4 Ekim Hayvanları Koruma Günü



4 Ekim Hayvanları Koruma Günü vesilesiyle, 5 yıl önce önce yazdığım ve güncelliğini zerrece yitirmediğini düşündüğüm bir yazımı yaniden paylaşıyorum:

'2011 Ekim’inde; Arnavutköy’de, Bolluca mıntıkasındaki ormanda çok sayıda sokak hayvanının zehirlenerek itlaf edildiği haberi kamuoyunda infiale yol açmıştı. Bunun üzerine, konuya dair bir metin yazıp blogumda paylaşmıştım.

Çok değil, bu olayın üzerinden henüz dolu dolu 5 ay bile geçmeden, hayvanlara karşı yapılan sistematik zulmün yeni bir örneğine bu sefer de Tuzla’da şahit olduk. Bu üzücü gelişme üzerine, mezkûr yazımı güncellemeye ve yeni haliyle (ki neredeyse yeni bir yazı bile sayılabilir artık bu) onu paylaşmaya karar verdim.


Lâfıma, aforizmatik bir iddia ile devam ediyorum:
Sokak hayvanlarını, özellikle de sokak köpeklerini; aslında onları çok sevdiğimiz için katlediyoruz!


Klavyemin başında, tam da bu satırları yazdığım sırada ‘Böyle bir şey nasıl olabilir? Bu dediğin apaçık bir çelişki değil mi?’ diyenlerinizi duyar gibi oluyorum doğrusu.

Yazımı sonuna değin okursanız, iddiamın altını doldurduğumu, en azından bunun için bayağı uğraştığımı siz de teslim edeceksiniz ‘diye düşünüyorum’[i].

Bir çeşit ‘malumu ilâm’ bu ama, yine de söyleyeceğim: Evet, biz millet olarak köpekleri ve kedileri çok, ama pek çok seviyoruz[ii].

Bunu sadece bu satırların hakir yazarı değil, çok sayıda edebiyatçımız, tarihçimiz, bilim insanımız söylemişler ve söylemeye de devam ediyorlar. Öte yandan, ülkemizi asırlardır ziyaret eden yabancılar da, bu konuda, umumiyetle olumlu görüş serdetmişler.

Başta İstanbul olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli yaşam merkezlerinin son 3 – 4 asırda yapılmış gravürlerine, resimlerine, tablolarına ve çekilmiş fotoğraflarına baktığımızda, kedi ve köpek gibi hayvanların sokaklarda nasıl rahatça yaşadıklarını görmemiz işten bile değildir.

Bu durum, yukarıda da değindiğim gibi, Batılıların dikkatinden kaçmamış, onlar tarafından, bahsettiğim görsel malzemenin yanı sıra, bu topraklarda yaşamış önceki nesillerin kedi ve köpek sevgisine dair çok sayıda metnin de üretilmesine neden olmuştur.

Aradan asırlar geçti. Dünya ve Türkiye tanınamayacak denli değişti. Ancak, ülkemizdeki kedi ve köpeklerin durumu neredeyse hiç değişmedi. Bugün de onların büyük kısmı yine sokaklarda yaşamaktadır[iii].


Batı Medeniyetine dahil olan ülkeler sokak hayvanları denen meseleyi kökünden halledeli neredeyse bir asır oldu. Nasıl mı yaptılar bu işi? Aslında, bu problemi çözerken kullandıkları reçete, izledikleri  yol haritası çok basitti. Önce sokak hayvanlarını belli istasyonlarda topladılar. Bunlardan sağlıklı ve türünün güzel örneği olanları ayırdılar. Büyük kısmı hastalıklı olan geri kalanları ise ne yazık ki itlaf ettiler.

Ayırdıkları az sayıda sokak hayvanını, kedi ve köpek sahibi olmak isteyen kent sakinlerine teslim ettiler. Hayvanları alan kişilerin, bunların aşı, kısırlaştırma gibi tıbbi bakımını yaptırmalarını şart koşup bu süreci de kontrol altına aldılar. Böylelikle, sokaklardaki hayvan sayısı sıfırlanmış oldu.

Batı ülkelerinde; bizde dönem dönem gündeme gelen sokak hayvanı itlafının, neredeyse bir asırdır uygulanmama nedeni, onların bu çok sevimsiz ve acımasız operasyonu, sürecin başında bir kere yapıp, ardından da meseleyi çok medeni bir sürece dönüştürmeyi becermelerinden kaynaklanmaktadır.

Olayı, tarihsel perspektif içinde bu şekilde çerçeveledikten sonra, Tuzla ve Bolluca hayvan itlaflarının arkasında işleyen dinamikleri ve ardından da buna dair çözüm önerimi paylaşacağım.

Aşırı merhametimizden ve hayvan sevgimizden doğan ve asırlardır da sayılamayacak kadar çok tekrarlanan hayvan itlaf sürecimiz, birbirinin karbon kopyası diyebileceğimiz bir mekanizma çerçevesinde işte aşağı yukarı şöyle işlemektedir:

İlk adımda, sokak hayvanlarımız, onları seven merhametli insanlarımız tarafından beslenir. Beslenen, kollanan sokak hayvanlarının sayısı zaman içinde artar. Gün gelir bu sayı, onların yeterince beslenemeyecekleri bir üst sınıra dayanır. Yeterince beslenemeyen sokak hayvanları sinirli ve saldırgan tavırlar sergilemeye başlar. Sokak hayvanlarının, özellikle de köpeklerin saldırgan tavırları söz konusu muhitin sakinlerini önce rahatsız etmeye, ardından korkutmaya ve nihayet öfkelendirerek tedbir arayışları içine girmesine neden olur.

İşte, sokak hayvanlarını itlafı tam da bu noktada devreye girer. Aşırı artan sayıları ve giderek de agresifleşen ve saldırganlaşan tavırlarıyla köpekleri bekleyen akıbet neredeyse belli olmuştur artık: Toplu kıyım![iv]

Görüldüğü üzere, sevgi ve merhametle başlayan semt sakini – sokak hayvanı (en çok da köpek) ilişkisi, zaman içerisinde, neredeyse kaçınılmaz bir biçimde, sahipsiz hayvanların itlafına evrilen insafsız ve acımasız bir finale kilitlenivermektedir.

Bu kompleks sürecin rasyonel çözümü, Batılı ülkelerin bir asırdan fazla bir zaman önce gerçekleştirdikleri projeyi zamana, zemine ve sosyal dokumuza uyan tadilatlarla uygulamamızdır. Vakit geçirmeden, biz de söz konusu yol haritasını izlemez ve Batı Medeniyetinin belli başlı ülkelerinin tatbik ettikleri reçeteyi (insanımızın vicdani kriterlerine ve olumlu geleneklerine adapte ederek)uygulamazsak, Bolluca Ormanı yakınlarında yaşanan hayvan itlafı teşebbüsünün benzerlerine daha çok şahit olacağız demektir.

Yukarıda bahsettiğim adaptasyon; Batı ülkelerinde 19. asrın sonunda gerçekleştirilen hayvan katliamı fazının iptal edilmesi ve takip eden diğer adımların uygulaması biçimindedir. Bir diğer deyişle, uygulanması gereken plân (bana göre) adım adım şöyle olmalıdır:

1 - Bütün sokak hayvanları, kamuya ya da gönüllü hayvansever kuruluşlara ait olan hayvan barınaklarında toplanır. Belediye ve merkezi yönetim dışında, sivil toplum ve yurttaşlardan sağlanan fonlarla buralarda toplanan hayvanların bakımı sağlanır.

2 - Hayvanların yurttaşlar tarafından sahiplenilerek hayvan barınaklarından evlere götürülmeleri için düzenli kampanyalar açılır.

3 - Belli bir sürede birileri tarafından hayvan barınaklarından alınmayan hayvanlar kısırlaştırılır. Bu hayvan, şayet kendisine kapısını açan bir yuva bulamazsa, ölene kadar söz konusu tesislerde barındırılır.

4 - Hayvan barınağından yurttaşlar tarafından alınan hayvanların (aşı, kısırlaştırma, yavruları konusundaki tasarruflar gibi pratiklerin) takibi, kamu otoriteleri (ve yetmediği, erişemediği yerde de) hayvansever sivil toplum kuruluşları tarafından yapılır.

5 - Aldığı hayvan, bir şekilde uyum problemi gösteren yurttaş, bunu yeniden hayvan barınağına teslim eder. Yurttaşların, problemli hayvan(lar)ı, ya da bakmak üzere aldıkları hayvan(lardan) olan yavruları sokağa terk etmeleri durumunda cezai müeyyide uygulanır.

Bu adımlar eksiksiz uygulandığında; öyle umuyorum ki, içimizi kaldıran, ruhumuzu ezen, vicdanımızı kanatarak bizi insanlığımızdan utandıran Tuzla ve Bolluca vahşeti benzeri hayvan katliamı haberlerine bir daha şahit olmamış oluruz.



[i] '…..diye düşünüyorum’ kalıbı, bana göre, hakkında bağımsız bir yazı yazılmasını gerektirecek kadar önemli bir ifade tercihidir. İlerleyen zamanlarda, bu konudaki taslağımı tamamlayacağımı ve muhtemel okurlarının beğenisine sunacağımı umuyorum.
[ii] 'İstanbul'un Sokak Köpekleri' ve 'İstanbul'un Sokak Kedileri', fotoğraf sanatçımız Arif Aşçı'nın çektiği tadına doyulmaz fotoğraflarla ve bunlara değer katan içten satırlarıyla, okurunu – izleyenini adeta içine çeken sımsıcacık eserlerdir. Meraklısın şiddetle tavsiye olunur.
[iii] Aslında, benzer manzaraları; genel olarak ‘Doğu’ diye tarif edilen ve Orta Doğu’yu, Kuzey Afrika’yı ve Asya’yı  kapsayan bir coğrafyanın neredeyse tamamında görmemiz mümkündür.

[iv] Twitter’dan değerli dost @jumuah ikaz etmese, yazımın burasında çirkin bir yazım hatası olacaktı. Çok teşekkürler @jumuah J

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder