Geçtiğimiz Pazar, Eskişehir’de bir taraftan biyokimya master’ına devam ederken, diğer taraftan aldığı pedagojik formasyon sayesinde kazandığı kimya öğretmenliği yapma hakkını kullanabilmesine zemin oluşturacak stajını yürüten ve yanı sıra da, tekno kentteki bir moleküler kimya firmasının ar-ge departmanında çalışan büyük kızım babaannesini ziyarete geldi. Ben de, bu vesileyle soluğu Şişli’de aldım. Böylece bir taşla birçok kuşu birden vuracak, kızımı, annemi ve yanında kaldığı kızkardeşimi, eniştemi ve kızlarını, sevgili yeğenim Güher Görgülü’yü aynı anda görebilecektim. Nitekim gördüm de. Ancak, bu ziyaret ve bir arada oluş bana keyif ve mutluluktan çok üzüntü, hüzün ve acı verdi. Zira, bu sefer anneciğimi daha da çökmüş gördüm. Gerçi, 83 yaşında olduğu hesaba katılırsa, bu normal karşılanabilir. Lâkin, artık yürüteçle bile yürüyemiyor, sadece zorlukla doğrulabiliyor olmasını, her şeye karşın, kabullenmekte zorladım doğrusu.
Babamı, 67 yaşında akciğer kanserinden kaybetmemin (en az 55 yıl boyunca günde 3 paket sigara içmiş birisinden bahsediyorum) üzerinden 11 yıl geçti. Dr. Şahin Şencan; babam, ‘Koca Arnavut’,Üsküp çocuğu, Yugoslavya muhaciri, Tito ve Atatürk hayranı, ilaç sanayinin hocası, tıbbi mümessillerin hocalarının hocası, pazarlama ve satış üstadı, sohbetlerin efendisi, fıkraların ustası, prezantasyonların kralı, Türk Sanat Musikisinin, Napoliten şarkıların ve aryaların coşkulu seslendiricisi idi. Aynı zamanda da Şayko (Balkan göçmeni arkadaşlarının o çok sevdikleri kısaltma anlayışıyla Şahin’i soktukları form) çok aksi, sinirli mi sinirli, agresif birisiydi.
Annemi ve tabiatıyla çocuklarını (beni ve kardeşlerimi) çok üzdü babam. Neyse, bu konuya şimdi girmenin yeri ve zamanı değil. Üstelik babam kendisini savunacak durumda da değil. Bu bahsi şu tespitle kapatıyorum. Babam ailesini nasıl üzdüyse, 12 Eylül 1980 öncesi ÜTÜ’de okurken sol gruplarda yer alan ben ve kardeşim de ebeveynlerimizi o derece üzdük. Hem de çok üzdük. Bu meseleye de ayrıntılı girecek değilim. Belki başka zaman, kimbilir…
Lâfı getirmek istediğim husus şudur: Babam, koca Arnavut, benim ona en çok ihtiyaç duyduğum günlerde ayrılmıştı bu dünyadan. 1998’de,ben tam da 40 yaşındayken, tam da o kritik çağımı yaşarken, tam da o malûm ’40 yaş bunalım’ının pençesine düşmüş iken, hormonlarımın amir hükmüne uyup ilk eşimi ve ondan olan iki kızımı terk etmiş ve aşık olduğumu kadının peşinden gitmiştim. Bu duruma çok üzülen babamın kanserini bu olayın tetiklediğini savunanlar oldu. işte o kritik süreçte babamdan yeterince faydalanamadım. Önce, ‘aşkın (hormonların okunabilir)’ gözümü köreltmesi yüzünden ben kapattım kendimi babamın öğütlerine. Akabinde, tam ona müracaat etmek ihtiyacını hissettiğimde ise, bu sefer de çok geç kalmıştım, zira o komaya girmiş ve bir ay içinde de terk etmişti bütün bu hayhuyu.
Derken evlendim şimdiki eşimle ve şu an 7.5 yaşında olan sevgili oğlum dünyaya geldi. Ben, şimdi dönüp bütün bu yaşadıklarıma baktığımda ve olup bitenlerin muhasebesini yaptığımda, her şeye rağmen ‘keşke bunları yaşamasaydım’ demiyorum. Daha doğrusu diyemiyorum. Diyemiyorum, zira, bunu yapmam halinde, bu yazıklanmanın sevgili oğlumun başına bir sıkıntı açmasından endişe edecek kadar vesveseli, olasılıkçı ve metafizik birisiyim.
Bütün bunları bu Pazar anneciğimin oturduğu koltuğun başındayken düşündüm. Annemin oturduğu koltuk dediğimde, buna dair ilâve bilgi vermesem olmaz, zira, oldukça enteresandır bu husus. 1993’de safra kesesi alınan anneme, bu operasyondan sonra bir şeyler oldu ve o artık yatakta yatamaz hale geldi. Anlayacağınız annem, 19 yıldır yatakta yatmıyor, yatamıyor. Yastıklarla takviye edilmiş, ucuna da bacaklarını üzerine uzatabileceği bir puf eklenmiş koltukta geçen 19 x 365 gece. Söylemesi kolay,lâkin, annem bu dönem zarfında bu şekilde oturarak geceleri geçirdiği için acaba neler hissetti ve yaşadı?
Epeydir ikinci evliliğim de iletişim problemleri yaşamaktayım. Ben, tam bu konularda bilgisine ve görgüsüne müracaat edecekken, annemi yukarıda tarif ettiğim biçimde görmek doğrusu benliğimi derinden sarstı. Hem ona üzülüyorum, hem de, aynen babam gibi, ona en çok ihtiyaç hissettiğimde, onu kaybedebilecek olmanın verdiği sıkıntısı ve angois’ın etkisi altında kalıyor ve bunalıyorum.
Babam, ona en çok muhtaç olduğumda terk etti beni.
Şimdi de, Allah gecinden versin, anneciğim, görüşlerine en çok ihtiyaç duyduğumda terk ederse beni, ne yaparım ben?
O zaman, bütün bu sıkıntıları, kâinatın bütün bu yükünü nasıl sırtlayabilirim, nasıl?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder