkûr temaslarının tek kelimeyle 'başarısız' olarak yapılacak özeti Avcıoğlu'nu hem hüsrana gar etmiş, hem de öfkelendirmişti. Görülen manzara, yayıncıların büyük kısmının, 12 Mart muhtırası öncesinde temennalar çakarak önünde eğildikleri Avcıoğlu’nun, bu yeni dönemde, bırakın kitabını basmayı, onunla görüşerek aynı karede gözükmekten bile kaçındıkları resmini vermekteydi. 

Bunda, yukarıda altı çizildiği üzere, merkez sol ve Kemalist tahayyülün; askeri darbe, muhtıra, cunta, 'ordunun kılıcını atması' gibi demokrasi dışı müdahalelerle siyasetin ve toplumun dizayn edilmesine şiddetle karşı çıkan Ecevit ve ekibi tarafından; verili sosyalist tasavvurun ise, toplumsal dönüşümü, ancak halkın geniş katılımıyla gerçekleştirilebilecek bir sosyalist devrim sonrasının eseri olarak gören geniş bir entervale yayılmış sosyalist 
zihniyet ve projeler tarafından domine edilmesinin belirleyici etkisi olmuştu. Babıali turundan eli boş dönen Avcıoğlu, söz konusu kitabının ilk baskısını, 2 cilt birlikteliğinde olmak üzere, borç bularak, kendisi yapmak zorunda kalacaktır.


7 - Avcıoğlu’nun fikriyatı 2011 Kasım’ında Türkiye ve dünyaya ne söylemektedir?


Avcıoğlu, bazı tezleri itibarıyla Kemalizmi sosyalizmle; diğer bazı politikaları bakımından da sosyalizmi Kemalizmle harmanlamıştır. İlk gruptaki yaklaşımlarında Kemalizmin, ikinci metodolojiyle geliştirdiği argümanlarındaysa sosyalizm vurgusunun baskın olduğu bahse konu senteziyle o, ‘Sol Kemalizm’ kavramının şahsında tecessüm ettiği politik ve ideolojik 1 ikondur adeta.

Doğan Avcıoğlu'nun teorik külliyatı mercek altına alındığında, onun, Türkiye'nin 1839 - 1980 periyoduna dair, özetle, şöylesi bir okuma yaptığı görülecektir:

‘Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaptıkları burjuva demokratik devrim, iç ve dış şartlar yüzünden tamamlanıp bir üst aşamaya, sosyalizme evrilememiştir. Bu tamamlanamamışlık, feodalizmin, yani toprak sahipliğindeki ağalık, şeyhlik, şıhlık düzeninin tasfiye edilemediği ve ciddi bir milli burjuvazi oluşturulamadığı şeklinde okunabilir. Bu okumanın doğal bir sonucu da, Türkiye’yi sosyalizme taşıyacak toplumsal dinamiklerin serpilip gelişemediğini teslim etmektir. 


Ülkemizdeki burjuvazi; emperyalizme bütünüyle ve göbekten bağlı olan, gayrı-milli, komprador, işbirlikçi, feodalizmle müttefik halinde davranan, üretmeyen, montajcı, asalak ve halkın çıkarlarına karşı politikalar izleyen bir mahiyettedir. Milletin büyük kısmı ağalık, şeyhlik, şıhlık ve komprador burjuvazinin tesiri altında davranmakta, ülkenin gerçeklerinin icap ettirdiği siyasi tavırları alamamaktadır. Uluslar arası emperyalist sistem, komprador burjuvazi-toprak ağası-şeyh-şıh ittifakını desteklemektedir. 



Bu yapı, dinin ukdesinde barındırdığı kutsal değerleri de büyük bir maharetle 
kullanarak, yoksul emekçileri ve geniş halk yığınlarını rahatlıkla maniple etmekte ve bu sayede zahmetsizce yönetmektedir. 

Parlamenter demokratik düzen, sistemin efendilerinin kontrolünde olduğundan, yurttaşların oylarıyla bu sistemi değiştirmelerine imkân yoktur. Bu yüzden de, ülkemizde seçim denilen hadise, bir aldatmacaya dönüşmekte ve basit bir tuluattan, sıradan bir şovdan öteye geçememektedir. 


Türkiye, yaşadığı bütün olumsuzluklara karşın, son 150 yıllık tarihinde, olan bitenlerin farkında olan bir ‘asker-sivil aydın zümre’, bir ‘zinde kuvvetler’ bloğunu yaratmasını da bilmiştir. 1. Meşrutiyet, 2. Meşrutiyet, İstiklâl Harbi, Kemalist Devrimler ve 27 Mayıs işte bu ‘zinde kuvvetler’in eseridir. 


1970’lerin başındaki Türkiye’de, asker-sivil aydın zümrenin yapması gereken, kendisini var eden 150 yıllık geleneğin şuurunda davranmak ve ‘halk için, halka rağmen’ davranan ataları gibi, TSK’yı ‘kılıcını atmaya’, yönetime el koymaya ikna etmek, ikna olmuyorsa da icbar etmek olmalıdır. 


Yönetime el koyacak olan TSK, 27 Mayıs’ta yaptığı hatayı asla tekrarlamamalı, göstermelik parlamenter demokrasiyi uzunca bir süre rafa kaldırmalıdır. Uzun süreden kasıt, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının tarihsel zorunluluklar yüzünden yarım bıraktığı burjuva demokratik devrimin tamamlanmasına, ardından da bir üst aşamanın, yani sosyalist toplumun inşa edilmesine yetecek bir sürenin geçmesidir. 


Bütün bunlar, uluslar arası kapitalist-emperyalist sistemin çıkarlarıyla temelden çeliştiği için, ‘asker – sivil aydın zümre’, başta ABD olmak üzere, NATO ile çatışmaya girmeyi de göze almalıdır. 


Bütün bu sürecin, ‘Milli Demokratik Devrim’ diye nitelenmesi mümkündür. Söz konusu devrimin, 2. İstiklâl Harbi mantığı ve ruhu içinde yürütülmesi, başarılı olması bakımından elzemdir’ 


8 - Halktan umudunu kesmiş bir jacoben, gözü kara bir ‘çağdaş ittihatçı'

Yukarıda kabaca özetlemeye çalıştığım görüşler değerlendirildiğinde, bunların 'halkçılık, devrimcilik, sol, sosyalizm' ile tevilleri gerçekten zordur. Bütün iyi niyetine, hesapçılıktan uzak, harbi, hasbi, dürüst ve namuslu duruşuna karşın Avcıoğlu, vurgu yapılan tezlerinde halktan, halkın sağduyusundan, halkın kendisi için iyi olanı seçebileceğinden zerrece ümidi olmayan bir tepeden inmeci profili vermektedir. O; Jön Türkler – İttihadı Terakki – Halaskâran Zabitan – 27 Mayıs – Talat Aydemir - 12 Mart – 12 Eylül – 28 Şubat – 27 Nisan jakoben zincirine 1950’lerin sonunda eklenmiş olan oldukça önemli bir halkaydı.

Avcıoğlu’nu bu zincir içinde önemli, özel, kritik kılan, Türkiye Toplumsal Formasyonunun ideolojik ikna mekanizmasına, kendi içinde tutarlı sayılabilecek, argümanlar katabilmesi, bu suretle de darbelere ve müdahalelere teorik zemin oluşturmasıydı. Onun TSK’nın genetik kodlarına, Türkiye entelijansiyasının müşterek belleğine ve Türkiye toplumsal formasyonunun bilinçaltına ektiği fikirler, orduya; kuşaklar boyunca ‘kışlasından çıkarken’ ihtiyaç duyduğu 'soft teknolojileri', 'ideolojik ikna imkânları'nı ve 'meşruiyet zemini'ni sağlamıştır.

Doğan Avcıoğlu teorileriyle, en çok da Türkiye sosyalist hareketine zarar vermiştir. Başta Türkiye İşçi Partisi olmak üzere, çok sayıda sosyalist fraksiyon; Türkiye’de devrimci bir dönüşüm için işçiler, köylüler, küçük burjuvazi, milli burjuvazi, öğrenciler ve işsizler gibi sınıflar ve kesimler içinde çalışmak gerektiğine işaret edip bunun icaplarını yapmaya çalışırken, Avcıoğlu bütün bu gayretleri gereksiz görmüş, küçümsemiş, aldatmaca addetmiş ve inkâr etmiştir.

Onun, Türkiye’nin ve insanımızın kurtuluşunu ‘ordunun kılıcını atması’na endekslemesiyle; ‘zinde kuvvetler’ ve ‘asker-sivil aydın zümre’ şeklindeki ‘devrimci ittifaklar politikası’ temelinde şekillenen mücadele hattı, başta Deniz Gezmiş ve arkadaşları olmak üzere, Türkiye sosyalist hareketindeki pek çok samimi yurtsever ve devrimci unsuru tesiri altına alarak sosyalist mücadeleden koparmıştır. 

9 - Ondan epeydir bahsedilmiyor; ya görüşleri?

TSK’nın, bünyesinde içselleştirdiği devrimci bir tarihsel öz (extre, essence, töz, cevher) sayesinde, yarım kalmış Kemalist devrimleri tamamlayabilecek yegâne kuvvet olduğu merkezindeki inanç, eskisi kadar olmasa da, bugün bile azımsanamayacak sayıda insanımız tarafından büyük bir samimiyet ve kuvvetle benimsenmeye devam edilmektedir. Bu yurttaşlarımız, artık kapatılmış olan Ergenekon ve Balyoz gibi davaları siyasal komplolar olarak görmekte, onları bütünüyle AKP iktidarının ve Cemaatin, muhaliflerini tasfiye etme faaliyetinin işlevsel bir parçası olarak algılamakta ve yorumlamaktadırlar.

Bugün, Doğan Avcıoğlu’nun hayatının, mücadelesinin ve hatta isminin neredeyse unutulmaya yüz tuttuğu bir aktüel uğraktan geçmekteyiz. Bunun doğal bir sonucu olarak da, bir zamanların bestseller'ı olan olan kitapları da eskisi gibi okunmuyorlar artık. Zira, günümüzün dünyası ve Türkiye’si, Avcıoğlu’nun metinlerini kaleme almasından bu yana geçen zaman diliminde, çok ama çok farklı koordinatlarda ve bağlamlarda ele alınmayı icap ettiren transformasyonları yaşadı ve yaşamaya da devam etmekte.

Buna rağmen, siyasal ve sosyal atmosferimizde zaman zaman kendisini şu ya da bu psiko-sosyal refleksle açığa vuran; özellikle de Silivri’de görülmüş olan davaları tekfir eden kesimlerle, Cumhuriyet mitinglerine katılanların önemlice bir kısmının ideolojik, politik, kültürel ve sosyolojik davranış patterninde varlığını hissettiren bir ‘politik hayalet’ten, belli belirsiz bir ‘ruh’ halinden bahsetmek de pekalâ mümkündür.

Müellifinin 'sepya' bir temsili olan bahse konu bu ruh hali, bu politik hayalet; sosyal medya çağrılarından, daima azımsanmayacak bir tabanı mobilize edebilme potansiyeline haiz olan bayrak mitingleri konseptine, ulusalcı ve ulusolcu medya organlarından, TBMM'deki Salı toplantılarına, tribün tezahüratlarından asker uğurlamalarına, sünnet düğünlerinden nişan ve evlilik düğünlerine kadar sosyal dokularımızın bütün ilmiklerindeki ve Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun en derin kılcallarındaki varlığını hissettirirken, dip sularında da adeta, 'siz Doğan Avcıoğlu'nun hayatını, kitaplarını terk etseniz bile, onun mirasının gölgesi sizi asla terk etmeyecektir!' der gibidir.

dipnotlar:
(i): Doğan Avcıoğlu'nun kayıp kitabı için bknz.
http://odatv.com/n.php?n=dogan-avcioglunun-kayip-kitabi-bulundu-2608121200
(ii) Mezkûr kitaba erişmek için bknz.
http://www.idefix.com/kitap/osmanlinin-duzeni-dogan-avcioglu/tanim.asp?sid=NKT66MQYS3KTR4GTEG66

1 yorum:

  1. Doğru tarafta onursal yerini almak isteyen birinin illâ Sn.ERDOĞAN'a biât etmesi gerekmemektedir. Şu Marx-bilimsel gerçekliğin tam idrâki içinde İSMET İNÖNÜ'ye biât etmesi de yeterlidir: Neo-Tanzimatçılık yolunu 1946 yılında İnönü açmıştır. Yola bilahare Menderes ve Ecevit'in döktükleri molozlar da KEMAL DERViŞ buldozeri ile kaldırılmıştır. Sn.Derviş Pembeköşk Sitesi'nde ikamet ederdi. Sn.ERDOĞAN'ın yürümekte olduğu nurlu-füruğlu yol İNÖNÜ yoludur.

    YanıtlaSil